7 Şubat 2008 Perşembe

Çevre Politikaları: Sürdürmek mi? Sürünmek mi?

Bütün ekonomimiz öyle veya böyle doğaya bağlı, yediğimiz ekmek, giydiğimiz pamuk topraktan, et ve yün meradaki koyunlardan, içtiğimiz su yağıştan, odun ve kereste ağaçtan, cam, çimento, demir ve diğer madenler kayalardan, petrol ve kömür hakkımız olmayan derinlerden. Doğadan elde ettiğimiz enerji ile işleyerek ürettiğimiz ve kullandığımız her hizmet ve ürün bize doğanın verdikleri... fakat yaptıklarımız genelde çevreye olumsuz etkiler bırakıyor. O zaman doğa ve çevre de her kararımızın bir parçası olmalı. Ülkemizin geleceğini çizen bütün programlar ve politikalar da doğaya dost olmalı.

60. Hükümet Programı’nda bu bütüncül bakış açısının gerekliliği çok güzel ifade edilmiş: “Türkiye’yi biyolojik çeşitliliğin korunduğu, doğal kaynakların sürdürülebilir kalkınma yaklaşımıyla yönetildiği, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını gözeten bir ülke yapmayı hedefliyoruz.” Ancak daha sonra nedense doğa ve çevre yine bütünden ayrı ele alınmış. Deniyor ki; “Su kaynaklarımızın çok daha verimli bir şekilde kullanılmasına yönelik çalışmalarımız artarak devam edecektir.” Önce bizim suyun kaynak değil varlık olduğunu görmemiz, sonra da amacımızın verimli kullanmak değil, bizim ve doğanın ihtiyaçlarını gözeterek doğaya zarar vermeden kullanmak olması gerekiyor.
Programda deniyor ki: “Bu çerçevede; atıksu, katı atık, tehlikeli atık gibi çevre korumaya yönelik tesislerin yaygınlaşmasını sağlayacağız.” Halbuki yukarıdaki bütüncül bakış açısını benimsediysek başka sorunlar açan bertaraf tesislerini kısa vadede düşünürken orta-uzun vadede; birinin attığının diğerinin hammaddesi olduğu entegre ekolojik sanayiler kuracağız ve atıksız sanayileri geliştireceğiz, demek gerek. Çok sevindirici bir vaad de “Küresel ısınmayla ilgili olarak daha önce başlatılan enerji, ulaştırma, tarım ve sanayi gibi sektörel alandaki çalışmalara ve ağaçlandırmalara kararlılıkla devam” edileceği. Ancak Kyoto Protokolü’nü imzalamadık ve post-Kyoto 2012 oluşumu için ABD bile hazırlık yaparken bizim hazırlığımız yok. Şu ana kadar doğa dostu enerji yatırımları bütün enerji yatırımlarının üstüne çıkmadı, ne karayolu ne de havayolu taşımacılığımız azaldı ne de demiryolları ve toplu taşıma yatırımları karayolları yatırımlarının üstünde. Toprak işlemesiz tarım yapılması, kuraklığa dayanıklı türlerin geliştirilmesi, ve teraslama seferberlikleri de yok. Türkiye’de bir karbon pazarı da oluşmuş değil.

Ne güzel demiş 60. Hükümet; “Ağaçlandırma, erozyonla mücadele ve iyileştirme çalışmalarımızı hızlandıracak, kentlerimizin etrafındaki ‘yeşil kuşak ormancılığı’nı geliştirerek, daha yaşanabilir kentler oluşturulmasına katkıda bulunacağız. Avrupa ülkeleri ile mukayese edildiğinde, önemli üstünlüklerimizden biri olan biyolojik çeşitliliğimizi koruyucu tedbirleri sürdüreceğiz.” Bu arada 2b maddesi konusunda 59. Hükümet tarafından atılan geri adımların yine hortlatıldığı söyleniyor. Oysa 2b orman arazilerinin satışı, yeni bir orman talanının önünü açar. Bu arada ormanlarımızda ve önemli doğa alanlarımızda baraj, taş ocağı, maden, turizm, yollar ve sanayi tesisleri açılıyor. Hani bütüncül ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerimiz? Kim sürdürüyor, kim sürülüyor, kim sürünüyor?

Artık halkımız birbiriyle çelişkili ve çevreye zarar veren sektörel programlar yerine bütüncül yaklaşım, ekonominin her alanında çevresel ve doğal göstergeler ve bu göstergelere ilişkin hedefler görmek istiyor.

Dr. Uygar Özesmi

Hiç yorum yok: