4 Şubat 2008 Pazartesi

Kuş Gribi: Sınırı aşmak

Sesi kısık yaşlı baba anlatıyor: “İki oğlum beni ziyaret ettikten sonra kente dönmek üzere otobüse bindiler uğurladım, sonra bir daha görmedim onları, ateşlenmişler, ilerdeki kasabada indirmişler, hastaneye yatırmışlar, ertesi gün kireçli bir mezara yan yana gömmüşler”. Oğullarını ebola virüsü yüzünden kaybeden baba, doktorların ölüm nedenini iki gencin pazardan alıp yedikleri avlanmış maymun etine bağladıklarını söylüyor ve ekliyor: “Tehlikeli ama yiyoruz hâlâ işte.”

İnsanlık tabularla var olmuş. Ensest ve yakın akraba evliliklerinden uzak durmuşuz çünkü doğa bize bunun sonuçlarını çok acı göstermiş. Suyun başına pislememişiz çünkü aktığı yerde insanlar hasta olmuş ve sonra bulaşmış o hastalıklar. Tabular onurlu bir şekilde var olmamız için bir sınır çizmiş...

Sibirya tundralarından güneye ve sonra tekrar kuzeye göç eden kuşların konakladığı sulakalanları ya kuruttuk yok ettik ya da pirinç tarlalarına çevirdik. Sonra tarlalardan başka konaklayacak yeri kalmayan ördekler ve kazlarla temasımız arttı. Yaban ördekleri ve kazlar kadar virüslere dirençli olmayan kümes hayvanları ise kolayca hastalanıp bize taşıdı virüsleri. Yabanın doğal ve zararsız parçası bizim son nefesimiz oldu, sınırlarımızı bilmediğimiz için.

Bununla kalmadı, bir zamanlar çiftliğin doğal parçası olarak döngülerini bütünleyen, geleneksel çiftlik ailesinin doğal parçası olan hayvanları kocaman, konsantrasyon kampı benzeri kümeslere hapsedip binlercesini ürettik. Sonra kamyonlara doldurduk, dağıttık binlerce kilometre ötelere. Sadece yasadışı canlı hayvan ticareti ile virüsü yaymakla kalmadık yeryüzüne, onurlu çiftlik ailemizin fertlerini endüstrinin çarklarına ve ticaretin metalaştırmasına teslim ettik.

Kış günü göldeki su kuşlarını teleskopla sayıyorum... Her yıl kuş gözlemcilerinin yaptığı bu çalışma ile kuşların sayılarındaki artış ve azalmalar belirleniyor. Birden bir patlama ile önümdeki büyük sürü kalkıyor. Arkadaki zor uçan, hasta ördek bir saçmayla düşüyor aşağı. Saymayı bırakıp teleskopla takip ediyorum. Avcının saklandığı gömeden bir köpek çıkıyor, çırpınan ördeği yakalıyor, dişleri arasında can çekişirken götürüyor, avcının önüne bırakıyor. Düşünüyorum, karın huzurlu dinginliğinde gerçekleşen bu kasti ve gereksiz şiddetin cezasını doğa nasıl verecek diye... Bir de virüs, hasta ördekten insana bulaştıktan sonra mutasyonlar sonucu, insandan insana bulaşıcı hale gelirse o zaman büyük bir salgın tehlikesinin sınırını aştık demek...

İnsanlık bugün onurun bittiği sınırlara çok yaklaştı. Onurlu yaşamlar sürmek için artık sadece akrabalarımızın etini yememek yetmiyor. Artık atılması gereken büyük ortak adımlar var. Gerçekleştirilmesi zorunlu çok büyük toplumsal dönüşümler var. Adımların her alanda büyük cesaretle atılması gerek. Tüketim için kitlesel hayvan yetiştirmekten konvansiyonel tarıma, nükleer enerjiden kömür santraline, ticari sağlık endüstrisinden madenciliğe, kimya sanayinden silah endüstrisine kadar pek çok alanda tabular gerek; sınırı aşmamak gerek...

Sınıra ayağımız değdi, mesele onur meselesi!

03.02.2008 - Dr. Uygar Özesmi

Hiç yorum yok: