30 Nisan 2013 Salı

Küresel Çevre Yönetişiminde Vatandaş Gücü - Uygar Özesmi


Küresel Çevre Yönetişiminde Vatandaş Gücü

Dr. Uygar Özesmi


Krizin derinliği

Günümüzde çok derin ve küresel bir yönetişim krizi yaşıyoruz. Artık gezegenin insan hakları bağlamında adaletli ve merhametli yönetilip yönetilmediği sorusu önemini yitirdi, çünkü yönetilemediği bariz bir şekilde ortada. İnsanlar, gezegenimiz tarihinde, hatta jeolojik zamanda dahi görülmemiş bir hızda atmosfer kimyasını değiştiriyor; gezegeni insanlar için yaşanmaz hale getirirken bir yandan da diğer canlılar için biyolojik bir soykırımın sorumlusu.

Dünyanın en saygın bilim adamları, bugün içinde yaşadığımız vahşeti bize bütün çıplaklığıyla anlatıyor. 2007’de Bali’de Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda gençler kürsüye çıktı ve “kral çıplak” dedi. Bilim adamları, çocuklar, gençler, toplumu sorgulayanlar, aydınlar çağın farkındaydı. Dünya genelinde ekonomik, sosyal ve ekolojik felaketleri tetikleyecek tehlikeli iklim değişikliğine hızla yaklaştığımızı görüyor ve bunu haykırıyorlardı. Çocuklarımız, hatta biz bile, tehlikeli iklim değişikliği yani küresel ortalama sıcaklığın 2 santigrat derecenin üstüne çıkması durumunda büyük acılar çekebiliriz. Buna rağmen, Bali’de başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi için bağlayıcı, yüksek hedefli ve adil bir uluslararası antlaşma süreci, 2009 Kopenhag fiyaskosundan sonra Cancún, Durban, Doha derken 2013’te hala bir sonuca bağlanmış değil. Felaketler vurmadan bağlanacak gibi de görünmüyor. Dolayısıyla ciddi bir küresel yönetişim krizinin içindeyiz. Bir yönetişim krizi olmasa hala varil varil petrol ekonomiyi ateşlemezdi; arabalarda yakılan milyonlarca varil petrol atmosferi kirletip iklimleri değiştirmezdi; üretim zincirinde fabrikalardan çıkan milyonlarca varil zehirli atık dünyamızı ve bizi zehirlemezdi.

Bir yönetişim krizi var çünkü Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre hayvancılık sektöründen kaynaklanan sera gazı salımları yüzde 18. Yani küresel iklim değişikliğinin yüzde 18’inin sebebi et, süt ve yumurta ürünleri. Hâlâ sığırların beslenmesi için ormanlar yakılıp yerine mısır ve soya fasulyesi tarlaları açılıyor. Yakılan ormanlar ayrıca sera gazı salımına neden oluyor ve bu bölgelerdeki biyoçeşitlilik azalıyor. Mevcut tarım arazilerinin yüzde 30’u ise hayvan yemi yetiştirilmek üzere ekiliyor. Peki FAO bunu neden önleyemiyor?

Ne demokratik ve totaliter hükümetler, ne uluslararası örgütlerler ne de uluslararası antlaşmalar gezegendeki tehlikeli gidişatı önlemiyor, aksine her geçen gün hızlandırıyor. Sera gazı salımları hala hızla artıyor, yılda 140 bin canlı türünün yeryüzünden silindiği tahmin ediliyor, dünya nüfusu geçen yüzyıla oranla 3 kat artmasına rağmen, suyun kullanımı 6 kat arttı. Bu gidişle 2050’de temiz ve yeterli suya erişim tamamen ortadan kalkacak; hatta sadece tatlı su problemleri ile karşılaşmayacağız, denizlerdeki bütün balık stoklarının da çökeceği tahmin ediliyor.

Yeni yönetişim yapıları

Hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların bu problemleri ortadan kaldıramayacağı ortaya çıkmış durumda. Bu yapılar, her ne kadar, iklim değişikliği, ekonomik adalet ve finansal kurumların topluma hesap vermesi konusunda etkili olamasalar da çalışmalarını sürdürmelerinin bir zararı yok. Hatta, bazı sivil toplum kuruluşları, bir sonuç çıkar umuduyla, bu süreçlere katılıp, baskı yapmayı sürdürüyor. Ancak, pek çok sivil toplum kuruluşu, genel eğilime göre “yeter ki gölge etmesinler başka ihsan istemez” diye düşünüyor. İnsan ve doğa hakları alanında çalışan ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri ve halk hareketleri tarafından çözümün artık ancak mevcut sivil toplum örgütlerinin çabaları, yeni doğacak yapılar ve tabandan bir hareketle çözülebileceği yoğun kabul görüyor.

Girişimci bireyler ve sivil toplum kuruluşları artık çevrim içi teknolojileri kullanarak yeni örgütlenmeleri ve çözümleri yeni yapılarla üretiyorlar. Toplumsal hareketler ve özellikle çevrim içi (online) seferberlikler yeni vatandaş hareketlerinin yükselişte olduğunu gösteriyor. Tarihte son 3 yıldır güçlenen çevrim içi teknolojiler ve araçlar sayesinde insanları toplumsal değişim için seferber etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Küresel ve yerel çevre sorunlarının bütün toplumun yaşam kalitesini düşürdüğü ve artık küresel iklim değişikliğinin bütün insanlığı ve medeniyeti tehlikeye soktuğu günümüzde, teknolojiyi sorgulamak kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim internet teknolojisinin çıkışı sorunun derinlerinden, hatta çekirdeklerinden birinden geliyor. İnternet, ilk olarak, balistik nükleer füze tesisleri arasında iletişimi sağlayacak bilgisayarlar için ileri askeri araştırma enstitülerinde geliştirildi. Teknolojiyi kullanma biçimimiz ve teknolojinin olanaklı kıldığı kontrolsüzce tüketmeye dayalı endüstriyel devrim, bugün yaşadığımız büyük sorunların en önemli nedenleri arasında. Ancak, bu araç bugün hala kötülükler için kullanılmaya devam ederken aynı anda önemli bir özgürleşme ve kurtuluş aracı olarak da ortaya çıkıyor.

Ortaya çıkan bu yeni modellerden, hatta belki yapılardan birisi Change.org. Change.org çok basit görünen ancak temelden dönüştürücü bir misyonla ortaya çıkıyor, amacı insanlara çevrelerinde görmek istedikleri değişimi yaratabilmelerine olanak sağlamak için güç verecek bir araç sunmak. Bunun sonucunda oluşması tahayyül edilen dünya, değişimin insanların günlük yaşamının bir parçası olduğu ve hiç kimsenin kendisini çaresiz hissetmediği bir dünya. Vatandaşların her konuda harekete geçerek, yetkilileri zorlayarak, yetkililerin vatandaşlara karşı doğrudan sorumluluklarını yerine getirdikleri bir gelecek. Dünyanın içinde bulunduğu yönetişim krizinden çıkmanın yollarından biri, belki mevcut demokrasi anlayışını seçimlerden seçimlere yaşanılan veya büyük şirketlerin güdümünden ve lobi çalışmalarından etkilenen bir sözde demokrasiden kurtararak gerçek demokrasiye doğru yol almak.

Change.org’da şu anda 30 milyondan fazla insan bulunduğu ve bu insanların toplumsal değişim için her gün 1000’in üzerinde açılan kampanyada imzalarıyla etkin olduğu düşünülürse, buradaki taleplerin toplumu tamamen tabandan, halkın istediği şekilde şekillendirebileceği düşünülebilir. İnsanlar bir araya geldiğinde dünyanın hem en basit hem de en güç problemlerini beraberce çözebilirler. Unutmamak gerekir ki, yerelde başlayan küçük değişimler de bir araya geldiklerinde büyük değişimleri oluşturabilirler. Bir zamanlar “arka bahçemde istemem” kampanyalarının sosyologlar ve hatta çevre hareketi tarafından küçümsendiğini hatırlamak gerek. Ancak biraz daha derin düşünecek olursak, herkes bir araya gelerek arka bahçesinde kömürlü termik santral değil, bunun yerine yenilenebilir enerji isterse; bunun sayesinde dünyada kömürlü termik santraller yapılmaz ve yerine yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği politikaları gelir. Bu sayede, büyük ölçüde iklim değişikliği sorunu çözülmüş olur. Buna ek olarak bütün kentlerde vatandaşlar ulaşım politikalarına dair bisiklet dostu ve toplu taşıma odaklı politikalar isterse, zincirleme kampanyalarla kentleşme politikalarında ciddi bir değişim yaratabilirler. Bunun için öncelikle yerel yönetimlerin vatandaşlarını dinlemeleri gerekiyor. İşte bunu yapabilecekleri en güzel mecralardan birisi, Change.org. Türkiye’de Change.org’un 400.000 (Nisan 2013'de) üyesi var ve bu üye sayısı her ay 40.000 kişi artıyor. Bu insanlar gelecekleri için, hayatlarına dair doğrudan ses çıkartan ve çekinmeden imza atan yüzbinlerce, belki yakında milyonlarca insan.

Türkiye’de bu insanların yarattığı değişime dair güzel örnekler ortaya çıkmaya başladı bile... Bisikletli ulaşım politikalarına örnek olarak, bisikletli ulaşım için toplumsal hareketler, Change.org’da açtıkları kampanyayla Kadıköy’deki bisiklet yolunun motorlu araç sahiplerinin baskısına rağmen sökülmesini engelledi. İzmir’de bisikletliler daha önce yasak olan, bisikletlerin metroya binebilmesi için gereken izni çıkarmayı başardı. Bisiklet kazalarının önlenmesi için, yine İzmir’de, kanalizasyon mazgallarının yönü değiştirilerek paralel konumdan dik konuma getirildi ve bundan sonra İzmir’de yol yapımları, çapraz mazgallarla bisiklet dostu olarak tasarlanacak. Hali hazırda ülkenin 8 değişik kentinde bisiklet yolları yapılması için belediyelere yönelik kampanyalar yürüyor. Yine, vatandaş katılımına duyarlı olan Kadıköy Belediyesi’ni ele alacak olursak, açılan kampanyalar sonucunda bütün çocuk parkları engelli çocukların kullanımına uygun olarak yeniden şekillendirilecek. Moda parkı ise betonla kaplanması planlanırken, parkın toprak zemin olarak kalmasına yönelik kampanya sayesinde, inşaat aşamasına gelmiş olmasına rağmen proje değiştirildi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Geleceğin politikacıları ve yerel yöneticileri, artık sorumlu oldukları halkın öfkelenmemesi ve isyan etmemesi için, geleceği onların istedikleri doğrultuda yaratmak için onların sesini dinlemeleri gerekiyor. Bu bağlamda, yeni internet teknolojilerinin de yardımıyla temsili demokrasiden hızlı bir biçimde katılımcı demokrasiye geçişi görmeye başlayacağız. Bu yönetişim krizini aşmanın en önemli bir aracı aktif vatandaşlık. Yönetime ve kararlara aktif katılım daha önce köy bazında varken, kentleşme ve ulusallaşma süreci içinde bu gücü halk kaybetti. Bu yeni çağda, aktif katılımın yeniden doğacağını öngörebiliriz. Buna güzel bir örnek, yakın zaman önce İzlanda’da halkın tamamının katılımıyla gerçekleştirilen anayasa sürecidir. Hem yerel hem de ulusal düzeyde, politikalara kitlelerin eğiliminden uzak karar verilemeyeceği gerçeği her gün güçlenecek. Birleşmiş Milletler’e bağlı örgütler de eninde sonunda ulusal düzeyde gerçekleşecek bu değişime uyum sağlamak zorunda kalacak.

Yeni bir Sosyal Antlaşma

Bütün bu gelişmeler ışığında yeni bir sosyal kontratın, bir sosyal antlaşmanın gerekliliği bütün çıplaklığıyla ortada, çünkü eninde sonunda bu toplumsal hareketlerin ve eylemlerin taleplerini mevcut yerel, ulusal ve küresel kurumların yerine getirmesi gerekiyor.

Bu gereklilikten yola çıkarak Eylül 2012’de CIVICUS Dünya Kurulunda “Yeni Bir Sosyal Antlaşma için Montreal Sivil Toplum Taahhütleri” oluşturularak ilan edildi. Bu yeni antlaşmaya göre katılımcı, yani herkesi dahil eden, demokratik ve adil bir yeni antlaşma için sivil toplumun neler yapması gerektiği ortaya kondu. Buna göre, sivil toplumun internet teknolojilerinden gelen yeni imkanları da kullanarak, alışılagelmişin dışında ve akıllı, yatay ve uzlaşıya dayalı birlikler oluşturarak bağlantı kurması, ağlar ve işbirlikleri yaratması gerekiyor. Bu bağlar sadece kurumsal sivil toplum kuruluşları arasında değil, özellikle yeni sosyal hareketler ve grupları kapsamalı, zira değişimin yeni sesi buralardan geliyor. Sosyal hareketlerin başarıya ulaşması için, internet teknolojilerinden faydalanırken bir yandan da bunu eski yöntemlerle bağdaştırmak son derece önemli. Çevrim içi eylemler özellikle çevrim dışı eylemlerle birleştirilmeli ve bağdaştırılmalı. Burada kullanılan bütün teknolojilere erişimi bulunmayanlar ve özellikle ekonomik adaletsizlikler yüzünden erişimi kısıtlı olanlar ve dışlanmış toplumu dahil edecek başarılı yöntemler geliştirilmeli. Dikkat edilmesi gereken bir örnek olarak, Dijital Ayrım (Digital Divide) kavramı verilebilir. Bahsettiğimiz küresel süreçlerde yerelin önem kazanmasına paralel olarak, insanların sivil topluma gerçek katılımını sağlamanın ilk adımı yerel ve gönüllü katılıma önem vermekten geçiyor.

Sivil toplumun taahhütleri kapsamında, toplumla ve özellikle yerel ilgi sahipleriyle olan etkileşimden doğan veriler ve görüşler sivil toplum kuruluşlarına ayna olmalı. Etkileşimden doğan görüşler, sivil toplumun yönelimlerini yeniden oluşturmalı ve canlandırmalı. Bu bağlamda, sosyal ve politik açıdan dışlanan grupların, özellikle kadınların, gençlerin, çocukların ve azınlıkların sesini ve sorunlarını göz önünde bulundurmak ve onları bu sürece dahil etmek öncelikli olmalı. Dahil ederken herkesin korunaklı alanlara, süreçlere, gelişime ve yükselmeye erişimlerinin olmasını sağlamak gerekiyor.

Toplumsal katılımı sağlarken sivil toplumun kendisine ilişkin alanları da korumayı ihmal etmemlidir. Bu alanları korurken uluslararası destekler ve işbirlikleri önem kazanır, eylemlerin de kendini ulusalda ve yerelde güçlü bir biçimde göstermeye devam etmesi gerekir.

Yerelde, dinamik bir alanda ve çeşitli ilgi sahipleri ile çalışırken elleri kolları bağlayan bir rölativizme de kapılmamak gerekiyor. Bu açıdan Montreal Taahhütleri kapsamında önerilen insan hakları çerçevesinde çalışırken, insanların onuru, özgürlüğü, adaleti ve eşitliği için haklar üstüne odaklanmak gerektiği aşikar. Sivil toplum çalışmaları bilgiye dayanırken bir yandan da bu bilgi, düşünce ve uygulamalar yereldeki toplulukların kendisinden gelmeli. Bilgi, kendi bağlamında ve ilgili olduğu kişilerce üretilmeli.

Yine taleplerin toplumsal ve doğal fayda üzerine kurulmasından yola çıkarsak sivil toplumun sürüdürülebilirlik konusunu merkeze alması gerekiyor. Merkeze almak için de kalkınma ve zenginlik kavramları yeniden tanımlamak şart. Sonuçta, gezegenin yönetişim krizine çare olarak her alanda biyolojik çeşitliliğin ve doğanın korunmasını önceliklendirmek gerekiyor.

Yeni Sosyal Antlaşmanın Yönetişim Ekseni

Sivil toplumun mevcut yönetim kurumlarından beklentileri, kararların ve politikaların arz yerine talep tarafından şekillendirilmesi olmalı. Tükenmekte olan her türlü kaynakta talebi yönettiğimiz takdirde doğaya zarar vermenin önüne geçebiliriz. Bu açıdan hem sivil toplumun hem de devlet kurumlarının kendilerine kaynak sağlayan kurumlara, örneğin vakıflara, bankalara ve uluslararası finans kuruluşlarına değil, vatandaşlarına karşı sorumlu olması gerekiyor.

Sivil toplum kuruluşlarının da devlet ve vakıf fonlarına olan bağımlılığını azaltması, hatta mümkünse kaldırması ve her halükarda fon kullanımında tamamen şeffaf ve bağımsız hareket etmesi şart. Fon kaynakları açısından da sivil toplumun artık topluma dönerek yaygın desteklere ve kitle fonlarına (crowdfunding) yönelmenin yollarını araması gerekiyor.

Sivil toplum mevcut kurumlarla veya sistemin kendisiyle olan mücadelesinde sonuç alabilmek için yaratıcı, yenilikçi ve stratejik olmalı ve de gücünü kullanırken soruna doğru noktalardan girmeli, kırılma noktalarına ve kaldıraçlara odaklanmalı.

Özel sektörle, yani kâr amacı güden şirketlerle olan ilişkisinde dikkatli olmalı ve bunun getirisi olduğu kadar götürüsü de olabileceğini görmeli. Bununla beraber, sivil toplumun yeni gelişmekte olan ve gitgide güçlenen sosyal fayda şirketleri ve sosyal girişimlerle daha sıkı işbirliklerine giderek, mevcut sorunun önemli nedenlerinden olan kâr ve ekonomik büyüme odaklı özel şirket yapılarına alternatif olarak doğan bu yeni ekonomik yapılarla güçlü ilişkiler kurması gerekiyor. Bu ilişkilerin de aynı dikkatle, ancak ortak fayda yaratacak şekilde örgütlenmesi, giderek büyüyerek ekonomik etkinlikler alanında çoğunluğa geçmesi için de çaba sarf etmeli. Hatta sivil toplumun kendisi sosyal girişimler alanına girerek yeni oluşumları destekleyecek kurumları kurması dahi söz konusu olabilir. Buna örnek olarak, Türkiye’de dernek iktisadi işletmeleri vasıtasıyla, normalde özel sektörün etkin olduğu alanların dernekler tarafından doldurulması da söz konusu olabilir. Son bölümde bu fırsatlara daha geniş olarak değinmeye çalışacağım.

Son olarak ise, gerek devlet kurumlarıyla, gerek özel sektörle olan ilişkisinde sivil toplumun çok alışık olmadığı diplomasi ve pazarlık güçlerini geliştirmeli ve her türlü ilişkiye doğru güç analizleri yaparak girmeli.

Yeni Yapılar Yeni bir Yönetişimi Gerektiriyor

Ortaya çıkan büyük küresel yönetişim krizinde ataletin bedeli çok büyük. Bu yazıda krizin küresel algısına Bali’den başlamıştık - her ne kadar daha önceye dayansa da. Bali’de açılış konuşmalarında herkesin ağız birliği ettiği “Ataletin bedeli, hareketin bedelinden daha yüksek” söyleminden yola çıkarsak, artık Büyük Değişim’in (Great Transition) başlaması gerektiği ortada.

Sadece 2 yıl kaldı. 2 santigrat derecenin üstüne çıkıp küresel felaketler zincirini durdurmak için 2015 yılında küresel salımların artışının da durması gerekiyor. Zira iklim bilimciler, iklim değişikliğinin yaratacağı felaketlerin önlenmesi için küresel sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutmak zorunda olduğumuzu, başka bir deyişle, atmosferde şu anda 390 ppm olan sera gazı miktarını 350 ppm’in altına indirmemiz gerektiğini söylüyor. 2015 sonrası, gelişmiş ülkelerde salımlarda derin bir kesintiye gidilmeli. Bu ülkeler 2020 yılına kadar en az yüzde 40 indirim sağlamalı. Ancak, şu anda bu en iyi ihtimalle yüzde 20 civarında olacak gibi görünüyor – eğer bir şeyler değişmezse. İnsanlık kurtulacaksa 2050 yılına kadar da ekonominin neredeyse tamamen karbonsuzlaşması gerekiyor.

İklim krizi acil eylem gerektiriyor. Kömür, en çok kirleten fosil yakıt ve tek başına iklimin en büyük düşmanı. Dünyada şu anda planlanan santraller hayata geçirilmeye kalkılırsa 2030 yılında kömürden kaynaklanan karbondioksit salımları yüzde 60 artacak. Nobel Barış Ödülü sahibi Al Gore’un dediklerine katılmamak mümkün mü? “Neden kömür santralleri yapılırken, gençlerin, buldozerleri engellemek için çevresine halkalar oluşturup engellemediklerini anlayamıyorum.”

Bugün gerçekleşmekte olan bundan daha da fazlası. Sadece gençler değil, bütün yerel topluluklar, genci yaşlısı Gerze’de, Bartın’da, İskenderun’da ve ülkenin her yerinde buldozerlere karşı direniyor. Bu açıdan Greenpeace’in Gerze’deki direnişe verdiği destek son derece önemli. Aynı şekilde, Change.org üzerinden Kürce’deki HES’in baraj kapaklarını açmasını sağlayan hem yerel hem ulusal direnişin başarıya ulaşması da bu sürece örnek verilebilir. Yaygınlaşan toplumsal direnişe Change.org’da açılan, ancak henüz sonuçlanmamış kampanyalar arasında Bartın Platformu’nun başlattığı Amasra’da HEMA Termik Santraline karşı mücadele, yine duyarlı vatandaşlar tarafından açılan Afşin Elbistan C ve D termik santrallerine, Çanakkale Lapseki termik santraline, Çaycuma Saltukova termik santraline karşı yürütülen kampanyalar örnek verilebilir.

Öte yandan direniş hareketlerinin yanı sıra tehlikeli iklim değişikliğini önlemenin yolu yenilenebilir enerjide ve enerji verimliliğinde yatıyor. Bunun için Türkiye’de ve nispeten bütün dünyada, içler acısı durumda olan yenilenebilir enerji yatırımlarını en yüksek seviyeye çıkartmak gerekiyor. Bugünün teknolojisi ile uygun ve verimli alanlarda kurulabilecek rüzgâr, dalga ve güneş santralleri şu anda dünyada kullandığımız enerjinin 6 katını sağlayabiliyor – hem de sonsuza kadar! Bunun için de Change.org’da Barış Eceçelik’in yenilenebilir enerji talebiyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na yönelik açtığı kampanya ve Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar’ın Türkiye için 100% yenilenebilir enerji isteyen kampanyası örnek verilebilir. Daha önce bahsettiğimiz yeni yönetişim anlayışı çerçevesinde, bu zincirleme kampanyaların ışığında devletin ve ilgili bakanlıkların vatandaşları dinleyerek kömürlü termik santrallerden vazgeçerken, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmaları beklenir. Bunun gerçekleşmiyor olması git gide derinleşen bir yönetişim krizi yaratmakta ve ileride hali hazırda pek çok yerel örneklerini gördüğümüz çok daha geniş toplumsal patlamalara neden olabilir. İnternet üzerinden örgütlenen yeni katılımcı demokrasi platformlarının yönetime ve kararlara katılımını artık devletin kendi işleyişi içine alınması gerekiyor, aynen ileri demokrasilerde sistemin içine alınan sivil toplum kuruluşları gibi.

Krizin Yarattığı Fırsat: Büyük Değişimin Yeni Yapıları

Tarih her yönetişim krizinin beraberinde büyük fırsatlar, kırılma noktaları ve hızlı bir değişim getirdiğini söylüyor. Örneğin Yirminci Yüzyılın başındaki Büyük Buhran (Great Depression), Batıda ve özellikle ABD’de modern sosyal devletin oluşumunu sağladı, ve vahşi kapitalizm nispeten kontrol altına alındı. Tabii günümüzdeki krizin yaratacağı çözüme inanmanın ötesinde, bu krizi avantaja çevirecek mekanizmaların devreye girmesi de gerekiyor. Bu krizin sonucunda Büyük Değişim’in (Great Transition) gerçekleşeceğini, ekonomik büyüme modeline, hatta ideolojisine sırtını dayamış, doğal kaynakları sömüren bir kapitalizm yerine, sosyal ve doğal fayda temelli, döngüsel ekonomiye ve katılımcı demokrasiye dayanan bir yeni dünya düzeninin kuruluşu için adımlar bugünden atılıyor. Bu atılımı sağlayacak olan da vatandaş gücü rüzgarı – belki fırtınası demek gerek. Vatandaş gücünün küresel yönetişim mekanizmalarını tabandan değiştireceğini öngörebiliriz. Bu vatandaş gücünün önemli kaldıraç noktalarına dair önerme niteliğinde birkaç örnek soru soralım:

  • ·      Kitle fonlaması (crowdfunding) ve yatırımlarıyla, bireyden bireye güven ve ortaklık kavramı çerçevesinde yeni teknolojileri kullanarak oluşturulacak sistemler, pahalı ve bürokratik bankacılık sektörünü işlevsiz kılabilir mi?
  • ·      Vatandaşların ağ üzerinde kurgulayacakları yeni habercilik ve gazetecilik mekanizmaları, belirli güdümler ve sermaye kontrolündeki medya sektörünü işlevsiz kılabilir mi?
  • ·      Yaygın veri toplamaya ve yaygın analizlere dayanan katılımcı sivil toplum ve vatandaş bilimcilerinin çalışmaları, ileri teknoloji gerektiren büyük laboratuvarlar haricindeki bilimsel çalışmaları, geleneksel araştırma kurumlarının işlevlerinin bir kısmını üzerine alacak mı?
  • ·      Bilim politikaları ve fonlaması devletin savaş endüstrisi başta olmak üzere, ulusal stratejik rekabete dayalı, insan ve doğaya zarar veren teknolojilerin önüne geçecek vatandaş etik kurulları tarafından kontrole alınabilecek mi?
  • ·      Üretim sektöründe topluma faydalı ve doğaya zarar vermeyen ürünler, bir yandan vatandaş kooperatifleri tarafından üretilip, küresel adil ve doğa dostu ticari satınalmalar, yenilikçi iletişim ağları ile katılımcı şekilde gerçekleşirken, diğer yandan doğru ve sorumlu ürünler doğrudan müşterisi ile buluşturulabilecek mi?


Büyük Değişim’in gerçekleşmesi için yeni oluşan yapıların güçlendirilmesi, çeşitlendirilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Bütün bu yeni gelişen yapıların gerçekleşmesi için, sosyal ve doğal fayda girişimleri ve özgür internet altyapısının korunması ve geliştirilmesi şart. Sivil toplumun Büyük Değişim’i gerçekleştirebilmesi için savunması gereken en önemli alan, bu nedenle, sosyal ve doğal fayda girişimlerinin hukuksal altyapısı ve internet özgürlüğü. Tarihte toplumsal dönüşüm ve kurgulanan gelecek şimdiye kadar her zaman toplumsal hareketlerle gerçekleşti. Bu sefer de aynı dönüşüm, tabandan yükselen kararlı hareketler sayesinde gerçekleşecek. Ortaya çıkan yeni yönetişim ise, tabiatı itibariyle katılımcı demokrasiye dayanacak ve yaygın ağ sistemleri üzerinden işleyecek. Burada politikacılara, karar vericilere ve geçiş döneminde halen erki elinde tutanlara, bu erki devretmek üzere basiretli bir şekilde yeni dünya düzeninin ve yönetişim sistemlerinin oluşumunu kolaylaştırmak düşüyor.

20 Nisan 2013 Cumartesi

TANIŞMADAN TANIDIĞIM GÜZEL İNSAN: NOYAN ÖZKAN - A. Şahika Ertan



Bazı insanlar bu dünyadan ayrılsalarda ektikleri tohumlar yeşermeye devam eder ve hiç bilmedikleri insanlar onlar geçip giderken arkalarından yeşerttiklerini sulamaya devam eder. Burada doğa için her daim mücadele eden sevgili dostum Şahika Ertan'ın Noyan Özkan için yazmış olduğu değerli makaleyi paylaşıyorum. İyi ki vardın Noyan Özkan, iyi ki varsınız Şahika ve Asaf Ertan. - Uygar




TANIŞMADAN TANIDIĞIM GÜZEL İNSAN: NOYAN ÖZKAN


A.Şahika Ertan, 14 Nisan 2013, Limanköy


Bazı insanlar vardır; hem vardırlar, hem yokturlar. Vardırlar çünkü varlıkları hayatlara anlam katar, dünyaya şekil verir. Yokturlar çünkü onlarla karşılıklı oturup konuşmamışsınızdır bile, Bir el sıkışmışlığınız yoktur yani. Ama sizi etkilemişlerdir ve hep olmalarını beklersiniz hayatınızda. Sonra birgün, yaşayanlar aleminden göçtüklerini öğreniverirsiniz. İçiniz acır, eksiklenirsiniz birdenbire. İnanmak zor gelir çünkü bu çok yakın hissettiğiniz insanlar gözünüzle görmediğiniz için birbaşka türlü yer edinmiştir hayatınızda; dolayısıyla elini sıktığınız insanlardan farklı bir acı hissedersiniz yarı inanası-yarı inanılmaz böylesi ölümlere. İşte ben tam da bu duygular içine düştüm o haberi görünce. Ölmüştü Noyan Özkan!

O’nu tanıdığımda belki de o yılların yegâne doğa hukuku ile ilgili makaleleri yazıyordu Cumhuriyet Gazetesi’nde. Bir bayrak açmıştı İzmir’de. Sonra da kısa zamanda yaklaşık 40 kişilik meslektaş grubuyla İzmir Barosu başkanlığı sıraları, koskoca bir çevre hukukçuları gücü oluşturmuşlardı. ÇED işlemlerinin bugünkü rezalete dönüşeceğini çok yıllar önce basbas bağırmıştı yazdığı birsürü makalede. Keşke daha çok kulak verilip düzeltme yolunda çaba harcansaydı..Keşke O’nun her uyarısı çok daha dikkate alınsaydı..”Özkan” soyadı gibi özlü bir ruhu olan bu insan sadece bir doğa hukukçusu değildi ki..Posta kutumda beliren ismi, her seferinde ne mektuplar içerirdi devlet yöneticilerine gönderilmiş. Öyle ki insan hakları, kamu hakları, yönetimdeki hatalar hep O’nun içini yasalarla doldurduğu metinlerle birer sorgu haline dönüşürdü ve altında mutlaka yasal süre içinde cevap verilmesini beklediğinin notu..Kaç tanesini temel alarak Asaf’la aynı soruyu, aynı tepkiyi yönelttik ilgili makamlara, kim bilir..Son uyarıcı mektubu da Diyanet İşleri Başkanı’nın İzmir’in dini yapısını irdelediği o meşhur konuşması ile ilgiliydi. Gene o mektubu temel alarak yazmıştık biz de tepkimizi aynı makama.

Artık o “Paylaşmak istedim” ön metinli, doğanın-insan haklarının-kamu haklarının irdelendiği, yöneticilerin sorgulandığı mektuplar olmayacak Noyan Özkan imzalı.  İzmir, büyük bir hemşehrisini kaybetti, ne yazık. Türkiye büyük bir aydınlık zihni kaybetti, ne yazık.  Ben kaç sefer, gönlümün en değerli hukuk ödüllerini verdiğim ama hiç elini sıkmak, “Merhaba Noyan Bey, tanıştığımıza memnun oldum.” demek mutluluğuna ulaşamadığım bir önderi kaybettim; ne acı. Ama tesellim şu ki, güzel ruhlara yakışır bir şekilde mekân değiştirdi  bedeni de, beyni de sapasağlam iken. Ve eminim ki bu yürekli insan, ebediyet âleminde, Allah’ın en güzel ödülleriyle hakkettiği takdiri bulacak çünkü o hakkı arayan insanlar sınıfındandı. Ve eminim ki Allah’ın en önem verdiği konuların arasında olan kul hakkına, Noyan Özkan gibi kol-kanat gerenler bu âlemin de, ebediyet âleminin de en kutsanmış ruhlarıdır. Ve eminim ki cennet o ruhların var olduğu ortamdır. Rahmetler ola..

Ayrıca:
http://www.egepostasi.com/3sayfa/izmir-barosu-eski-baskani-noyan-ozkan-hayatini-kaybetti-h10634.html

http://www.egepostasi.com/izmir/izmir-eski-baro-baskanlarindan-noyan-ozkan-son-yolculuguna-ugurlandi-h10702.html

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22997126.asp

18 Nisan 2013 Perşembe

Gökyüzünün Kalbi, Dünyanın Kalbi - İnsan Beyni, İnsan Kalbi - Uygar Özesmi - Konuşma

20 Nisan 2013, Cumartesi 19:00

S Ö Y L E Ş İ

Small Hr
Uygar Özesmi:
“İnsan Beyni, İnsan Kalbi”

(Gezegenin karşı karşıya olduğu büyük çöküşü, insanla büyük dönüşüme çevirmenin yolları)

Small Hr
(Dr., change.org Türkiye direktörü / Dr., change.org Turkey director)
Sivil toplum alanında ve özellikle de çevre ve doğa koruma konusunda 1985’ten bu yana aktif olarak çalışan Özesmi, ODTÜ’den mezun olduktan sonra Fulbright Burslusu olarak ABD’de Ohio State Üniversitesi’nde master, daha sonra MacArthur Burslusu olarak Minnesota Universitesi'nde doktora yaptı. 2000-04 yılları arasında ise Erciyes Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Başkanlığını yaptı. Daha sonra New York’ta BM Kalkınma Programı, Küresel Çevre Fonunda (GEF) Çevre Uzmanı (2004–06), TEMA Vakfı Genel Müdürü (2006-08), Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü (2008-12) görevlerini aldı. 2002 yılında, şu anda doğa koruma alanında önde gelen sivil toplum kuruluşlarından ve BirdLife’ın Türkiye temsilcisi olan Doğa Derneği’nin kurucu başkanlığını yaptı. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin (STGM) kurucu üyelerinden olan ve iki dönem Yönetim Kurulu üyeliği görevi yapan Dr. Özesmi, şu anda da Sivil Katılım için Dünya Birliği (CIVICUS) yönetim kurulunda bulunmakta. 90’dan fazla bilimsel yayın ve sayısız popüler makale ve bir kitap yazdı. Açık Radyo’da her gün yayınlanan iki programı var. Halen change.org’da Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü olarak liderlik takımında görev yapıyor.

F İ L M

Small Hr

Gökyüzünün Kalbi, Dünyanın Kalbi

(Heart of Sky, Heart of Earth)Yön. / Dir.: Eric Black, Frauke Sandig
Almanya / Germany, 2011, 98’
Mayaların Meksika ve Guatemala’daki gözlerden ırak evleri, dizginlenemez küreselleşmenin dünyayı nasıl yok ettiğini ve yerel kültürlerin doğal kaynakların ele geçirilme tutkusu yüzünden nasıl dört bir taraftan saldırıya uğradığını göstermek için küçük bir evren sunuyor bize. Film altı genç Maya’nın günlük yaşamlarını ve ritüellerini izleyerek, bu küçük topluluğun kültürlerinin ve çevrelerinin talan edilmesine karşı sürdürdükleri kararlı mücadeleyi gösteriyor.
Filmin web sitesi: http://www.heart-of-sky.com/
The remote homelands of the present-day Maya in Mexico and Guatemala present a perfect microcosm that shows how unhindered globalization is already destroying the earth and indigenous cultures are now under attack for their natural resources from all sides. “Heart of Sky, Heart of Earth” presents another worldview, following six young Maya into their daily and ceremonial life, revealing their determination to resist the destruction of their culture and environment.
Official web site: http://www.heart-of-sky.com/
April 20th, 2013, Saturday 7:00 p.m.
Filmler İngilizce ve Türkçe altyazılı gösterilecektir.
Gösterimler ücretsizdir.
The films have English and Turkish subtitles. 
Discussion will be held in Turkish only.
Admission free.

6 Nisan 2013 Cumartesi

ÇED’DEN MUAFİYET, YARGIDAN MUAFİYETTİR!


Çevre örgütlerinden önce YSGP'den böyle hızlı bir açıklama gelmesine şaşırdım... ne güzel! Ancak sorun devam ediyor şu anda rant/ekonomik büyüme adına her türlü hukuki "engel" kaldırılmak için kollar sıvanmış durumda...  Uygar

Basın Açıklaması – 06.04.2013

ÇED’DEN MUAFİYET, YARGIDAN MUAFİYETTİR!

Yargı Kararları Uygulanmalı, Tüm Projeler İçin ÇED Süreci İşletilmelidir.

İstanbul Boğazı’na 3. köprü, Gebze-İzmir otobanı, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı, nükleer santraller vb. gibi 1993 yılından önce planlanan projelere Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti getirilmesi hususu uzun süredir yargının, yürütmenin ve çevre mücadelesi yürüten binlerce insanın gündeminde yer alıyor.

26939 sayılı Resmi Gazete’de 17 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin “Kapsam Dışı Projeler” başlıklı Geçici 3. maddesi ile 1993 yılından önce planlanan yatırımlara ÇED muafiyeti getirilmişti.

Ocak 2011’de, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yapılan itirazları haklı bularak yönetmeliğin yürütmesini durdurmuştu. Danıştay buna paralel olarak ÇED kapsamında tutulan İzmir-İstanbul Otoyolu, Ilısu Barajı gibi çevresel olumsuz etkileri tartışmasız olan projelerin yan ünitelerinin de ÇED’den muaf olduğuna dair Başbakanlık Genelgelerinin de yürütmesini durdurmuştu. 14 Nisan 2011’de yeniden düzenlenen ÇED muafiyeti ile ilgili söz konusu Geçici 3. madde bu kez Danıştay 14. Dairesi tarafından 26 Mart 2013’te iptal edildi.

Defalarca yargı tarafından durdurulmuş olmasına karşın kimi projelere yeniden ÇED muafiyeti sağlanması hakkındaki Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 5 Nisan 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur. Danıştay’ın şimdiye kadar verdiği kararlara göre, 7 Şubat 1993 tarihinden, yani ilk ÇED yönetmeliğinden önce üretime ve faaliyete başlayanlar dışındaki tüm projelere ÇED süreci uygulanması gerekmektedir. Dün yayımlanan yönetmelik değişikliği ile bir kez daha çevreyi tahrip edecek birtakım yatırımlar için ÇED muafiyeti sağlanmaktadır. Yönetmelik değişikliğine göre, “23/6/1997 tarihinden önce yatırım programına alınmış olup 5/4/2013 tarihi itibarıyla planlama aşaması geçmiş olan veya ihalesi yapılmış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesislere ÇED Yönetmeliği uygulanmayacaktır”. Yargı kararlarına rağmen yapılan bu düzenlemeyle hem ÇED zorunluluk tarihi 1993’ten 1997’ye uzatılmış, hem de planlama aşaması tamamlanmış olan projeler ile bunların yan üniteleri ÇED’den muaf tutulmuştur.

Kamuoyunda Cargill Davası olarak bilinen Toprak Koruma Kanunu’ndaki Geçici 3. madde değişikliği de benzer bir süreç yaşamıştı. Yargı kararları bertaraf edilerek yapılacak uygulamaların meşruiyeti her zaman tartışmalı olacaktır. Zira muafiyet yoluyla çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) sürecinin işletilmesi neden engellenmektedir, sürecin işletilmesinden neden bu kadar korkulmaktadır vb. sorulara bir cevap verilmemektedir.

Yola çıkış amaçlarının en önemlilerinden biri çevre ve iklim adaleti sağlanması olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi diyor ki; hiçbir proje yaşamın korunmasından daha önemli olamaz; ne zaman projelendirilmiş olursa olsun, ne zaman faaliyete başlanmış olursa olsun, çevresel etkisi olan tüm yatırımlarda ÇED süreci işletilmelidir. ÇED süreçlerinde halkın katılımı mutlaka sağlanmalıdır. Halkın katılımı ÇED sürecinin olmazsa olmazı, aynı zamanda demokratik toplumun bir gereğidir. Çevresel riskler taşıyan yatırımlar konusunda halkın yeterince bilgilenmesi, onayının alınması zorunlu hale getirilmelidir. Çevresel riskler taşıyan ve yöre halkının onaylamadığı projelere izin verilmemelidir.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri
Sevil Turan – Arif Ali Cangı