1 Ekim 2003 Çarşamba

Katılımcı Yönetim

Doğal Alanların Korunması için Tek Çıkar Yol Katılımcı Yönetim

Dr. Uygar Özesmi

Erciyes Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü,
Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı

Ülkemizde doğal alanların etrafında insan baskısının artmasıyla alanların ekolojik bütünlüğü bozulmaya hatta bu alanlar tamamen yok olmaya başlamıştır. Bozulma ve yokoluş, doğal alanların korunması gerekliliğini ortaya çıkartmıştır. Ne yazık ki, bir alanı Tabiatı Koruma Alanı veya Milli Park gibi bir koruma statüsüne kavuşturmak, o alanın korunması için yeterli olmamaktadır. Önemli doğal alanların içinde ve etrafında binlerce yıldır yaşamakta olan insanlar önceleri kaynakları tüketmeden, ekolojik süreçleri bozmadan yaşarken, artık günümüzde sözde modernleşme ile genelde bu alanları tahrip eder hale gelmişlerdir.

Yaptıkları tahribatın yine en iyi farkında olan yerel insanlardır. Fakat tek başlarına tahrip etmelerine neden olan yapısal süreçlerin önüne geçmeleri son derece güçtür. Doğal alanların biyolojik çeşitliliğinin, yani bu alanlarda yaşayan bitki ve insan dahil hayvanların, kullandıkları habitatların, parçası oldukları ekosistemin ve ekolojik işlev ve süreçlerin korunabilmesi için planlama, eşgüdüm, haberleşme, denetim ve yürütme gereklidir. Bütün bu etkinliklerin yapılarak doğal alanların korunması görevi Çevre ve Orman Bakanlığı’na verilmiştir. Ancak Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kısıtlı imkanları ile ülkemizin her yerindeki doğal alanların yok oluş sürecinin önüne geçmesi mümkün değildir. Nitekim doğal alanlarımız hızla yok olmaya devam etmektedir. Kaldı ki artık doğal alanların havza bazındaki hatta küresel etkilerden dolayı tek bir kurum tarafından ve korunan alanlar kavramı içinde yeterli düzeyde korunamayacağı anlaşılmıştır. Bir doğal alanın içinde ve etrafında yaşayan yerel insanların doğrudan katılımı ve katkısı olmadan, yerel insanları destekleyen ulusal kuruluşlar ve küresel etkileri denetim altına alacak uluslararası karar mekanizmaları olmadan doğal alanlar yeterince korunamamaktadır. Bütün bu taraflara yani, koruma etkinliklerinin doğrudan veya dolaylı etkilediği veya korumayı etkileyebilecek olan kişi ve kurumlara, ilgi sahipleri denilmektedir. Bütün ilgi sahiplerinin doğal alanların korunması için planlama, eşgüdüm, haberleşme, denetim ve yürütme etkinliklerine katılım olanağı sağlanması ve kendi istekleri doğrultusunda katılımları gerekmektedir.

Bu gerekliliğin anlaşılmasından dolayı Durban, Güney Afrika’da Eylül 2003’de yapılan 5. Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) Dünya Parklar Kongresi’nde yayınlanan eylem planı metninde doğal alanların korunmasında katılımcılık ana söylemler arasındadır. Nitekim Porto Riko’dan, Nepal’e, Sri Lanka’dan Kanada’ya, İsveç’ten Hindistan’a Dünya’nın pekçok ülkesinde doğal alanların korunmasında yerel halkları ve ilgi sahiplerini karar mekanizmasına ve uygulamaya dahil eden pek çok başarılı proje vardır. Örneğin Karaipler’deki St Lucia adasında balıkçılar, hotelciler ve su sporları sektörü arasında yönetim eksikliğinden dolayı kıyı ve denizin doğal yapısının bozulması kaynaklı ciddi çatışmalar mevcutken bütün ilgi sahiplerini biraraya getiren süreç başlamıştır. Onsekiz ay süren katılımcı süreç sonunda taraflar “Bölge Deniz ve Kıyı Kaynaklarını Kullanma ve Yönetme Antlaşması”nı kabul etmişlerdir. Antlaşma daha sonra kurumsallaşmış ve bir Deniz Yönetim Alanı oluşmuştur. Altıncı yılını dolduran çalışmalar Uluslararası Mercan Kayalıkları Eylem Ağı tarafından deniz korunan alanları yönetiminde en başarılı örnek seçilmiştir. Benzer şekilde Nepal’de Annapurna korunan alanında, yerel halk ve bir ulusal sivil toplum kuruluşu binlerce kilometre karelik alanda ormanı korumakta, yasadışı avcılığı önlemekte ve ekoturizmden gelir elde etmektedir. Uttar Pradesh, Hindistan’da ise Gursikaran ve Sheikha sulakalan ekosistemlerini, bu doğal alanların etrafında yaşayan yerli halk başarılı bir biçimde yönetmektedir.

Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir doğal alanın korunması için bütün ilgi sahiplerinin katılımıyla yapılan planlama, eşgüdüm, haberleşme, denetim ve yürütme etkinliklerinin tamamına katılımcı alan yönetimi denmektedir. Katılımcı alan yönetiminin gerçekleşebilmesi için ilk önce bu süreci başlatacak bir oluşum gerekmektedir. Bu oluşum, korumadan sorumlu bir devlet kurumu olabileceği gibi bir yerel veya ulusal sivil toplum kuruluşu, bir yerel sivil insiyatif veya idealde, bu tarafların hepsinin biraraya gelmesiyle olabilir. Doğal alanın korunmasını amaç edinmiş bu gibi bir oluşumun gerçekleştirmesi gerekenler aşağıda aşamalar halinde verilmiştir:

1) Sürecin başlatılması:
Kanunlarla belirlenmiş zorunlulukların ortaya konulması ve bu çerçevede katılımcı sürecin ve yöntemin belirlenmesi.

2) İlgi sahiplerinin belirlenmesi:
Katılımcı sürecin başarılı olabilmesi için bütün ilgi sahiplerinin katılımının ve özellikle de kadınlar ve yoksul kesimler gibi resmi temsiliyeti zayıf olabilen grupların sürece katılımının sağlanması.

3) Veri toplama yöntemlerinin belirlenmesi ve verilerin toplanması:
Bu aşamada belirlenen ilgi sahiplerinin alanın korunması ve sorunları hakkındaki görüşlerinin alınması ve ilgi sahibi analizi yapılması. Daha sonra alan ile ilgili verilerin ilgi sahiplerinin katılımıyla toplanması. Alan ile ilgili toplanan veriler, fiziki ve beşeri coğrafyasını, yani yerini, sınırlarını, mülkiyet durumunu, fizyografik verilerini, biyolojik çeşitliliğini, kültürel, sosyo-ekonomik verilerini ve özellikle halkın ekosistem ile ilişkilerini kapsamalıdır.

4) Verilerin değerlendirilmesi:
Toplanan veriler ışığında alanın büyüklüğü ve konumu, biyolojik çeşitliliği, doğallığı, nadirliği, hassaslığı ve tipikliğinin değerlendirmesi. Bunun yanında özellikle alanın insan kullanımlarının sürdürülebilirlik açısından değerlendirmesi.

5) Taslak Yönetim Planının Hazırlanması:
Bu aşamada süreci başlatan oluşum tarafından toplanan veriler ışığında alanın tehditlerinın saptanması ve yapılan ilgi sahibi analizi çerçevesinde ortak bir ana yönetim hedefi belirlenmesi. Tespit edilen alan tehditlerini ortadan kaldırmak için hedefler belirlennmesi ve bu hedeflere ilişkin yapılması gereken gerçekçi ve erişilebilir, iyi tanımlanmış, sonuçları gözlenebilir, ölçülebilir ve süresi belli etkinliklerin tanımlanması. Yani, nerede, ne zaman ve hangi sıklıkta, nasıl, kim tarafından, kimden destek alarak, hangi mali kaynak, ekipman ve personel ile? sorularına belirlenen etkinliklerin yanıt verebilmesi.

6) Yönetim Planının İlgi sahipleri ile oluşturulması:
Taslak yönetim planının bütün ilgi sahiplerine yollanması ve katılımcı toplantılarla yönetim planı taslağına eklemeler ve çıkartmalar yapılması. Bu aşamada özellikle ilgi sahiplerinin belirledikleri etkinlikleri sahiplenmeleri ve bu etkinlikleri yapmaya talip olmalarının sağlanması.

7) Yönetim Planının Uygulanması:
Yönetim planının uygulanmasında süreci başlatan oluşuma, yönetim planına etkin katılan ilgi sahiplerinin eklenmesiyle yönetim planının kurumsal altyapısının oluşturulması. Yeni kurumun, yönetim planı etkinliklerinin ve katılımcılarının eşgüdümünü, haberleşmesini ve yürütülmesini gerçekleştirmesi.

8) Yönetim planının İzlenmesi ve Değerlendirilmesi:
Yönetim planları genellikle 3-5 yıllık dönemler için gerçekçi ve izlenebilir etkinliklerden oluşur. Bu süre boyunca yönetim planından sorumlu kurumunun etkinlikleri bütün tarafların katıldığı toplantılarla ve sundukları raporlarla izlemesi ve yönetim planının uygulamasını değerlendirmesi. Bütün tarafların katılımıyla planın güncellenmesi, eklemeler ve değişiklikler yapılması. Yönetim planı uygulamayı yönlendiren, kendini sürekli yenileyen yaşayan bir belgedir.

Uluabat Gölü Yönetim Planı – Katılımcılığa Güzel Bir Örnek

Ülkemizde katılımcı yönetim planı yaklaşımı yeni olmakla beraber yukardaki aşamalardan geçmeye başlamış güzel bir örnek Uluabat Gölü Sulakalan Yönetim Planı’dır. Uluabat Yönetim Planı Projesi Mayıs 1999 senesinde Hollanda Tarım Ateşeliği’nin sponsorluğunda Çevre Bakanlığı ve Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD / WWF-TR) tarafından başlatıldı. Uluabat Gölü’nün Ramsar alanı olması haricinde hiçbir koruma statüsüne sahip olmaması nedeniyle yetki karmaşasından uzak katılımcı bir yöntem izlenmesi amaçlanmıştı. Alanın Ramsar alanı olması ve bu çerçevede bir yönetim planına gerek olması daha sonra sulakalanlar yönetmeliğinin de yayınlanması ile proje yasal olarak sağlam bir temelin üstüne oturdu. Projede, ilk aşamada, British Foreign and Commonwealth Office desteği ile alan ile ilgili veriler toplanmaya başlandı. Mevcut veriler yanında sukalitesi, hidrolojisi, limnolojisi, uydu görüntüleri ile değişimi ve alan kullanımları, su ürünleri ve başta kuşlar olmak ekolojisi konusunda ayrıntılı araştırmalar yapılarak gerekli veri altyapısı sağlandı.

2000 yılında Bursa’da bir sulakalan yönetim kursu düzenlenerek kurumsallaşmış ilgi sahiplerine sulakalan yönetim planlama süreci uygulamalı olarak anlatıldı ve proje tanıtıldı. Projeye Haziran 2000’de Unilever-Türkiye destek olmaya başladı ve yerel halkın Uluabat Gölü ile olan ilişkileri ve gölün yerel ekonomiye katkısı araştırıldı. Yerel halk başta olmak üzere bütün ilgi sahipleri ile birebir ve toplu görüşmeler yapılarak bilişsel modelleme adlı bir yöntemle ilgi sahibi analizi yapıldı. İl Çevre Müdürlüğü, Yerel Gündem 21, Uludağ Üniversitesi ve Muhtarlar gibi pekçok ilgi sahibi ile toplantılar yapıldı ve ilgi sahipleri sorunlarını dile getirdiler ve sürece daha etkin katılmaya başladılar. Bursa’da bir grup ilgi sahibi biraraya gelerek DHKD/WWF-TR’nin desteğiyle hazırlanan “(Uluabat) Apolyont Gölü ve Yerleşimleri Koruma ve Ekonomik Gelişim İşbirliği Protokolü”nü imzaladı. Bütün toplanan veriler ışığında gölün karşı karşıya olduğu sorunlar ve tehditler ortaya kondu. Uluabat Gölü yapılan çalışmalar ve ortaya çıkan verilerle Living Lakes (Yaşayan Göller) ağına dahil edildi.

Bursa’da, Eylül 2001’de DHKD/WWF-TR, Çevre Bakanlığı, ve yerel devlet teşkilatlarının katıldığı bir uzmanlar toplantısı yapıldı ve taslak bir yönetim planı oluşturuldu. Şubat 2002’de taslak yönetim planı Mustafakemalpaşa İlçesi, Gölyazı Beldesi ve Bursa, Yerel Gündem 21’de yapılan ve bütün ilgi sahiplerini gruplar halinde biraraya getiren toplantılarda tartışıldı ve geliştirildi. Bu toplantılarda sorunlar yerine, çözümler üzerinde duruldu. İlgi sahiplerinden kendi üstlenecekleri somut etkinlikleri önermeleri veya taslak yönetim planındaki etkinlikleri üstlenmeleri istendi. Bu toplantılar sonucunda son yönetim planı taslağı oluştu ve ana hedefler (1) Sulakalan ekosisteminin ekolojik karakterini korumak, (2) tüm ilgi gruplarının aktif katılımını sağlayarak sulakalan kaynaklarının akılcı kullanımını sağlamak, (3) su kalitesini ve hidrolojiyi akılcı kullanım prensipleri uyarınca düzenlemek, olarak belirlendi. Bu son taslak kadın kollarından jandarmaya kadar 150 değişik ilgi sahibine gönderildi ve 16-18 Nisan’da yapılan ve 100’ün üzerinde ilgi sahibinin katıldığı toplantı ile son haline getirildi. Ilgi sahipleri, daha önce karar verdikleri etkinlikleri bu toplantıda resmi olarak üstlendiler. Bu toplantıda katılımcı sürecin sonucunda ilgi sahipleri yönetim planının kendi planları olduğunu ifade ettiler ve yürütülmesi ve izlenmesi için ilgi sahibi temsilcilerinden oluşan bir kurul oluşturulmasını istediler. Yönetim planı Sulakalanlar Yönetmeliği tarafından oluşturulan Sulakalanlar Komisyonu tarafından Aralık 2002’de onaylanarak resmi nitelik kazandı. Şu anda Uluabat Gölü ile ilgili 84 ilgi sahibini biraraya getiren bir iletişim ağı işler halde ve bir yürütme ve izleme kurulu oluşturulması için çalışmalar sürüyor.

Katılımcı bir yöntemle oluşturulan yönetim planlarının ilgi sahiplerince benimsendiği ve daha kolay başarıya ulaştığının belki en güzel örneği Uluabat Gölü. Yönetim Planındaki 52 etkinlikten 36’sı devlet dışı sivil toplum kuruluşları ve sivil insiyatiflerce üstlenildi. Bugün yönetim planında yer alan 52 etkinlikten 22’sinden somut çıktılar alındı ve etkinliklerin bir kısmı sürüyor, diğer bir kısmı ise tamamlandı. Aynı dönemde Çevre Bakanlığı önderliğinde hazırlanan Manyas Gölü Yönetim Planı ise katılımcılığa aynı derecede eğilemediği, yerel halk ve bütün ilgi sahiplerini planlama ve uygulama sürecinin her aşamasına etkin olarak katamadığı için ilerleme kaydedemedi. Uluabat Gölü Yönetim Planının başarılı bir biçimde yürümesinin en önemli nedenleri arasında yönetim planı sürecinde ilgi sahipleri analizinin yapılması ve sulakalanla olan ilişkilerinin belirlenmesiydi. Bu sayede taslak planda ilgi sahiplerinin hepsine hitap eden ana hedefler belirlendi ve bu hedeflere yönelik ilgi sahiplerinin ilgi duyduğu etkinlikler konuldu. Yakınmak yerine sorumluluk almak prensibi içinde ilgi sahipleri kendilerine “Biz ne yapabiliriz?” sorusunu sordular. Sonuçta yönetim planı etkinliklerini benimsemekle kalmayıp, kendi yapabilecekleri etkinlikleri de ayrıca eklediler.

Uluabat Gölü örneğinde başarılı katılımcı yönetimin gerçekleşebilmesi için ilgi sahipleri ile kişisel, küçük, büyük yüzlerce toplantı yapıldı, ilgi sahipleri birbirleriyle tanıştırıldı, adresler paylaşılarak iletişim sağlandı, güven ve inanç oluşturuldu. Çatışmaların olabileceği toplantılarda mutlaka tarafsız kolaylaştırıcılar çalıştırıldı. Uluabat Gölü’nde sürecin başladığı 1999’dan beri devam eden yoğun çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda, başarılı katılımcı yönetim süreçlerinin yoğun zaman ve emek gerektirdiği asla unutulmamalı.

Uluabat Gölü örneği doğal alanların korunması için ülkemizde çoğaltılabilecek etkin bir model olma özelliği taşımaktadır. Sürecin yeni başladığı Kızılırmak Deltası, Gediz Deltası ve Burdur Gölü yönetim planlarında etkinliğini ortaya koymuş bu sürecin izlenmesi gerekmektedir. İleride yapılacak bütün katılımcı yönetim planlarında dikkat edilmesi gereken konuların başında ciddi bir ilgi sahibi analizi yapılması ve doğal alanı etkileyen ve doğal alandan etkilenen bütün tarafların ortaya konulması gelmektedir. Bütün ilgi sahiplerinin doğal alanla olan ilişkileri, doğal alanı nasıl etkiledikleri, kaynakları nasıl kullandıkları ortaya konulmalı ve bu ilişkilerin ekonomik analizi yapılmalıdır. Yönetim planı oluşturulurken çatışmalar, tartışmalar, pazarlıklar ve antlaşmalar saydamlık içinde gerçekleştirilmeli ve bütün ilgi sahipleri süreçten haberdar edilmelidir. Yönetimin ana hedefleri ve öncelikleri üzerinde anlaşılmalı ve bütün ilgi sahiplerinin kaygıları ve istekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Hiçbir taraf kendini sürecin dışında bulmamalı ve hissetmemelidir. Yönetim planının uygulanması sonucunda yerel insanlara elle tutulur, gözle görülür faydalar sağlanabilmelidir. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki çok sayıda ilgi sahibinin biraraya geldiği bir yönetim planının uygulanması ancak güçlü bir kurumsallaşma ile gerçekleştirilebilir. Bu kurumsal yapı bütün ilgi sahiplerini temsil edebilen, kararları saydam bir biçimde alan ve etkinliklerin izlenmesini yine katılımcı bir biçimde yapan yapıda olmalıdır.

Her doğal alan kendine has özellikler taşır. Doğal alanlar farklı tarihsel süreçlerden geçerken, etrafında ve içinde yaşayan insanlar, alanla farklı ilişkiler geliştirirler. Bu farklılıklar nedeniyle doğal alanların yönetiminin tekbir yolu ve yordamı yoktur. Katılımcı yönetim anlayışı doğal alanların içinde ve etrafında yaşayan insanlar ve bütün diğer ilgi sahiplerinin katılımıyla Doğa ile barışık yaşam biçimlerinin oluşturulması sürecini tanımlar. Bütün başarılar gibi Katılımcı Yönetim, uzun ve zor bir süreç olsa dahi, doğal alanların korunması için günümüzde geçerli bildiğimiz tek çıkar yol.