25 Aralık 2011 Pazar

2010 Gezegenin Gelecegi Alamanağı - Uluslararası Haberler - Banu Koç

 Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç

OCAK

Erdoğan’ın katılmadığı bu yılki Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda Sarkozy, çevre için uluslarüstü bir kuruluş talebini yineledi. Sarkozy, uluslararası düzenlemelerde çevre standartlarını, en az ticaret standartları kadar netleştirecek bir devrim istediğini açıkladı. Bunun için de Dünya Ticaret Örgütü kadar güçlü bir Dünya Çevre Örgütü kurulması çağrısında bulundu. Örgütün asıl amacı iklim değişikliğiyle mücadele olacak.

Davos’ta Kamuoyu Ödülleri (Public Eye Awards), İsviçreli ilaç şirketi Roche ile Kanada Kraliyet Bankası’na verildi. Kamuoyu Ödülleri, her yıl ekolojik ve sosyal açıdan yılın en kötü şirketlerine veriliyor. Roche, İsviçre Özel Ödülü’ne layık görüldü. Greenpeace ve Berne STK Topluluğu’na göre, Roche, Çin’de gerçekleştirdiği ilaç deneylerinde kullandığı 300 iç organın %90’ını idam mahkumlarından elde etti. Kanada Kraliyet Bankası ise, Küresel Ödül’e hak kazandı. Çünkü Kanada Kraliyet Bankası, Kanada’daki katranlı kumdan petrol üretme faaliyetlerinin ana sponsoru. Böyle bir ödül kimsenin başına...

Endonezya ise, başka bir ödüle hak kazanan ülke oldu. Greenpeace, Endonezya Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’yu “Dünya Orman Tahrip Etme Şampiyonu” ödülüne layık gördü. Human Rights Watch’ın geçen ayki raporuna göre, bu ödülde doğruluk payı yüksek. Çünkü 2009’da Endonezya’da ormancılık sektöründeki kara borsa, devlete tam 1 milyar dolara mal oldu. Endonezya, ormansızlaştırma nedeniyle dünyanın en büyük sera gazı salım sorumlulularından biri haline geldi. Buna rağmen, ormanlarına gereken değeri vermek yerine, şehirleri iyileştirmeye karar vermiş gibi görünüyor. Endonezya, yabancı ülkelerden gelecek “Yeşil Yatırım Fonu” ile “yeşil altyapı” projeleri geliştirmeyi düşünüyor. İngiltere, Avustralya, Fransa, Japonya ve ABD, Endonezya’yı, bu alanda destekleyecekler. Endonezya, 2020’ye kadar sera gazı salımını %26 oranında azaltma sözü vermişti. Bakalım sadece yeşil şehirlerle bunu gerçekleştirmesi mümkün olacak mı?

Bu hafta yapılan oylama sonucu Avrupa Parlamentosu Çevre Komitesi mavi yüzgeçli orkinoslar için önemli bir adım attı. Komite, Avrupa Komisyonu'nu ve AB ülkelerini, mavi yüzgeçli orkinosun, Soyu Tükenmekte Olan Türlerin Uluslararası Ticareti Antlaşması CITES’in Ek 1 listesine eklenmesini desteklemeleri için acil eyleme çağırdı. Böyle bir karar, mavi yüzgeçli orkinos avını çok azaltacak bir önlem olacak. Avrupa Birliği'nin 12-25 Mart'taki CITES toplantısı öncesi resmi bir tavır sergilemesi bekleniyor. Avrupa Parlamentosu'nun açıklaması, İtalyan hükümetinin duyurusundan hemen sonra geldi. İtalya Balıkçılık Bakanlığı yalnızca uluslararası ticaret yasağını desteklemekle kalmadı. Aynı zamanda 2010 yılı için orkinos gırgır teknelerine bir yıl moratoryum getirerek avlanmalarını durdurdu.

İki farklı çalışma, gezegenimizin insanın mevcut ekonomik örgütlenme biçimini ve yerküreyi sömürme seviyesini kaldırmadığını bir kez daha ortaya koydu. İnsanların uyanması ve harekete geçmesi için daha ne kadar ve kaç kez ortaya konması gerektiğini, doğrusu merak ediyorum. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Kurulu NOAA’nın geliştirdiği bir bilgisayar modeline göre, ciddi kasırgaların sayısında ve gücünde artış yaşanacak. Model, 2050’ye dek sera gazı salımlarında azaltım gerçekleşmezse ne olacağını hesaplamak için geliştirildi. Buna göre, 2050’de küresel ortalama sıcaklık, yaklaşık 4.5 derece daha fazla olacak. Özellikle ABD’nin Güneydoğusu’yla Bahamalar, kasırgalardan çok etkilenecek. Çalışmaya göre, bu artışın asıl nedeni ısınan deniz yüzeyi sıcaklıkları ve değişen rüzgar döngüleri. Bu değişimler, tüm dünyada en güçlü, yani 5 seviyesindeki kasırgaların sayısını tam iki katına çıkarabilir. Araştırmayı gerçekleştiren NOAA’da çalışan meteorolojist Morris Bender, bu kadar artışı kendilerinin de tahmin etmediklerini açıkladı. Peki bu konuda bugün siz ne yapacaksınız? Evinize sera gazı salarak arabalarda gidip, konvansyonel tarımdan ve et endüstrisinden gelen gıdalarla beslenmeyi sürdürüp, küresel ısınma konusunda hiçbirşey yapmayan bu hükümeti savunmaya devam mi edeceksiniz?
Yeni Ekonomiler Vakfı NEF’in araştırması ise, şu anki ekonomik büyüme hızıyla devam edersek, ortalama sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmamızın imkansız olduğunu ortaya koydu. NEF, bu nedenle ekonominin artık çevresel koşullara uygun olması gerektiğini söyledi. Rapora göre, büyüme hızının %3’e düşebilmesi için, küresel ekonominin karbon yoğunluğunun 2050’ye kadar 2002 seviyesinin %95 altına düşmesi gerekiyor. Bu da yıllık %6.5’luk bir azaltım anlamına geliyor. Ekonomik kriz yüzünden hepimiz karalar bağlamamış mıydık. Mevcut ekonomik örgütlenme biçimini sorgulamak ve değiştirmek üzere hanginiz yarın işe gittiğinde birşey yapacak?
Zamanımızın hızla azaldığı son derece açık. Buna rağmen, Avustralya, dünya liderleri iklim değişikliğine karşı harekete geçene dek sera gazı salım azaltımı hedeflerini %5’in üstüne çıkarmayacağını açıkladı. Avustralya İklim Değişikliği Bakanı Penny Wong, daha ciddi azaltım hedeflerini ancak Çin ve Hindistan’ın da bu konuda istekli davranması halinde düşüneceklerini açıkladı. Avustralya’da kişi başına sera gazı salımı 20 ton. Yani iklim değişikliğini hızlandıran ülkelerin başında geliyor. Bencil hükümetlerin önünde kim duracak, bu gidişatın önöne geçecek hangi küresel çevre örgütüne destek oluyorsunuz?
Bu arada Japonya da, 2020’ye dek sera gazı salımlarını %25’ten daha fazla azaltmayacağını açıkladı. Yine de %25’i, 1990 yılı seviyesine göre kararlaştırmış olması iyi bir karar. Japonya Çevre Bakanı Sakihito Ozawa, kendileri ne yaparlarsa yapsınlar Amerika Birleşik Devletleri ve Çin’in kararlarının gezegenin geleceğini belirleyeceğini söyledi. Bilim insanları, gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını en az %25-40 oranında azaltmaları gerektiğini söylüyorlar. Gelişmiş ülkeleri buna zorlayacak hangi gelişmekte olan ülke vatandaşısınız? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mı?

İtalyan La Stampa gazetesindeki habere göre, Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü FAO, küresel ısınmaya karşı mücadelede çayır ve meraların çok önemli olduğunu belirtti. FAO, raporunda, çayır ve meraların, iklim değişikliğine uyum sürecindeki rolleri sayesinde yaklaşık bir milyar kişinin hayatını kurtarabileceği de belirtildi. Çünkü bu alanlardaki otlar, havadaki karbondioksiti emebiliyor, tıpkı ormanlar gibi. Tüm dünyada çayır ve meralar, 3,4 milyar hektarlık bir alanı kaplıyor. Yani yeryüzünün buzullar hariç yaklaşık yüzde 30’unu meralar ve otlaklar oluşturuyor. Eğer et ve süt kullanımı konusunda tüm dünya daha dikkatli olabilirse, çayır ve meralardan karbon depolayan alanlar olarak yararlanmak mümkün olabilir. Peki siz yarın aşırı otlatma nedeniyle yok olan meralardan gelen peynirle mi sabah kahvaltınızı yapacaksınız?

İngiltere’nin, iklim değişikliğiyle mücadele edebilmeleri için gelişmekte olan ülkelere sağlayacağı 1.5 milyar pound’luk fon, ne yazık ki gezegenin geleceği için atılan büyük bir adım değilmiş! İngiliz hükümeti, fonun, denizaşırı ülkelerde sağlık, eğitim ve suya erişimi iyileştirmek için oluşturulan yardım programında bulunan para olduğunu açıkladı. Yani, sağlık, eğitim ve sudan kesip iklime... İngiltere, yardım için yeni bir para koymayacak. İklim için ek kaynak oluşturulmadığı takdirde iklim değişikliğinin yaratacağı adaletsizlik mevcut adaletsizlikleri derinleştirecek. Dünya Gelişim Hareketi WDM, İngiltere’nin bu adaletsizliğe neden olmaması gerektiğini söyledi. Ancak hükümet, konuyla ilgili yeni bir adım atacağıyla ilgili hiçbir işaret vermiyor…
Geçtiğimiz hafta, Uluslararası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin raporunda bulunan ve Himalayalar’daki buzulların 2035’te eriyeceğine dair ifade geri çekilmişti. Tam tarihi tahmin etmenin güç olduğu ancak hızla geri çekildiği buzulların ifade edilmişti. Dünde, Dünya Buzul Takip Servisi WGMS, dünyadaki tüm buzulların bugüne kadar görülmemiş bir hızda eridiğini açıkladı. WGMS’ye göre, eğer bu hızda devam ederse, 2050’de dünyada hiç buzul kalmamış olabilir. Bu açıklamalar, 2009 boyunca dört kıtada, dokuz sıradağda yapılan gözlemlere dayanıyor. 1980’den beri aynı buzulları kaydetmeye devam ediyorlar. WGMS’nin direktörü Prof. Wilfred Haeberli, 2009’da, önceki birkaç yıla göre erimenin azaldığını ancak son 10 yılın, buzulların en hızlı eridiği yıllar olduğunu söyledi. Haeberli’ye göre, birçok buzul, önümüzdeki 10 yıl içinde yok olablir. Bunlar arasında Alpler, Pireneler, Ant Dağları ve Rockies Dağları var.

Financial Times, Avrupalı markalar H&M, C&A ve Tchibo’nun, organik pamuktan yapıldığını söylediği ürünlerinde gerçekte genetiği değiştirilmiş pamuk kullanıldığını yazdı. Bağımsız bir labarotuvar, ürünlerin %30’unda genetiği değiştirilmiş pamuk bulduklarını açıkladı. Bu ürünlerin üretildiği yer Hindistan. Dünyanın organik pamuk ihtiyacının neredeyse yarısı Hindistan'dan karşılanıyor. Bağımsız denetimin önemi burada birkez daha açığa çıkıyor. Organik sertifikalarda mutlaka güvenilir şirketler aranmalı..

Fransa, nükleer atıklarını düzenli olarak Rusya’ya gönderiyor. Atıkların büyük kısmı, Sibirya’da büyük park alanlarına terk ediliyor. Yani üstlerinde hiçbir koruma olmaksızın açık havada bırakılıyor. Oysa ki Fransa, durumun böyle olmadığını, nükleer atığı geri dönüştürmek için Rusya’ya gönderdiklerini söylüyor. Bunun doğru olması için, gönderilen maddelerin %100’ünün farklı ve işlenebilir bir halde Fransa’ya geri dönmesi gerekirdi. Oysa ki, geri dönen kısım son derece az. Bunu, Fransa Nükleer Güvenlik hakkında Bilgilendirme ve Şeffaflık Yüksek Komitesi HTISN de raporlarıyla belgeliyor. Işte Greenpeace, tam da bu nedenlerle, Pazarı Pazartesiye bağlayan gece, Fransa’da nükleere karşı eylemdeydi. Dört aktivist, Rusya’ya doğru yola çıkan nükleer atık yüklü treni durdurmak için gece saat 9da kendilerini Cherbourg’da raylara zincirlediler. Ardından iki activist, sabah 5.30’da treni durdular ve saat 8.30’da Greenpeace kamyonu tren yolunu kesti. Kamyonun üstünde “Rusya çöplük değildir” yazıyordu. Eylem sayesinde, nükleer atıkların Rusya’ya ulaşması gecikti. Greenpeace, Rusya’ya yapılan bu gönderimlerin tamamen durdurulmasını talep ediyor.

BASIC ülkeleri olarak anılan Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Çin, Kopenhag Mutabakatı’nda belirlenen hedeflere uyacaklarını açıkladılar. BASIC Çevre Bakanları toplantısının ardından yapılan açıklamada, Aralık'ta Meksika'da yapılacak toplantının çok önemli olduğu ifade edildi. BASIC ülkeleri, gelişmiş ülkelerin hedeflerini hafifletecek tek bir bağlayıcı anlaşma yapılmasına karşı çıkıyorlar. Brezilya ve Güney Afrika, Kopenhag Mutabakatı’nı imzalamıştı. Hindistan ve Çin'in ise imzalaması bekleniyor. Bildirge, 31 Ocak’a kadar gelişmiş ülkelerin 2020'ye dek sera gazı salım azaltım hedeflerini somut olarak açıklamalarını öngörüyor. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin de gönüllü olarak karbon salımlarını azaltacak stratejiler geliştirmeleri bekleniyor. Gelişmekte olan en büyük dört ülke olan BASIC ülkelerinin hedefleri, gezegenin geleceği için çok önemli.
Bu arada Sarkozy, Kopenhag'dan alınan derslerin iyi değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı. Sarkozy'e göre, 2010'da iklim değişikliğine karşı uluslararası bir başarıya ulaşabilmek için, iki farklı süreç yürütülmesi gerekiyor. Bunların ilki, tüm uluslararası toplumu ifade eden 192 üyeye sahip Birleşmiş Milletler'de yürütülecek olan süreç. Diğeri ise G28 olarak adlandırdığı ülkelerin yürüteceği süreç. Fransa, yıl sonunda Meksika'da düzenlenecek zirveye hazırlanmak için, G28 ülkelerinin Mart'tan itibaren aylık toplantılar düzenlemesini talep etti. Sarkozy ayrıca, iklim değişikliğine karşı kırılgan ülkeler için küresel fon sağlanmasının ve çevre alanında devletlerarası bir kurum kurulmasının Fransa için vazgeçilmez olduğunu ifade etti. Bakalım diğer devletler bu konularda nasıl bir duruş sergileyecekler?

İstanbul, Avrupa 2010 Kültür Başkenti seçilmişken, Stockholm, AB Komisyonu tarafından 2010'un ekolojik başkenti seçildi! Komisyon, Stockholm'ün bir şehrin çevre dostu sayılması için gereken tüm kriterleri karşıladığını açıkladı. Sera gazı salımının azaltılması ise, en önemli kriter. Stockholm, çok soğuk bir kent olmasına rağmen 1990'dan beri fosil yakıtları terk ederek adım adım yenilenebilir enerjilere yöneldi. Örneğin, ABD veya Avustralya'da kişi başı yıllık sera gazı salımı 20 ton iken, Stockholm'de 4 ton. 2011'in ekolojik başkenti ise Hamburg olacak.

1432’de kurulan ve Dünya’nın en eski üniversitelerinden biri olan Caen Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, GDO'lu ürünler karaciğer ve böbreklerde hasara yol açıyor. Araştırmada, hayvanlar, Monsanto biyoteknoloji şirketinin ürettiği üç farklı GDO'lu mısır tohumuyla beslendi. Monsanto, küresel GDO sektörünün en az %90'ını ele geçirmiş dev bir Amerikan şirketi. Amerika'da ise, Monsanto'ya ait olmayan GDO'lu tohum yok gibi. Araştırmayı yürüten Gilles-Eric Seralini, hayvanların böbrek ve karaciğerlerinde yalnızca 3 ayda hasar meydana geldiğini söyledi. Bu, GDO'lu besinlerin ani zehirlenmelere yol açmasa bile kronik zehirlenmeye yol açtığını gösteriyor. Şimdi, GDO'nun daha uzun süreli etkilerini bulmak üzere daha kapsamlı araştırmalara başlanacak. Ülkemize her türlü GDO’nun girişi de bir an önce yasaklanmalı ve biyogüvenlik yasası sivil toplum kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda ülkemizi GDO’lardan korumalı.

Ilginç bir iklim aktivizmi örneği de İsviçre'den... Bertrand Piccard, güneş enerjisiyle çalışan uçağıyla dünya turu yapacak. Piccard'ın hedefi, yenilenebilir enerjilerle ilgili bilinçlenmeyi sağlamak. Piccard, hem gece, hem de gündüz uçarak, güneş enerjisiyle uçarken gece-gündüz sınırlaması olmadığını da gösterecek. 51 yaşındaki İsviçreli psikiyatrist, saatte 70 km hızla uçarak 20-25 günde dünya turunu tamamlayacak. Bunu başardıkları zaman, arabalar ve ısıtma sistemleri gibi petrol kullanılan alanların hiçbirinde aslında petrole gerek olmadığı kanıtlanmış olacak. Piccard, Kopenhag'a bizzat katılmış. Burada insanların felaket senaryolarından bıktığını gördüğünü ve sorunlara değil çözümlere ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Çözüm yenilenebilir enerji, sorun ise nükleer... siz de http://nukleer.greenpeace.org adresine girip bir radyoaktivist olup çözüm için çalışabilirsiniz.

Earth Policy Institute’un araştırmasına göre, 2009’da ABD’de 107 milyon ton mısır, ethanol rafinerilerine gönderildi. Ethanol rafinerisinde besinler benzine dönüştürülüyor. Yani benzinle çalışan arabalara yakıt sağlanıyor. Araştırmaya göre 2009’da bu amaçla kullanılan 107 milyon ton mısır, arabaları beslemek yerine, şu anki ortalama beslenmeye göre 330 milyon kişiyi bir yıl boyunca yeterdi. Araştırma, 2004’ten beri benzin sağlamak için işlenen mısırın üç kat arttığını gösteriyor. Üstelik bu hiç sürdürülebilir bir çözüm değil. Çünkü tüm Amerika’da üretilen mısırlar, ethanol elde etmek için kullanılsa bile, ABD’deki benzin ihtiyacının ancak %18’ini karşılamaya yetebilir. Araştırmada belirtilen bir başka ilginç nokta da gelirler arası adaletsizlik. Dünyada 940 araba sahibi nüfusun ortalama geliri, dünyadaki en aç 2 milyar kişinin ortalama gelirinden 10 kat daha fazla. Tarım alanında arabalarla açların yarışını arabalar kazanacak gibi görünüyor.

Daha geçtiğimiz hafta, kaplanların tehlike altındaki türlerin başında geldiğinden bahsetmiştik. WWF’in araştırmasına göre, şu anda tüm dünyada yalnızca 3200 kaplan yaşıyor. Kaplanlara bir darbe de Endonezya hükümetinden geldi. Hükümet, kaplanları bir çifti 100000 dolara evcil hayvan olarak satacağını açıkladı. Üstelik, bunu, soyun devamlılığını sağlamak için yapacağını belirtti! Üç kişi, çoktan evinde Kaplan beslemek için başvuruda bulundu bile. Bu kişilerin prestijli olduklarını göstermek için Kaplan istedikleri belirtildi. Greenpeace Orman Kampanyacısı Bustar Maitar, bunun son derece yanlış bir hareket olduğunu söyledi. Maitar, Kaplan satmanın çözüm olmadığını açıkladı. Devlet, bu hayvanların yaşam alanlarını korumalı. Oysa ki, bu yaşam alanlarını yok ederek palm yağı için plantasyonlar oluşturuluyor. Maitar, yakında Çin yılına göre Kaplan Yılı’na girilecek olmasının da halk arasında talebi arttıracağından endişe ediyor.

Bu arada küresel ısınma nedeniyle yaşam alanı değişen türler de doğaya zarar vermeye devam ediyor. 57 ülkede yürütülen Küresel Yabancı Türler Programına göre, 542 çeşit hayvan ve bitki, aslında kendi yaşam alanlarının dışında yaşadıkları için, bulundukları yerdeki ekosistemleri tehdit ediyorlar. Yabancı türler listesinde 316 bitki, 101 deniz canlısı, 44 tatlı su balığı, 43 memeli, 23 kuş ve 15 sürüngen bulunuyor. Bilim insanları, yabancı türlerden kaynaklanan tehlikenin gün geçtikçe büyüdüğünü söylüyor. Çünkü bu türler, yerli türlerle besleniyorlar, onların alanında ürüyor, yaşam alanlarına zarar veriyor, hastalık yayıyor. Ayrıca aynı ekosistemde kendilerine yuva edinmeye çalıştıkları için de yerli türlerle çatışabiliyorlar. Yeni Zelanda’da tam 222 yabancı tür bulundu. Uzmanlar, bu nedenle ülkedeki yabani hayatın bitme noktasına gelebileceğini söylüyor.

2009’la biten 10 yılın kaydedilmiş en sıcak 10 yıl olduğunu NASA da doğruladı. Sıcaklıklar 1880’den beri kaydediliyor. O zamandan beri en sıcak yılın 2005, ikinci en sıcak yılın ise 2009 olduğu açıklandı. Dünyanın en önemli iklim uzmanlarından James Hansen, yaptıkları incelemeler sonucunda küresel ısınmanın tartışılmaz biçimde hızla ilerlerdiğini söyledi.
Geçtiğimiz günlerde, küresel ısınmanın kesinliğini ve hızını gösteren bir başka olay daha yaşandı. Kodiak-Kenai Cable adlı şirket, Kuzey Kutbu’nda su altından fiberoptik kablolar geçirerek Tokyo’yu Londra’ya bağlayacak. Daha birkaç yıl önce, kutuplardaki buz kalınlığı nedeniyle böyle bir proje hayal bile edilemezdi. Böyle olaylar, iklim değişikliğine karşı zamanla yarıştığımızı hepimize bir kez daha gösteriyor.

Avrupa Birliği devletleri, 2020’ye kadar sera gazı salımını ortaklaşa %30 oranında azaltmayı reddettiler. Kopenhag’da, tüm gelişmiş devletlerin Ocak ayı sonuna kadar iklim değişikliği hedeflerini açıklamalarına karar verilmişti. Fransa ve Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nin sera gazı salımını 2020’ye kadar 1990 seviyesinin %30 altına çekmesi için uğraştılar. Ancak Polonya ve İtalya, AB’nin kararının %20’de kalması konusunda ısrar etti. Dün, üye devletlerin Çevre Bakanları, konuyla ilgili son toplantıyı yaptılar. Buna göre, AB hedefi %20 azaltım olacak. Ancak diğer gelişmiş ülkeler kendilerine ciddi hedefler koyarlarsa, %30’a kadar çıkmak mümkün olacak. Bazı uzmanlar, bu düşük hedefin, Polonya ve Italya’da en azından eski ve kirli enerjilere bağımlılıktan kaynaklandığını söylüyorlar. Türkiye’de şayet hala kömür ve nükleer’de diretirse aynı durumla karşı karşıya kalacak, bu günden sadece yenilenebilir enerjiye ve enerji verimliliğine yatırım yapmak gerekiyor.

Bu arada başka ülkeler, yenilenebilir enerjileri benimsemeye devam ediyorlar. Yeni Zelandalı enerji şirketi Meridian Energy, Güney kutbuna üç adet rüzgar türbini yerleştirdi ve türbinler elektrik üretmeye başladı. Yeşil Ekonomi websitesine göre, çalışmayı Yeni Zelanda finanse etti. Bu türbinler, Yeni Zelandalı ve Amerika Birleşik Devletler’inden gelen iki araştırma kuruluşunun Güney Kutbu’nda yaptığı araştırmalar için ihtiyaç duydukları enerjiyi karşılayacak.
Güney Kutbu’nda rüzgâr saatte 205 km’ye kadar ulaşıyor. Bir yıllık denemenin ardından iyi sonuçlar alınırsa, santral genişletilecek. Türbinleri kuran şirket, bu santralle yılda 463 bin litre mazot tüketiminden tasarruf edilebileceğini söyledi. 463 ton mazotu buraya gemiyle getirmenin maliyeti de cabası. Bu santral, Güney Kutbu’nun ilk rüzgar santrali değil. Daha önce de Avustralya hükümetinin yaptırdığı iki türbin, hala çalışmaya devam ediyor.

WWF’in yeni araştırmasına göre, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir başka tür ise kaplanlar. Dünyanın en büyük Kaplan nüfüsuna sahip alanlarından biri Bangladeş kıyılarında Sundarbans olarak bilinen alan. Ve bu alan, yükselen deniz seviyesi nedeniyle yüzyılın sonunda sular altında kalacak. Kaplanlar, dünyada soyu tehlike altındaki türlerin başında geliyor. Tüm dünyada Kaplan nüfusu 3200 olarak tahmin ediliyor. WWF, Kaplan soyunun tükenmemesi için sera gazı salımının küresel ölçekte ve derhal azaltılması gerektiğini söylüyor. Kaplanlar, çevrelerine kolaylıkla uyum sağlayabiliyorlar. Rusya’nın karlı ormanlarında da yaşayabiliyorlar, Endonezya’nın tropik ormanlarında da. Ancak Sundarbans’ta deniz seviyesinin o kadar çok ve hızlı yükselmesi bekleniyor ki, kaplanların uyum sağlayacak vakti olmayacak.

Colorado Üniversitesi’ne göre, batı Amerika’da taban ozon seviyesi 1984’ten bu yana %29 artış gösterdi. Bu artışın sebebini ise 100 bin adet gözlemin ardından buldular. Asya’daki endüstrilerden kaynaklanan kirli dumanlar, baharda rüzgarlarla Pasifik’i geçerek Amerika’ya ulaşıyor. Bu da, ülkede ne kadar iç denetim olursa olsun havanın kirlenmesine yol açıyor. Güney Kaliforniya’da yılın 80 günü hava kirliliği sağlık standartlarının üstüne çıkıyor. Işte tam da bu nedenle iklim değişikliği ve kirlilik konusunda yalnızca kendi ülkemizi düşünmemiz yetmiyor. Başka ülkelerin hataları bizi etkileyebiliyor, biz, başka ülkeleri etkiliyoruz. Bu nedenle, iklim değişikliği ve kirlilikle mücadele, küresel olmak zorunda.

GDO’lar, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde karşı karşıya olduğumuz tehlikelerden biri olmayı sürdürüyor. Hindistan’da durum o kadar endişe verici ki, sivil toplum ülke çapında örgütleniyor. 30 Ocak’ta, GDOsuz Hindistan Koalisyonu ve Toplu Hareketler Ulusal Birliği, bir günlük oruç tutacak ve mumlar yakacaklar. Amaç, GDO’suz bir Hindistan için hem daha çok insana ulaşmak, hem de hükümet üstünde baskı kurabilmek. 30 Ocak, Hindistan’da aynı zamanda Şehitler Günü olduğu için, özellikle seçilmiş. Eylemin sloganı ise “Bugün oruç tutmak, yarın GDO yemekten daha iyidir” olacak. Eylemi düzenleyenler www.brinjal.org adresinden halkı bilgilendirmeye ve harekete geçmeye çağırmaya başladılar bile.

Bu arada iklim değişikliği, türleri tehdit etmeye devam ediyor. Davis’teki Kalforniya Üniversitesi profesörü Arthur Shapiro, son 30 yılda artan sıcaklıkların, dağ kelebeklerini tehdit ettiğini buldu. Shapiro, 35 yıldır kelebekler üstüne çalışıyor ve dünyanın en geniş kelebek veri tabanına sahip. Veritabanı, yıllar geçtikçe kelebeklerin daha yükseklere çıktıklarını kesin biçimde ortaya koyuyor. Araştırmalar, normalde deniz seviyesinde yaşayan kelebeklerin 215 metre yüksekliğe kadar çıktıklarını gösteriyor. Sıcaklık artışı böyle devam ederse, daha da yükseğe çıkacaklar ve bir gün gidecekleri bir yer kalmayacak…

Gezegenin geleceğini kurtaracakmış gibi gösterilen teknolojiler var. Bunlardan biri nükleer. Bir diğeri ise karbon depolama. Yani, sera gazını önce üretip, sonra atmosfere karışmadan yeraltında oluşturulan alanlarda saklama. Petrol devi şirketler, petrolün 40 yıllık ömrü kaldığını fark ettiklerinden beri karbon depolamaya yöneldi. Bunun için seçtikleri yerler ise, hep büyük şehirlerin etrafı oluyor. Üstelik tehlikeleri bilimsel olarak kanıtlanmasına rağmen… New York’un yakınında da karbon depolama tesisi kurulması düşünülüyor. Rutgers Üniversitesi’nden bilim insanları ise, yaptıkları araştırmalar sonunda bunun depreme yol açabileceğini açıkladılar. Fay hattının yakınında bulunan hiçbir yerde bu tekniğin kullanılmaması gerektiğinin de altını çizdiler. Sera gazı salımının azaltılmasıyla ilgili çözümün yenilenebilir enerjiler, ormansızlaştırmanın durdurulması ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Düşük karbonlu ekonomiler, kendi elimizle yarattığımız felaketi önleyebilirler. Ancak hala, alıştığımız yaşam tarzını değiştirmemek için anlamsız çözümler üretmeye çalışıyoruz.

Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, Kopenhag başarısızlığının ardından, alternatif bir küresel iklim toplantısı düzenlemeyi planladığını söyledi. Morales, toplantıyı 20-22 Nisan’da Cocahabamba kentinde yapmayı planlıyor. Morales, bu alternatif toplantıya, yerli halkların, toplumsal hareketlerin, çevrecilerin, bilim adamlarının ve "halkı için çalışmak isteyen hükümetlerin" katılabileceğini ifade etti. Toplantının amacı, sanayileşmiş ülkelere, gelişmemiş ülkelere "iklim borçları" olduğunu kabul ettirmek için baskı yapmak, ayrıca çevre suçlarıyla ilgili uluslararası mahkeme kurulması için çalışmalara başlamak. Bakalım bu büyük adıma hangi devletler destek verecek?
Ülkelerin çoğu sessizliğini ve hareketsizliğini sürdürürken, gezegenin geleceğiyle ilgili üzücü haberler gelmeye devam ediyor. Kırgızistan'da, küresel ısınma sonucu Tanrı Dağlarındaki 8200 buzuldan 2000'nin eridiği bildirildi Kırgızistan Çevre Koruma ve Orman İşleri Kurumu yetkilisi Aytkula Burhanov, Kırgızistan'ın su sıkıntısıyla karşı karşıya kaldığını kaydetti. Kırgızistan, BM Kalkınma Programı uzmanlarıyla birlikte, küresel ısınmanın etkisini azaltmak için ülkede orman fonlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetlere başladı. Ancak biz bu hızla zarar vermeye devam edersek hiçbir çalışma gezegeni eski dengesine oturtamaz.
Örneğin Kenya’yı ele alalım. Yalnızca gelişmiş ülkeler değil, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler de gezegenin geleceğiyle ilgili sorumsuz davranabiliyorlar. Bunların arasında şüphesiz Türkiye var ancak Stockholm Çevre Enstitüsü’nün raporuna göre, Kenya’nın kalkınma planları, ülkenin karbon salımlarını ikiye katlayacak. Kenya’nın şu anda düşük sera gazı salım oranına sahip olmasının sebebi, elektriğini çoğunlukla yenilenebilir enerjilerden karşılaması. Ülkenin 2030 planı, 2030’da nüfusun ikiye katlanacağı ve yıllık ekonomik büyümenin %10 olacağı üzerine kurulu. Planda, araba kullanımını gerektiren şehirleşme ve termik santraller öncelik taşıyor. Eğer gerçekten plan bu şekilde ilerlerse, 2005’te 42 megaton karbon diyoksit salımına sahip ülkenin salımları, 2030’da 91 megatona ulaşacak. Bunun engellenebilmesi için, düşük karbon salımlı bir kalkınma planı oluşturulması gerekiyor. Yenilenebilir enerjide sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde, bu mümkün. Üstelik Kenya’nın Batı’nın kirli teknolojilerine ihtiyacı yok. Kolaylıkla teknoloji atlaması gerçekleştirebilecek konumda. Bu arada Kenya’da ormansızlaştırma da yok. Bu bir hükümet politikası. Hatta tam aksine, birçok alanda geniş ölçekli ormanlar oluşturuyorlar. Ormansızlaştırma karşıtı bir devlet politikasının, tüm hükümetler tarafından örnek alınması gerekiyor. Şimdi aynı ilerici yaklaşımı kalkınmayı karbonsuzlaştırarak gerçekleştirebilir.
Birçok ülke, gezegenin geleceği için çağrıda bulunmaya devam ediyor. Dubai’de gerçekleştirilen World Future Energy Zirvesi’nde konuşan Maldivler Devlet Başkanı Mohammad Nasheed de, iklim değişikliğine karşı ortak hareket için çağrıda bulunan en önemli isimlerden biri. Konuşmasında Nasheed, iklim değişikliği görüşmelerimnin ticaret görüşmeleri gibi yıllarca süremeyeceğine dikkat çekti. Çünkü doğayla müzakere etmenin mümkün olmadığının da altına çizdi.
Yinelenen tüm bu çağrılara rağmen, ülkeler ders almamaya devam ediyor. Putin, Sibirya Baykal Gölü kıyısındaki kağıt fabrikasının yeniden üretime başlamasına izin verdi! Fabrikaya yıllardır herkes karşı çıkıyor, çünkü bu fabrika, dünyanın en büyük gölünü hızla kirletiyor. Fabrika, Sovyetler Birliği döneminden kalma. Greenpeace fabrikanın tamemen kapatılmasını talep ediyor. Çünkü kıyısında bulunduğu gölde 1500 canlı türü yaşıyor. Bunların arasında göle özgü bir kabuklu da var. Üstelik çok derin bir göl olan Baykal Gölü, dünya yüzeyindeki tüm tatlı suyun beşte birine sahip. UNESCO raporuna göre, dünyanın en yaşlı ve en derin gölü. Putin’i bu korkunç hatadan döndürebilmek için Greenpeace başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu harekete geçti.
Finlandiya’nın Olkiluoto’daki yapımı gecikerek süren nükleer santrali, şimdiye kadar çoktan inşaası için harcanan paraları geri kazandırmış ve ülke elektriğinin bir kısmını karşılıyor olmalıydı. Bu hayal, 2005’te başladı. Finlandiya, Fransız Nükleer Enerji Şirketi Areva ve Siemens’le dünyanın en ileri nükleer santralini inşa etmek için harekete geçti. Bu santral, verimli ve ucuz olacaktı. Ayrıca inşaatı da eski modellerden çok daha çabuk bitecekti. Ancak aradan 4,5 yıl geçti. Nükleer santral hala tamamlanmadı. Projenin en az 3 yıl gecikmesi bekleniyor. Masraflar öngörülenin iki katına ulaştı. Üstelik taraflar son derece şiddetli bir davada karşı karşıya geldiler. Nükleer enerjinin masal olduğunu hala görmeyen kaldı mı? Siz de www.ilovvenuclear.org’a girin, nükleere karşı olduğunuzu duyurun.

Gezegenin geleceği için toplu çağrılar yalnızca ülkesel değil, küresel boyutlarda sürmeye devam ediyor. Dünya Saati uygulaması, 3 yıl önce dünya genelinde başlatıldı ve her yıl, daha da çok insan Dünya Saati'ne katılıyor. WWF - Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak, Dünya Saati'nin esas amacının, insan etkinliklerinden kaynaklanan küresel ısınmanın yavaşlatılmasına dikkati çekmek olduğunu söyledi. WWF, bu eylemi 2007 yılında Avustralya'da başlattı. Geçen yıl ise eyleme, 88 ülkeden 4 bin 159 şehirde katılım oldu. Baştak, ışıkları söndürülen yapılar arasında Eyfel Kulesi, Mısır Piramitleri, Çin Olimpiyat Stadyumu, Brezilya İsa Heykeli ve Sidney Opera Binası gibi mekânların da yer aldığını belirtti. Bunların neden aydınlatılması gerektiği ise ayrı bir sosyolojik konu, ama herneyse, bu yıl, eyleme 100'ün üzerinde ülkede 1 milyar kişinin katılması bekleniyor. Bu yılki eylem, 27 Mart Cumartesi günü yerel saatle 20.30'da başlayacak ve her zamanki gibi bir saat sürecek. Hükümetin iklim değişikliğine karşı sessiz ve hareketsiz kaldığı Türkiye'de eyleme katılım, hükümete konuyla ilgili çağrıda bulunmak için çok önemli.

İspanyol Enerji şirketi Red Electrica de Espana'nın açıklamasına göre, 14 Ocak 2010 tarihinde İspanya'nın elektrik talebinin %42'si rüzgardan karşılandı! Rüzgardan üretilen enerji, 14 Ocak tarihinde 11693 MW oldu. Daha önce de 8 Kasım 2009 tarihinde, 11620 MW'lık enerji üretimiyle, o günkü talebin %53'ü karşılanmıştı. İspanya'yla ilgili esas önemli nokta ise rüzgar enerjisinin hızla önem kazanması ve planların hızla hayata geçirilmesi. İspanya'da kurulu rüzgar gücü 2009 sonu itibarıyla 18,119 MW. 2008 sonunda ise bu rakam 2,682 MW'tı. Rüzgarın diğer enerjilerden, ama en önemlisi nükleerden farkı işte bu. Rüzgardan elektrik üretilmesi için yıllarca, ülke ekonomisini sarsmak pahasına beklemeye gerek yok. Bir yıl içinde, İspanya'da kurulu rüzgar enerjisi 9 kat artmış. Türkiye'de neden olmasın?

İsviçre merkezli Prognos adlı şirketin araştırmasına göre, nükleer enerjinin rönesansı bir yalandan ibaret. Nükleer enerji, 2030'a dek tüm dünyada azalma gösterecek ve önemini yitirmeye devam edecek. Bu araştırmayı, Almanya Radyasyondan Korunma Federal Kurumu talep etti. Araştırmaya göre, 2030'a kadar çok sayıda reaktör kapatılacak. Nükleer enerjinin yerleşik kapasitesi ciddi anlamda düşecek. 2020'ye gelindiğinde nükleer santral sayısının, 2009'dakinden %22 daha düşük olacağı öngörülüyor. 2030'da ise bu oran %29'a ulaşacak. 1970-1980'lerde yaşanan ani artış bir daha yaşanmayacak. Rapor, bir noktaya daha dikkat çekiyor. Son yıllarda, inşa edileceği açıklanan nükleer santral sayısı artsa da, inşa edilen nükleer santral sayısı azalıyor. 2030'a kadar, açıklanan santrallerin en fazla %35'inin inşa edileceği öngörülüyor. Yani nükleer enerji sektöründe, laf var, ancak hareket yok.
Şu anda dünyada 436 nükleer santral çalışıyor. Bunların yaş ortalaması ise 24! Yani, çoğu çok yaşlı ve ciddi harcamalarla ayakta tutulan santraller. Çünkü söküm bedelini karşılamak çok zor. Santral sayısı, 2002'den beri azalıyor. Çoğu projeden vazgeçiliyor. Birçoğu yıllardır durdurulmuş. Şu anda tüm dünyada, yalnızca 37 santralin yapımına büyük gecikmeler ve maliyet aşımları ile devam ediliyor. Siz de nükleerin masal olduğunu biliyor, ve bunu duyurmak istiyorsanız www.ilovvenuclear.org'a girin, nükleere hayır diyen 1 milyon kişiden biri siz olun!

Earth Policy Institute'un son raporuna göre, 21. yüzyılın ilk 10 yılı, sıcaklıkların kaydedilmeye başlandığı 1880'den bu yana geçen en sıcak 10 yıl oldu. 2005, en sıcak yıl olurken, 2007 ve 2009 ikinciliği paylaştı. Gelmiş geçmiş en sıcak 10 yılın 9'u, geçtiğimiz 10 yıl içinde yaşandı, sıcaklık artışı da hızlandı. Şu anda dünya, 1900'lerin başında olduğundan ortalama 0.8 derece daha sıcak. Bu artışın üçte ikisi ise 1970'ten sonra gerçekleşti. Bu kadar küçük sayıların koskoca dünyaya hiçbir şey yapmayacağını düşünenleriniz olabilir ama unutmayın bunlar ortalama değerler... artışlar uç değerlerde çok daha fazla. Gezegenimiz o kadar hassas ki, aslında tepki vermeye çoktan başladı. Buzulların erimesi, hava olaylarının yer değiştirmesi, mevsim döngülerinin değişmesi, bunun en basit göstergeleri.
Sıcaklık artışı, dünyanın her yerinde eşit yaşanmıyor. En çok etkilenen, Kuzey Kutbu. 2007, 2008 ve 2009, Kuzey Kutbu'nda en az buz bulunan yıllar oldu. 2500 bilim insanından oluşan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC de, böyle devam edersek 2100'de ortalama sıcaklık artışının 6.4 dereceyi bulabileceğini ve Kuzey Kutbu'nda 10 yıl içinde buzsuz yazların yaşanmaya başlanacağını açıklayan kaynaklar arasında.
Stockholm Çevre Enstitüsü'nün araştırmasına göre, Birleşik Arap Emirlikleri'nde kıyılardaki yerleşim bölgelerinde yaşayanların %90'ı, gelecekte iklim değişikliği nedeniyle evsiz kalabilir. Ayrıca, 2100'e kadar Dubai'nin tamamı sular altında kalabilir. Deniz seviyesinin 3 metre yükselmesi dahi, kıyıların tamamının sular altında kalması anlamına geliyor. Torunlarımızın, bizim bildiğimizden çok daha farklı bir dünyada büyüyeceğini bilirken hala harekete geçmemek mümkün mü?
Bu arada, geç de olsa tehlikenin farkına varanlar oluyor. Amerika'nın İklim Değişikliği Elçisi Todd Stern, bağlayıcı olmayan Kopenhag Mutabakatı’nın yakında bağlayıcı bir anlaşmayla sonuçlanabileceğini söyledi. Ancak bunun için, Birleşmiş Milletler üyesi büyük sanayileşmiş devletlerin, yani büyük güçlerin 2020'ye kadar karbon salımlarını azaltım planı açıklaması gerekiyor. Bunu da Ocak ayı sonuna kadar yapmalılar. Çünkü, bağlayıcı bir anlaşma umudu 29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihlerinde Meksika'da yapılacak iklim konferansına kaldı.

Kopenhag başarısızlığının ertesinde devletler, iklim değişikliğiyle ilgili önlemler almak için farklı gruplar halinde harekete geçiyorlar. 31 Ocak günü, Amerika, Çin, Hindistan ve Güney Afrika, küresel ısınmaya karşı neler yapacaklarını resmi olarak açıklayacaklar. Obama yönetimi yetkililerinden Jonathan Pershing, Birleşmis Milletler’in ilerde yapılacak iklim görüşmelerinde ikinci plana atılması gerektiğini düşündüklerini ifade etti. Pershing'e göre, Kopenhag'ın bu kadar kaotik geçmesinin nedeni Birleşmiş Milletler. Bana kalırsa da Danimarka ve ABD’nin dayatmaları. Pershing, 192 ülkeyi bir anlaşmanın her detayını görüşmek üzere bir masaya oturtmanın gerçekçi olmadığını söyledi. Tabi o zaman Rio’daki bir sürü antlaşma ve dünya hukuk sisteminin başarıları hepsi gerçeğe aykırı ve hayal dünyasında mı gerçekleşti diye sormak gerek. Pershing, bu nedenle devletlerin kendi sorumluluklarını bilmeleri gerektiğini, depremle yerle bir olan Haiti'nin ya da Çad'ın iklim değişikliğiyle ilgili ne önlem alacağının çok önemli olmadığını söyledi. Değişiklik yaratacak olan, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin neler yapacağı. Her ülkenin kendi içinde iklim değişikliğiyle mücadele etmekte kararlı olması önemli, ancak gelişmiş ülkeler, verdikleri zarar oranında sorumluluk almak zorundalar. Haiti, Çad ve Tuvalu zaten masada aynı şeyi söylüyorlar. Bu ülkeleri sürecin dışında bırakarak amaç haklarını savunanları ve onlarla hareket eden sivil toplumu dışlamak olmasın diye insan ister istemez düşünüyor.
Bu arada, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Çin'in Çevre Bakanları, 24 Ocak günü New Delhi'de toplantı yapacaklar. Bu ülkelerin işbirliği, jeopolitik açıdan gittikçe önem kazanıyor. Ayrıca, bu hızlı gelişen ülkeler Kopenhag'da adil bir anlaşmaya varılması konusund çaba göstermedi. 24 Ocak toplantısı için resmi bir gündem açıklanmadı. Ancak tahminler, dört büyük ülkenin sera gazı salım azaltımlarıyla ve iklim yardımıyla ilgili ortak bir hedef belirleyecekleri yönünde. Hatta, eğer kendi aralarında bir karara varabilirlerse, diğer ülkeleri de Kopenhag Mutabakatı’nı imzalamaya çağıracakları düşünülüyor. Aslında Kopenhag Mutabakatı, hukuken bağlayıcı olmayan ve temennilerden ibaret bir politik açıklama. Herhangi bir somut hedef de içermiyor. Fakat buna rağmen, Kopenhag'a katılan pek çok ülke bu bildiriyi dahi imzalamayı reddetmişlerdi.
The Guardian'ın haberine göre, bilim adamları, Kuzey Kutbu'ndaki metan gazı salımının 5 yıl içinde neredeyse üçte bir oranında arttığını açıkladılar. Sebep olaraksa artan sıcaklıkları gösterdiler. Önceki yıllarda yayınlanan farklı bilimsel raporlar, eski buzulların erimeye başladığını ve metan salıma neden olduklarını belirtmişlerdi. Kuzey Kutbu, milyarlarca ton metan gazını içinde tutan buzullarla kaplı. Metan gazı ise, karbondiyoksitten daha tehlikeli bir sera gazı. Bu nedenle, Kuzey Kutbu buzullarının erimesi, iklim değişikliğini durdurma çabalarını bir anda etkisiz hale getirebilecek kadar tehlikeli.
Bilim adamlarının korktuğu bir konu daha var. Metan gazı salımının artışı nedeniyle artan sıcaklıklar, daha da çok metan gazı salımına sebep olacak. Bu da tüm bölgeyi yıkıcı bir geri beslemeli döngüye sokabilir. Dünyanın ortalama sıcaklık artışıyla ilgili tahminler, şu anda bile bir felaketin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Eğer bu bahsettiğimiz geri beslemeli döngüye girersek, ortalama sıcaklık artışı şu anda tahmin edilenden çok daha hızlı bir biçimde gerçekleşebilir. Edinburgh Üniversitesi'nden Paul Palmer'a göre, Kuzey Kutbu'nda sıcaklık artışı, tüm dünyadakinden daha hızlı gerçekleşiyor. Bazı yerlerde 2,5 dereceye varan ortalama artış, böyle devam ederse 2100'de tam 10 dereceyi bulabilir. Tabii eğer salımlarımız şu andaki gibi devam ederse...

Birleşik Krallık, denizlerde dokuz adet kıyısal rüzgar türbini parkı inşa etmek için hazırlıklara başlıyor. Ülke, projeye 100 milyar euro yatıracak. Böylece 2018'de ülke, enerji ihtiyacının %25'ini rüzgârdan karşılayacak. Bu adım, Birleşik Krallık için çok büyük bir adım. Çünkü, ülkenin düşük karbonlu ekonomiye geçeceğinin göstergesi. Yetkililer, kömür ve doğalgazın yerini hızla sürdürülebilir enerji kaynaklarının alması gerektiğine dikkat çektiler. Rüzgar parklarının, 2020'ye kadar 70 bin kişi için istihdam yaratması bekleniyor.

Geçtiğimiz haftalar, İngiltere başta olmak üzere birçok kuzey ülkesi için dondurucu geçti. Kısmen El Nino’dan kaynaklanan bu son 30 yılın en soğuk havası, doğalgaz talebini rekor seviyeye taşıdı. Birleşik Krallık Meteoroloji Ofisi ise, artık böyle soğuk hava olaylarının gitgide daha az yaşanacağını açıkladı. Bunun sebebi ise, münferit olaylar haricinde ortalama sıcaklığın sürekli yükselmeye devam etmesi. Birleşik Krallık Meteoroloji Ofisi yetkilisi John Hammond, sera gazı salımlarının düşürülmesi için önlem alınmadığı takdirde 2050’de ortalama hava sıcaklığının 4 derece yükseleceği gerçeğini de yineledi. Yani esasında bu aşırı hava olaylarının da iklim değişikliğinin bir parçası olduğunu unutmamak gerek.
İşte geçtiğimiz haftalarda Kuzey Yarımküre’nin çoğu yeri aşırı soğuklarla boğuşurken, Kuzey Kutbu alışılmışın dışında sıcaktı. Amerikalı bilim adamlarının araştırmalarına göre, bu sıcaklık, Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesine sebep olarak küresel ısınmaya katkıda bulunabilir. Çünkü buzullar, renkleri nedeniyle güneş ışığını yansıtıyorlar. Ancak onlar eriyince meydana çıkan su, koyu rengi nedeniyle güneş ışığını emiyor. Şu anda Kuzey Kutbu’nda hava 5.6 ile 8.4 derece arasında değişiyor. Bilim adamları, Aralık sonunda Kuzey Kutbu’nda buzullarla kaplı alanın 920 bin kilometrekare olduğunu söylediler. Bu sayı, 1979-2000 ortalamasının çok altında kalıyor. Kuzey Kutbu, hızla erimeye devam ediyor…
Worldwatch Institute adlı çevre araştırmaları enstitüsünün araştırması, iklim değişikliğiyle bireysel tüketim alışkanlıklarımız arasındaki bağı bir kez daha gözler önüne serdi. Rapora göre, sanayileşmiş ülkelerde gayrisafi milli hasılanın %70’i tüketim harcamalarına gidiyor. Bu nedenle bu ülkelerde kültürün tüketim üstünden gelişmesine artık dur demek gerekiyor. Yani bireysel tüketim alışkanlıklarının değişmesi şart. Örneğin 2006’da hizmet ve mal almak için tüm dünya 30 trilyon dolardan fazla para harcadı. Yani 1996’dakinden tam %28 oranında daha fazla. Bu aşırı tüketim alışkanlığı, ham madde ve enerji ihtiyacını daha da arttırdı. Şu anda ortalama bir Amerikan vatandaşı, günde 88 kilo muhtelif mal tüketiyor. Eğer hepimiz böyle tüketiyor olsaydık, gezegenimiz yalnızca 1,4 milyar insanın karnını doyurabilirdi. Raporda, en zengin 500 milyon kişinin dünya sera gazı salımının %50’sinden sorumlu oldukları da belirtilmiş. Fakirlikle baş etmeye çalışan 3 milyar insan ise, salımın yalnızca %6’sından sorumlu. Worldwatch Enstitüsü, bu adaletsizliğin bir an once sonlanması gerektiğine de dikkat çekiyor.

Hindistan’ın Mumbai eyaleti, elektronik atıklarla ilgili yasa çıkarmaya karar verdi. Maharashtra Kirlilik Kontrol Kurulu, bir ay önce elektronik şirketlerden, ne kadar elektronik atığa sebep olduklarını açıklamalarını istemişti. Fakat sadece birkaç şirket gereken açıklamayı yaptı. Şu ana kadar, Hindistan’daki en büyük 4 şirket dışında elektronik atık normlarına uyan bir şirket bulunamadı. Merkezi hükümet, 2008’de elektronik atıkları tehlikeli atık listesine sokmuştu. Tüm bu gelişmelerin üstüne, Mumbai eyaleti, elektronik atıklarla ilgili normları ve bunlara uymayanlara uygulayacağı yaptırımları belirleyeceği bir yasayı yürürlüğe koymaya karar verdi.

Uluslararası Sistem Analiz Enstitüsü IIASA ve Hollanda Enerji Araştırma Merkezi’nin ortak araştırmasına göre, dünya liderleri önümüzdeki 40 yıl boyunca olabildiğince çok sera gazı salım azaltım çalışması yapmalılar. Analistler, 2050’deki salım ile 2100’de ortalama sıcaklık artışını 3 derecenin altında tutma şansımız var mı baktılar. Böyle bir araştırma, ilk kez yapıldı. Çalışmanın sonucu ise, bildiğimizi bir kez daha doğruladı. Eğer 2050’ye kadar gerekli sera gazı salım azaltım oranını tutturamazsak, yüzyılın sonunda 3 derecenin dahi altında kalamayız. Bu da iklim felaketi demek olur. Ilk senaryo, 2050’ye dek sera gazı salımını 2000 yılı seviyesinin %20 altına düşürmek. Ikincisi ise, %50 altına düşürmek. Araştırmacılar, bunun şu andaki politikalarla gerçekleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söylüyorlar. Eğer uzun vadeli hedeflere ulaşamak için çaba sarfetmezsek, gezegenin geleceğini kendi elleriyle yok eden ilk ve tabii ki son kuşak olacağız.
Kanada’da yapılan bir anket de, insanların bu durumun farkında olduğunu gösteriyor. Ankete katılanların yarısı iklim değişikliğinin ciddi bir tehdit olduğunu söylerken, yalnızca %25’lik bir kısım terörizm için aynı ifadeyi kullandı. 6 yıl once, Kanadalıların %52’si iklim değişikliğini ciddi bir tehdit olarak görüyordu. Bu yıl oran %49. Ancak terörizmle ilgili endişe duyanların oranı, 6 yıl içinde %49’dan %28’e kadar düştü. Halkı bu kadar endişe duyan bir devlet için, hükümetin harekete geçmemesiyse endişe verici. Gerçi Kanada başbakanı geçenlerde Kanada Meclisi’ni de askıya almıştı. Kanada dünya önünde zor durumda. 1990’dan bu yana Kanada’nın sera gazı salımı %26 oranında arttı. Bu oran, Amerika Birleşik Devletleri’nden %10 daha fazla. Birçok bilim adamı, Kanada’nın bu isteksizliğini katranlı kum endüstrisine bağlıyor. Katranlı kumlar, her yıl tam 40 milyon ton sera gazı salımına neden oluyor.

Kanada’nın gezegene gösterdiği önemle ilgili sicili gitgide kirleniyor. Pazartesi günü, Kanada Darlington nükleer santralinde çalışan işçiler, yanlış tankı su ve radyoaktif izotoplardan oluşan bir karışım ile doldurdu. 200 bin litreden fazla radyoaktif sıvı, Ontario gölüne döküldü. Santrali işleten şirket göldeki hidrojenin aktif izotopu anlamına gelen tritium oranının çevredekilere zarar vermeyeceğini söyledi. Göle, santralin aylık tritium atığının 0.1’inin döküldüğünü söylüyorlar. Ancak bu sızıntı, aslında endişe etmek için yeterli. Çünkü bu dikkatsizlik, her zaman daha da büyük dikkatsizliklerin olabileceğini bize yeniden hatırlatıyor. Ve nükleer, dikkatsizliği, hatayı kabul etmeyen bir enerji. Çünkü bir kez zarar verdi mi, o zararın geri dönüşü yok. Yapılan araştırmalarda, personelin zaten dolu olan bir tankı tekrar ve yanlış maddeyle doldurdukları ortaya çıktı. Böylece iki olimpik havuzun alabileceğinden daha fazla radyasyonlu sıvı, göle karıştı. Üstelik suda, şu anda bilinmeyen miktarda paslanmaya karşı koruyucu toksik kimyasallar da bulunuyordu.
Bu arada Çevre Örgütü Sierra Club salım ve birikmenin beraberinde getirdiği çevrede artan sağlık sorunları üzerine “Tritium’un Düzenli veya Kazara Salımı” ile ilgili raporunu bundan bir ay önce sunmuştu. Örgüt ayrıca Kanada’yı, içme suyundaki tritium seviyesine, Avrupa Birliği’ndekinden 70 kat, California’dakinden ise 473 kat daha fazla olmasına izin verdiği için eleştirmişti. Kanada’nın nükleer güvenlik komisyonu, Sierra Club raporunu bilim dışı bularak reddetmişti. Fakat bu arada aynı komisyonun eski başkanı Linda Keen, örgütün endişelerinin ciddiye alınması gerektiğini belirtmişti. Keen’in açıklamasına göre, Tritium, Kanada’yı, dünyanın en büyük radyoaktif izotop üreticisi haline getirdi. Bir gündeki miktarı az da olsa, zaman içerisinde birikmesiyle ortaya çıkabilecek sonuçlar endişe verici. Siz de hükümete ülkemizde izotop mizotop istemediğinizi duyurun. www.ilovvenuclear.org adresine girin, nükleere karşı 1 milyon imzadan biri de siz olun.

Via Campesina hareketinin genel koordinatörü Henry Saragih, gıdanın endüstriyel üretimi ile sera gazı salımı arasındaki ilişkiye dair önemli uyarılarda bulundu. Endüstriyel tarım ve küresel gıda sistemi, bütün sera gazı salımının %44 ila %57'sini oluşturuyor. Bu oranın %11-15'ini tarım faaliyetleri, %15-18'ini tarla açmak için ormansızlaştırma, %15-20'sini gıda işleme, paketleme ve nakliyesi, %3-4'ünü ise organik atıkların dekompozisyonu oluşturuyor. Tarım sektörü, kendi başına sera gazı salımının yarısından sorumlu, o zaman gıda güvenliği konusunu nasıl çözeceğiz? Dünya’da açlığın en büyük nedenlerinden biri tarımın dev şirketlerin elinde olması. Via Campesina, endüstriyel tarım yerine küçük ölçekli tarım yapıldığında, küresel sera gazı salımının yarıdan fazlasının azaltabileceğini savunuyor. Açıklamaya göre, organik maddeyi toprak içinde yeniden tutabilmek, yerel pazarları gıda sisteminin ortasına oturtmak, ormansızlaştırmayı durdurmak ve et üretimi yoğunluğunu azaltmak, sera gazı salımını büyük oranda azaltabilir. Via Campesina, buna “gıda egemenliği” (food sovereignty) adını vermiş.
Dünyanın en önemli hayvan çiftliği sağlığı kurumu da, Via Campesina'nın açıklamalarını destekleyecek bir araştırma başlatıyor. Dünya Hayvan Sağlığı Organizasyonu, et üretimiyle iklim değişikliğinin ilişkisini inceleyecek. Araştırma, bağımsız bilim adamları tarafından yapılacak ve rapor, yaza hazır olacak. İklim değişikliğiyle et yemenin ilişkisi gitgide daha çok dikkat çekiyor. Çiftlik hayvancılığının sera gazı salımından sorumlu olduğunu biliyoruz. Bunun nedenlerinden biri geviş getiren hayvanların sindirimle metan gazı salımına sebep olmaları. Diğeri ise otlak yaratmak için ormansızlaştırma yapılması. Bilim adamları, 2020'de artan nüfusun protein ihtiyacını karşılamak için et üretiminde %50 artış olacağını öngörüyorlar, halbuki bu ihtiyaç kolaylıkla btkilerden sağlanabilir. Japonya'da 2007'de yapılan bir araştırmaya göre, 1 kiloluk bir bonfile, evde tüm ışıkları açık bırakıp üç saat araba kullanmaktan daha fazla sera gazı salımına ve kirliliğe neden oluyor.

Greenpeace, elektronik sektörünün en önemli dört isminin ürünlerinden tehlikeli toksik kimyasalları hala çıkarmadığını açıkladı. Samsung, Dell, Lenovo ve LG, 2009'un sonuna kadar ürünlerinden PVC ve bromine alev önleyicileri BFR'yi çıkaracaklarını açıklamışlardı. Ancak planlar, 2011'den de sonraya kaldı. Greenpeace'in 3 ayda bir yayımladığı Daha Yeşil Elektronik Ürünler Kılavuzu, insan sağlığına ve çevreye zararlı toksik kimyasalların elektronik ürünlerden çıkarılmasını öncelik olarak görüyor. Kılavuzun son sayısı, Nokia'yı ilk sıraya koydu. Apple, Nokia ve Sony Ericsson, gerekli adımları attı. Yalnızca bu kimyasalları ürünlerinden çıkarmakla kalmadılar. Üstelik bu kimyasalları içeren ürünlerini de geri çağırdılar. HP ise, toksik kimyasalları ürünlerinden çıkarmak için büyük adımlar attı. Hatta toksik kimyasal içermeyen ilk bilgisayarını geçen hafta satışa sundu. Şimdi, Kılavuz'un gelecek sayısına kadar dört büyük şirketin de gerekli adımları atmasını umuyoruz.

Bu arada denizlerden kısa bir haber... Avustralya hükümeti, Japonya'ya balina avcılığını durdurması için çağrıda bulundu. Japonya'yla ilişkileri bozmak istemediklerini söyleyen Avustralya Çevre Bakanı Peter Garrett, henüz bir dava açmayacaklarını, ancak balina avcılığına tamamen karşı olduklarını açıkladı. Uluslararası arenada balina avcılığına karşı sesler açıkça duyulmaya başladı...

Fransa'da sıcakta çalışamayan nükleer santrallerden sonra, şimdi de soğukta çalışamayan nükleer reaktörleri gördük! Fransa'da soğuğun etkisini göstermesiyle, tam 9 nükleer reaktör kapatıldı. Fransa, soğuklarda artan elektrik ihtiyacını nükleer santrallerinden sağlayamadığı için, dışardan enerji ithal ediyor! New Jersey'de ise bir nükleer santral, Delaware Irmağı'ndaki buz nedeniyle tamamen kapatıldı! Neden santralin soğutma mekanizmasına buzların girmesiydi. Başka bir nükleer santral de aynı nedenle %20 güçle çalıştırılıyor. Yetkililer, ikisinin de ne zaman tam işlemeye başlayacağının belli olmadığını söyledi. Hala nükleer enerjinin Türkiye'nin artan enerji ihtiyacına çözüm olacağını söylemek ne kadar doğru? Siz de Türkiye'nin enerji alanında iyice dışa bağımlı hale gelmesini istemiyorsanız, www.ilovvenuclear.org'a girin, nükleere hayır deyin.

Greenpeace eylemcileri Danimarka’da hapisteydi, 3 hafta süren tutukluluk ve küresel eylemlerden sonra dört iklim eylemcisi sonunda serbest. Bundan sonra tutuksuz yargılanacak iklim eylemcileri, Kopenhag'da Kraliçe'nin devlet başkanları için verdiği galaya 'Doğa Krallığı’nın devlet başkanı, eşi ve koruması olarak girmiş ve 'Politikacılar konuşur, liderler harekete geçer' yazılı bir pankart açmışlardı. Tutukluyken kendilerine destek için Türkiye'de Danimarka konsolosluğunun önünde mumlar yakılarak eylem yapılmıştı. 20 gün boyunca hücrede tutulan ve hakim önüne çıkarılmayan aktivistler, Noel ve Yılbaşı'nı ailelerinden uzakta geçirdikten sonra sonunda yapılan duruşmada serbest bırakıldı. Greenpeace gönüllüleri 4 eylemciyi hapishane çıkışında kırmızı halı sererek karşıladılar.
Earth Institute Policy'nin araştırmasına göre, Amerika'nın araba sevdası azalıyor. Amerika'nın otomobil sektörü, ulaşabileceği en üst noktaya ulaştı ve küçülmeye başladı gibi görünüyor. Amerika'da sektörün büyüklüğü, hurdaya ayrılan arabalarla yeni satın alınan arabaların birbiriyle ilişkisine göre belirleniyor. 2009'da 10 milyon yeni araba satılırken, 14 milyon araba hurdaya ayrıldı. 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez, hurdaya ayrılan araba sayısı yeni araba sayısını aştı. Bu da sektörün 2009'da %2 oranında küçüldüğünü gösteriyor. Sektör, en üst noktasına 2008'de 250 milyon arabayla ulaşmıştı. 2009'da trafikte toplam 246 milyon araba vardı. Öngörüler, küçülmenin 2020'ye kadar devam edebileceği yönünde. Küçülmenin sebebi olaraksa, yalnızca ekonomik kriz gösterilmiyor. Artan şehirleşme, ekonomik belirsizlikler, petroldeki belirsizlikler, artan benzin fiyatları, trafiğe tahammül edememe ve iklim değişikliğiyle ilgili artan endişeler de arabaya olan ilgiyi azalttı. Şu anda her 4 sürücüye 5 araba düşüyor. Bu korkunç araba ve tüketim çılgınlığı, Amerika’da olduğu gibi artık Türkiye'de de şehir yaşamını dayanılmaz hale getiriyor. Türkiye'de de artık kişisel arabaların azalması, toplu taşıma ve bisikletin artması gerekiyor...
İklim mültecileri, nihayet Türkiye'nin de gündemine girmeye başladı. Hürriyet gazetesinin haberine göre, iklim değişikliğinin sebep olduğu felaketler nedeniyle 2050 yılına kadar milyonlarca insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacak. Uluslararası Göç Örgütü'nün raporuna göre, kirlilik, susuzluk ve felaketler nedeniyle 1990'da 25 milyon kişi yaşadığı yeri terk etmişti. Bu sayının şu anda 50 milyona ulaştığı tahmin ediliyor. 2050'de ise sayısının 200 milyon olması bekleniyor. Kopenhag'da da iklim değişikliğinin en ciddi sonuçlarından birinin iklim mültecileri olacağı belirtilmişti. Raporda, uluslararası toplumun sorunu tanıması, politikalar üretmesi, araştırmalara hız vermesi ve gelişmekte olan ülkelere yardım etmesi gerektiğini açıklanıyor. Kopenhag'da ne yazık ki bunlarla ilgili bir adım atılmadı. Meksika'da bu konuya artık kesin çözüm bulunması gerekiyor.
Birleşmiş Milletler'in 2010'u Biyoçeşitlilik Yılı ilan ettiğinden daha önce bahsetmiştik. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 2010 yılının ilk haftasına hükümetlere biyoçeşitlilik için çağrıda bulundu. UNEP, hükümetlerin biyoçeşitliliğin yok olma sürecini tersine döndürmek için çabalarını ikiye katlamalarını talep etti. Genel Direktör Angela Cropper da bir röportajında, biyoçeşitliliğin yok olmasının ekonomi, gelişimi olumsuz yönde etkileyeceğini ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı zorlaştıracağını belirtti. Biyoçeşitliliğin bu kadar hızlı azalmasının sebeplerini de gösterdi. Tropik ormanların kereste, ham madde, endüstriyel tarım, soya ve artan biyoyakıt talebi için kesilmesi. UNEP, PUMA ile tüm dünyada biyoçeşitliliği desteklemek ve Afrika'da bu konuda özel projeler geliştirmek için anlaşma yaptı. 2002'de yapılan ve dünya liderlerinin bir araya geldiği Rio +10 Dünya Zirvesi'nde türlerin soylarının yok olma hızının 2010'a dek 'kayda değer düzeyde' azaltılası yönünde karara varılmıştı. Ancak o zamandan bu yana hiçbir adım atılmamış olması, bilim adamlarına göre 'artık geri döndürülemez' bir süreci başlatıyor. Dileriz, UNEP'in 2010 yılını Biyoçeşitlilik Yılı ilan etmesi, sembolik anlamını aşarak gerçekten küresel adımlar atılmasını sağlayabilir.

Geçen hafta, Greenpeace’in Nijer’in Akokan şehri sokaklarında normalin 500 katı radyoaktiviteye rastladığından bahsetmiştim. Akokan, fransız nükleer şirket AREVA’nın işlettiği uranyum madeninin yakınında bulunuyor ve Fransız nükleer santrallerine uranyum sağlıyor. AREVA, Greenpeace’in araştırmasından önce sokaklarda radyasyon olduğunu reddediyordu. Ancak bilimsel bulguların açıklanmasının ardından, AREVA Greenpeace’in haklı olduğunu itiraf etti. Şirket, sokakları güya arındırdıklarını ve bunu yetkililerin onayladığını söyledi. AREVA yetkilileri, şimdi tekrar uranyum madeni yakınlarında bulunan iki şehirde araştırmalar yürüteceklerini açıkladılar. Ayrıca 2010 sonuna kadar her iki bölgenin de tamamen güvenli hale getirileceği sözünü tekrar verdiler. Tabii sözlerinin güvenilirliğinden emin olmak zor. Acaba Greenpeace böyle bir araştırma yapıp skandalı ortaya çıkarmasaydı, tekrar bu sözü verirler miydi? Greenpeace, bölgede geniş çaplı, şeffaf ve uluslararası bir çevresel etki araştırması yapılmasını talep ediyor. Siz de nükleer tehlikeye hayır diyorsanız www.ilovenuclear.org adresinden Greenpeace çalışmalarına katılabilirsiniz.

Avustralya Meteoroloji Ofisi, 2009’un yaşanan en sıcak ikinci yıl olduğunu açıkladı! Ülkede 1910’dan beri kayıtlar mevcut. 1910 yılından beri en sıcak yıl ise 2005’ti. 2009’un ortalama sıcaklığı, 1961-1990 yılları arasında toplam sıcaklık ortalamasının 0.9 derece üstünde çıktı. 2009’un özellikle ikinci yarısı çok sıcak geçti. Sıcaklıklar Melbourne’da 46.4, Victoria eyaletinde 48.8 dereceyi buldu. Toplam yağmur miktarı da düşen ülkede, sık sık orman yangınları ve fırtınalar yaşandı. İstanbul’da da haftalardır kış için beklenmedik derecede sıcak havalar beni çok endişelendiriyor. İklim değişikliği, her ülkede kendini hissettirmeye devam ediyor.

Çin’de sık sık yaşanan gıda güvensizliği skandallarının ardından şimdi de su güvensizliği yaşanıyor. Çin’in devlet medyası, kırık bir boru hattından sızan dizelin, ülkenin en önemli içme suyu kaynaklarından biri olan Sarı Nehir’e karıştığını doğruladı. Nehrin kirliliğini kontrol altında tutmak için yüzlerce işçi çalışıyor. Ancak artık başarılı olamıyorlar gibi görünüyor. Henan eyaletinin başkentine 200 km kala halen yağ kalıntılarının varlığı suyun üstünde açıkça görülüyor. Bölgede 2 milyondan fazla kişi, içme suyu ihtiyacını Sarı Nehir’den karşılıyor. Boru hattı geçen hafta hasar gördü ancak olanlar ancak geçen haftasonu gündeme geldi. Bazı kuruluşlar, arada geçen bu sürede, 850 bin kişinin dizel yakıt karışmış su kullandığını söylüyorlar. Tahminler, 150 bin litre dizel yakıtının suya karıştığı yönünde. Ancak insan sağlığı için bu kadar büyük bir tehlikeye rağmen boru hattının sahibi olan şirket, açıklama yapmayı reddediyor.

Hat Yai Üniversitesi’nin 15-18 Aralık tarihleri arasında, Tayland’ın güneyinde, 14 ilde nükleer enerjiyle ilgili kamuoyu yoklaması gerçekleştirdi. Sonuç ise, çok net bir “Hayır” cevabıydı. Nükleeri, ankete katılanların %80’i reddetti. Siz de nükleere”Hayır” diyenlerdenseniz, http://www.ilovvenuclear.org‘a girin, sesinizi duyurun.
Çernobil nükleer kazasının 24. yıldönümüne geri sayım devam ediyor, son 110 gün

Birleşmiş Milletler Çevre Programı - UNEP, iklim değişikliğiyle mücadele için ekosistemlerin iyileştirilmesi gerektiğini açıkladı. Bunun için de kendine üç öncelik belirledi. Bunlardan ilki mercan resifleri, sulak alanlar ve mangrovlar gibi karbon tutan alanlar. Hatta UNEP'in yakın tarihli bir araştırmasına göre, bu alanlar, küresel taşımacılık sektöründen kaynaklanan yıllık karbon salımının %50'sini emerek atmosfere yayılmasını engelliyorlar. UNEP, bu öncelik kapsamında Irak'a Mezopotamya, Mali'ye Faguibine Gölü'nün diriltilmesi için destek sağlıyor. İkinci öncelik ise ormansızlaştırma ve ormanlara zarar vermeden kaynaklanan sera gazı salımının azaltılması anlamına gelen REDD, yani “Ormansızlaştırmadan Kaynaklanan Salım Azaltımı” programı. UNEP, REDD'in küresel anlamda benimsenmesi için yeni denetleme sistemlerini Kenya, Çin, Nijer ve Nijerya'da denediğini açıkladı. Üçüncü öncelik ise temiz ve yenilenebilir enerji teknolojilerine hazır olunmasını sağlamak. Bu teknolojilerin kullanımının yaygınlaştırılması için yapılan çalışmalarla, bir yıl içinde 100 bin kişinin güneş enerjisine eriştiği açıklandı.
UNEP, 2010'u Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı ilan etti. 2010 yılı, farkındalığı arttırma ve dünya liderlerinin kararlarında kamuoyu baskısı oluşturma çalışmalarıyla geçecek. Bilim adamları, türlerin doğal sürece göre insan faaliyetleri yüzünden 1000 kat daha hızlı yok olduklarını söylüyorlar. Yok oluşu önlemeye yönelik Biyolojik Çeşitlilik Antlaşması - CBD, 1993'te yürülüğe giren ve 193 ülkenin taraf olduğu bir anlaşma. Amacı ise, dünyanın ekosistemlerini korumak, havayı ve suyu temiz tutmak, iklime zarar vermemek. Bugüne kadar ne yazık ki bu amaçların birer temenni olarak kaldığı ortada. Umarız, Kopenhag başarısızlığının ardından 2010 yılı ekosistemler ve gezegenimiz için umut verici bir yıl olur. Meksika’da bu sefer güçlü kararlar alınır.

Shell'in, Hollanda'nın Barendrecht kentinin altında yılda 300 bin ton karbondioksit depolama planı hem şehirde yaşayanların, hem de yetkililerin büyük tepkisiyle karşılaştı. Açıklamalar, sivil toplumun bu korkunç planı engellemek için her şeyi yapacağını gösteriyor. Belediye Başkanı Simon Zuurbier, Shell'e karşı dava açacaklarını açıkladı. Shell, Kasım ayında Hollanda hükümetinden yılda 5 megaton karbon depolamak için izin almıştı. Karbon depolamanın sonuçları henüz net olarak bilinmiyor. Ancak bilim adamları, bu kadar fazla karbon diyoksitin toprakları ekilemez hale getireceğini ve toprağın verimini öldüreceğini dile getiriyorlar. Böyle tehlikeli bir deneyin, bu kadar çok insanın yaşadığı ve geçimini sağladığı bir alanda yapılması akıl almaz bir karar. Karbon depolama fosil yakıtlarda ısrar eden ve bu alışkanlığa devam etmek için oluşturulan bir bahane. Yenilenebilir enerjilerin güvenilirliği ve temizliği kanıtlanmışken, toprağa ve gezegene zarar verecek teknolojilerde ısrarcı olmanın anlamı nedir?

Greenpeace, Nijer'in Akokan şehrindeki sokaklarda yüksek düzeyde radyoaktif kirlilik tespit etti! Üstelik Fransız nükleer enerji şirketi AREVA, 2009'da bu sokakların güvenli olduğunu iddia etmişti. 2003 yılında bağımsız bir laboratuar olan CRIIRAD ve yerel bir STK Aghir In’Man, Nijer’in uranyum madenlerine yakın yerleşim yerlerinde radyoaktif kirlilik tespit etmişti. Sonra, 2007 yılında CRIIRAD, maden şehri olan Akokan’daki hastanenin yakınlarında tehlikeli düzeyde radyasyon seviyeleri ölçmüştü. Madenin işletmecisi AREVA da radyoaktif kirliliğin varlığını kabul etmişti. Eylül 2009’da AREVA, CRIIRAD’a bir temizliğin yapıldığı ve artık sokakların güvenli olduğunun garantisini vermişti. Hepimiz bunun doğru olmasını isterdik, ancak ne yazık ki bu bir yalan. Akokan sokaklarında hala radyoaktivite bulunuyor. Greenpeace’in bulguları AREVA’nın garantisini geçersiz kıldı. Greenpeace, bölgede, radyasyon seviyesini normal düzeyinin 500 katı fazla olarak ölçtü. Bu da nükleer enerjinin gizli maliyetlerinden biri: insanlar, radyasyona maruz kalıyorlar. Akoka'daki insanların kanser olma riskinin ne kadar büyük olduğunu bilmek için, doktor olmaya gerek yok...
İşte nükleer enerji, bu sömürüyü beraberinde getiriyor. Fransa'daki nükleer santrallerin çalışması için Fransa, Nijer'deki uranyuma ihtiyaç duyuyor. Ve bu bağımlılık nedeniyle uranyumu her ne pahasına olursa olsun çıkarıyor. Bu durum yalnızca Nijer'e özgü de değil. Siz bir uranyum madeninin yakınında oturmak ister miydiniz? Ülkemizde radyoaktivite, başka ülkelerde bizi lanetleyen bir sömürü istemiyorsanız siz de www.ilovenuclear.org adresşne gidin ve bir radyoaktivist olun.

Kenya, geniş ölçekli sıtma tehlikesiyle karşı karşıya. İngiltere Uluslararası Kalkınma Ajansının bir araştırmasına göre, Kenya'nın Merkez Dağlık Bölgesi'nde yaşayan 4 milyon insan, iklim değişikliği nedeniyle sıtma tehdidi altında. Normal koşullar altında Kenya, zaten sıtma hastalığının yaşandığı bir ülke, bu nedenle deniz seviyesine yakın yaşayanların bağışıklıkları var. Ancak artık küresel ısınma nedeniyle hastalığı taşıyan sivrisinekler, daha yüksek rakımlarda da yaşayabiliyorlar. Böylece, dağdaki köylerde yaşayıp hastalığa karşı bağışıklık geliştirmemiş insanlar da sıtmaya yakalanmaya başladılar. Bölgede ortalama sıcaklıklar 1989'da 17 dereceyken, 2009'da, yani yalnızca 20 yıl sonra 19 dereceye yükselmiş durumda. Sıtma hastalığı taşıyan sinekler ise, 18 derecenin üstünde hayatta kalabiliyorlar. Kenya'daki bu ani değişim, yakın gelecekte yaşayabileceklerimizin sadece küçük bir örneği...
Bu arada, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Margaret Chan da geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, iklim değişikliğiyle sağlık sorunları arasında çok büyük bir bağ olduğunu söyledi. Chan, Kopenhag'ın büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyerek başladı sözlerine. Açıklamasına göre, sağlıkla küresel ısınma arasındaki ilişki son derece açık. Dünyanın kimi yerlerinde insanlar susuzluk yaşarken, kimi yerlerinde aşırı yağışlarla boğuşuyorlar. Seller, yalnızca boğulma tehlikesine yol açmıyor. Atıklarla temas eden sel suları, ölümcül ishaleden koleraya kadar birçok tehlike yaratıyor. Susuzlukla baş etmeye çalışan yerler ise, genellikle tarımla geçinen yerler. Ve yetiştirdikleri ürünler, susuzluk nedeniyle artık yetişemiyor. Chan, 20-30 yıl içinde Afrika'da tarımın %50 oranında azalacağını söyledi. Bilim adamları da, sıcaklıkların yavaş yavaş artacağını, ancak fırtına ve sel gibi uç doğa olaylarının daha sık yaşanacağını söylüyorlar. Bu durumun sebep olacağı açlık ve yetersiz beslenmeyle nasıl başa çıkılacak?

Yine Kenya'dan ilginç bir haberle devam edelim. Çöller nedeniyle birçok köye ulaşmanın oldukça zor olduğu Kenya'da, Nomadic Communities Trust – yani Göçer Toplumlar Vakfı - adlı sivil toplum kuruluşu, yıllardır köylere develerle ilaç götürüyor. Ancak buzdolabında saklanması gereken ilaçlar için çözüm bulunamıyordu. Yakın zamanda ise güneş panelleri sorunu çözecek gibi görünüyor. Devenin üstüne yerleştirilen buzdolapları, uzun çölleri aşarken üstlerine yerleştirilen güneş panelleri ile enerji ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Böylece ilaçlar bozulmuyor. Yetkililer, bunun yalnızca 2000 dolara mal olacağını açıkladılar. Yani yenilenebilir enerji, Kenya'nın uzak köylerindeki 300 bin kişinin umudu olacak...

Çin, yeni bir gıda skandalına sahne oldu. 2008'de sekiz çocuğun süte katılan kimyasal madde melaminden ölmesinin üstünden yalnızca bir yıl geçti. Bundan tam bir yıl sonra, Şangay'daki başka bir şirketin ürettiği sütlerde 'aşırı yüksek seviyede melamin bulunması nedeniyle', fabrikanın kapatıldığı açıklandı. Melamin koyma sebepleri, protein oranını daha fazla gibi göstermek. Çin'de bu çok yaygın. Geçtiğimiz yıl yüzbinlerce insan, melaminli süt ürünlerinden zehirlendi. Sebep ise, gıda endüstrisine yönelik güçlü yaptırımların olmaması ve kontrollerin zamanında yapılmaması. Gıda güvenliği, ne yazık ki yalnızca GDO'lu ürünlerle ilgili değil, doğal olduğunu düşündüğümüz ürünlerle de ilgili bir sorun. Çözüm ise, gıda güvenliğine dair yasaların ve denetimlerin sıkılaştırılmasından geçiyor. Belki en güvenlisi organik sertifikalı ekolojik ürünler satın almak.

Litvanya'da 26 yıldır çalışan nükleer santral kapatıldı. Santral, Litvanya'nın elektrik ihtiyacının %70'ini karşılıyordu. Yapısı ise, 1986'da dünyanın en korkunç nükleer kazasına sahne olan Çernobil ile aynıydı. Litvanya, 2004'te AB'ye üye olabilmek için bu santrali 2010'da kapatacağına söz vermişti. İki reaktörün birini ise 2004 yılında kapatmıştı. Litvanya, elektrik ihtiyacını karşılamak için, yine eski teknolojilerden medet ummaya devam ediyor. Şu anda enerji açığını, doğalgaz ve termik santrallerden karşılamaya çalışıyor. Ancak AB desteğiyle yakın zamanda yenilenebilir enerjilere döneceğini açıkladı. Maalesef şu anda enerji konusunda tamamen Rusya'ya bağımlı durumda. Türkiye'de nükleer santral inadı sonlanmazsa, bizim de dış ülkelere bağımlı olmamız kaçınılmaz. Dışa bağımlılığa hayır demek için www.ilovvenuclear.org adresini ziyaret edin, siz de nükleere hayır deyin.

Bugün yeni yılın ilk günü ve Dünya aynen dün gibi yine tehdit altında… bu yılda da dünyayı kurtarmak için hep beraber mücadeleye devam edeceğiz. Bizi bu tehditlere karşı uyaran ve çözümler üreten Earth Policy Institute'un araştırmalarına göre, 3000 yıl önce Çin'de yetiştirilmeye başlanan soya fasulyesi, Amazon Ormanları'nı yok etmek üzere. ABD'de soya fasulyesi ekili alanlar, buğdaydan daha fazla. Brezilya'da ise öyle çabuk artıyor ki, Amazonlar'ı tehdit ediyor. Soya fasulyesi, esasında tofu, soya sosu, et katkısı gibi besin olarak doğrudan masalarımıza gelmiyor, bu oran çok az. Soya fasulyesi en büyük oranda hayvanlara yem olarak veriliyor. Zaten soya fasulyesi tarımının bu kadar hızlı büyümesi, 1950'de yıllık 44 milyon ton olan et tüketiminin 2009'da 280 milyon tona ulaşmasının gerçek nedeni. 1970'lerde ABD Japonya'nın suya fasulyesi talebini karşılayamaz hale gelince, Brezilya'da ekimine başlanan soya fasulyesi, şu anda Brezilya ve Arjantin'in tarımını ve dolayısıyla ekonomisini yöneten unsur haline geldi. 1950'de 17 milyon ton olan soya fasulyesi miktarı, 2009'da 250 milyon tona ulaştı. Bunun %70'i ise hayvan yeminde kullanılıyor. Yani aslında biz görmesek de soya fasulyesi ette, jambonda, tavukta, yumurtada ve peynirde de gizli olarak ve üstelik ham değerini yitirerek bulunuyor. Üstelik soya fasulyesi tarımında tohumdan daha da yüksek verim almak da şu anda mümkün değil. Bu nedenle talep arttıkça, tohumun kalitesini arttırmak yerine daha çok ekili alan sağlamaya çalışıyorlar. Amazonlar bu amaçla artık, soya üreticileri tarafından katlediliyor. Oysa ki bu ormanlar, dünyada bitki ve hayvan çeşitliliğinin en yüksek oldukları alanlar. Üstelik yağmuru kıyılardan kıta içlerine taşıyarak su ihtiyacını da onlar düzenliyor. Ayrıca karbonu içlerinde tutarak saklama potansiyelleri çok büyük. Zaten en önemlisi de bu. Eğer Amazonlar yok edilirse, inanılmaz ölçüde karbon salımı gerçekleşecek. Bu da yalnızca Brezilya'yı değil, tüm dünya iklimini etkileyecek, biyolojik zenginliğimiz yok olacak. Brezilya, ormansızlaştırmayı 2020'de %80 oranında azaltmayı hedefliyor. Ancak artan soya talebi, bunu imkansız kılabilir. Yani Amazonların geleceği, soya talebinin küresel anlamda düşüşüne bağlı. Bunun için de besin üretim ve tüketim biçimlerini ciddi olarak değiştirmek artık zorunlu hale geldi. Amazonları bekleyen tehlikeler ve çözüm önerilerine www.greenpeace.org sayfasından ulaşabilirsiniz.

Hindistan'da nükleer araştırma merkezinde çıkan yangında iki kişi öldü. Yetkililer kazanın radyasyon sızıntısına sebep olmadığını söyleseler de, bu konuda güvenilir bir açıklama henüz yapılmadı. Çünkü merkezin çok sayıda nükleer araştırma reaktörü var. Mumbai'de bulunan merkez, Hindistan'ın hem nükleer enerji hem de onunla el ele giden nükleer silahlar konusunda en önemli araştırma merkezi. Dolayısıyla bir ülkenin en dikkat gösterilen nükleer merkezinde bile yangın çıkabildiğine göre, nükleerin yüksek risk içeren bir enerji olduğunu daha ne şekilde kanıtlamak gerek. Bunu her fırsatta dile getiren Greenpeace ise, ikinci Nükleer Tepki Ödülü'nü vermeye hazırlanıyor. 2009, çok fazla nükleer kaza gördü. Amerika Handford nükleer atık tesisindeki radyoaktif yaban arıları, Sellafield nükleer santralindeki kontrolden çıkıp nükleer atıkları tesis dışına çıkarmaya çalışan robotlar... Yine İngiltere'de Sizewell nükleer santralinde çamaşırlarını yıkamaya inen görevlinin şans eseri fark ettiği radyoaktif sızıntı... ya da Fransa'nın 'Nükleer santraller sıcakta çalışmıyor, bu nedenle yazın elektrik ithal ediyoruz' açıklaması... Peki ya Enerji Bakanımızın 2010'da 5.kez nükleer ihale açacak olması? Siz olsaydınız ödülü hangisine verirdiniz? Gelin www.ilovvenuclear.org adresinde nükleere karşıtı harekete katılın.

ŞUBAT
Denizlerden bir de iyi haber.. Avustralya'daki uzmanlar, Queensland açıklarındaki Büyük Mercan Resifi'ni korumak amacıyla altı yıl önce alınan önlemler sonucu bölgedeki balık nüfusunun şimdiden iki misline çıktığını bildiriyorlar. Dünyanın bu en büyük mercan kayalıkları sistemini korumak üzere alınan önlemlerden biri de balık türlerinin azalmasını engellemek amacıyla, bölgenin üçte birinde av yasağı konmasıydı. Uzmanlar balık artışının bir dizi zincirleme etki yaratacağını söylüyor. Avlanmanın engellenmesiyle yetişkin balıkların ömrü uzamış olacak, bunun sonucu olarak daha hızla çoğalacaklar, ve av yasağı bölgeleri dışındaki balık nüfusunun da artmasına katkıda bulunacaklar. Aynı şekilde ülkemizdeki kıyıların %40’ının deniz rezervi ilan edilerek korunması da balık stoklarımızın ve yerel balıkçıların gelirlerinin artmasını sağlayacak.

AB'nin 2020 yılı için belirlediği enerji hedeflerinin adı 20-20-20 paketi. Buna göre, 2020'de enerji ihtiyacının %20'si yenilenebilir enerjilerden karşılanacak. Sera gazı salımı 1990 yılı seviyesinin %20 oranında altına düşürülecek. Ulaşımda kullanılan yakıtın %10'u biyoyakıt olacak. Ayrıca enerji tasarrufu %20'ye ulaşacak. Bu hedeflerin hepsi başlı başına çaba istiyor. Bu yüzden, yeni enerji kaynaklarının kullanımına ve yeni çözümlere dair pek çok ülkede araştırma yapılıyor. Peki bizim durumumuz nedir, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine hazırlanırken ve çevre fasli açılmışken, yenilenebilir enerji yatırımlarındakı somut hedefler nelerdir?

Amerika Vermont'ta bulunan Yankee Nükleer Santrali, ülkenin en eski nükleer santrallerinden biri, tam 38 yaşında. 650 MW kapasitesi ve sadece 650 çalışanı ile eyaletin elektrik ihtiyacının üçte birini sağlıyor. Yankee, güvenli – temiz – güvenilir gibi üç kavramı kendine slogan edinmiş ancak santrale atfedilen bu sıfatların doğru olmadığı her fırsatta ortaya çıktı. Federal Nükleer Enerji Düzenleme Komisyonu, 2005'ten bu yana santralde ciddi radyoaktif tritium sızıntısı olduğunu açıkladı. Komisyon, Yankee santrali dışında 104 nükleer santralin de ömrünü tamamlamak üzere olduğunu belirtti. Üstelik Komisyon, bunların 27 tanesinde de tritium sızıntısı tespit etti. Yankee'de 2007'de ve 2008'de iki kez soğutucu kuleler çöktü. 2009'da santralden üç kez uzun süreli sızıntılar olduğu belirlendi. Sızıntıda, kansere yol açtığı kanıtlanmış tritium maddesinin, su boruları aracılığıyla çevredeki su kaynaklarına yayıldığı belirlendi. Daha da ilginci, bu durum kanıtlanana dek santralin sahibi Entergy Corp yetkililerinin, santrale su borusu olmadığını iddia etmesiydi.
Tüm bu tehlikelerin ve yalanların ardından, iki gün önce Vermont eyaleti yetkilileri santrali kapatmaya karar verdiklerini açıkladılar. Amerika'da 40 yıllık ömrünü tamamlayan santrallerle ilgili, genellikle ömürlerini 20 yıl daha uzatma kararı veriliyor. Ve inanılmaz maliyetlerle santrallerin ömrü uzatılmaya çalışılıyor. Ancak Vermont Senatosu'nun en önemli ismi Peter Shumlin, Yankee'de böyle bir kararı reddedeceklerini açıkladı. Obama'nın nükleer rönesans hayalleri de, böylece geri çevrilmiş oluyor.
Siz de nükleer rönesansın bir masal olduğunu düşünüyor ve Türkiye bu masala alet olmasın diyorsanız, http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, sesinizi duyurun.

Geçen hafta BM İklim Değişikliği Dairesi Başkanı Yvo de Boer, istifa kararı aldı. Bu karar, başarısızlıkla sonuçlanan Kopenhag'dan yalnızca iki ay sonra geldi. Yaklaşık dört yıldan beri bu görevde bulunan de Boer'un istifası, 1 Temmuz'dan itibaren geçerlilik kazanacak. De Boer, istifasını şimdiden açıklamasının nedeninin Aralık 2010'da yapılacak Meksika İklim Zirvesi'ne dek yerine yeni bir isim bulunabilmesi olduğunu belirtti. Bakalım De Boer'in yerine geçecek kişi, iklim değişikliğiyle uluslararası mücadeleyi güçlendirmeyi başarabilecek mi? Gezegenin geleceği için bu son derece önemli bir konu.

Kaliforniya Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, Kaliforniya sahilinin en önemli şehirlerinden San Francisco'nun sisi yakında yok olabilir. Bölgedeki sis, Kaliforniya kıyılarındaki serin deniz ile sıcak karasal kesimler arasındaki sıcaklık farkı sonucunda oluşuyor. Kaliforniya Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre 1901 yılından beri sis oranı yüzde 56’dan yüzde 42'ye düştü. Bu da bir gündeki sis süresinin 3 saat azalmasına denk geliyor. Amerikan Ulusal Bilim Akademisi Dergisi'nde yayımlanan sonuçlar, kıyı bölgesindeki havaalanlarında yapılan ölçümler sonucunda bir araya getirilen bulgulara dayanıyor. Küresel ısınma nedeniyle aradaki sıcaklık farkının azalması ise sisin etkisini azaltarak soğutucu özelliğine sekte vuruyor. Bu ise bölgenin en güzel ve yüzbinlerce yıllık Redwood Ormanı'nı ciddi şekilde tehdit ediyor. Araştırmaya göre, bölgedeki sis, Redwood Ormanı'ndaki su varlığının korunması için son derece önemli. Düzenli ortaya çıkan sisin kaybolması durumunda ormanın yok olabileceğini öngörmek çok da zor değil.

Büyük şirketlerin çevreye verdikleri zararı ödemeleri gerektiği yönünde tüm dünyada politik baskılar artıyor. Büyük şirketlerin çevre üstündeki etkilerini ve bu etkilerin nasıl bertaraf edilebileceğini gösteren yeni bir BM araştırması, bu konuda harekete geçilmesi için ilk adım olacak. Önemli bir başka araştırmanın sonuçları ise, BM Özel Danışmanı Pavan Sukhdev'in yürüttüğü Ekosistemler ve Biyoçeşitliliğin Ekonomisi adıyla 2010 sonunda yayımlanacak. Sukhdev, şirketlerin çevreye verdikleri zarar önlenmezse, 2050'ye dek küresel ekonominin ciddi bir krizle %7 oranında küçüleceğini söyledi. Birleşik Krallık Çevre Genel Sekreteri Hilary Benn, politik liderlerin yalnızca iklim değişikliğine neden olmaya değil biyoçeşitliliğe zarar vermeye de bir yaptırım uygulanması gerektiğini söylemişti.

2009'da çevreye en çok zarar veren sektörün altyapı hizmetleri olduğu belirlendi. Bu alandan kaynaklanan zararın 400 milyar dolar olduğu belirtildi. Bunun büyük kısmından karbondioksit ve diğer sera gazları sorumlu. Nükleer atıklar, asit yağmurları, fabrika bacalarından çıkan dumanlar ve sudaki metal kirliliği de, bu alanda çevreye zarar veren diğer ciddi başlıklar. Altyapı hizmetlerini 300 milyar dolarlık maliyetle madencilik, ormancılık ve kimyasal şirketler gibi hammadde üreten şirketler takip ediyor. Araba, yiyecek, içecek ve oyuncak şirketleri gibi tüketim maddeleri üreten şirketler de 290 milyar dolarla üçüncü sırada. Çevreye en az zarar veren sektörler ise iletişim, sağlık, teknoloji ve finans. Her birinin çevreye verdiği yıllık zarar 25 milyar doların altında. Bütün bu zararların toplamının neden olduğu kayıplar düşünüldüğünde ekonomik sistemimizin bize yarardan çok zarar getirdiği aşikâr, o zaman ekonomiyi yeniden yapılandırmak üzere neden büyük bir gayretin olmadığını anlamak mümkün değil.

Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh kamuoyu karşı çıktığı için Hindistan'da GDO'lu patlıcan üretimine izin verilmeyeceğini açıklamıştı. Kongre de Ramesh'i bu konuda desteklediğini açıkladı. Kongre, GDO'lu sebzelerin insan sağlığına zarar vermediği netleşene kadar ticari tarıma izin verilmemesi gerektiğini söyledi. Hatta, ülkede bilimsel düzeyde, GDO'nun insan sağlığına zarar vermediğine ilişkin 'konsensüs' sağlanana dek üretim yapılmaması gerektiği belirtildi. Kongrenin de bu kararın arkasında durması, Hindistan'da gıda güvenliğinin geleceği için son derece önemli.

Avustralya, dünyanın en büyük uranyum rezervlerine sahip ülkesi. Avustralya Başbakanı Kevin Rudd ise, bunun bile nükleer tuzağına düşmek için bir sebep olamayacağını gösteren bir kararı açıkladı. Avustralya, düşük karbon salımına sahip diğer enerji seçeneklerini değerlendirecek. Ancak ne yazık ki nükleer karşıtı bu tavır, yenilenebilir enerjilerin kullanılacağını göstermiyor. Avustralya, sözde 'temiz' kömür ve karbon depolama yöntemlerinden yararlanacağını söyledi. Oysa ki karbon depolama, gelecek kuşaklar için bir saatli bomba. Çünkü depolanan karbonun 'sonsuza kadar' yer altında kalacağını kanıtlayan hiçbir araştırma yok. Bu da bu teknolojinin sürdürülebilirliği konusunda ciddi endişelere neden oluyor. Avustralya, 2020'ye kadar sera gazı salımını %5 oranında düşürecek. Eğer küresel bir iklim anlaşması imzalanabilirse, bu oranı %25'e kadar çıkarabileceğini de ifade etti.
Avustralya, kirli ve eski bir enerji olan kömürü Çin'in de kullanmasını sağlamak üzere anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre Avustralya, önümüzdeki 20 yıl boyunca Çin'e 60 milyar dolar değerinde kömür satacak. Bu da her yıl 30 milyon ton kömür anlamına geliyor. Yani Avustralya, toplam iç sera gazı salımının %20'sine eşit miktarda kömürü Çin'e gönderecek. Uzmanlar, bu durumun Kopenhag Mutabakatı’na aykırı olduğunu söylediler.

Kanada'da Laval Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, küresel ısınmanın somut bir kanıtına daha ulaşıldı. Kanada'da bulunan donmuş toprağın (permafrost) erimeye başladığı ve kuzeye doğru çekildiği açıklandı. Bu değişiklik, on yıllardır süregelen bir bölgesel ısınmaya işaret ediyor. Donmuş topraklar eridiklerinde, çok güçlü bir sera gazı olan metan gazı topraktan çıkarak atmosfere yayılır. Araştırma, bölgedeki ortalama sıcaklık artışın son 20 yılda 2 dereceyi bulduğunu da gösteriyor.

The Guardian gazetesinde yayımlanan bir araştırmaya göre, primat türlerinin yarısı, tropik ormanların yok edilmesi, yasadışı avcılık ve ticaret nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Rapor, soyları tükenmek üzere olan en önemli 25 türü sıralamış. Madagaskar, Afrika, Asya, Orta ve Doğu Amerika'daki primatlar, ciddi risk altındalar. Bazı türlerin toplam nüfusu 60'a kadar düşmüş durumda. Dünyadaki 634 primat türünün %48'i, soyu tehlike altındaki türlerin sıralandığı IUCN'nin yani Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin kırmızı listesinde. Araştırmacılardan Russell Mittermeier, araştırmanın amacının en büyük risk altında olan türleri göstererek kamuoyunun dikkatini çekmek olduğunu açıkladı. Bu şekilde, devletlerin de konuyla ilgili harekete geçmeleri sağlanabilir.

Çöpe attığımız elektronik ürünlere ne oluyor? Genellikle bunu düşünmüyoruz. Ancak bu ürünler, gelişmemiş ülkelerin başına bela oluyor. Çünkü elektronik aletlerin sökümü, gelişmiş ülkelerde yapılmıyor. Çünkü söküm zehirli bir süreç. Söküm işlemlerinin yapıldığı ülkedeki insanları zehirliyor. Örneğin Gana'ya her yıl gelişmiş ülkelerin tonlarca elektronik atıkları gönderiliyor. Ve ne yazık ki bu elektronik atıkları ayıklayan ve yakanlar da Ganalı çocuklar. Çocuklar bu sırada ağır metallerle de temas ediyorlar. Bu süreç sadece çocukları zehirlemekle kalmıyor. Elektronik atıklardaki ağır metaller ülkenin toprağına, suyuna da karışıyorlar. Greenpeace, Gana'daki toprağı ve derelerini analiz etti. Sonuçta hem toprakta, hem de suda, yüksek düzeyde kurşun, kadmiyum, arsenik ve diyoksin bulundu. Üstelik, Gana bu sorunu yaşayan tek ülke değil. Nijerya, Vietnam, Hindistan, Çin ve Filipinler'de aynı durumda. BM, her yıl 50 milyon ton elektronik atık ortaya çıktığını tahmin ediyor. Almanya'da eski bir televizyonu ayrıştırmanın maliyeti 5.3 dolar. Aynı televizyonu gemiye yükleyip Gana'ya yollamanın maliyeti ise 2.2 dolar. Yani Afrika ülkeleri, yalnızca ekonomik nedenler yüzünden ciddi sağlık riskleriyle karşı karşıya kalıyorlar.

Bugün sizlere dünyadan kısa kısa nükleer tehdit haberleri vermek istiyorum. Greenpeace, Fransa'da yine nükleere karşı eylemdeydi. Fransa’dan Rusya’ya gönderilmek istenen uranyumu durdurmak isteyen üç Greenpeace eylemcisi, uranyum zengileştirme tesisinde eylem yaptı. Eylemciler, Fransa’nın Triscatin şehrinde, Rusya’ya gönderilecek olan içi uranyum dolu kargoyu demiryolunda bloke ettiler. 'Rusya çöplük değil' yazan bir pankart açan üç eylemci, kendilerini uranyum zenginleştirme tesisinin kapısına zincirledi. Dokuz saat süren eylem, polisin son eylemciyi de tutuklamasıyla son buldu. Böylece Rusya'nın çöplük olmadığı göstermeyi hedefleyen eylemciler, nükleer atık taşımasını saatlerce geciktirmeyi başarmış oldu.
Bu arada Fransız haber ajansı, Nükleer Güvenlik Kurumu’nun Kuzey Fransa’daki Flamanville santralindeki trityum ihracının artırılacağını duyurdu. Yetkililerin zararsız olduğunu iddia etmesine rağmen trityum, kısa ömürlü hidrojen izotopu olan radyoaktif bir madde. Greenpeace dahil dört çevre örgütü bu duruma itiraz etti. Konu hakkında bir uzman açıklama yaparak, ne canlı organizmalarda, ne de besin zinciri üzerinde trityum birikim sürecinin ne olacağını bilmediklerini dile getirdi. Böyle bir artışa karar vermeden önce çok daha derin araştırmalar yapılmasının gerekli olduğunu ifade etti.
Kanada Nükleer Güvenlik Komisyonu CNSC, Kanada Ontario'daki Bruce nükleer santralinde çalışan 217 kişinin Kasım sonundaki bir kazada radyoaktiviteye maruz kaldığını açıkladı. Kanada'da bugüne kadar bu kadar çok insanı etkileyen başka bir olay yaşanmamıştı. Demek ki, nükleer santraller ne kadar yeni olurlarsa olsunlar, tüm güvenlik açıklarını kapatmak mümkün olmuyor. Ve insanlar bu nedenle sağlıklarını kaybediyorlar. CNSC, işçilerin alfa adı verilen radyoaktivite türüne maruz kaldıklarını belirtti. Alfa, radyasyonun ciddi anlamda tehlikeli bir çeşidi. Belirli bir ölçünün üstünde alındığı zaman kansere yol açıyor. CNSC, ölçümlerde güvenli sınırın aşıldığını gözlemlediklerini açıkladı.
Bu kadar ciddi bir kazaya rağmen, Ontario, nükleer inadından vazgeçmiyor. Kanadalı Ontario Enerji Şirketi, Pickering nükleer santralini 10 yıl daha işler durumda tutabilmek için 300 milyon dolar harcayacaklarını açıkladı. Şirket, maliyetin çok yüksek olduğunun farkında olduklarını da söyledi. Ülkedeki çevre kuruluşları, Ontario'nun nihayet doğruyu söylediğinin altını çizdiler. Yani onlar da nükleer enerjinin pahalı olduğunu biliyorlar.
Sera gazı salımını azaltacağını açıklayan ancak hedefleri gülünç derecede düşük tutan ülker arasında ABD de vardı. ABD, yenilenebilir enerjilere yöneleceğini de söylemişti. Ancak Obama, bu hafta hatalı bir enerji politikası izlediğini ortaya koydu. ABD, nükleer santraller için 8.3 milyar dolar devlet desteği sağlayacaklarını açıkladı. Yani, başka bir deyişle nükleer lobi ABD vatandaşlarının vergisini kendi cebine indirecek. Devletin sağlayacağı bu teşvikle, Georgia'da iki nükleer reaktör inşa edilmesi söz konusu, üstelik inşaatı da yıllar alacak ve söküm maliyetleri halka yüklenecek. Halbuki bu teşvikler yenilenebilir enerjiye verilse çarpan etkisi yapar ve bize doğa ile dost bir gelecek hazırlamakta umut verebilirdi.

British Airways ve ABD biyoenerji şirketi Solena, Avrupa’nın ilk yeşil yakıt santralini Londra’ya inşa etmek üzere anlaştı. Proje, 2014 yılında tamamlanacak. Fabrika tamamlandığı zaman, yılda 500 bin ton atığı 16 milyon gallon karbon-nötr havacılık yakıtına dönüştürecek. Yani günlerdir bahsettiğimiz ve milyonlarca insanın aç kalmasına neden olan tarımsal alanlardan biyoyakıt elde etme süreci, burada uygulanmayacak. Dönüştürülecek atıklar, hem evlerden hem de sanayiden çıkan atıklar olacak. Bu yöntem, geleneksel yöntemden, yani uçak yakıtı olarak kullanılan kerosenden %95 daha az karbon salımına neden olacak. Bu karbon salım oranı da, 48 bin arabanın trafikten çekilmesiyle eşdeğer.
İngiltere, evsel atıklardan araç yakıtı konusunda öncü olacak gibi görünüyor. Yalnızca British Airways değil, Stagecoach adlı bir otobüs firması da bir çeşit kızartma yağına geri gönüşüm uygulayarak üretilen yakıtı kullanıyor. Şirket, tüm yakıtın çöpten üretilmesine özellikle dikkat ediyor. Yani yakıt için özellikle yetiştirilen tohumları kullanmıyor. Şirket, bünyesindeki 7000 otobüsü de yeşil yakıtla işletmek istiyor. Ancak bunun için yeşil yakıt üretilen tesislerin yaygınlaşması gerekiyor. Bu çabaları alkışlarken, yine de hatırlatmakta fayda var, hızla tüketim artarken tüketime yetişemezse bu çabalar sadece sonu biraz geciktiriyor, ve çözüm olmaktan uzak.

Obama, ABD’de iklim değişikliğiyle ilgili çalışacak ve rapor hazırlayacak yeni bir federal kurum kurulmasına karar Verdi. Kurum, Milli Hava ve Okyanus Ajansı NOAA ile koordinasyon içinde çalışacak. NOAA yetkilileri, beğensek de beğenmesek de, inansak da inanmasak da iklim değişikliğinin var olduğunu ve çok ciddi bir tehdit olduğunu dile getirdi. NOAA, 2000-2009’un en yüksek sıcaklıkların kaydedildiği yıllar olduğunu açıklamıştı. Türkiye’de de, sivil toplum kuruluşlarından üyelerin, bilim insanları ve akademisyenlerden oluşan bir iklim değişikliği kurulu oluşturulmalı. Enerji planları, bu kurulun önerilerine dayanarak yapılmalı. Şu andaki iklm değişikliği koordinasyon kurulu dişe dokunur hiçbir iş yapmadı ve sonuç üretmek konusunda işe yaramıyor. Bakanlık hâlâ iklim değişikliği ile kaybedeceğimiz ağaçlandırma projeleriyle övünüyor.

Fransız nükleer şirketi Areva’nın Amerika, Kaliforniya merkezli bir güneş enerjisi şirketini satın aldığı açıklandı. Yoğunlaştırılmış güneş enerjisi üreten Ausra şirketi 2006 yılında kurulmuş yeni bir şirket.
Ausra CEO’su Robert Fishmann kendi teknolojilerinin Areva ile birleşmesi ile artık güneş enerjisi pazarına girmek için tüm gereklilikleri tamamladıklarını bildirdi. 75.000’den fazla çalışanı ve yıllık $11.6 milyar dolar geliri olan Areva, 2012’de satışlarının 1.4 milyar dolarını yenilenebilir enerjiden sağlamayı hedefliyor. Nükleer Areva dahi artık nükleerin eski ve modası geçmiş bir teknoloji olduğunu biliyor. Bu nedenle herkesin yöneldiği gibi yenilenebilir enerjilere yönelmeye çalışıyor.
Siz de yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin nükleer enerjiyi gereksiz kıldığını düşünüyor musunuz? O zaman http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleerin gereksiz, kirli, eski ve tehlikeli bir teknoloji olduğunu düşünen 1 milyon kişiden biri de siz olun.

Tokyo İkilisi olarak anılan Junichi ve Toru’nun davasında olumlu bir gelişme yaşandı. Junichi ve Toru, 2008 yazında Japonya’daki balinacılık sektöründeki bir skandalı aydınlattıkları için tutuklanmışlardı. Eğer suçlu bulunurlarsa 10 yıl hapis cezası alacaklardı. Geçtiğimiz haftasonu gerçekleştirilen ilk celsede savcının tanıkları Greenpeace iddialarını ve skandalı doğruladı. Bu çok önemli bir gelişme çünkü balinacılık sektörünü derinden etkileyecek. Tokyo İkilisi’nin tutuklanmasının hemen ardından başlatılan kampanyada dünya çapında 250 bin imza toplanmıştı. Greenpeace destek veren herkese Junichi ve Toru adına teşekkür ediyor. Çevre suçlarını aydınlatmanın değil işlemenin suç olduğunu böylece herkes öğreniyor.

Kanada'ya, dünyanın dört bir yanından katranlı kumdan petrol üretimini durdurması için çağrılar geliyor. Yine de Kanada, bu kirli endüstrinin hayatta kalması için uğraşıyor. ABD, katranlı kumları almayacağını duyurmuştu. Açıklama olarak da katranlı kumların doğaya verdiği zarar ve ağır karbon ayak izi nedeniyle kabul edilemez olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Kanada, yüzünü Çin'e döndü. Çin, 500 bin varile kadar ithal etmeyi planlıyor. Gezegene verdiği zararın tartışmasız ölçüde büyük olduğu bu kirli endüstrinin derhal sonlandırılması gerekiyor.

Peki petrol yerine kullanılan biyoyakıt gerçekten gezegene dost mu? ActionAid'in son raporuna göre, AB'li şirketler, Afrika, Asya ve orta Amerika'dan milyonlarca hektarlık tarım alanını biyoyakıt üretmek için kullanıyorlar. Rapora göre, bu durum besin fiyatlarını ve tarım yapacak alan bulmanın zorlaşmasına sebep oluyor ve bu da 100 milyon kişiyi aç bırakıyor. AB ülkeleri, 2020'ye kadar araç yakıtlarının %10'unu biyoyakıtlardan karşılayacaklar. Rapor, bu beklentinin karşılanması için gelişmiş ülkelerdeki bu alanların 17.5 milyon hektarı bulabileceğini belirtiyor. Yani İtalya'nın yüzölçümünün yarısı... Bu da ne yazık ki tarım alanları çok ucuza satın alınan ülkelerde yaşayanlar için daha çok açlık anlamına geliyor. IMF de, 2008'deki küresel besin fiyatı artışlarının %20-30 oranında biyoyakıt üretimine bağlı olduğunu belirtmişti. O yıl, üretilen tohumların 125 milyon tonu, biyoyakıtlar için harcandı. Petrole alternatif arıyoruz fakat biyoyakıtlar da çevre için doğru bir tercih değil. Çözüm, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjilerde.

Dünya Politikaları Enstitüsü yani Earth Policy Institute'ün son araştırmasına göre, dünyada tarım pek çok baskılarla karşı karşıya. Üretime bakacak olursak, ekilebilir alanların çoğu günümüze kadar kullanıldı. Hatta bazı tarım alanları o kadar hoyratça ekilip biçildi ki, artık verimli ürün almak mümkün değil. Bu arada nüfus artmaya devam ediyor. Bir de şimdi arabaları beslemek için biyoyakıt üretimi başladı. Bunun içinse milyonları doyuracak tohum, arabalarda benzin olarak kullanılıyor. Besin talebi ise tüm dünyada hızla artmaya devam ediyor. Afrika'nın nüfus yoğunluğu en fazla olan ülkesini, Nijerya'yı ele alalım. 1961'den beri nüfus tam 3 katına çıktı. Öte yandan ülke, her yıl ekilebilir tarım arazilerini çölleşme nedeniyle kaybediyor. Talep artmaya devam ederken, besin üretimi yavaşlamış görünüyor. 1970-1990 arası dünyada tohum üretimi %64 büyüdü. 1990'dan 2009'a kadar ise yalnızca %24'lük bir artış oldu. 1990'ların ortasında 825 milyon olan açlık sınırının altında yaşayan sayısı, günümüzde 1 milyarı aştı. En önemli çözüm, sürdürülebilir tarım ve et üretiminden vazgeçmek.

ABD Enerji Kurumu'nun araştırması, nükleere dair korkunç bir gerçeği gözler önüne serdi. Hanford Nükleer Tesisi'ndeki radyoaktif maddeler, Columbia Irmağı'nı binlerce yıl daha tehdit etmeye devam edecek. Üstelik, federal hükümet, ırmağı radyoaktiviteden arındırabilmek için milyarlarca dolarlık temizleme projelerini hayata geçirmişti. Hanford'da eskiden nükleer silahlar üretiliyordu. Şu anda atıkların konduğu tanklardaki radyoaktif sızıntıya çözüm bulunmaya çalışılıyor. Ancak tahminler, radyoaktivitenin, bölgede en az 10 bin yıl daha hüküm süreceğini yönünde.

Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh, Genetiği Değiştirilmis Brinjalin yani Hindistan’a özgü bir patlıcan’ın güvenli olduğunu kesinleştirmek açısından daha ileri çalışma yapmak gerektiğini açıkladı. Hindistan'da GDO’lu patlıcan deneme ekimleri, 2008 yılından bu yana sürüyordu. 2009 yılında da hükümete bağlı bilim insanları, Genetiği Değiştirilmiş yani GDO’lu patlıcana onay vermişti. Ancak tüm ülke halkı, bu tehlikeye karşı harekete geçti. Eylemler yapıldı. Medyada en çok tartışılan konu GDO’lu ürünler oldu. Halkın bu kadar karşı olduğu bir şeye hükümetin “Evet” demesi tabii ki mümkün değildi. Bu nedenle, Çevre Bakanı Ramesh, Hindistan’da GDO’lu sebze yetiştirilmesini süresiz olarak askıya aldı. Ramesh, toplumun isteğine karşı gelinmemesi gerektiğini söyledi.
Hindistan, dünyanın en büyük patlıcan üreticisi. Ülkede 4000 çeşit patlıcan üretiliyor. GDO’lu brinjali ise Amerikan çok uluslu Monsanto şirketinin ortağı Hint tohum şirketi Mahyco geliştirmiş. Mahyco genetik yapısı değiştirilmiş bu ürünün, bitki zararlılarına karşı daha dayanıklı olduğunu savunuyor. Ancak doğal beslenmek isteyen halk, sadece şirketler için karlı diye saglik riskleri taşıyan GDO’lu besin yemeyi reddediyor. Monsanto hisselerinin değeri düştü! Türkiye’de de Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişine acilen “Dur” demesi gerekiyor. Biz yeteri kadar sesimizi duyurabilirsek, bizim çağrımıza, hiçbir hükümetin karşı durması mümkün değil.

Çin hükümetinin yeni yayınladığı rapora göre ülkede tarım ve hayvancılık sektörü, suyu fabrikalardan yani sanayiden daha çok kirletiyor. 570 bin kişinin katıldığı iki yıllık araştırma, Çin hükümetinin konuyla ilgili ilk ciddi ve sansürlenmemiş açıklaması olarak kabul ediliyor. Daha önce ki Tarım Bakanlığı’nın raporlarını da geçersiz kılıyor. Ayrıca, bacalardan tavuk kümeslerine, ahırlardan meyve bahçelerine kadar her alanda hukuki düzenleme yapılması gerektiğini gözler önüne seriyor. Araştırmaya göre, tarımsal faaliyetler, ülkenin fosfor atığının %67’sinden, azot atığının %57’sinden sorumlu. Ayrıca çalışma, tarım ilaçlarının üretimi arttırsa bile çevreye çok büyük zarar verdiğini gösteriyor. Çin, yüzölçümünün %7’sini tarıma ayırarak dünya nüfusunun %22’sini besliyor. Bu da çevrede geri döndürülemez hasarlara yol açıyor.

Bu arada ABD, Çin başta olmak üzere gelişmekte olan tüm ülkeleri iklim değişikliğiyle mücadele için daha somut hedefler koymaya çağırdı. Kopenhag’ın “ölü doğmuş bir çocuk” gibi olmaması için de herkesin elinden geleni yapması gerektiğini söyledi. Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika, BM’ye somut hedeflerini Ocak ayı sonunda ilettiler. Ancak bunlar gönüllü hedefler. Yani bu hedeflerin herhangi bir bağlayıcılıkları yok. Bakalım gelişmekte olan ülkeler, bu konuda adım atarlarken ABD ve diğerleri ne yapacak? Şu ana kadar açıklanan hedefler yetersiz.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi UNHRC’nin alt çalışma grubuna göre, Japon hükümeti, balina avcılığı programındaki yolsuzluğu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisinin tutuklanmasında uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış olan insan haklarını ihlal etti. “Tokyo İkilisi” olarak da anılan, Junichi Sato ve Toru Suzuki, 15 Şubat’ta mahkemeye çıkacaklar. Ancak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi UNHRC’nin Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu WGAD’nin Aralık ayında Japon hükümetine gönderdiği bilgiye göre, bu iki eylemcinin insan hakları Japon adalet sistemince ihlal edildi. 2008 Haziran'ındaki tutuklanma süreçlerinden beri ikiyüz elli bin kişi Tokyo İkilisi'ne adalet istemiyle imza verdi. Yüksek Mahkeme de dahil olmak üzere hukuk uzmanları yargılama hakkındaki endişelerini dile getirdiler. Bu arada da duruşma öncesi bütün dünyada Japon Büyükelçilikleri önünde protestolar başladı. Greenpeace Akdeniz, Türkiye'deki Japonya Büyükelçiliği'ne gönderdiği mektupta, Tokyo İkilisi için adil bir yargılama isteğini iletti. Tokyo İkilisi için adalet çağrımızı yineliyoruz.

İklim değişikliğinin her geçen gün yeni bir etkisi ortaya çıkıyor. Smithsonian Çevre Araştırma Merkezi’nin araştırmasına göre, Atlantik kıyısındaki ağaçlar geçtiğimiz 22 yıl boyunca gitgide daha hızlı uzamaya başladılar. Bu ilginç durumun, artan karbondioksit miktarının ekosistemlerde meydana getirdiği değişiklikten kaynaklandığını söylüyorlar. Araştırma Hawaii’de gerçekleşti. Araştırmanın sürdüğü 22 yıl boyunca, bölgede atmosferde bulunan karbondioksit miktarının %12 arttığı tespit edildi.

Population Ecology yani Popülasyon Ekolojisi dergisinde yayınlanan başka bir araştırmaya göre ise, iklim değişikliğinin artık ne yazık ki alıştığımız kötü etkilerinden birini gözler önüne seriyor. Araştırmaya göre, ayı sansarı adı verilen bir etobur memeli hayvan, eriyen buzullarla birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Araştırmalar, Kuzey Amerika'da ayı sansarı nüfusunda ciddi bir düşüşe işaret ediyor. Ayı sansarı, İskandinavya, Kuzey Çin, Kuzey Rusya ve Batı Kanada'da yaşıyor. Montana Üniversitesi'nden Jedidah Brodie, iklim değişikliğinin bu tür üstündeki etkilerini inceledi. Araştırma, 1968-2004 yılları arasında Kanada'da buzulların erimesiyle ayı sansarı nüfusunun azalma hızının doğru orantılı olduğunu belirledi.

İspanya'nın güneş enerjisi şirketlerinden Abengoa’nın yan kuruluşu Abener, güneş enerjisi sektörünün geleceğini etkileyebilecek yeni bir teknoloji üzerinde çalışmaya başladı. Proje, yoğunlaştırılmış güneş enerjisi CSP santrallerinde güneş ışığının yoğun olduğu dönemlerde elde edilen ısı ile erimiş tuzu ısıtıyor. Böylece güneş enerjisinin yetersiz olduğunu savunanların en fazla tekrarladığı argümanlarından birini artık yok. Yani güneş ışığının bulut veya güneşin batması gibi nedenlerle azaldığı veya yok olduğu dönemlerde hapsedilen bu ısı ile santrallerdeki buhar türbinleri çalışmaya devam ediyor. Aynen pilde depolanan enerji gibi enerji saklanabiliyor.

Demiryolları, havayolları ve turizm acentaları sahibi Virgin grup’un başındaki isim olan Richard Branson, önümüzdeki 5 yıl içinde çok ciddi bir petrol krizi yaşanabileceğini açıkladı. Bu gerçekliği hükümetlerin de reddettiğini belirtti. Bunun nedenini ise ExxonMobil ve BP gibi büyük petrol şirketlerine yakınlık olarak gösterdi. Uluslararası Enerji Kurumu IEA, daha once, günlük çıkarılan petrolün 2005-2030 yılları arasında sürekli olarak artarak 2030 yılında günde 120 milyon varile ulaşacağını açıklamıştı. Ancak bu rakam IEA’nın kararıyla once 116 milyona, geçen yıl ise 105 milyona kadar düştü. Yalnızca bu farklılık bile IEA’nın artık fosil yakıtlardan hayır gelmeyeceğini bildiğini gösteriyor sanki...
The Independent gazetesinde yayınlanan bir makalenin de değindiği nokta aslında tam olarak bu. Makalede, ABD’deki Atlas Ekonomik Araştırma Vakfı ve İngiltere’deki Uluslararası Politika Ağı gibi iklim değişimi karşıtı düşünce kuruluşlarının, dünyanın en büyük petrol şirketi ExxonMobil’den yüz binlerce sterlinlik yardım aldığı belirtiliyor. Yazıya göre, iki kuruluş da iklim değişikliği fikrine karşı çıkan bilim insanlarını bir araya getirdiği uluslararası toplantılar düzenliyor. Yani, ExxonMobil iklim değişiminin insandan kaynaklanmadığını kanıtlama çabalarında, perde arkasındaki en önemli unsurlardan biri.

Deniz Canlılarının Korunması ve İncelenmesi Organizasyonu, Galapagos Adaları'na özgü deniz arslanlarının 1500 km. Yol kat ederek kuzey Peru'da yaşamaya başladıklarını açıkladı. Neden olarak ise, artan deniz sıcaklıkları gösterildi. Yetkililer, Galapagos deniz aslanlarının, ilk kez bölge dışına çıktıklarını belirtti. Son 10 yılda, deniz arslanlarının yeni yerleşim yeri olan Piura'da deniz suyu sıcaklığı 17 dereceden 23 dereceye yükseldi. Galapagos Adaları'nda ortalama deniz suyu sıcaklığı 25 derece ve her geçen gün yükselmeye devam ediyor.

PEW Çevre Vakfı tarafından desteklenen bir başka çalışma ise, küresel ısınmanın ekonomik boyutu hakkında öngörüler getiriyor. Buna göre, küresel ısınmanın ABD'ye maliyeti 2010'da 61 ila 371 milyar dolar arasında olacak. Küresel ısınma, eğer aynı hızla devam ederse, maliyet 2050 yılında 2.4 trilyon dolar ile 24 trilyon dolar arasında olacak. Yeşil Ekonomi websitesine göre, çalışmada bir noktaya daha değiniliyor. Buna göre, Kuzey Kutup dairesi, sahip olduğu kalın kar ve buz tabakası sayesinde güneş ışığını büyük oranda yansıtarak gezegenimizin ısınmasını engelliyor. Ancak, küresel ısınma nedeni ile bu tabaka eriyecek. Ayrıca donmuş toprak tabakasının altındaki metan gazının yüzeye çıkması da küresel ısınmaya karbon dioksitten 21 kat daha fazla etki yapacak.
BM Su isimli Birleşmiş Milletler Komisyonu, iklim değişikliğinin en büyük etkisinin su üstünde olacağını söyledi. Çölleşme, ani seller, eriyen buzullar, aşırı sıcak hava dalgalar ve kolera gibi sudan kaynaklanan bulaşıcı hastalıklar, iklim değişikliğinin suya bağlı etkilerinden. Tabii su kaynaklarına ulaşmak için çıkacak savaşlar da, milyonlarca insanın hayatını kötü yönde etkileyecek. BM yetkilileri, 2020'ye dek 250 milyon kişinin suya bağlı nedenlerle zarar görebileceğini açıkladı. BM milenyum hedefi ise, 2015'e dek herkesin temiz suya erişim imkanının olmasını sağlamak. Şu anda 2.8 milyar kişi, temiz suya erişimden yoksun. Bu kişilerin çoğu ise Afrika'da yaşıyor.

Her yıl binlerce ton çöp denizlere dökülüyor. Spiegel dergisinin ulaştığı gizli bir hükümet raporu, BM ve AB'nin okyanusları korumakta başarısız olduklarını gösteriyor. Her yıl, 20 bin ton atık Kuzey Buz Denizi'ne atılıyor. Bu atıkların sorumlusu çoğunlukla gemiler ve balıkçılık endüstrisi. Bu kirlilik hem ekolojik ve ekonomik problemlere yok açıyor, hem de deniz yaşamı için geri çevrilemez zararlara yol açıyor. Denize atılan atıkların en tehlikelileri ise plastikler. Deniz canlıları, plastik parçacıklarını yuttuklarında zehirlenerek ölüyorlar. Geçen yıl Berlin Charite Üniversite Hastanesi'nin yaptığı araştırmaya göre, plastik partiküller, vücudun hormonal dengesini altüst ediyor. Başka bir araştırmaya göreyse, Kuzey Buz Denizi'nin çevresinde yaşayan ve balıkla beslenen kuşların %80'inin ağzında plastik parçaları bulundu. Aldığımız her iki nefesten biri okyanuslardan geliyor.

Japon teknoloji şirketi Fujitsu, sebep olduğu 15 milyon ton sera gazı salımını 2012 yılı sonuna kadar önleyeceğini açıkladı. Şirket, Çevreci Bilişim teknolojileri yatırımlarına hız vereceğini duyurdu. Fujitsu, yenilikçi teknolojilere yaptığı yatırımlar ile 2007-2010 arasındaki dört yıllık dönemde de karbondiyoksit salımını 7 milyon ton azaltmıştı.

Hindistan da, gerçek gıdayla beslenmek istiyor. Geçen hafta Hindistan'da üst düzey bir 'GDO-Getirileri ve Götürüleri' toplantısı gerçekleştirildi. Toplantının sonunda imzalanan bildirgede, GDO'lu tohumların ekimine izin verilmemesi ve ülkeye GDO sokulmaması gerektiği belirtildi. Toplantı, Devlet Tarım Departmanı ve Biyoçeşitlilik Kurulu tarafından düzenlendi. Katılımcılar ise, ülkenin çeşitli yerlerinden üst düzey memurlar, Belediye Başkanları, Bakanlar, sivil toplum sözcüleri ve biliminsanlarıydı. Toplantıda, Hindistan'ın dünyanın en geniş biyoçeşitliliğe sahip 3. ülkesi olduğu belirtildi. Bu nedenle ülkenin zengin biyoçeşitliliğine sahip çıkmasının bir ahlaki sorumluluk olduğunun altı çizildi.

Nihayet, Fransa da, mavi yüzgeçli orkinos avcılığının yasaklanmasını isteyen ülkeler arasına katıldı. Yasaklanma kararı, Mart ayında gerçekleştirilecek olan CITES toplantısında alınabilir. Fransa dışında Almanya, Birleşik Krallık ve İtalya da mavi yüzgeçli orkinos avcılığının bir an önce durdurulmasını talep ediyor. Bunlar, mavi yüzgeçli orkinos için çok iyi haberler. Ne yazık ki bu yasak tüm ülkeler için bağlayıcı olmayabilir. Her ülke, anlaşmaya çekince koyarak yasağın kendisine uygulanmasını reddedebilir. Zaten Japonya'nın da çekince koyması bekleniyor. Japonya, dünyanın en çok mavi yüzgeçli orkinos yenilen ülkesi. Üretimin %80'i Japonya'da yeniyor. En kötü senaryo ise, Japonya'dan orkinos avcılarının Akdeniz'e gelerek açık denizde avcılığa devam etmesi.

Enerji haberlerine gelince... Obama, 'yeşil enerji' planlarını yavaş yavaş açıklamaya başladı. Ancak ne yazık ki, beklediğimiz kadar yeşil bir plan sunmadı. Obama, ABD'yi petrol ve doğalgaza olan bağımlılığından kurtarmaya çalışacak. Ancak bunu, nükleer santraller ve biyoyakıtlarla yapacağını açıkladı. Obama, gerçekten bu hataya düşecek mi? Bunu yakın zamanda göreceğiz.

Öte yandan, ABD'nin de parçası olduğu G-7, iklim değişikliğiyle mücadele edeceğini göstermek için bu haftaki toplantısını Kanada'nın Iqualuit şehrinde gerçekleştirecek. Bu şehir, 10 yıl öncesine kadar yoktu. Şu anda da yalnızca 7000 kişinin yaşadığı bir yer. Bu yeri yaşanabilir kılan ise, iklim değişikliği. Iklim değişikliği nedeniyle eriyen buzullar, Kuzey Kutbu'na çok yakın olan bu yerde yaşanabilir bir alan yarattı. Peki gerçekten iklim değişikliğiyle mücadele edecekler mi? Yoksa yalnızca göstermelik olarak mı bunu yapıyorlar? Bunu şimdiden tahmin etmek güç.

Son araştırmalardan elde edilen rakamlar, rüzgar enerjisinin 2009'da hızla yükseldiğini kanıtlıyor. 2009'da tüm dünyada 37 bin 500 MW'lık rüzgar türbini kuruldu. Bu enerji miktarı, 23 adet nükleer reaktörün üretebileceği enerji miktarına eşdeğer. Bir yılda kurulu rüzgar enerjisi, %31 arttı. Dünyanın en büyük iki rüzgar enerjisi şirketinden biri olan Gwec'e göre, rüzgar santralleri 500 bin kişiye istihdam sağlıyor. Ayrıca kurulu rüzgar enerjisi, kirli enerjilerin bir yılda atmosfere salacağı 204 milyon ton karbon diyoksitin salınmasına engel oluyor. Çin, sera gazı salımında başı çeken ülkelerden olmasına rağmen, tüm dünyada kurulu rüzgar enerjisinin 1/3'üne sahip. 2020'den önce ise 150 bin MW kurulu rüzgar enerjisine sahip olmak istiyor. Avrupa'da rüzgar enerjisi sektörü 2009'da %23 oranında büyüdü.

Kopenhag'da gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele için finansal yardım yapması kararlaştırılmıştı. Ancak Endonezya, bu yardımın gerçekliğine inanmadığını söyledi. Çünkü, yardımın ne şekilde yapılacağı, nereden alınıp nereye aktarılacağı gibi konular netleştirilmiyor. Üstelik Kopenhag Mutabakatı, hukuken bağlayıcı olmadığı için, bu konuların netleşmesi, gelişmiş ülkelerin bunun için gönüllü olmasına bağlı.

Bulgaristan'da Standart gazetesinin yaptığı araştırmaya göre, Bulgaristan'ın %91'i GDO'ya hayır diyor. Yani ülkenin %91'i, genetiği değiştirilmiş besinlerin masalarına gelmesini istemediğini açıkladı. Ankete katılanların sadece %8'i GDO'ya hayır demedi. Bunların bir kısmı GDO'nun zararlı olup olmadığından emin olmadıklarını söyledi. Geri kalanlar ise, zaten doğaya verilebilecek tüm zararı verdiğimizi ve artık dönülmez bir noktada olduğumuzu belirtti. On kişiden biri umudu kestiyse de dokuz kişi daha mücadeleye hazır!

Brezilya Çevre Bakanlığı, dünyanın en büyük üçüncü hidroelektrik santrali için lisans verdi. Ne yazık ki, santral, Amazon Yağmurormanları'nın ortasına kurulacak. 17 milyar dolarlık proje, hem Yağmurormanları'na, hem de yerlilerin hayatlarına çok büyük zararlar verecek. Çevre Bakanı Carlos Minc, bu santrale verilen iznin, Bakanlık dönemindeki en çelişkili karar olduğunu söyledi. Belo Monte adı verilen proje, 250 kilometre karelik alanı sular altında bırakacak. Şarkıcı ve çevre aktivisti Sting, Kasım ayında Brezilya'ya giderek, projeden vazgeçilmesi çağrısında bulunmuştu. Çünkü, bölge yerlisi Kayapo halkı, yüzyıllardır sular altında kalması beklenen bölgede yaşıyor. Hükümet, barajın vereceği zararın son derece farkında. Ihaleyi kazanan grup, tüm ülkede parklar oluşturmak, ormanların durumunun takip edilmesine yardımcı olmak ve barajın zarar vereceği gruplara finansal destek sağlamak için 800 milyon dolar harcayacağına söz verdi. Giden parayla geri gelmez. Hasankeyf'i sular altında bırakarak, Brezilya'nın yaptığı hatanın aynısını yapma yolunda ilerliyoruz! Başkaları “dam”dan atlıyor, bizde atlarız diyenleri bıraktım, atlarken bizi de sürüklüyorlar “dam”dan aşağı.

Gelişmekte olan ülkeler, çevreye büyük zararlar veren elektrik üretim yöntemlerinde ısrarcı olmaya devam ediyor. Ancak gelişmiş ülkeler, yenilenebilir enerjilere ağırlık veriyor. Birleşik Krallık, denizden elektrik üretilmesini sağlayan teknolojilere 35 milyon dolar yatıracak. Bu şekilde, Birleşik Krallık'ın hızlı bir biçimde düşük karbon ekonomisine geçmesi bekleniyor. Dalgadan enerji üretmek de, bu süreci hızlandıracak.

Yenilenebilir enerjilere karşı can çekişen eski yakıtlar, hayatta kalmak için çaba göstermeye devam ediyorlar. NY Times'ın haberine göre, petrol şirketleri, 2009'da lobi faaliyetlerine tam 154 milyon dolar harcadılar. Bu miktar, 2008'de harcanan 132 milyon dolardan %16 daha fazla. Elektrik endüstrisi ise, lobi faaliyetlerine 135 milyon dolar harcadı. Bu iki geleneksel enerji sektörünün lobi faaliyetlerine harcadığı para, yenilenebilir enerji sektörünün lobi faaliyetlerine harcadığı paranın tam 10 katı. Öte yandan, yenilenebilir enerji sektörü, 2009'da en çok büyüyen enerji sektörü oldu. Demek ki lobi faaliyetleri olmaksızın dahi, yenilenebilir enerjilere yapılan yatırımın daha mantıklı olduğu açık.

Kopenhag İklim Zirvesi çıktılarından biri, hukuki bağlayıcılığı olmayan Kopenhag Mutabakatı’ydı. Mutabakata katılan ülkeler ocak ayının sonuna kadar somut sera gazı azaltım hedeflerini açıklayacaktı. Ocak’ın sonunda yalnızca 55 ülke açıklama yaptı. Üstelik sera gazının asıl sorumluları, ciddi hedefler belirlemeyerek herkesi hayal kırıklığına uğrattılar. Hedef açıklamayan ülkelerin arasında Türkiye’de var. Hem çevre kuruluşları, hem BM İklim Değişikliği Genel Sekreteri Yvo de Boer, bu yavaşlığın kabul edilemez olduğunun altını çizdi. Yine de Yvo de Boer, somut hedefler açıklanmasının başarılı bir sonuca ulaşmak için önemli bir ilk adım olduğunu söyledi. Oysa artık yavaş adımlar için vaktimiz yok. Şu anda açıklanan hedefler, küresel sıcaklığı 2050’ye dek 3 derecenin üstüne çıkaracak ve bir iklim felaketi yaşanacak.

İklim suçluları arasında bulunan Kanada da, hedefini açıkladı. Kanada Çevre Bakanı Jim Prentice, ABD’den daha fazla azaltımda bulunmak istemediklerini açıkladı. Yani Kanada, tıpkı ABD gibi, 2020’ye dek sera gazı salımlarını 2005 yılı seviyesinin %17 altına indirecek. ABD ile aynı hedefi benimsemelerinin nedenini ise çevre politikalarını eşdeğer tutmak olarak açıkladı. Prentice, özellikle katranlı kumla mücadele edeceklerini açıkladı. Ayrıca 2011’de arabaların karbon salımıyla ilgili kıtasal düzenlemeler yapılacağını da ekledi. Ancak bunlar sanki sadece politikacı ağzı çünkü Kanada’nın hedefi yeterli değil. Sera gazı salımını 2005 seviyesinin %17 altına çekmek demek, aslında 1990 seviyesinin yalnızca %2.5 altına çekmek anlamına geliyor. Norveç, 1990 seviyesinin %30, Japonya %25 altına düşme sözü verdi. Üstelik, bu ülkelerin bile verdiği söz, küresel ısınmayla mücadele için yeterli değil.
Şu anki hükümetler gezegenin geleceğini düşünmese de, gelecekte hükümetlerin başına gelmek isteyenler gezegenin durumunu önemsiyorlar. Örneğin Tony Abbott, Avustralya Başbakanı seçilmesi halinde, 2.5 milyar dolarlık sera gazı salım azaltım fonu oluşturacağını açıkladı. Abbott, vergi mükelleflerinin iş sahiplerine ve çiftçilere sera gazı salımı için para ödeyeceklerini açıkladı. Yani şu anki hükümetten daha basit, ucuz ve etkili bir politika izleyecek.

Belki Kepco’yu, yani Türkiye’de de nükleer santral inşa etmek isteyen Koreli enerji şirketini hatırlarsınız. Kepco’dan yapılan açıklamaya göre, Filipinler’deki Bataan Nükleer Santrali’nin yenilenmesi için tam 1 milyar dolar gerekiyor. Greenpeace Kampanya Direktörü Mark Q. Dia, bir tek nükleer santrale yatırılacak bu paranın yenilenebilir enerjilere yatırılması gerektiğini hatırlattı. Nükleer santralin inşaatı yalnızca para değil, zaman da kaybettiriyor. Bataan Nükleer Santrali’nin tamiratı tamamlanana kadar geçecek sure 15 yıl. Oysa ki rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanmaya başlamak yalnızca birkaç ay sürüyor.
Üstelik nükleer inat, çevreyi hızla kirletmeye devam ediyor. Fransa’dan Sibirya’ya nükleer atık taşınmasına daha once Greenpeace defalarca eylem yapmıştı. Son eylemini gerçekleştirdiği nükleer atık grubu da ne yazık ki Rusya’ya ulaştı. 650 ton uranyum, Sibirya’da açık havada depolanmak üzere Saint Petersburg’a getirildi.

Rusya ve 12 Asya ülkesi, 2022’ye kadar Kaplan nüfusunu iki katına çıkarmak için işbirliği yapmak üzere bir bildirge imzaladılar. Özellikle kaplanların yaşam alanına zarar verecek yollar ve köprülerin inşaatını yasakladılar. Ancak soyu tükenmek üzere olan kaplanları korumak için hala bir fon kaynağı yok. Tayland Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Suwit Khunkitti, bugüne kadar kaplanlara kimsenin gereken önemi vermediğine değindi. 20.yy’ın başında 100 bin olan Kaplan nüfusu, bugün tahminen 3200’e indi. Bildirgeyi imzalayan ülkeler ise Bangladeş, Butan, Kamboçya, Çin, Hindistan, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Nepal, Rusya, Tayland ve Vietnam. Kaplanların en yoğun yaşadığı ülkelerin böyle bir anlaşmaya varmaları, soyu tükenmek üzere olan kaplanları yeniden hayata döndürebilir. Darısı diğer türlerin başına...

Bir başka işbirliğinde Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransa’dan bilim insanları, aynı şansın balinalara da tanınmasını sağlamak üzere harekete geçtiler. Grup, Japonya’nın sözde bilimsel gerekçelerle öldürdüğü balinaları aslında öldürmesine gerek olmadığını kanıtlamak için Antartika’ya doğru yola çıktı. 18 bilim insanı, balinalar, beslenmeleri ve birbirleriyle iletişimiyle ilgili araştırma yapacak. Böylece Japonya’nın bilimsel araştırma bahanesiyle katlettiği balinaların aslında hayatta kalabileceğini kanıtlamak istiyorlar. Japonya’nın Antartika’da altı adet balina avcılığı gemisi var. Üstelik bu gemiler, 1986’dan beri süren ticari balinacılık yasağına rağmen Uluslararası Balinacılık Komisyonu’nun izin vermek zorunda kaldığı gemiler. Avustralya ve Yeni Zelanda başta olmak üzere birçok hükümet, bu ayrıcalığın kaldırılmasını ve balina avcılığının tamamen yasaklanmasını istiyor.

Dünden itibaren Avrupa’da çevre için çok gerekli bir yasa yürürlüğe girdi. Buna göre, saat pillerinden daha büyük pil satan her mağazada bitmiş pillerin atılması için kutular bulundurulacak. Pillerden cıva gibi kimyasallar sızabiliyor. Ayrıca yakıldıkları zaman ciddi ve zehirli bir hava kirliliğine yol açıyorlar. Bu kural, önce mağazalarda başlayacak. Ardından işyerlerine, okullara ve kültür merkezlerine de yayılması düşünülüyor. AB’de bir yılda 800 bin adet otomotiv pili, 190 bin ton endüstriyel pil ve 16 bin ton tüketici pili satılıyor. Tüketimi bu kadar yaygın olan ve çevreye zarar veren pillerin geri dönüşümüne dikkat edilmesi gerekiyor.

İngiltere’de Çevre Araştırma Kurumu’nun araştırmasına göre, süpermarketlerdeki derin dondurucuların çevreye verdiği zarar, naylon poşetlerin verdiği zararla eşdeğer. Donduruculardan çıkan kimyasallar, süpermarketlerin doğrudan sera gazı salımlarının %30’unu oluşturuyor. Üstelik süpermarketlerin yalnızca binde beşi daha yeşil teknolojileri benimsemiş durumda. Bu zarar ise, Hidrofluorokarbonun yani HFC gazının soğutucu olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. Süpermarketler, Hidrofluorokarbonun gazı salımının en yoğun olduğu yerler. 1990’lardan beri bunun laternatifi olan CFC ve HCFC’ler var. Bu alternatifler önerilse de, pek çok supermarket bunu benimsememekte ısrar ediyor. Benimsememelerinin nedeni ise tabii ki ekonomik. Bu nedenle hükümetlerin bu konuya eğilmeleri ve gerekli dönüşüm için destek sağlamaları gerekiyor.

Avrupa Birliği, Avustralya gibi, bir iklim inadına girişti. Yani ne yazık ki, diğer ülkeler sera gazı salımlarını ciddi anlamda azaltma sözü vermeden AB kendi salımları ile ilgili ciddi bir adım atmayacak. AB, 2020 yılına dek sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin %20 altına düşürecek. %30 azaltımı ise ancak ABD ve Çin de büyük adımlar atarsa kabul edecek. Kopenhag’dan ders almayan ülkeler, iklim felaketini önlemek için gerçekten birbirlerini mi bekleyecekler? İşte o zaman çok geç olabilir...
Yeni bilimsel araştırmalar gezegenin fazla zamanı kalmadığını ortaya koymaya devam ediyor. Buzul araştırmacısı Bruce Molnia’nın son araştırmasına göre, Güney Amerika’da dağlar bugüne kadar görülmemiş bir hızda yükseliyorlar, yani boyları uzuyor! Dağların uzunlukları her yıl ortalama 40 milimetre artıyor. Bunun nedeni ise buzulların hızla erimesi. Buzullar eridikçe, dağlar izostatik geri tepme adı verilen mekanizma ile üstlerindeki buzul yükü azalınca yükselmeye başlıyor. Dağların bu tepkisini üstündeki yük kaldırıldığında yükselen bir hamağa benzetmek mümkün. Dağların boyları uzarken bilim adamları onları takibe aldı... ancak bu izleme gezegenin geleceğini kurtarmayacak... Bir başka araştırma da su buharının küresel sıcaklık değişimlerindeki öneminin bugüne kadar gözardı edildiğini ortaya koydu. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Kurumu’ndan Susan Solomon’un yürüttüğü araştırma, 90lardaki sıcaklık artışının üçte birinden, yüksek atmosferdeki su buharının, sorumlu olduğunu ortaya koydu... dolayısıyla buharlaşmayı arttıran uçakların etkisi de sanıldığından fazla, uçmadan önce üç kez düşünün.

Greenpeace, İngiltere’de Heathrow Havaalanı’na altıncı bir terminal inşa edilmesine karşı çıkıyordu. Çünkü havaalanları, uçak trafiğini artırarak küresel ısınmaya, yakınlarında ise çevre ve gürültü kirliliğine neden oluyorlar. Bu da bölgede yaşayan kişilerin taşınmalarını gerektirecek boyutlara ulaşabiliyor. Bu nedenle geçen yıl Greenpeace, terminalin inşa edileceği arsayı satın almıştı. Ardından arsanın mülkiyetini, tüm dünyada 60 bin destekçisine parseller halinde dağıtmıştı. Şimdi ise, Birleşik Krallık’ın en iyi mimarlarıyla bir araya gelerek orada bir “kale” inşa edeceğini açıkladı. Eğer bir gün bir hükümet, havaalanının genişletilmesi için bu arsayı devralmaya çalışırsa, çok büyük bir hukuki zorlukla karşı karşıya kalacak.

Geçtiğimiz hafta Obama, ABD’nin sera gazı salımlarını azaltacağıyla ilgili verilen kararı resmen açıkladı. Bu şekilde, Kopenhag’ın sonundaki hukuken bağlayıcılığı olmayan Kopenhag Bildirgesi’ne de uyacağını gösterdi. ABD iklim değişikliği sorumlusu Todd Stern de, BM’ye gönderdiği mektupta, Amerika’nın 2020’de sera gazı salımını 2005 seviyesinin %17 altına çekeceğini söyledi. Bu azaltım 2030’da %42, 2050’de ise %80’e ulaşabilir. Obama, konuşmasında, tüm Amerikalıları enerji verimliliği konusunda dikkatlı olmaya çağırdı. Ayrıca, iklim değişikliği ve enerji politikalarıyla ilgili ciddi adımlar atacağını açıkladı.

Ancak bu arada gezegenin geleceğini ne kadar düşündüğü koca bir soru işareti. Evet, Obama güneş enerjisine öncelik tanıyacağını açıkladı. Ama diğer yandan, Obama’nın iklim çözümleri arasında “yeni jenerasyon nükleer santraller” de var. Obama, daha çok üretim, daha çok verim ve daha çok kar için nükleer santrallere yöneleceğini açıkladı. Ayrıca “temiz” olduğunu iddia ettiği yeni termik santrallere ve biyoyakıt tüketimine de ağırlık verileceğini söyledi. Obama, tıpkı Birleşik Krallık gibi, can çekişen kirli enerji sektörlerinin baskılarına hayır diyemiyor ve bu nedenle doğru yoldan uzaklaşıyor. Siz Türkiye’nin de bu yanlışa düşmesini istemiyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girerek nükleere karşı olan 1 milyon kişinin arasına katılın.

Birleşik Krallık Meteoroloji Ofisi’nin, iklim değişikliğini kanıtlamak için önerdiği ilginç fikir kabul edildi. Dünyanın her köşesinden, geçtiğimiz 150 yılın sıcaklık kayıtları bir araya getirilerek incelemeye alınacak. Bu da milyarlarca veri anlamına geliyor. Amaç ise, küresel ısınmanın varlığını sorgulayanların ellerindeki son şüpheleri de ortadan kaldırmak. Özellikle Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’ye gerekesiz ve zarar veren saldırılar, Birleşik Krallık Meteoroloji Ofisi yetkililerini böylesi bir çalışma yapmaya itti. Yetkililer, bu öneriyi, bu hafta başında Antalya’da yapılan Dünya Meteoroloji Konferansı’nda getirdi. Öneri, dünyanın her köşesinden kongreye katılan 150 delege tarafından kabul edildi. Plana göre, önce 1860’tan itibaren 5000 ölçüm istasyonundan elde edilen kayırlar toplanacak. Ardından farklı yöntemlerle çalışan beş bağımsız bilim insanı grubu tarafından incelenecek. İncelemeler, şeffaflık ilkesine uygun biçimde yürütülecek. Projenin, 2013’te sona ermesi bekleniyor. Sonuçların ne göstereceği çok açık... Ancak yine de şüphelere son noktayı koymak adına iyi bir fikir olduğu kesin.

İngiltere’de, “yerel enerji devrimi” başlıyor. Ülkenin iklim değişikliği genel sekreteri Ed Miliband, bir sonraki parlamento toplantısında konuyla ilgili yasama faaliyetine başlanmasını talep etti. Buna göre, ülkede yerel meclisler, kendi başlarına ya da başka şirketlerle ortaklık halinde yenilenebilir enerji şirketleri kuracaklar. Böylece merkezi değil, yerel enerji üretimi de sağlanmış olacak. Yani enerji nerede üretilirse, orada tüketilecek. Böylece enerji verimliliği de arttırılmış olacak. Üstelik çok daha ucuza elde edilebilecek. Konseyler, Birleşik Krallığın karbon salımının yaklaşık %10’undan sorumlu. Çünkü okullar başta olmak üzere birçok kamusal alan, Konseylere ait. Yerel Yönetimler Birliği Başkanı Sir Jeremy Beecham, sebep oldukları sera gazı salımını azaltmak için bu yasanın çok önemli bir adım olduğunu söyledi. Türkiye’de de enerjinin merkezi üretiminden yerel üretime yönelsek ve yenilenebilir enerjilere devlet teşviki sağlansa, Türkiye’nin sera gazı salımı ve enerji maliyetleri ciddi ölçüde azalacaktır.

NASA Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü GISS’in son araştırmasına göre, karayolu taşımacılığı, evde kullanılan biyoyakıtlar ve endüstriyel hayvancılık iklim değişikliğinin en büyük suçluları arasında. Yemek pişirmek için kullanılan biyoyakıtlar gelişmekte olan ülkelerde çok yaygın. Ancak karayolu taşımacılığı derken GISS özellikle bireysel motorlu taşıtlardan bahsediyor. Bu meseleyi çözmek için yeşil arabalar üretilmesi ise içinizi rahatlatmasın. Benzinle çalışmayan araçlar, elektrikle çalışıyor. Ve o elektriği yenilenebilir kaynaklardan elde etmedikleri sürece örneğin kömürlü termik santralden geliyorsa, çevreye hala zarar vermeye devam ediyorlar demektir. Bu nedenle gerçek çözüm, bireysel araba kullanımını devam ettirmek yerine, günlük hayatta gereksiz hale getirmek. Yani günlük hayatımızda, araba kullanmadan da her yere ulaşabilmemizi sağlamak. Bu da ancak toplu taşımaya ağırlık verilmesi, bisiklet gibi doğayla dost ulaşım araçlarının teşvik edilmesi gibi yollarla mümkün olabilir. Kentleşme politikaları anahtar!

Greenpeace, bu kez İtalya Venedik’te nükleere karşı eylemdeydi. “Nükleer: Tehlikeli bir zaman kaybı” ve “Nükleer: Yanlış Çözüm” yazılı pankartlar açan eylemciler, her biri beş ile altı milyar Euro’ya mal olacak santralları protesto ettiler. Tabii bu miktar, bütçe aşımları hariç... Üstelik santraller, en az on yıl daha devreye girmeyecek... Nükleer planlar, İtalya’nın, karbondiyoksit salımlarını azaltma hedefini tehlikeye sokuyor. Aynı zamanda temiz, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi hemen uygulanabilecek projelere harcanabilecek maddi kaynakların da çöpe atılması anlamına geliyor. Bu arada 2009 yılı Kasım ayında Marakeş’te sunulan BM raporuna göre, Venedik iklim değişikliği nedeniyle önümüzdeki 60 yıl içinde tamamen sular altında kalacak.
Türkiye’nin de nükleer kabusa sürüklenmesine izin vermeyin! Siz de http://nukleer.greenpeace.org adresine girerek nükleere karşı imzanızı atın.

Baltık Denizi çevresindeki ülkelerin liderleri, dünyanın en kirli denizi olarak nitelenen bölgenin nasıl temizleneceğini tartışmak için Helsinki'de bir araya geldi. Dokuz ülke, üç yıl önce Baltık Denizi'ni 2021 yılında yeniden sağlığına kavuşturmak için anlaşmıştı. Bu anlaşmanın detayları ise şimdi belirleniyor. Baltık Denizinin doğal dengesi, balık stoklarının aşırı avlanması, yoğun deniz trafiği, denize karışan lağımlar, tarımdan gelen zehir ve suni gübreler nedeniyle bozuldu. Yetkililer özellikle atık ve gübrelerin içindeki kimyasal maddeler nedeniyle deniz yosunlarının hızla yaygınlaştığını söylüyor. Kirlilik nedeniyle artan yosunlar denizdeki oksijeni tüketerek bir tür 'çölleşme' yaratıyor. Rusya’nın ise 1990'lara dek kimyasal ve nükleer atıklarını denize döktüğü söyleniyor. Dünya taşımacılığının %15’i de buradan geçiyor. Zaten, nispeten sığ olan ve yarı kapalı bir havza biçimindeki Baltık Denizi sınırlı akıntılar nedeniyle kirliliğe son derece açık durumda. Dileriz, Norveç, İsveç, Danimarka, Almanya, Polonya, Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Belarus ve Finlandiya’nın bir araya geldiği bu toplantıda yalnızca sözler değil, somut kararlar da çıkar.

Amerika’da soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir tür daha, soyunu devam ettirme umutlarını yitirdi. Federal yetkililer sincaba benzeyen bir tür olan pikanın Soyu Tükenme Tehlikesiyle Karşı Karşıya olan Türler Kanunu’na girmesini reddettiler. Oysa pikalar, artan sıcaklıklar nedeniyle yaşam alanları olan dağlarda artık yaşayamıyorlar. Birçokları, daha yüksek yerlere çıkmaya çalışıyor. Tüm ülkede, pika sayısı tehlikeli derecede azalıyor. Geçmişte bulundukları 25 bölgeden 6 sında artık pika yaşamıyor. Soyu tükenmek üzere olan türler hakkındaki yasal düzenlemelerin, çok daha sıkı olması gerek. Çünkü ne yazık ki, geri dönüşü yok, bir giden bir daha geri gelmiyor. Pikalar da gitmesin...

Dün, Hindistan Çevre Bakanı Ramesh’in, ülkeye özgü bir patlıcan türü olan brinjalin GDO’lu olanının, Hindistan’da tarımını süresiz olarak durdurduğundan bahsetmiştik. Bugün bu haberin biraz da iç yüzüne değinelim. Çünkü bu sonuç, aslında sivil toplumun başarısının ürünü. GDO’lu brinjal ekimini, devlete bağlı çalışan bilim insanları onaylamıştı. Ancak Ramesh, ülkenin yedi büyük şehrinde kamuoyu yoklaması yaptı. Bu sırada, Greenpeace başta olmak üzere birçok uluslararası ve yerli sivil toplum kuruluşu da GDO hakkında halkı bilgilendirdi. GDO’ya hayır diyen halkın sesinin duyulmasını sağladı. Olay, uluslararası basında da çok önemli bir yer tuttu. Bunun üstüne Çevre Bakanı Ramesh, brinjal ekimini durdurdu. Yani halkın sesini dinledi. Şimdi önemli olan, gelecekte neler olacağı. Ülkede 41 başka GDO’lu tohum türü, deneme aşamasında. Bu moratoryumun yani durdurma kararının, diğer GDO’lu türlere, oldu bittiye getirilerek izin çıkmasına neden olmasını engellemek gerekiyor.

Avrupa Komisyonu, uluslararası mavi yüzgeçli orkinos ticaretinin bir yıl içinde durdurulması için öneri verdi. Komisyon, açıklamasında aşırı avlanmanın, orkinos stoklarında neden olduğu zararın kendilerini “ciddi biçimde endişelendirdiğini” belirtti. Ticaretin yasaklanması için, AB üyesi devletler öneri üstünde anlaşmak zorunda. AB Çevre Komisyonu’ndan Janez Potocnik, Greenpeace’in yıllardır söylediğini tekrarladı: “Mavi yüzgeçli orkinoslar için artık hiç zaman kalmadı. Derhal ticareti yasaklamak dışında hiçbir çaremiz yok.”. Monako da, AB’ye verdiği öneride, mavi yüzgeçli orkinosların, CITES yani Tehlike Altındaki Türlerin Ticaretine Dair Anlaşmanın nesilleri tükenmek üzere olan türlerin bulunduğu 1 no.lu ekine koyulmasını talep etti. Soyu ve zamanı hızla tükenen mavi yüzgeçli orkinoslar için, nihayet bir umut ışığı doğdu… CITES’in yıllık toplantısı, Mart ayında gerçekleşecek. Orkinosların kaderi, o toplantıya katılacak ülkelerin ellerinde.
Peki balinalar da mavi yüzgeçli orkinoslar kadar şanslı olacak mı? Uluslararası Balinacılık Komisyonu’na Komisyon Başkanı Cristian Maquieira’nın verdiği öneri, bu soruya kötü bir cevap niteliğinde. Maquieira, sınırlı da olsa ticari balinacılığın yeniden başlamasına ve Japonya’nın Antratika’da balinacılık yapmasına izin verilmesini talep etti. Bu talep, Avustralya Başbakanı Kevin Rudd’un Japonya’ya bilimsel amaçlı balina avcılığını durdurması için yaptığı çağrıyla zıt düşüyor. Rudd, bu çağrısı kabul edilmezse Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuracağını belirtmişti. Bakalım balinaların ve gezegenin geleceğini gözeten bir karar verilecek mi?



MART
Kraliyet Botanik Bahçesi, Kraliyet Cemiyeti yani Royal Society, ve Greenpeace’inde içinde olduğu bir çok çevreci kuruluş, Hint Okyanusu’nda bulunan Chagos Adaları’nın çevresindeki ikiyüzonbin km2 bölgenin dünyanın en büyük deniz rezervi olması için kampanya yürütüyor. Chagos Ada takımı 55 adadan oluşuyor. Berrak ve ışıldayan denizi ve bozulmamış mercan kayalıkları ile Chagos Adaları, doğa severler tarafından “Kayıp Cennet” olarak adlandırılıyor. Aynı zamanda biyoçeşitliliği ile dünyaca ünlü. Deniz rezervi gerçekleşirse adalar çevresinde balıkçılık ve mercan çıkarılması yasaklanacak. Kaplumbağa üreme alanlarını ve diğer kıyısal ekosistemleri bozacak avlanma dahil insan etkileri önlenecek. Greenpeace ve ortaklarının yürüttüğü kampanyada ikiyüz değişik ulustan ikiyüzyetmişbeşbinden fazla kişi bu suları koruyabilmek için mesaj gönderdi.

Hint okyanusundan Yeni Zelanda’ya geçelim. İki büyük uluslararası parekende şirketi daha stokları tehlikede olan orange roughy balığı satışını durdurdu. Greenpeace, Yeni Zelanda hükümetini de orange roughy balığının avlanmasını yasaklaması konusunda uyardı. Yeni Zelanda Okyanus Kampanyası sorumlusu Karli Thomas, “Dünyanın geri kalanı sürdürülebilir olmayan deniz ürünlerine “hayır” derken neden hükümetin stokları sömürme konusunda ısrarcı davrandığını anlayamıyoruz” dedi. Dünyada bir çok satıcı orange roughy balığını satmayı reddediyor. Ama Yeni Zelanda’nın halen konuyla ilgili bir politikası yok.

Yeni Zelanda’da dan bir başka haberde hükümet, koruma altında olan bir bölgeyi madenciliğe açma planları yapıyor. Maden açma planlarını 500 kişi Meclis önünde güçlü ve renkli bir şekilde protesto etti. Maden planları yedibinellisekiz hektarlık paha biçilmez doğal alanın koruma altındaki statüsünü kaldırıyor. Doğa yok edilirken altından altın, gümüş, kömür ve diğer mineraller çıkarılacak. Forest and Bird, Greenpeace, Coromandel Watchdog ve Green MP’nin de katıldığı bu protesto Nelson man Joni Bridges tarafından, Facebook sitesini kullanarak düzenlendi. Göstericilerden bazıları doğal alanın sakinleri olan kiwi, kakariki ve puheko hayvanlarının kılığına büründüler.

Tehlikede olan bir canlı da Bal Arısı! Bal arılarının kitlesel olarak ve hızlı bir şekilde ölümü tüm dünyaya yayılıyor. Uzmanlar bunun nedenini bulmak için seferber oldu. Ancak henüz kesin bir sonuca varılamadı. İlk olarak 2006 yılında gözlemlenen ve bilim adamlarını şaşkına çeviren Amerikan arı popülasyonundaki hızlı düşüş devam ediyor. Uzmanlar, milyonlarca yetişkin arının ortadan kaybolmasına ve kovanın yok olmasına neden olan bu fenomeni “koloni çöküş bozukluğu” olarak adlandırıyor. Koloni çöküş bozukluğu Kuzey Amerika’nın dışında, Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerinde de son yıllarda rastlanıyor. Arıların neden ortadan kaybolduğunu anlayabilmek için akla gelen tüm olası nedenleri inceleyen bilim insanları; virüs, parazit, açlık ve çeşitli çevresel faktörleri gözden geçirdi. Yine de arı popülasyonunun azalmanın nedenine dair net bir sonuca ulaşılamadı. Ancak 887 farklı arı, polen ve kovan örneğinde 121 değişik haşere ilacı tespit edilmesi, bu ilaçların arıların durumuyla bağlantılı olabileceğine dair şüpheleri artırdı. Arılar bizimle beraber içinde yaşadığımız kimyasal çorbayı paylaşıyorlar, kim kimyasallara daha hassas anlaşıldı, bakalim insanlık kolonisi ne zaman çökecek.

Geçtiğimiz haftasonu Rusya’da Baykal Gölü yakınında bulunan kağıt fabrikasının tekrar açılıyor olması protesto edildi. Bu protestonun amacı dünyanın en büyük temiz su gölü olarak bilinen Baykal Gölü’nün kirlenmesine karşı gelmekti. Yaklaşık 700 kişi hükümeti Baykal Kağıt Fabrikası’nın tekrar faaliyete geçirilmesi kararından döndürmek için toplandı. Çevreciler fabrikanın üreteceği atığın zehirli maddeler içereceğini ve bunların da gölün yaklaşık 1500 tür hayvan ve bitkiyi barındıran zengin ekosistemine zarar vereceğini söylüyorlar. Doğa’nın sınırına dayandığımız bu günlerde bu protestolar ve doğa’nın direnişi sürecek.

Dünyanın tepesi olarak bilinen Tibet’de hava gittikçe ısınıyor ve orada yaşayan insanlar iklim değişikliğini açıkça hissediyor. 83 yaşındaki Hou Fusheng geçtiğimiz bir kaç kışın normalden çok farklı olduğunu ve kışın her yıl daha da sıcak geçtiğini söyledi. Geçtiğimiz kış, 1986 yılından beri normalden daha sıcak geçen 15. kış. Bu son on yılın ortalamasından yaklaşık 2 derece daha yüksek. Bu olaylar gittikçe sıklaşıyor, tehlike kapımıza gelinceye kadar bekleyecek miyiz?

Greenpeace aktivistleri Olkiluoto’da nükleer santral kurulmasını ve daha fazla nükleer atık istemediklerini belirtti. 3 aktivist havadan ve sudan Olkiluoto 3 inşaatına girdiler. Çocuklarımız için Daha Fazla Nükleer Atık İstemiyoruz pankartı astılar. Aktivistler hali hazırda nükleer atıklara karşı geliyorlar. Bir santral daha inşaa edilmesi, Finlandiya’yı kişi başına dünyanın en büyük nükleer atık üreticisi yapacak. Atık için yeraltında bir döküm sahası ayarlanması planlanıyor ki en küçük bir sızıntıda bu Baltık Denizi’nde 50 ila 100 yıl süreyle radyoaktiv kirlilik demek. Döküm sahası planları bir başka çevre suçu ve nükleer atığa bir çözüm değil.
Siz de bu tehlike Türkiye’ye girmesin diyorsanız nukleer.greenpeace.org adresine girip nükleer’e karşı çıkan siberaktivistlere katılın.

Stanford Üniversitesi profesörlerinden Mark Jacobson’a göre rüzgar, su ve güneş, bütün dünyanın yıllık enerji ihtiyacının 200 katı kadar enerji üretebilecek potansiyele sahip. 2030 yılına kadar yüzde yüz yenilenebilir enerjilere geçilmesinin maliyeti ilk bakışta çok gibi görünüyor ama her yıl fosil enerji kaynaklarına harcanan parayla kıyaslandığında 100 trilyon dolarlık maliyetin hiç de fazla olmadığı ortaya çıkıyor. Jacobson’ın fizibilitesine göre, sıfır sera gazı emisyonuyla dünyanın enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için 4 milyon rüzgâr türbini dikilip, boş alanlarda 90 bin termik güneş santrali kurulması, çatılara fotovoltaik panellerin takılması ve dalga enerjisi ile jeotermal enerjiden yararlanılması gerekiyor. Enerji Devrimi böylece hayata geçecek gibi görünüyor. Bu konuyla ilgili ülkemizden bir haberle devam etmek istiyorum.

Avusturalya Su Ürünleri Müdürlüğü son yıllarda genç ıstakozların sayısının azaldığını belirtti. Hint Okyanusu bölgesindeki deniz suyu ısısı, rüzgar ve yağmur seviyesindeki değişiklikler balıkçılığı etkiliyor. Dr Nick Caputi’nin açıklamasına göre, çevresel etkenlerin uygun olmasına rağmen ıstakozların yerleşimi özellikle son iki yıldır düştüğünü ve bu azalmada açıkça başka faktörlerin sebep olduğunu düşündüklerini ve bunun üstünde çalışmaya devam ettiklerini belirtti.

Evinizdeki akvaryum aynen doğa gibi mi olsun istiyorsunuz? Eskiden olduğu gibi bugün de Florida kayalıklarında akvaryumlar için tüplü dalanlara ve balık yakalayanlara sık rastlanır. Şimdi buna bir üçüncü grup eklendi. Yengeç, karides ve diğer omurgasız hayvanları ne yemek için ne de eğlence için yakalayanlar. Tek amaçları akvaryumlar için ticaret. Amerika’da toplamda 700,000 tuzlu su akvaryumu olduğu tahmin ediliyor. Akvaryum sahiplerini tropikal balıklar, bir kaç taş ve plastik dalgıç figürler tatmin etmez oldu, onlar birer minyatür okyanus istiyor. Artık akvaryumlar, canlı mercan, anemon, karides, deniz kestanesi, yengeç ve salyangozlar ile birer canlı eko-sistem. Bunun sonucu olarak gittikçe büyüyen bir pazar oluştu. Ama bilim adamları bu hobinin sonucunun, tam da taklit edilmeye çalışılan ekosistemin kendisini bozduğunu belirtti. Bu akvaryumların temizliği için de revaçta olan ve özde görevleri denizi temizlemek olan omurgasızların azalması, balıkçılığın sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta. Akvaryumlar için doğal yaşamı tehdit etmemek gerek.

Her gün Dünya Su Günü ile ilgili başka haberler ulaşıyor bize. Filipinler’de başkanlık seçiminde adaylar ülke sorunları ile ilgili görüşlerini açıklaya dursunlar, çevreci gruplar, adayların özellikle su ile ilgili problemler hakkında “Yeşil Seçim İnsiyatifi” adında bir anket düzenledi. Dünya Su Günü’nün önemini vurgulamak amacıyla EkoAtık Koalisyonu ve Greenpeace, başkanlık adayları sıralamasının, “temiz su” ile ilgili yorumlarına göre yapıldığını anons etti. 10 en “yeşil” olmak üzere 1 ‘den 10 ‘a kadar olan bir skala belirlendi. Anket sonuçlarını daha da dramatikleştirmek için aktivistler adayların aldığı notu temsil eden 9 boş su varili taşıdı. Kesin sonuçları Nisan ayında açıklanacak olan anketin bugünkü sonuçlarına göre en “yeşil” bulunan aday Çevre Bilimci Nicky Perlas. Ümid ediyorum ilk defa yapılan bu “yeşil” başkanlık seçimi başka ülkelere üzellikle Türkiye’ye ilham olur. Türkiye’de de siyasettçilerin çevre politikaları konusunda sıralamaya tabi tutulduğu değerlendirme süreci ve oy verenleri bağımsız bilgilendirme mekanizmaları kurulmalı. Bence bizim cebimizden siyasi partilere giden milyonlarca verginin bir kısmı bu sisteme ayrılmalı, böylece sadece propaganda’ya değil güvenilir sivil toplum kuruluşlarına göre fikrimizi belirleriz.

Başka bir Dünya Su Günü haberi de on binlerce kişinin ’Su için Koş’acak olması. Tarihin en büyük ’Su’ girişimi ’Su için Koş - Run for Water’, 18 Nisan 2010’da Dow’ın desteği ve Live Earth organizasyonuyla 100’den fazla ülkede onbinlerce insanın katılımıyla gerçekleşecek. Temiz bir su kaynağına erişmek için Dünya genelinde ortalama bir insanın her gün en az 6 kilometre kat etmesi gerekliliğinden yola çıkan ve bu sebeple 6 kilometre olarak planlanan ’Su için Koş’ girişimi İstanbul’da da yapılacak. Umarız bu koşu temiz su kaynaklarına dikkat çekmeyi ve beklenen su krizinin sonuçları ile ilgili somut adımların atılmasına yardımcı olur.

Soyu tükenme tehlikesinde olan balinanın doğum yaparken çekilen resimleri ABD Deniz Kuvvetleri sitesinde yayınlandı. Araştırmacılar salı günü gerçekleşen olayın bugüne kadar sadece iki kez fotoğraflanabildiğini belirtti. Bu fotoğraflar deniz kuvvetlerinin atış talimlerinin yapıldığı bölgenin hemen yakınında çekildi. Öte yandan çevreciler denizcilerin planlarının bu balinaların yavrularını doğurmak için her yıl geldikleri Georgia ve Florida sahillerinden göç etmelerine sebep vereceklerini söylüyorlar. Umuyoruz ki dünyada Kuzey Atlantik Balinaları’ndan sadece 400 adet kaldığı söylenen bu sahillerde derhal bir önlem alınır.

ABD Federal Ajansı, Oyster Creek nükleer santralinin geçtiğimiz 40 yıl içinde 80 milyar pound yani yaklaşık 37 milyar kg okyanus organizmasını öldürdüğünü açıklandı. Mart ayında Çevre Koruma Departmanı’nına gönderilen mektupta Amerikan Balık ve Doğal Hayat Servisi santraldeki soğutma kulelerinin yapımında destek vereceklerini yinelediler. En kısa zamanda Oyster Creek yetkililerini eyleme geçmelerini bekliyoruz.
Sizler de denizdeki yaşam için çok geç olmadan bir şeyler yapılmasını istiyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleere hayır diyen radyoaktivistlere katılın!

Lüxemburg’dan gezegenin geleceğinden bahsederken ilk önce Avrupa’dan haberlerle başlayalım. Avrupa Komisyonu geçtiğimiz yıl kişi başına 524 kg’lık atık üretildiği tespitini yaptı. Tesiptle beraber 11 ülkeye çevre zorunluluklarını yerine getirmede eksiklikler olduğu gerekçesiyle yaptırım uygulama ve adalete taşıma uyarısında bulundu. Bu atıkların %40’ının atık sahalarına doldurulduğu, %20’sinin yakıldığı, %23’ünün geri dönüştürüldüğü ve %17’si içinse kompostlama yönteminin kullanıldığı belirtildi. Özellikle, sadece Danimarka, İrlanda, Kıbrıs ve Lüksemburg’da kişi başına 700 kg dan fazla atığın üretildiği de belirtildi. Geri dönüşümde Almanya %48 lik oranla başı çekerken, Lüksemburg %20 ile geri sıralarda kaldı. Bizde çevreden sorumlu makamlara seslenerek “Doğa bir çöplük değildir” diyor ve sıfır atık politikasını benimsemeye davet ediyoruz.

22-26 Mart 2010 tarihleri arasında Avrupa Sürdürülebilir Enerji Haftası kutlanmakta. Avrupa Komisyonun insiyatifi ile 2005 yılında başlatılan bu özel hafta, sürdürülebilir enerji kampanyasının biçimlendirilmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Bu kampanyanın Avrupa Birliği’nin enerji politika hedeflerini, yenilenebilir enerji kaynakları, temiz ulaşım ve alternatif yakıt yöntemleri ile başarmasına katkıda bulunması umuluyor. Hafta çerçevesinde etkinliklere 30,000 kişi katılıyor. Geleceğin yeşil enerji devrimini şekillendirme zamanı geldi de geçiyor bile.

Daha önce 22 Mart - Dünya Su günü’nden bahsetmiştik. Plastik sanatçısı Nicolás García ve Greenpeace, la Boca’daki Riachuelo Nehri’nin havzasının temizlenmesi gerektiğini ima ederek sularını yeşile boyadı. Bu şekilde Riachuelo Nehri’nin her gün daha kötüye giden durumu hakkında bir şeyler yapılması gerektiğini sanatsal bir şekilde gözler önüne serdi. García daha once aynı şeyi Venedik’deki Büyük Kanal’da da yapmıştı. Öte yandan bu sanatsal protestoda kullanılan boyanın tamamen zararsız bir içeriği olduğunu belirtmeye gerek yok herhalde.

İngiliz bilim adamları, son dönemlerde kullanımı yaygınlık kazanan ve ''oxo-bio çözünür'' teknolojisiyle üretilen plastik poşetlerin, doğa için sanıldığı kadar zararsız olmadığını iddia etti. Hepimiz, pazar ya da market alışverişlerinden sonra elimizde onlarca plastik poşetle eve döneriz. Ancak yapılan son bir araştırma, yüzde 100 doğada çözünebildiği belirtilen oxo-bio özellikli plastik poşetlerin çevreye sanılandan daha fazla zararlı olabileceğini ortaya koydu. Doğa dostu olduğu belirtilen bu poşetlerde, çok daha hızlı çözünebilmelerini sağlayan ve küçük oranlarda katkı maddeleri içeren “oxo-çözünür” plastik maddesi kullanılıyor. Loughborough Üniversitesi tarafından yapılan ve İngiliz Çevre, Gıda ve Köy işleri Bakanlığı tarafından desteklenen araştırmayı yürüten bilim adamları, içerisindeki kimyasal katkı maddeleri dolayısıyla, bu poşetlerin, ne geleneksel dönüştürme metotlarına ne de kompostlamaya uygun olduğunu ifade ettiler. Umarız bu araştırma, üretici ve perakendecileri, bu maddelerin çevre için geleneksel plastikten daha iyi olduğunu iddia etmelerinden vazgeçirecektir.

Son olarak İsveç'in 2020 yılına kadar 2 bin yeni rüzgar tribünü inşa etmeyi planladığı bildirildi. İsveç, gelecek 10 yıl içinde alternatif enerji kaynaklarından elde edilen enerjiyi toplam 25 terawatt saate çıkarmayı planlıyor. 25 terawatt saat enerji, İsveç’in geçen yıl nükleer reaktörlerden ürettiği enerjinin yarısı kadar. Nükleer enerji ise İsveç’in yıllık elektrik tüketiminin yaklaşık yarısını karşılıyor. İsveç geçen yıl, 2020 yılına kadar ülke enerji ihtiyacının yarısını yenilenebilir enerjiden sağlayarak, sera etkisi yaratan gazların salımını 1990’lardaki seviyenin yüzde 40 altına düşürme taahhüdünde bulunmuştu.
Sizde Sinop ve Mersin’de nükleer santraller kurulması yerine rüzgar tribünü gibi yollarla temiz enerji üretilsin diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girip ve nükleere hayır rüzgara evet diyebilirsiniz

Orangutanlara küçük bir mola... Greenpeace’in Çarşamba günkü raporunun ve eylemlerinin ardından Unilever’den sonra dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri olan Nestle de, Endonezya’daki yağmur ormanlarının yok edilmesiyle ilgili Sinar Mas şirketinden palmiye yağı almayı bıraktı. Daha önce İsviçre Nestle şirketi Sinar Mas’ı başka bir şirketle değiştirmişti. Nestle, yağmur ormanlarının yok edilmesini engellemek amacıyla bağlantılı oldukları tüm tedarik şirketlerini sorgulayacaklarını belirtti. Ancak bu Greenpeace taleplerini henüz karşılamıyor.

Bir haber de Los Angeles’dan. Dünyaca ünlü "Hollywood" yazısının üzerine, bölgede lüks konutlar inşa etmeyi planlayan şirketi engellemek için "Save the Peak" (Dağı Kurtarın) yazısı geçirildi. Los Angeles Belediyesi ve Trust For Public Land adlı kuruluş etrafında birleşen çevreci grup, bitişikteki tepeyi yapılaşmadan kurtarmak için para toplamaya çalışıyor. Grup, merkezi Chicago’da bulunan şirketten Cahuenga Tepesindeki yaklaşık 60 dönümlük araziyi satın almak için gerekli 12,5 milyon doların 7 milyon dolarını topladı. Kalan parayı toplamak için 14 Nisana kadar süresi bulunan çevreci grup daha önce California bölgesinde 1 milyon hektarı aşkın bölgeyi yapılaşmadan kurtarmıştı.

Greenpeace aktivistleri bir kere daha Prunerov II kömürlü termik santralinin 300 metre yüksekliğindeki bacasına tırmandı. Çevrecilere göre Prunerov santrali, Çek Cumhuriyeti’ndeki hava kirliliğinin en büyük sorumlusu. Protestonun sebebi, bugünkü basın bülteninde açıklandığı üzere santralin kapasitesinin arttırılmasıydı. Çek Cumhuriyeti Çevre Bakanı Jan Dusik bu nedenle geçen hafta istifa etmişti. Dusik hükümetten ayrılmasının sebebinin Prunov santralinin kapasitesinin arttırılmasının çevre üzerindeki etkisi konusunda kararsız kalması olarak açıkladı. Greenpeace enerji ve iklim kampanyası sorumlusu Jan Rovensky, kapasitenin arttırılmasından sorumlu CEZ şirketinin Prunerov’da herşeyi yapmaya muktedir olduğunu ve buna hükümet krizini tetiklemenin de dahil olduğunu söyledi. Çevre Bakanı Jan Dusik’i ilkeli kararından dolayı kutlar, darısı Türkiye’nin başına deriz.

Bugün Lüxemburg’a geçmeden önce İsrail, Tel Aviv’den son kez sesleniyorum, Salıdan itibaren yayınımız Lüxemburg’dan devam edecek.
İsrail parlementosu ülkede yaşanan su krizi ile ilgili tespitte bulunması ve çözüm getirilmesi için bir araştırma komisyonu kurdu. Bundan 18 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janerio'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart gününün “Dünya Su Günü” olarak kutlanmasına karar vermişti. “Dünya Su Günü” suyu korkutucu derecede az olan Orta Doğu için ayrı bir önem taşımakta. İçlerinde Musevi Ulusal Fonu’unda olduğu bazı kurumlar bu konuyla ilgili harekete geçtiler. Sözü geçen fon günümüze kadar toplamda kapasitesi 66 milyar galonu geçen 205 adet su deposu inşa etti ve Israil’in su arzını %12 arttırmayı başarmıştı. 1993 yılından bu yana her yıl farklı konularda kutlanmakta olan Dünya Su Günü, bu yıl “Sağlıklı Bir Dünya İçin Temiz Su” mesajı ile kutlanmakta. Ancak İsrail başta olmak üzere çoğu güney ülkelerinde kullanılabilir su varlığı git gide azalmakta. Kızıldenizin 50 km kuzeyinde bugün ziyaret ettiğim Arava Enstitüsü’nde Küresel İklim Değişikliği ve Greenpeace konusunda bir seminer verdim. Enstitüde kuraklığa karşı dayanıklı türler araştırması yapan Serdar isimli Türk vatandaşıyla karşılaşmaktan da büyük mutluluk duydum. Serdar kurak iklimlerde hayatta kalmamızı sağlayabilecek önemli araştırmaları çölün ortasında sürdürüyor.

Greenpeace, soyu tehlike altında olan Atlantik mavi yüzgeçli orkinosun korunması için Nesli Tehlike Altında olan Türlerin Uluslararası Ticaretine Dair Antlaşma - CITES toplantısında hiçbir önleme karar veremeyen hükümetleri şiddetle kınadı. Oy durumu 68 red, 20 kabul ve 30 çekimser olarak sonuçlandı. Toplantıda bulunan Greenpeace Uluslararası Denizler kampanyası sorumlusu Oliver Knowles “Şu anda CITES toplantısındaki hükümetlerin Atlantik mavi yüzgeçli orkinosların korunması yolundaki utanç verici bu başarısızlığı, bu türün geleceğinin bir felaket olması ve tam bir yokoluşa sürüklenmesi anlamına geliyor'' dedi. Bu türün korunabilmesi için ülkelerin destek vermemesi orkinosların sonunu hazırlıyor. Böylece mavi yüzgeçli orkinos türünün geleceği tamamen Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu - ICCAT’ın, yani bu stokların bugünkü acınası duruma gelmesinden sorumlu olan organizasyonun, ellerine teslim edildi. Bu karar Japonya'nın hedefi ve çıkarları doğrultusunda. Bu lüks ürünü birkaç yıl daha zorlayarak, hem mavi yüzgeçli orkinosların geleceğini hem de kendi gelecek talebini tehlikeye atmış oldular.

Hepinizin bildiği gibi binalar dünyadaki elektrik kullanımının çok büyük bir bölümünden sorumlu. Amerika Birleşik Devletlerindeki binalar, gerek ticari gerek barınmada elektrik tüketiminin yüzde 72’sinden ve karbon salımının yüzde 38’inden sorumlu. Eski binaların enerji donanımının iyileştirilmesi elektrik tüketimininde ve faturalarda yüzde 20-50 oranında bir azalma sağlıyor. Bir sonraki adım ise bütünüyle karbonsuz elektriğe geçilmesi. Isınma, soğutma, ışıklandırmanın dışarıdan alınan veya içerde üretilen karbonsuz elektrik ile yapılması bize tamamen karbonsuz binalar sağlar. Bazı ülkeler bu konuda ciddi atılımlarda bulunuyor. Bunlardan biri olan Almanya, 2009 Ocak itibariyle yapılan tüm binaların su ve bina ısıtımının asgari yüzde 15’inin yenilenebilir enerji kaynağından sağlanmasını veya enerji verimliliğini yüksek düzeyde iyileştirilmesini öngördü. Hükümet ayrıca yeni yapılacak ve hali hazırdaki binalar için bir finansal yardım ödeneği de hazırladı. Umuyoruz ki bütün inşa sektörü ve ev sahipleri bu planı uygulamaya başlar ve bu şekilde hem ekonomiye hem de çevre korumaya büyük katkıda bulunmuş olurlar. Darısı her zamanki gibi geride kalan Türkiye’nin başına...

Bir nükleer santral haberi ile bitirmek istiyorum. Finlandiya’da OL3 nükleer santrali 2012 yılına ertelendi. Daha önce 2009’da açılması planlanan santralin hali hazırda 3,5 yıl geciktiği ve bütçesini ikiye katladığı belirtildi. Önümüzdeki günlerde daha nice nükleer santrallerin açılışlarının ertelendiğini duyacağız, maalesef nükleer rönesans adı altında ülkeler karanlık çağlara sürükleniyor. Türkiye bu karanlık çağa sürüklenmesin diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, imzanızı atın, rüzgar, güneş bize yeter diyen 1 milyon kişiye katılın.

Bugün yine size güneşli Tel Aviv’den sesleniyorum, sokaklar güzel bir İzmir akşamından pek farklı değil ve Akdeniz’in taze kokuları sokak aralarında dolaşıyor. Kırmızı borazan çiçekleri bahçe girişlerini süslüyor. Aldığım habere göre Israil’de dört yeni hurda merkezi açılmış. Faaliyette olan merkez sayısı beşe çıkmış. Bu merkezlerin amacı hurda malların, ileride hammadde olarak kullanılmak veya imha edilmek üzere ayrılması veya hazırlanması işlemi. Yirmi veya daha çok yaşı aşmış kayıtlı araba sahipleri bu yetkili merkezlerde arabalarını hurdaya çevirebilecekler. Bu parçalar geri dönüşümde kullanılabilecek. Bunun karşılığında araba sahiplerine 3000 Shekel yani yaklaşık 1300 TL ödenecek. İsrail’in ilk hurda merkezi 2010 başlarında Ashdod’da açılmış. Raporlara göre 1700 den fazla araba hurdaya dönüştürülüp geri dönüşümü sağlanmış. Bu pilot projenin başarısı Çevre Koruma Bakanlığı’nı dört yeni merkez açmak için harekete geçirmiş. Geridönüşüm güzel birşey ancak hurdaya giden arabalar bu sefer toplu taşıma kullanımı için hammade olsa ne güzel olurdu. İsrail’de v özellikle Tel Aviv’de toplu taşıma Istanbul’dan bile daha kötü. Sanki burası araba merkezli bir yaşam biçimine dönmüş, kentleşme yeni bir olgu olsa dahi. Gönül isterdi Amerika değil, Avrupa modeli izlenseydi, kent toplu taşıma ile devinseydi.

Avusturalya Araştırma Kurulu’nun desteği ile Monash, Melbourne ve Wisconsin Universiteleri tarafından yapılan araştırma sonucunda kelebeklerin iklim değişiklileri nedeniyle kozalarından daha erken çıktıkları açıklandı. Uzmanlar kelebeklerin 65 yıl öncesine göre 10 gün daha erken kozalarından çıktıkları konusunda uyardı. Bulgulara göre ilk somut delil sera gazı ve doğal oluş süresi arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Ekip, yaygın kahverengi kelebeğin Heteronympha merope geçtiğimiz yüzyılın yarısından itibaren ortalama her on yılda bir 1.6 gün daha erken kozadan çıktığı sonucuna vardı. Melbourne Üniversitesi araştırmacıları bunun aynı zaman diliminde vuku bulan her on yılda bir 0.14 derecelik artan hava sıcaklığı ile örtüştüğünü belirttiler. Bu sıcaklık artışının insanların sebep olduğu da ayrıca eklendi. Araştırmanın başı olan Dr. Michael Kearney, bu bulgunun iklim değişikliğinin, bioçeşitliliğin üstünde ileride yapacağı etkiyi tahmin etmemize yardım edeceğini söyledi. Bu tür mevsimsel yaşam döngü değişiklikleri türleri tehlikeye atıyor. Küresel ısınma yaşamın ayarını gün geçtikçe bozuyor, taa ki saat çalışmaz oluncaya kadar.

Nestle, Greenpeace’in dünyadaki lider gıda üreticilerini Endonezya’lı şirketle ilişiğin kesilmesiyle ilgili protestolarının ardından Sinar Mas Grup ile anlaşmasını bitirdi. Nestle, Sinar Mas’ı kimliği bilinmeyen İsviçre menşeeli bir şirket olan Vevey ile değiştirdi. Greenpeace dün erken saatlerde yayınladığı raporda Sinar Mas’ın yağmur ormanlarını palmiye yağı üretimi için yasadışı bir şekilde yağmaladığını belirtti. Nestle’nin adımının yeterli olmadığı ve henüz Greenpeace taleplerini karşılamadığı açıklandı.
Unilever, dünyada ikinci büyük gıda üreticisi, Jakarta merkezli olan bu firmadan yağ teslimatlarını üç ay önce kesti. Greenpeace websitesinde Nestle’ye, bu hareketin Sinar Mas’ın Endonezya kanunlarına karşı geldiğini ve aynı zamanda şirketin uluslararası çevre komitesini görmezden geldiğinin bir kanıtı olduğunu yazdı. Son olarak Nestle dün tekrar 2015 yılına kadar sadece “sürdürülebilir palmiye yağı” kullanmaya söz verdi. Nestle kampanyası hakkında daha fazla bilgiiçin: http://www.greenpeace.org/international/campaigns/climate-change/kitkat

Bu sabah tüm Avrupa’da yaklaşık 100 aktivist, bazıları orangutan kıyafetleri içinde, Nestle’nin Birleşik Krallık, Almanya ve Hollanda’daki merkez ve fabrikalarında protestolarda bulundular. Bu şekilde Nestle yönetimine ve çalışanlarına, şirketin palmiye yağı kullanmasını durdurmaları için çağrıda bulundular.
Nestle bir çok ürününde palmiye yağı kullanıyor. Buna Kit Kat çikolatası da dahil. Palmiye yağı talebi o kadar arttı ki yağı satan şirketler Endonezya’daki yağmur ormanlarını yıkmaya başladılar. Bizim bu yağmur ormanlarına ihtiyacımız var. İklim üzerinde ve karbondioksit emiliminde ölümcül bir rol oynuyorlar. Yağı satan şirketler dünyamızın ciğerlerini kesmekle kalmayıp, Endonezya’yı Amerika Birleşik Devletler ve Çin’den sonra üçüncü en çok karbon yayan ülke durumuna getirmeye de hizmet ediyorlar. Şaşırtıcı gelebilir ancak ormanlari yok etmek karbon yayılımında bütün arabalardan, kamyonlardan, uçak ve diğer araçların hepsinden daha fazla rol oynuyor. Toplam salımın beşte biri. Ama hepsi bu değil. Ormanları yok etmek aynı zamanda orangutanların doğal ortamlarını yok ediyor. Bu şekilde hali hazırda türü tükenme tehlikesinde olan bu hayvanların sonunu hazırlıyoruz. Bu nedenle bir daha Kit Kat veya başka palm yağı içeren ürünler yemeden önce bir kez daha düşünmeliyiz.

Hazır İsrail’deyken buradan da haber verelim. Çevre Koruma Bakanı Erdan, İsrail’in sera gazı salımını 2020 yılına kadar %20 azaltacaklarını taahüt etti. Bakan Gilad Erdan İsrail’in İklim Değişikliği Kongresine ve Kyoto Protokolü’ne olan bağlılıklarını tekrar belirtti. Ayrıca “İsrail Hükümeti’nin Kopenhag Mütabakatı’na uyumlu olmak arzusunda olduklarını ve bu nedenle İsrail’in müzakereye katılacak ülkeler listesinde yer alması gerektiği açıklamasında bulundu. Bunlara ek olarak Bakan, karbondioksit salımının 2020 yılına kadar %20 azaltılması hedefinin, hükümetin vereceği iki karar ile başarılabileceğini belirtti: Birincisi, hükümetin elektrik üretiminde %10’unun yenilenebilir enerji kaynağından olması, ikincisinin de elektrik tüketiminin %20 azaltılması. İsrail hükümetinin bu sözlerini tutmasını ve Askhelon’daki kirli kömürlü termik santralden vazgeçmesini bekliyoruz.

Her yıl Kanada’da yavru foklar, vahşice öldürülerek avlanıyorlar. Her yıl mart sonlarında başlayan fok balığı avı için, Kanada bu yıl da kontenjanını artırdı. Dünya genelindeki protestolara rağmen geçen yıl 338 bin 200 fokun avlanmasına izin veren Kanada, bu yıl kontenjanı 50 bin artırdı ve avlanacak fok sayısını 388 bin 200 olarak açıkladı. Kanada Federal Balıkçılık Bakanı Gail Shea, yaptığı açıklamada, kotanın artırılmasına gerekçe olarak, yine bölgedeki fok sayısının artmasını gösterdi. Devlet avcıların isteksiz olduğunu görünce teşvik açıkladı. Öte yandan avcıların bu yılki av için çok da istekli olmadıkları haberleri geliyor. Bunun nedeni Avrupa Birliği’nin üye ülkelere fok yasağı koyması ve dünyada artan tepkiler nedeniyle, müşteri bulmakta zorlanacaklarını düşünmeleri. Devletin teşviğine rağmen uzmanlar da, av bölgesindeki buzulların durumunun iyi olmadığına dikkat çekerek, avcıların erime yüzünden ciddi sorunlarla karşılaşabilecekleri uyarısında bulundular.

Binalardaki yapay ışıklarin kuşları, plajlardaki ışıklarin da deniz kaplumbağalarını şaşırtıp ve onlari çoğunlukla ölümle biten bir kapana kıstırdıklarını biliyor muydunuz? Uzmanlar, Kuzey Amerika'da en az 100 milyon kuşun -çoğunlukla da alçaktan uçan ötücü kuşların- binalara çarparak öldüğü görüşünde. Kuşların çarparak ölümünün en büyük nedeni, onları gece gündüz demeksizin şaşırtan pencere camları. Bu arada yolunu şaşıran kuşlar da kent labirentinden çıkmak için çabalarken bitkin düşüyor. FLAP (Ölümcül Işık Bilinçlendirme Programı) gönüllüleri tarafından bulunan kuşların ancak yarısı hayatta kalabiliyor ve bu kuşlar yeniden gökyüzünü salınıyor. Öte yandan ışık kirliliği yalnızca kuşları tehdit etmiyor. Deniz canlıları da ışık kirliliğinden nasibini alıyorlar. 95 milyon yıldır yeryüzünde yaşayan deniz kaplumbağaları için "ışık kirliliği" büyük bir tehdit. Çünkü, deniz kaplumbağaları yumurtalarını kumsallara bırakıyorlar. Yumurtadan çıkan yavrular ise, denize kavuşabilmek için içgüdüsel olarak ayışığını ya da sudan yansıyan ışığı izliyorlar. Ama yavruların yuvadan çıktıkları kumsalda başka ışık kaynakları varsa, yavrular denize değil ışığa doğru gidiyor ve yollarını kaybediyorlar. Sonuçta çok büyük bir kısmı denize kavuşamadan ölüyor.

Çin ve Hindistan, Kopenhag İklim Değişikliği Mutabakatı’nı “koşullu olarak” kabul etti. Yani sera gazı salımını gönüllü biçimde azaltmayı belirli koşulara bağlı olarak kabul etti. Kopenhag İklim Zirvesi, hukuken bağlayıcı bir anlaşmayla bitmemiş, bu nedenle gezegenin geleceğini düşünenler tarafından “başarısızlık” olarak adlandırılmıştı. Zirvenin sonunda ortaya çıkan Mutabakat’a daha önce 100 ülke onay vermişti. Dünyanın en hızlı büyüyen iki ekonomisi olan Çin ve Hindistan’ın cevabının gecikmesi, herkesin endişelerini iyice arttırmıştı. İki ülke de, bildirgeye onay verdi. Ancak bildirgenin “tarafı” olarak anılmak istemediklerini de eklediler. Aralık 2010’da Meksika’da yapılacak iklim zirvesine doğru zaman hızla azalıyor. Büyük ekonomilerin gönüllü azaltımda bile gönülsüz olmalarıysa, gezegenin geleceği için umutları azaltıyor.
Gezegenin zamanının azaldığının bir kanıtı da Kanada’dan geldi. Kanada Meteoroloji Kurumu, Kanada’da, bu kışın en sıcak ve kuru kış olarak kayıtlara geçtiğini açıkladı. Ülkede, 1948’den bu yana ülke çapında sıcaklık kayıtları tutuluyor. Kanada’da bu kış, normalin 4 derece üstünde seyretti. Ayrıca düşen yağmur miktarı da ülke ortalamasının %22 altındaydı. Hatta katranlı kumlarıyla ünlü Alberta’da bu oran %60’a kadar ulaştı. Asya, Avrupa ve ABD’nin neredeyse tamamının aşırı soğuklarla baş etmeye çalıştığı bu kış, Kanada için fazla sıcak geçti. Bu dengesizlikler, iklim değişikliğinin somut göstergeleri arasında sayılıyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP, Rusya’yı 2014 Sochi Olimpiyatları için hayata geçirilen projelerin çevresel etkilerini dikkate almadığı için eleştirdi. UNEP son raporunda, projelerin, bölgenin çok özel olan yaban hayatını yok edebileceğini açıkladı. Aktivistler, bölgede ekosistemlerin zaten geri döndürülemez derecede zarar gördüğünü, kuş ve ayıların yaşam alanlarının çoktan yok edildiğini söylediler. UNEP raporunda bu bölgenin ekosisteminin iyileştirilebilmesi için, Sochi Milli Park’ının genişletilmesi, Mzymta’nın daha iyi korunması, Karadeniz kıyıları boyunca korunan alanların arttırılması gibi çözümler gösterdi.

İklim değişikliğini engellemek için türlü türlü geçici çözümler üretiliyor. Ancak bu çözümler çoğunlukla etkisiz, hatta zaman zaman daha da zarar verici oluyor. Okyanusa demir dökmek de bu zararlı yöntemlerde biri. İngiltere Ulusal Bilim Akademisi, havadaki karbon diyoksit yoğunluğunu azaltmak için okyanusların demirle “gübrelenmesi”nin çok tehlikeli olduğunu açıkladı. Demir, havadaki karbon diyoksiti emen yosunların artmasına neden olduğu için bir iklim değişikliği çözümü gibi yansıtılıyordu. Ancak bu işlemle sayısı artan yosunlar, suda memelileri öldürebilecek bir kimyasalı arttırıyor. Zaten bu yöntemin pozitif etkileri de kanıtlanmış değil. Geçen yıl Güney Okyanusu’na altı ton demir dökülmüştü. Ancak bu demirin atmosferden alarak emdiği CO2 miktarının son derece düşük olduğu belirlenmişti. Havadaki karbon yoğunluğunu azaltmak için, okyanuslardaki yaşamı bitirmek gerçek bir çözüm değil. Aldığımız her iki nefesten biri okyanuslardan geliyor. Bunun değerini bilmek zorundayız.

Earth Policy Institute’un son raporu, güneş enerjisiyle ilgili bir takım verilere değiniyor. İklim değişikliği, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerjilere yöneldiğimiz yeni bir enerji ekonomisine geçmemize neden oluyor. Güneş öyle bir enerji kaynağı ki, bir saatte dünyaya ulaşan güneş ışığı, tüm dünyanın bir yıllık enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli. Güneş enerjisi kaynaklarından fotovoltaik solar panellerle, 2008’de 7000 megavatlık enerji üretildi. Çin, bu alanda en ileri ülke. 2004’te kurulu gücü 40 megavatken, 2008’de bu oran 1848 megavata dek yükseldi. Çin’i Almanya ve Japonya takip ediyor. Çatılara yerleştirilen güneş panellerinin dünyadaki kurulu gücü 120 bin megavat. Bu alanda da yine Çin 80 bin megavatla lider. Yani 27 milyon hane, çatı panelleriyle suyunu ısıtıyor. Bu paneller, güneş ışığını doğrudan ısıya çeviriyor. Çatı panellerinde, Türkiye 7100 megavatla dünya ikincisi. Türkiye’yi Kıbrıs ve İsrail takip ediyor. Güneş enerjisi alanında, yeni teknoloji projeleri de geliştiriliyor.

Co-operative ve WWF'in birlikte hazırladıkları rapor, katranlı kumlar hakkındaki gerçeği, Greenpeace raporları ile birlikte, bir kez daha gözler önüne seriyor. Kanada, katranlı kumdan petrol üretmek için 2025'e dek tam 250 milyar pound harcayacak. Rapora göre, bu para, Sahara Çölü'nde güneş santrali kurmak ya da tüm Avrupa'nın elektrikli araçlara geçmesi gibi büyük projelere harcansa, Avrupa'nın karbon salımı sıfırlanabilirdi. Ayrıca aynı miktar, en az gelişmiş 50 ülkenin Birleşmiş Milletlerin yoksullukla mücadele ve sürdürülebilir kalkınma için koyduğu Milenyum Gelişim Hedefleri'ne ulaşmasını da sağlayabilirdi. Ancak Kanada, katranlı kumdan petrol üretmekle ilgili insanlık suçu sayılacak hedefler belirlemiş durumda. İlk hedef 2025'te günde 4 milyon varil petrol üretmek. Şu anda bu miktar 1,3 milyon varil. Kanada hükümeti, BP ve Shell'in sözü yerine, halkın sözünü dinlese, gezegenin geleceğini değiştirebilir, ancak şu anda gelecek kuşakların yaşam hakkını elinden almakla meşgul.

Avustralya'da sıcaklığın son 50 yılda, 0,7 santigrat derece arttığı tespit edildi. Araştırmayı yapan Ulusal Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Kurumu CSIRO Direktörü Megan Clark, iklim değişikliğine dair belirgin işaretler bulunduğunu belirtti. Ayrıca tüm mevsimler boyunca ısınmanın bütün ülkeyi ilgilendirdiğini ve son on yılın daha sıcak geçtiğini söyledi. Rapor, Avustralya Meteoroloji Kurumuyla ortaklaşa hazırlandı. Raporda, kıtanın batı ve kuzeyinde deniz seviyesinin yılda 7 ila 10 milimetre yükseldiği de belirtiliyor. Yani nerdeyse bir santim. Yayınlanan bu rapor, özellikle önemli. Çünkü Avustralya’da küresel ısınma, bu yıl yapılacak genel seçimlerin başlıca siyasi tartışmalarından birini oluşturuyor. Avustralya, dünyanın kişi başı en yüksek karbon salımına sahip ülkelerinin başında geliyor.

Dünya Saati'ne Türkiye de katılıyor. Dünya Saati kapsamında 27 Mart'ta Boğaz Köprüsü'nün güvenlik harici aydınlatmaları 1 saatliğine kapatılacak. WWF tarafından küresel ısınmayla mücadele amacıyla bu sene dördüncüsü gerçekleştirilecek olan Dünya Saati, 27 Mart 2010 Cumartesi günü 20:30-21:30 saatleri arasında yapılacak. Empire State Binası, Tapei 101 Gökdeleni, Eyfel Kulesi, Buckingham Sarayı gibi dünyaca ünlü yapılar da Dünya Saati'ne katılıyor. Dünya Saati'ne bu yıl tüm dünyadan 6.000 ilçe, şehir ve belediyeden bir milyar insanın katılması bekleniyor.
Dünya Saati, 2007 yılında Avustralya’da başladı. 2008’de küresel bir harekete dönüştü. 2009 yılında bir rekora imza attı ve dünya çapında yürütülen en büyük kampanya olarak anılmaya başlandı. Milyonlarca insanın destek verdiği kampanyanın amacı, ışıkları bir saatliğine kapatarak küresel ısınmayla mücadele konusunda görsel bir mesaj göndermek. Şubat ayı itibariyle, Kadıköy Belediyesi, Beyoğlu Belediyesi, Eskişehir Tepebaşı Belediyesi, Balıkesir Susurluk Belediyesi Dünya Saati'ne katılacaklarını açıkladılar. Biz de WWF'le birlikte tüm bireyleri, şirketleri, belediyeleri ve yerel yönetimleri, 27 Mart 2010 tarihinde 20:30-21:30 saatleri arasında ışıklarını bir saatliğine kapatmaya davet ediyoruz. Böylece iklim değişikliğiyle mücadele için yaşam tarzımızda yapabileceğimiz küçük değişiklikleri düşünmeye en azından bir saat ayırmış olacağız. Ancak hala her gece Sabancı kuleleri başta olmak üzere gösteriş için elektrik harcamaya devam ediyor. Bu elektrik maliyetini ödeyecekleri para olabilir, ancak ödedikleri elektrik faturası ile çocuklarımızın geleceğini çaldıklarını hatırlatmak gerek. Gezegenin geleceği için Dünya saati bir saat değil, her saat!

Avrupa Komisyonu, beş Avrupa ülkesinin yenilenebilir enerji hedefini henüz karşılayamadıklarını açıkladı. Bu ülkeler, İtalya, Lüksemburg, Belçika, Danimarka ve Malta. Almanya ise, yenilenebilir enerji hedeflerinin üstüne bile çıkmayı başardı. Beş ülkenin, Almanya'dan yenilenebilir enerji satın almaları bekleniyor. Avrupa Birliği, üye devletlerin 2020'ye dek enerji ihtiyaçlarının %20'sini yenilenebilir enerjilerden karşılamalarını kararlaştırmıştı. Ön raporlar, birliğin bu hedefi aşabileceğini ortaya koyuyor. Çünkü Almanya, İspanya ve İsveç, hedeflerini aşacak gibi görünüyorlar. Tüm ülkeler, Haziran ayında hedeflerini nasıl karşılayacaklarını resmi olarak açıklamakla yükümlü. Komisyon, bu hedefi karşılayamayanları mahkemeye götürme, yani onlara karşı yargı yoluna başvurma yetkisine sahip. AB üyesi ülkelerin gezegenin geleceğini ne kadar düşündüklerini gelecek günlerde göreceğiz.

ABD Balık ve Yaban Hayat Kurumu'nun, birçok çevre kuruluşuyla beraber yayımladığı rapor, iklim değişikliğinin sonuçlarıyla ilgili çarpıcı bir gerçeği daha ortaya koyuyor. Iklim değişikliği, kuş türlerini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. ABD İç İşleri Bakanlığı Sekreteri Ken Salazar, en çok göçmen kuşların risk altında olduğunu söyledi. Rapor da, hayatı okyanusa bağımlı kuşların en kırılgan türler olduğunu gösteriyor. Albatros, kutup martısı ve fırtına kuşu başta olmak üzere 67 okyanus kuşu türü, özellikle risk altında. Çünkü bu türlerin yıllık üreme oranları çok düşük. Üstelik yaşam alanları da iklim değişikliğinin etkilerine karşı son derece hassas. Salazar, İç İşleri Bakanlığı’nın sekiz bölgede iklim değişikliğiyle mücadele stratejileri geliştirmek için İklim Bilimi Merkezleri'yle birlikte çalıştığını ifade etti. Türkiye'de hala resmileşmemiş bir strateji belgesi duruyor ancak bu belgede biyolojik çeşitlilik koruma adına hiçbirşey içermiyor. Birilerinin çıkıp yine ağaçlandırma yapıyoruz demesi ise bu konuda cehalet örneği olacak.

Dünya kıyılarındaki 'ölü bölgeler', iklim değişikliğine katkıda bulunuyor. Deniz ve okyanuslarda, oksijeni azalmış alanlara 'ölü bölge' adı veriliyor. Maryland Üniversitesi Çevre Bilimleri Merkezi'nin araştırmasına göre, bu bölgelerin görülme sıklığının ve yoğunluğunun artması, yalnızca bulundukları yeri değil, tüm gezegeni etkiliyor. Oksijen oranı düşük sular, atmosferdeki azot oksit yani N2O yoğunluğunu artıyor. Bu da iklim değişikliğini arttırıyor.
İşte Karadeniz de, kıyılarında oksijensiz alanların çoğunlukta olduğu denizlerden biri. Yine de Karadeniz için bir iyi haber var. Kirlilik ile erozyon tehdidi altında olan Karadeniz için bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar, “Black Sea Scene” adlı proje altında toplanacak. Böylece sağlıklı bir yönetim stratejisi geliştirilecek. Projede, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan ve Yunanistan da dahil Karadeniz’i çevreleyen ülkelerdeki 51 araştırma merkezi, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerden bilim insanları çalışıyor. Projeye Türkiye’den KTÜ, ODTÜ, Sinop Üniversitesi, İstanbul, Ankara ve 9 Eylül Üniversitesi katıldı. Projeyle yıllardan beri kirlilik, erozyon ve balıkçılıkla ilgili yapılmış tüm çalışmaları, toplanmış bilgi ve oşinografik verilerin ortak amaç doğrultusunda en iyi kullanımını sağlamak için Uluslararası Karadeniz Bilimsel Ağı kurulacak. Karadeniz 13 başkenti ve 160 milyon insanı ilgilendiren bir coğrafya. Bu denizin yüzde 90’ı oksijensiz, özellikle toksik madde birikimi, ağır metaller ve diğer kirleticilerle ölü deniz olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.

İngiltere Tabiatı adlı, hükümete bağımsız danışmanlık yapan kuruluşun "Kaybolan Yaşam" adlı raporu yayımlandı. Rapor, İngiltere'de yaklaşık 500 hayvan ve bitki türünün son iki yüzyılda neslinin tükendiğini gözler önüne seriyor. Soyu tükenenler arasında kelebek türleriyle amfibilerin, yani hem karada hem de suda yaşayan hayvanların başı çektiği belirtildi. Ayrıca hemen hemen 1000 yerli türün geleceğinin belirsiz olduğu ve bunlara korumada öncelikli statüsü verildiği kaydedildi. Raporda biyoçeşitliliğin azalmasında, yaşam alanlarının kaybı, çevre kirliliği, yerli olmayan türlerin baskısı gibi sebeplerin etkili olduğu belirtildi.

Bu hafta nükleer tehlike ile ilgili tüm dünyada değişik gelişmeler yaşadığımız bir hafta oldu.
Greenpeace, Fransa'nın Rusya'yı bir nükleer çöplük gibi kullanmasına karşı eylemlerine devam ediyor. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Fransa, nükleer atıklarını tren ve deniz yoluyla Sibirya'ya gönderiyor. Atıkların burada işlendiği söyleniyor, ancak %95'inin bölgedeki geniş alanlara, yani korumasız biçimde açık havaya terk edildiği biliniyor. İşte 15 çevre aktivisti, Çarşamba gecesi, tüm gece boyunca kendilerini nükleer atığı taşıyan trenin geçeceği yolda raylara zincirleyerek bu çevre suçunu geciktirdiler. Ve tabii ki Rusya'ya nükleer atık gönderilmesinin yasaklanması çağrısında bulundular. Son 15 yılda Areva'nın Rusya'ya gönderdiği nükleer atık miktarı 140 bin ton...

Avrupa Komisyonu’nun geçen hafta GDO’lu patates ekimine izin vermesinin ardından, iki AB üye devletinden tepki geldi. Komisyon, ekime izin vermişti. Ancak her ülkenin kendi toprakları içinde ekime izin verme veya vermeme serbestisi var. Avusturya, bu patateslerin ekimini derhal yasaklayacaklarını açıkladı. Avusturya Sağlık Bakanı, bu tohumun ekimini yasaklayacak belgenin hazırlığına başladı bile. İtalya Tarım Bakanı ise, Komisyon’un kararından hiç hoşlanmadıklarını ve geleneksel tarım ile vatandaşlarının sağlığını gözetmeye devam edeceklerini bildirdi. Ünlü Alman kimyasal şirketi BASF’a ait GDO’lu patatesten önce, Avrupa’da ekimine izin verilen tek tohum, GDO devi Monsanto’ya ait MON 810’du. Bu arada Komisyon, GDO’lu başka üç tohumun Avrupa’da ekimine izin vermedi, fakat Avrupa pazarında satılmasına izin verdi.

Avrupa Birliği’nin son raporu, Avrupa’da araçlarda kullanılan biyodizel ve diğer “yeşil” yakıtların, “istemeden” tropikal ormanlara ve sulakalanlara zarar verdiğini gösteriyor. AB, 2020’ye kadar 500 milyon vatandaşının araba yakıtlarının %10’unu biyoyakıttan elde etmesini istiyordu. Biyoyakıt üretmek için, özellikle Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ormanların kesilerek tarım alanı haline getirilmesinden endişe ediliyor. AB’nin biyoyakıt açlığını karşılamak için 2020’ye kadar 5.2 milyon hektar alanın ekilmesi gerekiyor. Bu, Hollanda’nın yüzölçümünden daha büyük bir alan. Peki bu alan nasıl var edilecek? Zaten dünyada ekilebilir alanların hemen hemen tamamı kullanılıyor. Biyoyakıtı sadece artıklarla ve atıklarla sınırlayıp, belki sadece yerelde üretim ve kullanımına izin verip, ticaretine izin vermemek gerek.

Batı Amerika’nın ikonik hayvanı bizon, uluslararası bilim insanlarının hazırladığı yol haritasıyla yine uçsuz bucaksız bozkırlarda özgürce yaşayabilecek. Uluslararası Doğa Koruma Birliği IUCN’nin son raporunu, Meksika, Amerika ve Kanada’dan onlarca bilim insanı ve bizon uzmanı birlikte hazırladı. Rapor, 100 yıl once soyu tükenmenin eşiğinden kurtarılan bu türün soyunun iyileştirilmesi için ikinci bir şans olabileceğini ortaya koyuyor. Ancak başarı, bizonların serbestçe yaşayabilecekleri binlerce, belki milyonlarca hektarlık bozkırların sağlanmasını gerektiriyor. Bu da aslında hukuki düzenlemeler ve hayvanlara dair Amerikan düşünce sisteminin değiştirilmesini gerektiriyor. Amerikalılar, bizonu hala yalnızca “yiyecek” olarak görüyor. Onun dışında batılı çiftçiler ise hayvanları potansiyel hastalık kaynağı olarak algılıyorlar. Her iki algının da değişmesi şart. 20. yüzyıla dek on milyonlarca bison Alaska’dan Meksika’ya kadar serbestçe yaşıyordu. Ancak Avrupa’nın kürk talebini karşılamak isteyen avcılar, bu türü hızla yok etti. Büyük çabalarla tür yok olmanın eşiğinden geri döndürüldü. Şu anda yaban hayatta 31 bin adet bizon bulunuyor. 400 bin bizon ise, Amerika’da özellikle bizon eti sunan restoranlar zinciri için yetiştiriliyor.

Hindistan’da soyu tehlike altında olan tür ise kaplanlar. Uzmanlar, Hindistan’da yabani olarak yalnızca 800 kaplan kaldığını söylüyor. Eğer radikal adımlar atılmazsa, kaplanlar beş yıl içinde yok olacak. Rajastan’da 12 yıl önce kurulan Kaplan izleme komitesi Tiger Watch, bağımsız bir kuruluş. Tiger Watch’ın araştırmalarına göre, 20. Yüzyılın başında Hindistan ormanlarında 45 bin Kaplan yaşıyordu. 1972’de Kaplan avcılığı yasaklandı, çünkü sayıları 2000’e kadar inmişti. Ocak ayında WWF, en büyük tehlike altındaki on türü açıkladı. Kaplan, bu türlerin arasında ilk sırada çünkü tüm dünyada yalnızca 3200 adet kaldığı tahmin ediliyor. Bunun ardından WWF 2010’u Kaplan Yılı ilan etti. Çin takvimine göre de zaten şu anda Kaplan yılındayız. WWF, şimdi 2022’ye dek Kaplan nüfusunu iki katına çıkarmayı hedefleyen global bir kampanya yürütüyor. Dünya liderlerinin bu konuda adımlar atması gerekiyor. Tabii Hindistan’da liderlere daha da çok sorumluluk düşüyor. Çünkü ülkenin simgesi Bengal kaplanlarından yalnızca 800 adet kaldı…

12.500 plastik şişeden yapılan Plastiki San Francisco'dan demir aldı.
Böylelikle Plastiki'nin 7.500 mil sürecek olan yolculuğu da başlamış oldu. Plastiki'nin yolculuğunun Sidney'de son bulması planlanıyor.
Rohtschild, 2006 yılında UNEP tarafından açıklanan bir raporla harekete geçmiş. Raporda plastik atıkların okyanuslardaki yaşamı nasıl olumsuz etkilediğine yer veriliyordu. Rothschild, bugün kullandığımız plastiklerin aslında neredeyse yüzde yüzü geri dönüştürülebilir ürünlerden yapıldığını, ancak bunların sadece yüzde yirmisinin geri dönüştürüldüğünü belirtiyor. Plastiki'nin yolalmak için ihtiyaç duyduğu enerji "yeşil enerji" sistemlerinden elde edilecek. Rothschild, yolculuğunu planlarken çevre sorunlarının artık hayatımızın en temel sorunları olduğuna dikkat çekebilecek bir rotada gitmeye özen gösterdi. Bu rota pekçok insanın kabusu olan Kalifornia ve Hawai arasındaki Doğu Pasifik Çöp Girdabı'ndan geçecek.
Kuzey Pasifik'te yeralan bu girdap hakkında çok az şey biliniyor. Bilinen tek şey bu girdabın dünyadaki çöpleri içine çektiği. Bilimadamlarının hesaplamalarına göre dünya üzerinde üretilen plastiğin % 10'u okyanuslara gidiyor. Bu da her bir deniz milinde 46.000 parça plastik barınıyor demek. Daha da kötüsü her yıl binlerce deniz memelisi ve deniz kuşu bu plastik parçalarını yutarak ölüyor.

Nükleerden Çıkış isimli Fransız sivil toplum kuruluşu, Normandiya’da yapılmakta olan yeni nükleer santralin Çernobil ölçülerinde kaza riski taşıdığını açıkladı. Dışarı sızan belgeler, üçüncü jenerasyon basınçlı su reaktörü EPR’nin potansiyel bir felaket senaryosu olduğunu ortaya koyuyor. Kuruluş, iç kullanım için oluşturulmuş ve EPR’larda gerçekleştirilen testleri açıklayan sekiz belgeyi inceledi. 2004-2009 arasında hazırlanmış belgeler, Fransız elektrik şirketi EDF’de çalışan bir kişi tarafından sızdırıldı. Buna göre, nükleer reaktörü kontrol eden mekanizmada hatalar var. Bu hataların atmosfere dev bir radyasyon bulutu gönderecek bir patlamaya yol açması ise çok olası.

Bugün sizlere Fairfield Iowa’dan sesleniyorum. Kuzey Amerika kıtasının ortasından. Fairfield 10.000 kişilik nüfusu ile küçücük bir kasaba. Mother Earth News yani Tabiat Ana Haberleri’ne göre kasaba “hiç duymadığınız en iyi 12 yerden biri” olarak geçiyor http://cityoffairfieldiowa.com/Public/Home/index.cfm. Fairfield belediye başkanı Ed Malloy ABD’nin on yeşil başkanından biri seçilmiş. Belediye Başkanı Malloy onurun kendisine değil, çeşitli mahalle sakinlerine ve yerel gruplara ait olduğunu söylüyor. Başkan Malloy, yerel hükümet, işletmeler, okullar, sakinlerin katkıları ile 10 yıllık Fairfield Go Green planını başlatmış. Fairfield kamu binaları ve şehir konutlarda enerji kullanımının azaltılması, yenilenebilir enerjiye rüzgar ve güneş enerjisine geçiş, ve artan geri dönüşüm ve yerel gıda üretimi teşvik konusunda büyük adımlar atmış durumda.
Her ne kadar Iowa’nın "dünya’yı beslemek için mısır ve soya fasulyesi" başkenti olduğu iddia edilsede maalesef bu üretim üretiği kadar enerji tüketen etanol yapımına veya hayvanları beslemeye gidiyor. Iowalılar yedikleri yiyeceklerin %90’ını eyalet dışından ithal ediyorlar. Ancak Fairfield’da durum farklı, yerel yiyeceklerin tanıtımı ve alınması için tam zamanlı bir aktif yerel kampanya ve teşvikler var. Yerel çiftçi pazarı Mayıs’tan Ekim'e kadar çok popüler. Birçok çiftçi, organik dahil olmak üzere ve sadece yerel ürünler satıyor. Buna bir örnek yerel bir fırının ürettiği yerel buğdaydan organik ekmek. Kasaba sakinleri, yerel mağazalar, ve restoranlar ise üreticiden doğrudan satış prensibini benimsemiş http://www.mvccsa.com/.
Fairfield’da sebze bahçeleri çok revaçta, şehirde dolaşırken sık sık büyüme sezonunu uzatmak için küçük seralar ve örtüler görmek mümkün. Yerel bir arıcılık çok yaygın ve arıcılık derslerinin ücretsiz sunulduğu bir arıcılık kulübü var. Böylece yerel tozlaşma sağlanırken bir yandan da organik arıcılığa yakın bir arıcılıkla endüstriyel arıcılığın önüne geçiliyor.
Fairfield Maharishi İşletme Üniversitesi (MUM) burada lisans eğitimi veren bir kurum ve tabii 10.000 kişilik bu kasaba için çok önemli bir katma değer. Ünversite Sürdürülebilir Yaşam lisans ve lisans üstü programına ev sahipliği yapıyor. Tam 90 öğrencinin kayıtlı olduğu programda Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım, Yenilenebilir Enerji, Yeşil Bina yapımı ve Sürdürülebilirlik Politikaları üzerine dersler veriliyor. Programın binası da aynı prensiplerle inşa edilmiş ve LEED Platin sertifikasına aday. Öğrenciler 2000 yılından beri bir eko-fuar organize ediyor. Fuara yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım gibi konularda uzmanlar ve ünlü düşünürler çağrılıyor. Üniversite kafeteryasında ise kendi bahçelerinden gelen organik vejetaryen yemekler servis ediliyor. Üniversitenin hedefi gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmak. Kampus de ise çim yerine doğal çayırlar restore edilmiş ve yerli ve yenilebilir meyve ağaçları dikilmiş. Bu arada bir iklim eylem planı da hazırlamış üniversite. MUM iklim eylem planına göre hedef 2011 yılında şebekeden elektrik kullanımını % 70 azaltmak ve 2014 yılına emisyonlarını ise % 50 azaltmak. Plan a göre 2020 yılına kadar sera gazı salımları sıfırlanacak. http://www.mum.edu/sustainability.html
Benim kaldığım yer Abundance Ecovillage, Bereket Eko Köyü. Fairfield’ın hemen kuzeyinde yer alıyor. Bereket Eko köyü, rüzgar ve güneşle güçlendirilmiş bir topluluk. Evlerin enerji ihtiyacı gün ışığı kullanımı, yüksek verimli kompakt floresan aydınlatma, dizüstü bilgisayarlar, yatay eksen çamaşır makineleri, topraktan jeotermal soğutma ile düşürülmüş durumda. Evlerin hepsi iyi izolasyonlu ve pasif güneş enerjisi kullanımı için tasarlanmış. Toprak borular evleri yazın serin ve taze hava almasını sağlıyor. Bütün evler sıcak suyunu kışın bile güneş enerjisi ile sağlıyor, nadiren gaz kullanmak gerekiyor. Yağmur suyu evlerin çatılarında toplanıyor ve saklanıyor. Her evin sarnıçı var. Atıksular ise devlet tarafından onaylanmış yerel bir arıtma sisteminden geçiyor. Bereket Ekoköyü ayrıca MUM’dan gelen öğrencilerin pratik yapabileceği bir merkezi de içeriyor. http://www.abundance-ecovillage.com/Main/HomePage
http://www.sustainablelivingcoalition.org
http://www.cypressvillages.com
http://www.pbase.com/hapm/ourhouse
Açık Radyo dinleyicilerinin en ilgisini çekecek haberlerden birisi herhalde KRUU-LP 100,1 FM http://www.kruufm.com
radyo istasyonu. Radyo tamamen güneş enerjisi ile yayın yapıyor ve kirli hiçbir enerji kullanmıyor. Radyo, kar amacı gütmüyor ve tamamen dinleyici destekli. Topluma hizmet veren düşük güçlü bir radyo istasyonu. Ancak 24 saat ve 7 gün yayın yapan KRUU da programların % 99,7 si 100 gönüllü tarafından üretilen 80 programdan oluşuyor. KRUU’nun misyonu sürdürülebilir bir toplum için Fairfield’e ses vermek, ve yaratıcılığı teşvik etmek, diyalog ve toplum katılımı ile toplumun sürdürülebilirlik için güçlendirilmesi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin 2007 tarihli raporunu güncelleyen yeni çalışması yayınlandı. Çalışma, iklim değişikliğinin insan aktiviteleri sonucu ortaya çıkan sera gazından kaynaklandığını bir kez daha ortaya koydu. Çalışmada, her kıtada, okyanus içi ve üstü sıcaklık ölçümleri yapıldı. Ayrıca daha önce yapılan 100 bilimsel çalışmadan da yararlanıldı. Sonuçlar, okyanusların ısındığını gösteriyor. Ayrıca buna bağlı olarak da, buharlaşma ve suyun tuzluluk oranının yıllar içinde arttığına işaret ediyor. Ayrıca, ortalama sıcaklıkların 1980’den bu yana en az 0.5 derece arttığı, her on yıllık sıcaklık artışının en az 0.2 olduğu da, çalışmanın sonuçları arasında.
Bu arada buzullar erimeye devam ediyor. Dünya artık Alaska’daki Çıkış Buzulu adı verilen buzul için fazla sıcak. Çıkış Buzulu, diğer buzullar gibi, geçtiğimiz 200 yılda 4 km’den fazla eridi. Alplerin en geniş buzulu Aletsch Buzulu da, 150 yıldır küçülmeye devam ediyor. İsviçre Buzul Takip Ağı, 2008’de 79 İsviçre buzulunun hızla küçüldüğünü açıkladı. New South Wales Üniversitesi’nin araştırmasına göre ise, eriyen buzullar nedeniyle deniz seviyesi yılda 1.2 mm yükseliyor. Bu da 2100’de denizlerin 55 cm yükselmiş olacağını gösteriyor. 2100’ün sonuna kadar, deniz seviyesinden 5000 metre yüksekte olan buzulların yok olacağının da altı çiziliyor.
Pew Çevre Grubu tarafından finanse edilen ve onlarca bilim insanıyla ekonomistin katkılarıyla hazırlanan rapor, buzulların erimesinin maliyetini ortaya koyan ilk çalışma. Rapora göre, buzulların erimesinin küresel tarım, emlak ve sigorta sektörlerine zararı, 2050’ye dek en az 2.4 trilyon dolar olacak ve 24 trilyon doları bulacak. Raporu hazırlayanlardan ekonomist Eban Goodstein, Kuzey Kutbu’nun dünyanın “kliması” olduğuna değindi. Eriyen buzullar, deniz seviyesini yükseltecek, sellere ve aşırı sıcak dalgalarına neden olacak. Rapora göre, şu anda bu olayların dünyaya yıllık maliyetinin 61-371 milyar dolar. Buzulların erimesinin tüm faaliyetlerin doğrudan etkilerinden daha tehlikeli olması ise, eridikçe atmosfere yayılan metan gazı. Metan gazı, iklim değişikliğinde karbon diyoksitten 21 kat daha etkili.
Tam da bu noktada, korkulanın gerçekleştiğini gösteren başka bir çalışma yapıldı. Alaska Fairbanks Üniversitesi tarafından yapılan araştırma, Sibirya’nın uzun yıllardır donmuş deniz yatağından büyük miktarlarda metan gazı salımı gerçekleştiğini gösteriyor. Zaten bunu dışardan görmek de mümkün, çünkü suyun üstünde kabarcıklar var. Araştırmaya göre Sibirya’nın deniz yatağından yılda 8 milyon ton metan gazı atmosfere yayılıyor. Oysa ki bilim insanları, bir yılda tüm dünyadan atmosfere yayılan metan gazı miktarının tamamının bu kadar olduğunu sanıyorlardı. Çalışma için, Doğu Sibirya’da 5000 alanda 2003-2008 arasında ölçümler yapıldı. Şu anda, Kuzey Kutbu’nda metan gazı yoğunluğu, son 400 bin yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda.

Amerika Brleşik Devletlerinin Başkenti Washington DC’den seslenirken hemen bir haberle başlayalım, ABD hükümeti mavi yüzgeçli orkinos ticaretinin yasaklanmasından yana olduğunu açıkladı. ABD, 13-25 Mart'ta Qatar'da gerçekleştirilecek CITES toplantısında mavi yüzgeçli orkinos ticaretinin bu tür için bir tehdit olduğunun kabul edilmesini talep etti. ABD'nin balık ve yaban hayatı sözcüsü Tom Strickland, mavi yüzgeçli orkinosların ciddi tehlike altında olduklarına değindi. Doha'da yapılacak CITES toplantısında, mavi yüzgeçli orkinos avcılığının yasaklanabilmesi için, üye 175 devletin üçte ikisinin bu yönde oy kullanması gerekiyor. 1970-2007 arasında stokları yani nüfusu %80 oranında azalan mavi yüzgeçli orkinoslar için daha fazla zaman kalmadı.

Maalesef Avrupa Birliği, üye ülkelerde ilk kez bir GDO’lu tohumun yetiştirilmesine izin verdi. Bu tohum, Alman kimyasal devi BASF’nin ürettiği ve çok tartışmalı olan Amflora patatesi tohumu. 10 yıldır onay için bekleyen tohumların, yalnızca endüstride ve hayvan besini olarak kullanılacağı söylendi. Bu şekilde insan sağlığını koruyorlar gibi görünse de, bu tohumlarla beslenen hayvanların eti ve sütüyle, GDO’lu patates bizim de vücudumuza girmiş olacak. Galiba en iyisi vejeteryan olmak. Ayrıca bu karar, onay için bekleyen diğer 50’den fazla GDO’lu tohum için de kapı açıldığı söylniyor. Özellikle ABD mısır tarımını ele geçirmiş olan Monsanto’nun Roundup Ready mısırları da böylece Avrupa’ya giriş yapabilir. Her Avrupa Birliği üyesi ülke, kendibaşına karar verecek.

Italya'da yürütülen bir araştırma, iklim değişikliğinin alerji mevsimini uzatabileceğini ortaya koydu. 26 yıldır yürütülen araştırma, her geçen yıl, polenlerin havada kaldığı sürenin uzadığına işaret ediyor. Polene bağlı alerjiler de bu nedenle yıl içinde daha uzun süreye yayılıyor. Italya'nın Bordighera bölgesinde 1981-2007 arasında yürütülen çalışma, ortalama hava sıcaklığında artış olduğunu da gösterdi. Bu nedenle bazı bitkilerin polen sezonunun uzadı ve toplam polen miktarı da arttı. Polen alerjisi olanlar dikkat!

Sizlere bugün Washington DC Chinatown’dan sesleniyorum. Dışarıda ambulans sesleri inliyor, ama kaliteli ses cihazım sayesinde bunları umuyorum duymuyorsunuz. Geldiğim Greenpeace Uluslararası Program toplantısında yapacağımız planlar, umuyorum, buraya uçmamın karbon bedelini karşılar, ve gezegen için toplamda hayırlı olur.
Hazır Amerika’dayken buradan bir haberle başlayalım. Bilim insanlarını şaşırtan uzun bir yok oluşun ardından deniz aslanları San Fransisco'ya geri dönüyor. Deniz aslanları, nedeni anlaşılmayan bir biçimde, bir anda göç etmiş, sayıları 1700'e kadar inmişti. Sonra birden San Francisco'da yalnızca bir düzine kadar deniz aslanı kalmıştı. Deniz Memelileri Merkezi'nden Jim Oswald, şu anda sayılarının artmakta olduğunu belirtti. Uzmanlar, göç etmeyen bir tür olan deniz aslanlarının gidişini su sıcaklıklarının ısınmasına bağlamışlardı. Gelecek günlerdeki araştırmalar, göç etmeye başlama nedenlerini daha iyi aydınlatacak şüphesiz.
Okyanus suyu sıcaklıklarının yükselmesi, yalnızca deniz aslanlarını değil, denizdeki tüm hayatı etkiliyor. 2009'da ABD kıyılarında yaşanan köpek balığı saldırılarında ani bir düşüş yaşandı. Bu tabii ki insanlar açısından iyi bir haber gibi görünebilir, ancak bilim insanları aksine işaret ediyorlar. Florida Üniversitesi'nden George Burgess, köpekbalıklarının belirli bir sıcaklığın altında yaşadıklarını, bu nedenle yaşayabilecekleri deniz suyu sıcaklığına sahip alanlara gitmeye başladıklarını açıkladı. Yani kuzeye doğru... 2008'de 41 olan köpekbalığı saldırı sayısı, 2009'da 28'e düştü. Ortalama olarak her yıl 40-50 saldırı yaşanırken, 2009'daki bu ani düşüşün sebebinin de küresel ısınma olduğu düşünülüyor, ancak insan acaba hepsini yüzgeçlerinden çorba yapmak için avladılarda denizleri boşalttılar mı diye düşünmeden edemiyor.

Bu arada Rio de Janeiro kıyılarında da nedeni anlaşılamayan bir olay yaşanıyor. Binlerce ölü balık, Rio lagününde kıyıya vurdu. Geçtiğimiz Pazar gününden bu yana 100 belediye çalışanı, tam zamanlı çalışıyor ve ancak 80 ton balığı temizleyebildiler. Ölüm nedeni henüz bilinmeyen balıkların, birçok farklı türden oldukları bildirildi. Rio çevre müdürlüğü ise, artan zehirli yosun miktarının balıkları öldürmüş olabileceği ihtimali üstünde duruyor. Temizlik çalışmaları sürüyor, ancak sanki temizlenmesi gereken balıklar değil de başka birşey gibi geliyor bana.

Endişe veren bir haberle başlayalım. Balinalar kocaman ve akıllı yaratıklar, ormanın anıt ağaçları gibi onlar da okyanusların birer abidesi, buna rağmen Japonya, 24 yıllık ticari balina avı yasağının sonlandırılması için çaba gösteriyor. Japonya'nın Uluslararası Balinacılık Komisyonu yani IWC'ye karşı gelen bu tavrı, sadece Avustralya'da değil, gezegenin geleceğini düşünen herkeste endişe yaratıyor. Avustralya, daha önce Japonya balinacılığı sonlandırmazsa hukuki yollara başvuracağını duyurmuştu. Ancak bunlar ne yazık ki Japonya'yı durdurmuyor. 1986'da IWC ticari balinacılığı süresiz durdurma, yani moratoryum kararı almıştı. Norveç ve İzlanda bu yasağa açıkça uymadı. Japonya ise, yasaktaki boşluğu kullandı. Balinacılığa 'bilimsellik' başlığı altında devam etti. Öte yandan Japonya, ülkesi için geleneksel olduğu için balina avladığını ve balina etlerinin restoran ve marketlerde satıldığını da reddetmiyor. Üç ülkenin moratoryum başladığından beri 30 bin balinayı katlettiği tahmin ediliyor. IWC'nin konuyla ilgili tavrını Haziran toplantısında göreceğiz.
Bu arada Avustralya balina avcılığına karşı çıkmak gibi, gezegenin geleceği için yararlı başka adımlar da atmaya devam ediyor. Avustralya, Endonezya'nın Sumatra Adası'ndaki ormanların korunması için 30 milyon dolar harcayacak. Bu para, adanın yerlilerine teşvik olarak verilecek. Sera gazı salımının ciddi nedenlerinden biri de ormansızlaştırma. Ormanların korunması, bu nedenle çok önemli. Avustralya, bu arada Endonezya'da sağlayacağı sera gazı azaltım miktarı kadar, kendisi sera gazı salımına sebep olmayacak. Ancak uluslararası görüşmeler, ülkelerin bunu yapabilmelerini sağlamak yönünde ilerliyor. Bu mekanizmaların işlemesi çok sıkı kontrollere bağlı.
Avustralya Endonezya'nın ormanlarını korumaya çalışırken, Endonezya ne yazık ki ormanlarını yok etmeye devam ediyor. Hatta ülke başkanı Yudhoyono'nun son imzaladığı karar, ormansızlaştırma hızının artacağına işaret ediyor. Yudhoyono, madencilik, elektrik santralleri ve taşımacılık gibi konularda, eğer stratejik öneme sahiplerse, koruma altındaki ormanların kesilebileceğine karar verdi! Bu korkunç bir karar. Yudhoyono, bu kararın Güneydoğu Asya'nın en hızlı büyüyen ekonomisinde işsizliği azaltmak için şart olduğuna da vatandaşları inandırmaya çalışıyor. Endonezya, zaten dünyada en hızlı ormansızlaştırmanın yapıldığı ülkelerin başında geliyor. Ormanları yok etmek değil, korumak stratejik öneme sahip olmalı. Madencilik sektörü ise, ne yazık ki ülkeyi hammadde sağladığı gelişmiş ülkelere bağımlı kılan bir sektör. Bu nedenle gelişmiş ülkeler, ne pahasına olursa olsun madenciliği teşvik etmeye devam ediyorlar.
Nükleer Santrallerde Rus Hataları Bitmiyor! Belarus İçişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde yayınlanan nükleer enerji santrali skandalı, Rus teknolojisinin güvenirliği hakkındaki endişeleri artırmaya devam ediyor. Aynı sıkıntıların Rusya ve Çin'deki santrallerde de yaşanması, Rus nükleer endüstrisinin Çernobil geleneğini devam ettirmekte ısrarcı olduğunu gösteriyor. Belarus hükümet kaynaklarına göre Volgodonsk nükleer santralinde kullanılan bozuk parçalar, 2009 Aralık ayından beri baş gösteren bir dizi acil durumdan sonra yapılan denetimlerde ortaya çıktı. Bundan önce de Novovoronezh ve Kalinin nükleer enerji santrallerinde bazı arızalı parçalar tespit edilmişti. 19 Aralık 2009’da Volgodonsk santralinin ikinci ünitesi de fiziki olarak faaliyete geçti. Halihazırda yakıt dolu ve yakında elektrik üretimine geçmeye hazır olan santralde, skandallar da beraberinde geldi. Elektrik üretmesi gereken donanımlar hiç üretime geçmedi. Nükleer tehdide dönüşen tesislerde üreticisi belli olmayan ekipmanların kullanıldığı ortaya çıktı.
26 Aralık 2009’da yani fiziksel faaliyetten iki gün sonra bir kaza daha meydana geldi. Kısa devre koruma sistemlerinin devreye girmesi sebebiyle 1 numaralı tribün şebeke bağlantısını kesti. Ardından 10 Ocak 2010’da buhar jenaratöründe arıza tespit edildi ve reaktör kapatıldı. Ünite şebekeye ancak 16 Ocak’ta tekrar bağlanabildi. Daha önce de, diğer Rus nükleer santrallerinde kalitesiz parçalar nedeniyle benzer sorunlar görülmüştü. Ağustos 2007’de Kalinin Nükleer Santrali'nde korsan donanım bulunmuştu. Santralde yanlış anahtarlar kullanılmıştı. Arızalı parçalar, Çernobil geleneğine sadık kalındığını gösteriyor.
Hiç bir şekilde Rus veya değil, nükleer enerji santralinin Türkiye’ye girmesini istemeyen, hükümetin nükleer enerji planlarından bir an önce vazgeçmesini talep eden ve sanatçıların da aralarında bulunduğu 1 milyon “radyoaktivist” http://nukleer.greenpeace.org sitesinde biraraya geliyor. Siz de aralarına katılın!

Antarktika'dan 2500 km karelik buz dağı koptu. Bu buz dağının, okyanuslardaki akıntıları değiştireceği tahmin ediliyor. Güney Kutbu'ndan bu ay başlarında kopan ve şu sıralarda Avustralya'nın güneyinde yüzen buz dağının okyanuslardaki canlıları da olumsuz etkilemesi de mümkün. Ayrıca, bilim insanlarına göre, milyarlarca ton ağırlığındaki buz dağı, su sirkülasyonunu engelleyebilir. Bu durumda, okyanuslardaki dip suyu miktarını azalır. Bunun da Atlas Okyanusu'nun kuzeyine kıyısı olan ABD, Kanada ve Avrupa'da kışların daha soğuk geçmesine neden olabileceği tahmin ediliyor. Tüm dünyadaki dip suyunun dörtte biri bu bölgede oluşuyor. Uzmanlar, çok yoğun ve soğuk olan dip suyunun azalmasının, okyanuslardaki akıntı yapısını değiştireceği, bunun da sıcaklıkları etkileyebileceğini belirtiyorlar. Tazmanya'daki Antarktik İklim ve Ekosistem Araştırmaları Merkezi'nden Neal Young, bu etkilerin hemen görülmeyebileceğinin de altını çizdi. Fransız buzul bilimcisi Benoit Legresy’ye göre ise, buz dağının kopması bir süredir bekleniyordu.

Amerika’da organik tarım yapanlar, bu yıl, bahar rüzgarlarının GDO’lu şeker kamışlarından polenleri taşıyacağından endişe ediyor. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse, ektikleri ürünler organik özelliklerini yitirecek. Çiftçiler, federal mahkemeye başvurarak ülke çapında GDO’lu şeker kamışı ekiminin yasaklanmasını talep edecekler. Eğer bu talep kabul edilirse, ABD Tarım ve Hayvancılık Sağlığı Araştırma Kurumu’nun konuya dair bir çevre etki raporu hazırlaması gerekecek. Bu rapor hazırlanana dek GDO’lu tohumların ekimi askıya alınacak. Bu da 2-3 yıllık bir süreç anlamına geliyor. Bu arada Gıda Güvenliği Merkezi de, “Roundup Ready” adı verilen ve GDO devi Monsanto’ya ait bu tohumların tarım ilacına dayanıklı bitkilere dönüştüklerini ve bunun da gıda güvenliğini tehdit ettiğini açıkladı. Roundup Ready tohumları, mısır, soya, pamuk ve şeker kamışında kullanılıyor. İki hasat mevsimi boyunca ABD’de toplanan şeker kamışının %95’i Roundup Ready tohumundan elde edilmiş oluyor. Monsanto, bu şekilde ABD’de ve dünyada GDO sektöründe tekel olma yolunda ilerliyor.

Amerika Maine Körfezi Araştırma Enstitüsü'nün son çalışmasına göre, balinacılık küresel ısınmaya katkıda bulunuyor. Ticari balinacılık, gerçekleştirildiği son yüzyıl boyunca yaklaşık 100 milyon ton karbon diyoksit salımına neden oldu. Bu miktar, 50 bin kilometre karelik bir ormanı yakmakla ya da 128 bin adet büyük spor arabayı 100 yıl boyunca her gün kullanmakla eşit sera gazı salımı anlamına geliyor. Araştırmayı yöneten Andrew Pershing, balinaların 'okyanusların ormanları' olduklarını söyledi. Balinalar, büyük ölçüde karbonu vücutlarında depoluyorlar. Öldürüldüklerinde ise bu gaz açığa çıkıyor. Yani bir balinayı öldürmek, karbon depolama sisteminden bir parçayı çekip, içindeki karbonu atmosfere salmak anlamına geliyor. Büyük balinalar, 9 ton karbon depolayabiliyorlar. Bu kadar karbonu ancak çok büyük ve çok eski ağaçlar depolayabiliyorlar. Vicdani nedenlerin yanında mantıkı olarak da bu bilgilere sahip olan ve gezegenin geleceğini düşünen kimsenin balinaları öldürmeye hakkı yok.

Bundan sonra, dünyadaki tüm meteoroloji ofisleri, hava sıcaklığıyla ilgili daha sık ve daha net ölçümler yapacaklar. Böylece iklim değişikliğiyle ilgili veriler artacak ve araştırmalarda kesinlik sağlanabilecek. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, küresel iklim anlaşmasını engellemek isteyenlerin iklim değişikliği diye bir şey olmadığı yolundaki şüphelerini bilimsel biçimde yok edebilmek için çevre bakanlarına çağrıda bulunmuştu. İşte bu karar da, bu çağrıya verilen bir cevap.

Kasırgalar ve iklim değişikliği alanlarında çalışan ünlü bilim insanlarının hepsi, iklim değişikliği nedeniyle bundan sonra tüm dünyada daha az sayıda, ama daha kuvvetli kasırgalar yaşanacağı konusunda hemfikir olduklarını açıkladılar. Açıklama, pazar günü Nature Geoscience dergisinde yayımlandı. 2005'te Katrina Kasırgası'nın Louisiana ve Mississippi'yi vurmasından sonra, küresel ısınmanın kasırgaları arttıracağıyla ilgili tartışmalar artmıştı. Yeni araştırma, kasırgaların sayıca değil ancak kuvvet bakımından artacağını gösteriyor. Araştırma, Dünya Meteoroloji Organizasyonu panelindeki 10 bilim insanı tarafından 2 yıl süreyle yürütüldü. Bu süreçte, fırtınada rüzgar hızının %2 ile 11 arasında arttığı ancak sayılarında %6 ile 34 arasında azalma görüldüğü belirtildi. Rüzgarın hızında %11'lik bir artış, verdiği zararın %11 değil, %60 artacağı anlamına geliyor. Çalışma, saate 130 mili aşan rüzgarların bulunduğu 4 ve 5 numaralı kategorilerdeki kasırgaların, yüzyılın sonuna dek iki katına çıkacağını öngörüyor.

Size son kez Lüxemburg’dan sesleniyorum. Avrupa Birliği 2020 stratejisi ekonomik büyümenin doğurduğu doğal kısıtlamaları görmezden geliyor. AB liderleri ekonomik durgunluğun arkasından tekrar canlandırabilmek için tartışa dursun, Greenpeace hükümetleri, ekonomik iyileşme ve AB’nin enerji sisteminin doğurduğu fiziksel sorunlar hakkında uyardı. Avrupa Komisyonu’nun 2020 stratejisinde ekonominin sadece yakıt, toprak ve su gibi sınırlı olan doğal kaynaklara dayandığı bildirildi. Greenpeace AB iklim Politikası Direktörü Joris den Blanken ekonominin sadece açgözlülük, dolandırıcılık ve toksik atıklar yüzünden değil aynı zamanda doğal kaynaklarımızın tükeniyor olması nedeniyle de çöktüğünü belirtti. Biyolojik çeşitliliğin tarihte emsali görülmemiş bir hızla azalması, canlı türlerinin yok oluşu, temiz su kaynaklarının azalması, toprakların pulluk, beton ve asfalt altında yok oluşu... AB yeşil ajandayı dikkate almazsa yani hemen doğal varlıkları sürdürülebilir kullanmayı gerçekleştiremezse kendi kendini baltalıyor olacak.

Son 30 yıldır Hindistan ve Bangaldeş Bengal Koyu’ndaki minik adaya kimin sahip olduğu konusunda kavga ediyorlar. Bu sorunu bugün yükselen su seviyesi çözümledi. Artık ada yok... Jadavpur Üniversitesi’nden Okyanus Bilimci professor Sugata Hazra artık adanın tamamiyle sular altına gömüldüğünü belirtti. Hazra iki devletin yıllardır tartışıp yapamadıklarını küresel ısınmanın başardığını söyledi. Bilim adamları Bengal Koyu’ndaki su seviyesinin son 10 yılda alarm verecek derecede yükseldiğini söylüyorlar. Bildiğiniz gibi 1996 yılında da yine aynı bölgedeki Lohachara adası sular altına gömülmüştü. Küresel ısınma ile ilgili hemen harekete geçilmez ise o bölgede en az 10 tane daha ada yok olacak. Bu örnek bana paylaşılamayan bebeği ortadan kesip paylaştırmayı hatırlattı.

Birleşmiş Milletler ve İnterpol tarafından yayımlanan raporda, Afrika gorillerinin 2030'a kadar yüzde 90 oranında yok olacağı bildirildi. BM Çevre-Doğa Programı Dairesinin yetkilisi Christiann Nellemann, "Tedbirler alınmazsa, ağaç kesimi, madencilik ve kaçak avlanma yüzünden gorillerin soyları, yaşadıkları Afrika ülkelerinin büyük bölümünde tamamen tükenebilecek" dedi. UNEP'in yetkililerinden Achim Steiner de, ağaç kesimi ve Asya'ya Avrupa'ya ihraç edilen tomruk ürünleri tüccarlarının tuttuğu kaçak avcıların, gorillerin yaşadığı ülkelerdeki mültecilere ve kasaba-kentlere goril dahil "kaçak av eti" sağladığını anlattı. İnterpol polis teşkilatının Doğa Suçları Dairesinin Başkanı David Higgins, "Goriller, çeşitli meslek ve faaliyet kollarında ulusal ve uluslararası yasaları çiğneyenlerin kurbanı oluyor" diye konuştu. Tüm kötü gidişata rağmen Afrika'da alınan önlemle küçük bir alanda etkili koruma ile alçak ova gorillerinin nüfusu 2007'den beri yüzde 12 artarak 750'ye çıktı. Bu durum hala şansımız olduğunun göstergesi.
Bu arada sizlere tekrar Dünya Saati’ni hatırlatmak istiyorum. Binlerce kişinin ve yüzlerce şirketin Dünya Saatine katılım bildirdiğini, 27 Mart, yani yarın 20:30’da başta İstanbul olmak üzere pek çok ilde ışıkların 1 saatliğine kapatılacağı etkinliğe sizle de katılabilir bu sembolik etkinlikle bu konudaki rahatsızlığınızı dışa vurabilirsiniz.

NİSAN
Daha önce haberini verdiğimiz “İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı” sona erdi. Konferansa 35 bin kişi katıldı. Toplantıda doğanın haklarını tanıyan ilk evrensel deklerasyon oy birliği ile kabul edildi. Konferansla birlikte, yaklaşık 20 yıl önce Rio'da ortaya atılan "sürdürülebilir kalkınma" ve "koruma kullanma dengesi" gibi kavramların altının boş olduğu kabul edilmiş oldu. Konferans, gezegenin yaşamasıyla ilgili mücadelelerin asıl olarak toplumsal değişime odaklanması gerektiğini, çevreci teknolojilerin tek başına bir çözüm getiremeyeceğini ortaya koydu. Deklarasyonda, dünyanın kendi başına bir canlı varlık olduğu ilk defa bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarının oy birliği ile kabul edildi. "Doğa Ana"nın yaralı olduğunun ve bu nedenle insanın geleceğinin tehlike altında olduğunun altı ayrıca çizildi. Doğanın yaşam hakkını kabul etmeden, insan hakları ihlallerinin de son bulmayacağı belirtildi. Konferansta, doğanın yaşama ve var olma; saygı duyulma; kendini insan tarafından rahatsız edilmeden var etme; su döngüsünü devam ettirme gibi haklara sahip olduğu kabul edildi. Öte yandan, Birleşmiş Milletler altında doğa hakkı ihlallerinden sorumlu olacak bir mahkemenin kurulması gerektiği ortaya kondu.

Dün de bahsettiğimiz Meksika Körfezi'nde geçen hafta yanmaya başlayan ve daha sonra batan petrol platformundan çevreye yayılan ham petrolün kontrollü olarak yakılmasına başlandı. Amerikan Sahil Koruma yetkilileri, kontrollü yakılma işleminin Mississippi nehri deltasının yaklaşık 48 kilometre doğusunda, yerel saatle öğleden sonra başladığını söyledi. Yetkililer, denize yayılan ham petrol tabakasının Louisiana sahillerine yaklaştığını ve cuma sabahı bu bölgeyi de etkisi altına alabileceğine işaret etti.
Bir de güzel haberimiz var. Avrupa Komisyonu 28 Nisan 2010'da kabul ettiği yeni strateji ile AB çapında daha temiz ve enerjiyi etkin kullanan elektrikli araçların teşvik edilmesine karar verdi. Euroactive'in haberine göre 28 Nisan’da kabul edilen metinde Komisyon ısrarla tek ve belirli bir teknolojiyi teşvik etmediğinin altını çiziyor ancak biyoyakıt kullanımında kısıtlamalara gidileceği belirtiliyor. Öte yandan elektrikli motorların potansiyeline dikkat çekiliyor ve elektrikli araç satışlarının 2030’a kadar % 20 oranında artmasının beklendiği belirtiliyor. Avrupa Birliği bir süredir elektrikli otomobil pazarına özel bir önem veriyor.
Rusya, Mayak’da şimdiye kadarki dünyadaki en büyük ikinci nükleer trajedi sayılan fabrikada radyoaktif atık faciası devam ediyor. 1957 yılında Ural Dağı’nda bulunan gizli fabrikadaki patlama müthiş bir radyoaktif kirlenmenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Yaklaşık yirmi üç bin kilometre kare radyasyondan etkilenmiş ve yarım milyon kişi radyoaktif maddelere maruz kalmış. Bununla beraber malesef bölgeden sadece 10,000 kişi tahliye edilebilmişti. Norveç Radyasyon Koruma Kurumu’ndan Per Strand dünyada radyoaktif kirlenmenin en çok olduğu yer burası dedi. Herşeye rağmen fabrika bugün halen kullanımda ve hatta genişletilmekte. Sadece bir kaç yıl önce Rus hükümeti yurtdışından gelecek radyoaktif atıkların Mayak’a gömülmesine karar vermişti. Mayak nükleer santrali şimdiye kadar Almanya, Finlandiya, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen 1540 ton radyoaktif sıvıyı depoladı. Gelecekte de İsviçre, İspanya, İtalya ve Belçika’dan atık almak için görüşmeler yapıyor. Rusya Avrupa’nın nükleer çöplüğü olmakla kalmıyor bu arada doğa anayı zehirliyor.
Çernobil felaketinin 24. yıldönümünde Türkiye için kıyılarımıza gelen Greenpeace’in bayrak gemisi Rainbow Warrior İzmir’e yarın demirleyecek. Sizler de Türkiye nükleer enerji ile temiz enerjinin önünü tıkamasın ve doğa ana’ya doğru davransın diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin ve nükleere karşı Rainbow Warrior ile yol alın!


Petrol, yangın, kirlilik. Meksika körfezinde geçen salı meydana gelen patlama ve yangının ardından perşembe batan petrol platformundan çevreye yayılan kirliliğin, eğer ham petrol sızıntısı durdurulamazsa Amerikan tarihinin en kötü çevre felaketlerinden birisi olacağı bildirildi. Amerikan sahil güvenlik yetkilisi Tuğamiral Mary Landry, düzenlediği basın toplantısında, platformu işleten İngiliz petrol şirketi BP’nin sızıntıyı durdurmak için şimdiye kadar yürüttüğü çabaların başarılı olmadığını belirtti. New Orleans sahil güvenlik komutanı Landry, kazayı Alaska kıyılarında karaya oturan ve 1300 km mesafeye 40 milyon litreden fazla hampetrol yayılmasına neden olan Exxon Valdez tankerinin neden olduğu kaza ile kıyaslamayı reddederken, "Ama, eğer kuyuyu güvenliğe alamazsak, evet, bu Amerikan tarihinin en kötü deniz kirliliklerinden biri olacaktır" dedi. Platformu işleten BP’den yapılan açıklamada, yaklaşık 1,5 km derinlikten günde bin varil (159 bin litre) civarında ham petrolün sızdığı belirtilerek, bu sızıntıyı ve bir çevre felaketini önlemek için bölgeye filtre gemilerinin yanı sıra robot denizaltılar gönderildiği kaydedilmişti. Uydu görüntülerine göre, hızla yayılan petrol örtüsü 1550 km2 alana ulaşıyor ve Amerikan kıyılarını tehdit ediyor, ya okyanus ekosistemi? Yetkililer, buna karşın asıl kirliliğin deniz yüzeyinde ince bir tabaka halinde olduğunu belirtiyorlar.

Güney Dakota ve Syracuse Üniversitelerinden bir grup bilim adamı, uydu görüntülerine dayanarak yaptıkları araştırmada, dünyadaki ormanların 2000 - 2005 yılları arasında 1 milyon kilometre kare yani yüzde 3 küçüldüğünü belirledi. Ünlü PNAS bilimler akademisi dergisinde yayımlanan araştırmada bilim adamları, orman yüzeyindeki değişiklikleri değerlendirmelerine olanak sağlayan bir matematik sistemi kullanarak, bu yıllar içinde farklı uydular tarafından çekilmiş görüntüleri inceledi. Araştırmaya göre, bu süre içinde dünyadaki ormanlık alanlar 1 milyon 11 bin kilometre kare azaldı. Brezilya 165 bin kilometre kareyle ormanlarını en çok kaybeden ülkeler listesinin başında yer alırken, onu 160 bin kilometre kare ile Kanada takip etti. Kıtalar bazında ise listenin başında olan Kuzey Amerika’yı, Asya ve Güney Amerika izledi. Bu araştırma yönteminin, ormanların ne kadarının doğal nedenlerle, ne kadarının ise insan hatası nedeniyle yok olduğunu göstermediğine işaret eden araştırmacılar, yine de bu kadar büyük bir kaybın endişe verici olduğunu kaydetti.

Dağcılar, Everest'de yıllardır duran çöpleri temizlemeye karar verdiler. Böylece dünyanın en yüksek temizlik kampanyası da başlamış oldu. Geçmişte çok sayıda Nepalli ve yabancı dağcı Everest'in tepesindeki çöplerin bir kısmını toplamıştı. Ancak Extreme Everest 2010 Tırmanışı'nın lideri bugüne kadar kimsenin 8.000 metreye çıkıp oradaki çöpleri toplamaya cesaret edemediğine dikkat çekiyor. Çünkü bu bölge oksijenen çok az olması nedeniyle "ölü bölge" olarak biliniyor. 8.000 metreye çıkıp çöpleri toplayacak olan ekibin üyelerinden Namgyal "İlk kez bu yükseklikte temizlik yapılacak. Çok zor ve çok tehlikeli" diyor. Everest'in tepesindek çöplerin geçmişte karların altında kalmıştı. Ancak iklim değişikliği ile bu karların büyük bir kısmı eridi ve çöpler açığa çıktı. Everest Dağı da "dünyanın en yüksek çöplüğü" haline geldi. Bu çöplerin büyük bir kısmı ise zirveye tırmanan dağcılara ait. Dağcılar zirveden biran önce inmek için telaşla kullanmadıkları eşyalarını ve çöplerini geride bırakıyorlar. Bu da yıllar içinde bölgeyi çöplük haline getiriyor.

Baykal Gölü’nde kurulması planlanan kağıt fabrikasına karşı eylemde bulunmak isteyen aktivistler, Vladimir Putin’e 200 adet tuvalet kağıdı gönderdiler. Aktivistler “Eğer yetkililer Baykal Gölü’nün kurumasına rağmen kağıdı bu kadar çok istiyorlarsa, biz de kağıdı onlara gönderelim dedik” diye açıklama yaptılar. Başkan Yardımcısı tuvalet kağıtlarını kabul etti ve başkana en kısa zamanda ileteceğini belirtti.

Greenpeace aktivistleri dün Stockholm kentinde hükümetin sahip olduğu enerji şirketi Vattenfall’ın Yıllık Genel Toplantısı’na çalışanların binaya girmesini engellemeye çalışarak eylemde bulundu. Ayrıca çatıda kömüre ve nükleere yapılan yatırımları kınayan yüzde yüz yenilenebilir enerji yazan bir pankart da açmayı başardı. Vattenfall Avrupa’nın en büyük beşinci elektrik şirketi olması nedeniyle İsveç’in iklim değişikliğine karşı verdiği mücadelede en güçlü oyuncu olarak biliniyor. Ticaret Bakanı Olofsson enerji devrimini başlatmak için son 3 yılda hiç birşey yapmadı. Bununla beraber enerji teknolojisine yatırım yapmak yerine İsveç’te yeni nükleer santral riskleri alınmakta ve yurtdışında da kömür ocaklarına yatırım yapılmakta. Şirketin medya sözcüsü, iklim değişikliği konusunda Greenpeace‘le aynı fikirde olduklarını bununla beraber Avrupa’da yenilenebilir enerjiye en çok yatırım yapan şirketlerden biri olduklarını ama bazı şeyler için vakit gerektiğini belirtti. İklim değişikliğinin kimseyi beklemediğini hala anlamamakta direniyorlar. Siz de artık enerji devrimi olsun diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin ve nükleer santrallere karşı imzanızı atın!

Avrupa Birliği (AB) liderleri Aralık 2008’de yeni bir Yenilenebilir Enerji Yönergesini kabul ettiler. Buna göre 2020 yılına kadar her üye devletin ulaşım yakıtlarının yüzde 10’unu aralarında biyoyakıtlar, hidrojen ve çevre dostu elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları gerekiyor. Euroactive'in bu konuda yaptığı haber ise şöyle: Yönergede ayrıca biyoyakıtlar için sürdürülebilirlik kıstasları da belirleniyor. Birliğin, biyoyakıtların fosil yakıtlarıyla karşılaştırıldığında karbon çıkışını en az yüzde 35’ini azaltacak kullanılması öngörülüyor. Rakamın 2017’de yüzde 50’ye 2018’de yüzde 60’a çıkarılması hedefleniyor. Ancak biyoyakıt üretiminin artırılmasının ormanlık alanların yok edilmesini tetikleyeceği ve gıda güvenliği üzerinde ciddi sonuçları olacağı, yakıta dönüşecek tarım mahsullerinin diğer ekim alanlarında yaygınlaştırılacağı gibi ciddi endişeler var.

Çernobil’in yıldönümünde gerçekleşen eylemler ile bugünkü haberlerimizi bitiriyoruz. Greenpeace aktivistleri, Fransa’nın Nice kentinde nükleer santral bacasını temsilen kurdukları kulede maskeler takarak Nükleer enerjiye hayır dediler. Öte yandan İspanya, Alabala’da yaklaşık bin kişi nükleer atıklara karşı gösteride bulundu. Büyüyen muhalefete rağmen İspanyol hükümeti halen nükleer atık depolama için hangi kentin kullanacağını tartışıyor. Bir başka protesto haberi ise Hollanda’dan. Greenpeace, Nijmegen kentinde yapılan İşçi Konferansı’nda nükleer santraller için “Hayır” oy kullanılmasına yönelik eylemde bulundu.
Siz de nükleer denilen kabusa dur demek istiyorsanız Greenpeace kampanyasına destek olun ve http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleer santrallere karşı imzanızı atın!

ABD'nin Louisiana eyaleti açıklarında geçen hafta bir petrol platformunun patlaması dev bir çevre felaketi ile sonuçlandı. Meksika Körfezi'ne sızan petrolün temizlenmesine yönelik çalışmalar, kötü hava koşulları yüzünden askıya alındı. BP şirketinin petrol arama çalışmaları için kiraladığı "Deepwater Horizon" adlı platform, patlamanın ardından 36 saat yandıktan sonra sulara gömülmüştü. Şirket çok sayıda deniz ve hava aracının yanı sıra robot bir denizaltıyı da kullanarak sızıntıyı durdurmaya çalışıyor. Ancak BP'nin yaptığı hesaba göre halen günde 1000 varil petrol, Meksika Körfezi'ne akıyor. Körfezdeki dalgaların sızan petrolü bölgeden uzaklaştırması ve böylece petrolün kıyıya ulaşmaması umuluyor. Yetkililerin endişesi ise aksi takdirde bölgedeki plajların ve doğal yaşamın zarar görecek olması. Karadeniz kıyılarımızda arama çalışmalarına başlamak üzere böyle bir dev platform Istanbul Boğazından geçirilmişti. Petrol arama çalışmaları sürerken umuyoruz, bizim kıyılarımızda da benzer bir felaket gerçekleşmez. Güneş ve rüzgar enerjisine yatırım yapmak yerine hala Tabiat Ana’nın bağrındaki petrolü çekmeye devam ediyoruz. Nereye kadar?

Aralık ayında düzenlenen BM Kopenhag İklim Konferansı'nın alternatifi olarak Bolivya'da düzenlenen zirveye katılanlar, Bolivya lideri Evo Morales'in girişimini övdü. Cochabamba kentinde düzenlenen 3 günlük toplantının adı, "Halkın İklim Değişimi ve Doğa Ana'nın Hakları Konferansı". Dünyanın çeşitli yerlerindeki pekçok aktivist, bu hükümetin ortaya koyduğu yaratıcı, ilham verici vizyonun bir parçası olmak istiyor. Bolivya hükümetinin önerilerinde, kendi hükümetlerinin önerilerinde bulamadıkları birşeyler buldular. Zirvede ABD'den yüzlerce insan vardı çünkü Amerikan kongresi, hala kömür ve nükleer sanayilerini desteklemekten bahsediyor. Bolivya hükümeti ise Doğa Ana'nın haklarından, iklim değişiminden sorumlu insanların yargılanacağı uluslararası bir mahkeme kurmaktan, "iklim borcundan", kimin kime borçlu olduğundan söz ediyor... Bolivya'da olanlar bir umut ışığı. Tabii Cochabamba, BM görüşmelerine bir alternatif değil. Morales hükümetinin ilan ettiği vizyon, BM sürecini Kopenhag'da vardığı uçurumun kıyısından döndürmek. Çünkü Kopenhag'da iklim pazarlıkları, Kyoto Protokolü'nün de birkaç adım gerisine gitti.

Almanya'da nükleer santral karşıtı binlerce kişi Schleswig-Holstein eyaletiyle Hamburg'da bir araya geldi. Protestocular, 120 kilometre uzunluğunda insan zinciri oluşturdu. Alman kanalları ilginç protesto eylemini ilk haber olarak yayınladı. Almanya'nın tamamında çeşitli yürüyüş ve gösterilerle nükleer tehlikelere dikkat çekmek isteyen protestocular Çernobil faciasının yıldönümünden iki gün önce, Federal Hükümet'in nükleer politikasına tepki göstermeyi hedefledi. Alman Hükümeti'nin nükleer santrallerin daha önceden planlandığı gibi en geç 2021 yılına kadar kapatılması istenirken, çevre dostu yenilenebilir enerji modellerinin teşvik edilmesini istedi. Binlerce kişi de aynı “Biblis” ve “Ahaus” adlı nükleer santral ve tehlikeli atık depolarını protesto etti. “Anti-Atom-Kette” Atom Karşıtı Zincir adı verilen eylemde kuzey Almanya'da bulunan Krümmel ve Brunsbüttel nükleer reaktörleri arasındaki 120 kilometre boyunca 'atom enerjisine hayır' sloganı atıldı.
Siz de Türkiye’nin kapılı kapılar ardında yapılan anlaşmalarla nükleer kabusa sürüklenmesine izin vermeyin, duyarlı Alman vatandaşları ile güç birliği yapın nukleer.greenpeace.org adresine gidin, nükleer santrallere karşı imzanızı atın!

Dünya’dan haberlere devam edelim: dün "Dünya Günü"... 40. kez kutlandı. 22 Nisan Dünya Günü, ilk olarak bir barış aktivisti olan John McConnel'ın önerisi ile ortaya çıktı. San Francisco’da 1969 yılında düzenlenen UNESCO Dünya Konferansında John McConnell "Dünyamızın yaşamı ve güzelliğini kutlayarak karşı karşıya kaldığı çevresel tehditlere dikkat çekmek amacıyla bir Dünya Günü düzenlenmesi" gerektiğini söyledi ve bu fikri kabul gördü. İlk Dünya Günü 22 Nisan 1970'de büyük bir katılımla tarihe geçti. Bu kutlamalara 20 milyon kişi katıldı, birçok konferanslar ve sempozyumlar düzenlenerek, çevre sorunlarına dikkat çekilerek ABD’nin ilk 'Temiz Hava Yasası' ve 'Temiz Su Yasaları' hazırlandı. O günden beri Dünya Günü aralıksız olarak kutlanıyor. Olağanüstü güzellikteki Greenpeace dünya günü videosunu http://greenpeace.org/bende adresinden izleyebilirsiniz.

İzlanda'daki yanardağın püskürttüğü küllerin çevreye zararının, bu yüzden kalkamayan uçaklardan daha az olduğu bildirildi. İngiltere'deki Durham Üniversitesinin tahminlerine göre, patlamanın ilk günlerinde çevreye yayılan karbondioksit günde 150 bin tondu. Bölgede normal tarifeler çerçevesinde uçan uçakların günde yaydığı karbondioksit miktarının ise bunun üç katından fazla olduğu bildirildi. Avrupa Çevre Kurumunun 2007'deki verilerine göre, 32 Avrupa ülkesindeki hava trafiğinin günde yaydığı karbondioksit miktarı 510 bin ton. Kül bulutları yüzünden uçuşların üçte ikisi iptal olunca günde 340 bin ton karbondioksitin çevreye yayılması önlenmş oldu. Bilim adamları, uçakların karbon emisyonları ve çıkardıkları diğer kimyasallarla küresel ısınmada önemli rol oynadığını belirtiyor. Uzun sözün lafın kısası bu uzun isimli yanardağ bir çok çevre kuruluşunun yapmaya çalıştığı şeyi başardı diyebiliriz. Teşekkürler Doğa Ana.

Greenpeace Almanya’ya ait olan Beluga II gemisi Rusya’ya demirledi. Beluga gemisi Rusya’da nehir kirliliği araştırmaları yapacak. Araştırmalar için tarihte ilk defa bir batılı gemiye izin verildiği belirtildi. Greenpeace sözcüsü “Kremlin’in tam önüne demirleyeceklerini” açıkladı. Su önce gemide analiz edilecek daha sonra Alman, Rus ve İngiliz laboratuvarlarına gidecek.

Münih Reasürans'ın risk araştırmaları müdürü Peter Höppe, Asya devi Çin'in doğal afetlere fazlasıyla açık bir konumda bulunduğunu belirtti. Deprem, kasırga, sel ya da kuraklık... 1900 yılından bu yana en çok can kaybına yol açan on depremden dördü Çin'de kaydedildi. Peter Höppe deprem dışındaki diğer doğal afetlerin şiddetinin küresel ısınmaya bağlı olarak arttığına dikkat çekiyor. Çin'in kuzeyi, iç bölgeleri ve güney batısı kuraklıktan etkilenirken, sahil şeridini ise, küresel ısınma nedeniyle seviyesi yükselen deniz sularının tehdidi altında. Son araştırmalar deniz seviyesinde 50 santimetre ila bir buçuk metre arasında bir yükselme öngörüyor. Burada deniz seviyesi yükselirken, kara da giderek suya gömülüyor. Bu durum deniz seviyesindeki yükselme oranını da çok daha belirgin bir hale getiriyor. Uzun vadede iklim değişikliğinin hayatımızı nasıl etkileyeceğini ve değişikliği önleyebilmek için neler yapılması gerektiğinin düşünülmesi gerekli.

Tam da bu sırada bilim insanları, cumhurbaşkanları ve sanatçıların da dahil olduğu 15 bin kişinin katılması beklendiği İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı Bolivya Cochabamba’da gerçekleştirilecek. Tüm dünyada hayal kırıklığına neden olan Kopenhag sonrasında çözüm için umutların bağlandığı İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı’na, 100 ülkeden 7500 delege katılacak. Bolivya Konferansı’nın temel amacı, tüm dünya insanlarının katılımıyla küresel üretim ve tüketim modelinde yapısal bir değişim yaratmak. Konferansta, iklim değişikliğine köklü çözüm üretmek amacıyla dünyada ilk defa “Doğa Ana Hakları” konuşulacak ve doğa hakları konusunda evrensel bir beyanname oluşturmanın ilk adımı atılacak. Konferansta ayrıca Birleşmiş Milletler bünyesinde doğa hakkı ihlallerinden sorumlu olacak bir mahkeme veya başka mekanizmaların kurulması tartışılacak. Konferans sonunda Kopenhag hayalkırıklığını tekrar yaşamamayı umuyoruz.

Bütün Avrupa’yı saran kül bulutu hakkında her gün yeni bir haber çıkıyor. Bunlardan en yenisi ise kül bulutlarının kuşların toplu ölümlerine neden olabileceği. Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi, kuş bilimci Yrd.Doç.Dr.Kaya "Kül bulutları özellikle yüksekten uçan kuşlarda başta solunum sistemi rahatsızlıkları olmak üzere toplu ölümlere de sebep olabilir" dedi. Bu tehlike kül bulutuna maruz kalan tüm kuşlar için geçerlidir diyen Kaya, ayrıca kuşlar için maalesef yapılacak bir şey olmadığını da belirtti. Kuşlar için öncelikle yapmamız gereken yaşam alanlarını koruyarak üremelerinin önüne geçmemek. Türkiye topraklarının en az %20si doğa koruma alanı olarak ilan edilmeli, işte o zaman kuşları korumuş oluruz.

Batı Seattle sahilinde ölü bulunan balinanın karnından koca bir çöplük çıktı. Sahile vurduktan sonra ölen gri balinanın karnından pantalondan golf topuna kadar çeşitli türde çöp çıktı. Cascadia Araştırma Topluluğu’ndan bilim insanları balinayı incelediler, ancak tam olarak neden öldüğünü bulamadılar. Balinanın midesinden çıkan yaklaşık 250 litre çöpün içinde pantalon ve golf topunun yanı sıra 20 den fazla plastik poşet, küçük ebatta havlular, ameliyat eldivenleri, plastik parçalar ve yapıştırıcı bantlar da bulundu. Bu yılın başından beri beş gri balina daha Washington sularında ölü bulunmuştu. Bu kadar çöpü ben yutsam herhalde beni de morgda bulurdunuz.

Yeni bir araştırmaya göre okyanuslardaki zengin bakteri ve tek hücreli mikro-organizmaların karbondiyoksidi karbona çevirerek okyanusları temizlediği ve yaşam döngüsünün sürekliliğini sağladığı açıklandı. Mikroskobik deniz türlerinin uluslararası sayım projesine katılan Washington Üniversitesinde görevli biyolog John Baross, "Okyanuslarda, bakteri ve çekirdeksiz tek hücreli mikroorganizmalar da dahil, moleküler özelliklerine göre deniz mikrobu türlerinin sayısı muhtemelen bir milyara yakın" dedi. Araştırmada, dünyadaki mikrobik deniz hücrelerinin toplam kütlesinin 240 milyar Afrika filine eşdeğer olduğu belirtiliyor. Araştırmaya göre, okyanusların emdiği karbondiyoksidin geri dönüşümünü sağlayan fabrikalar gibi çalışan bu mikroplar, okyanusların dibine çöken karbondiyoksidi karbona çeviriyor. Azotu, kükürdü, demiri, manganı ve daha başka elementleri hazmeden bu deniz mikropları, atmosferin yapısını düzenliyor, iklimi etkiliyor, besinlerin geri dönüşümünü sağlıyor ve çevreyi kirleten maddeleri ayrıştırıyor. Bilim adamları, bu geniş mikrop yapısının gezegenin en büyük yaşam kütlesi olduğunu belirtiyor.

Evet denizlerden taze su varılığımıza gelecek olursak İngiltere merkezli üç meslek örgütünün hazırladığı rapora göre verimsiz üretim, su varlığını tükettiyor. Örneğin 1 fincan kahve için 140 litre, 1 kilo için et için 15 ton su tüketiliyor. Rapora göre, gelişmekte olan ülkelerde, ihracat amaçlı olarak üretilen yiyecek ve mamul malların üretiminde kullanılan suyun miktarı, bu ülkelerde su kıtlığını daha da artırıyor. Aynı zamanda Batı ülkeleri bu yolla kendi uzun dönemli menfaatlerine de zarar veriyor. Suya olan talep arttıkça, dünyanın pek çok yerindeki üretim de azalacak.

Kutsal kitaplarda yer alan Galile Denizi’nde balıkçılık yasaklandı. İncil’de fakirleri zengin balık stokları ile besleyen gölde ne yazık ki şimdi İsrail Ziraat Bakanlığı balık stoklarının tehlikeli düzeye indiğini belirtti. İki yıllık yasak bu ayın sonunda başlayacak. Ziraat Bakanlığı Direktörü Chaim Anjioni, küçük balıklara bir şans verebilmek amacıyla balıkçılığı bir süre yasaklamaya karar verdiklerini belirtti. 2005 yılında ortalama 295 ton avlanabilen Peter balığı, 2009 yılında ancak 8 ton avlanabilmiş. Bakanlık, stoklardaki bu inanılmaz düşüşün sebebi olarak balıkçıların çok küçük delikli ağ kullanmalarını gösterdi. Küçük balıklar büyümeye fırsat bulamadan ağlara takılıyor ve sofralarda yer alıyorlar. Küçük balık yoksa büyük balık da yok! Yaşlı balıkçılar ise bakanlığı, göle iyi bakmadıkları gerekçesiyle suçladılar.

Atlantik Okyanusu'nda yeni bir çöp girdabı daha bulundu. Atlantik çöp girdabının kilometrelerce uzunlukta olduğu görüldü. Atlantik Okyanusu'ndaki bu yeni çöp girdabı bulunana dek, dünya okyanusları içinde beş tane büyük çöp girdabı olduğu düşünülüyordu. Dünya üzerinde plastik, büyüyen bir sorun haline gelmeye başladı. Denizlerdeki yaşamı etkiliyor. Plastik çöplerin bir kısmı denizlere atılıyor. Denizlerdeki çöpler, büyük akıntılarla biraraya geliyor. Bunlar da okyanuslardaki çöp girdaplarına dönüşüyorlar. Bu girdaptaki plastik çöpler onlarca yıl kalacaklar. Şu anda deniz bilimciler dünya okyanuslarındaki plastik kirliliğinin boyutlarının tam olarak ne olduğunu bilemiyorlar... Deniz memelileri, deniz kaplumbağaları, balıklar... Tüm bu canlılarını vücutlarında artık plastik kalıntıları bulunuyor. Denizde yaşayan canlılar plastikleri yutuyorlar. Bu da bir kısım deniz canlısının ölümüne neden oluyor. Unutmamak gerekir ki, plastik çöpler artık denizdeki yaşama girdi. Peki bunlar yediğimiz deniz canlıları yoluyla bizim bedenimize de girmiyor mu? Atabileceğiniz basit bir adım alış veriş yaparken plastik ambalajlardan uzak durmak.

Geçtiğimiz hafta İzlanda’da harekete geçen yanardağdan yayılan kül bulutları uçakları tehdit ediyor. Uzmanlar kül parçacıklarının uçakların düşmesine neden olabileceği konusunda uyarırken, kül bulutlarının uçak seferlerini engelleyerek yanardağdan çıkan sera gazından daha fazla sera gazı önlediğini söylüyor. Yanardağ bulutlarının hava durumuna da etkisi var. Meteorologlar, güçlü bir volkan patlaması ile kül bulutlarının yerküreyi sararak hava akımlarını değiştirebileceğini söylüyor. Ayrıca yanardağ patlamasıyla havaya salınan kükürt parçacıkları sülfürik asit damlacıklarına dönüşerek yeryüzüne vuran güneş ışınlarında saçılmaya ve ışınların yeniden uzaya geri yansımasına neden oluyor. Bunun sonucu da yerkürenin ortalama sıcaklığında düşüş meydana geliyor. Uzmanlara göre, bu güçlü sülfürik asit parçacıkları bir süre stratosferde asılı kalıyor ve yol açtığı iklim değişikliği de kısa sürede aşılamıyor. Küresel ısınmada bir yıl kazandıysak şayet bunu boşa harcamamak enerji devrimini biran önce hayata geçirmek gerek.

Tahran'da gerçekleşen, Washington'a alternatif nükleer zirve son buldu. Konferansın sonuç metninde "nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve imhası" genel başlığı üzerinde ortak kararlılığın sergilenmesi vurgulandı. Başkent Tahran'daki zirveye 60 kadar ülkeden temsilciler katıldı. Zirvede dünya için öncelikli konuların başında kitle imha silahlarının yok edilmesinin geldiği vurgulandı. Diğer kitle imha silahlarından kimyasal ve biyolojik silahların yok edilmesiyle ilgili taahhütlere uymanın gerekliliğinin hatırlatıldığı sonuç metninde, İsrail'in nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşması katılması ve nükleer programını Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetimine açmasının zorunlu olduğu belirtildi. Umarız bu kararlar sadece kağıt üzerinde kalmaz.
Siz de nükleer karşıtı mücadelede yer almak istiyorsanız nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleere hayır! güneşe ve rüzgara evet! deyin.

Son balina avcı gemisi de Japonya’ya döndü. Balina avı karşıtı aktivistler bütün sezon boyunca Japon balina avcısı filosuyla çatıştılar. Balina avcılarının bu eylemler sonucunda 70 ila 80 Milyon dolarlık kayıpları olduğu açıklandı. 2008 yılından beri Japon balina avcısı gemileri 680 balina öldürdükleri ve bu sayının 765-935 arası olan hedeflerinin altında olduğu belirtildi. Avcılar hedefleri tutturamamlarının nedeni olarak aktivistlerin eylemlerini gösterdiler. Bildiğiniz gibi balina avı 1986 yılında yasaklanmıştı. Bununla beraber yasağa karşı gelen Japonya, Norveç ve İzlanda gibi ülkelerle yasak yanlısı Avustralya gibi ülkeler arasında tansiyon yükseldi. Avustralya, konuyu Uluslararası Adalet Divanı’na taşımakla Japonya’yı tehdit bile etti. Uluslararası Balina Avcılığı Komisyonu Haziran ayında Fas’ta toplanacak.

Şehir sokaklarının aydınlatılması konusunda devrim yaratabilecek bir deneye Fransa'nın Toulouse kentinde imza atılıyor. Yaya özel olarak hazırlanmış kaldırımda yürürken 50 vat kadar enerji üreterek, yerdeki minik lambaları ve sokak lambalarını yakabiliyor. Üstelik bunu yaparken en ufak çevre kirliliğine dahi yol açmıyor. Yayalar, kaldırıma döşenen 65x65 boyutlarındaki pleksiglas tabakalarına bastıklarında plakalar 1 cm kayıyor. Bu kayma hareketi ve adım atılırken ortaya çıkan minik sarsıntılar, jeneratör tarafından elektrik enerjisine çevriliyor, bu enerji de aydınlatmada kullanılıyor. Kaldırımdaki özel düzenek daha önce pistte dans eden insanların enerjisiyle üretilen elektrikle kısmen aydınlatılan gece kulübü projesinde de kullanılmıştı. Şirket; bu sistemi havalimanları, garlar ve ticaret merkezleri gibi kalabalık yerlerde öncelikle kurmayı tasarlıyor.

İsrail işgalindeki Filistin topraklarının nasıl tanımlanacağına dair anlaşmazlık Akdeniz'deki su varlığının idaresiyle ilgili uluslararası anlaşmanın rafa kaldırılmasına neden oldu. İspanya'nın Barselona kentinde düzenlenen Akdeniz Birliği konferasındaki delegelere göre, anlaşmanın yüzde 99'u üzerinde görüş birliğine varılmıştı. Ama, Filistin topraklarıyla ilgili tanımda anlaşmazlık çıkınca görüşmeler çöktü. İsrail, "işgal toprakları" Araplar da "işgal altındaki topraklar" ifadelerine karşı çıktı. Birleşmiş Milletler'e göre, Akdeniz bölgesinde 2025 yılına kadar 300 milyon kişi su sıkıntısıyla karşı karşıya kalacak. Barselona’da bölgede yaşayan herkesin suya erişimini sağlamak için harekete geçilmesi çağrısında bulunuldu. Suyun az olduğu her yerde su hem barış elçisi hem de savaş habercisi olabiliyor. Seçim sizin.

Greenpeace, ‘Her dört saniyede bir, 10 futbol sahası kadar bir alanın derin balık avcılığında kullanılan trol gemileri tarafından yok edildiğini açıkladı. Derin suların, dünyanın en büyük keşfedilmemiş kısımlarından biri olduğuna ve 100 milyon canlı türüne ev sahipliği yaptığı tahmin ediliyor. Esas problem bu çeşitliliğin daha keşfedilip incelenemeden yok edilmesi. Derinde yerleştirilen ağlar balıkları yakalarken, yolunun üstündeki yaşlı mercanları ve süngerleri koparıyor. Oluşması binlerce yılı alan su altı yaşamını yok ediyor. 2009 yılında aktivistler derin deniz eko sistemini korumak amacıyla İsveç Kattegat’ında ağırlığı 0.5 ile 3 ton arasında değişen 140 adet granit taş döşemişti. Hedef trol gemilerinin derinlerde gezen ağlarını engellemekti. Yakın zamanlarda bazı küresel topluluklar bir adım daha ilerlediler. Örneğin Yeni Zelanda’da çok büyük bir alan derin balık avcılığına kapalı. Yeni Zelanda sularının %90’ı şimdiye kadar hiç derin balık avcılığına açılmamış. Hiç balık avına izin verilmemiş, 1.2 milyon kilometre kare alanın korunması biyoçeşitliliğin ve ekosistemin de korunduğundan emin olunması demek. Yok etmeye devam etmezsek, derin su altı yaşamı küresel yönetilebilirse, iklim değişikliği ve gelecekteki önemli ilaç ve biyo kaynaklar konusunda önemli bir rol oynayacaktır.

İklim ve coğrafî özelliklerinin sunduğu koşulları külfet değil, büyük bir nimet olarak gören İskoçya, rüzgâr, dalga ve akıntılardan yararlanarak yenilenebilir enerji üretimine büyük yatırım yapıyor. Ülke, 2050 yılına kadar Avrupa'nın toplam enerji ihtiyacının yüzde 10'unu tek başına karşılamayı hedefliyor. Enerji, Ekonomi ve Turizm Bakanı Jim Mather "Geçmiş yıllarda kömür ve hidrolik enerjinin yanı sıra Kuzey Denizi'nden elde ettiğimiz petrol ve doğal gazdan fazlasıyla yararlandık. Şimdilerdeyse yenilenebilir enerjilere yöneldik ve bu sayede büyük oranda kâr elde ediyoruz." dedi. Türkiye’nin de İskoçya gibi güvenilir bir enerji tedarikçisi olma yolunda hızla ilerlemesini diliyoruz, doğal gaz boru hattına koridor olmanın gelecek için hedef tahtası olmaktan öte bir faydası yok.

Washington Eyaleti, Obama yönetimine Yucca Dağı Nükleer Atık Depolama sahasının iptali ile ilgili planları durdurması için dava açtı. Hükümetin Yucca Dağı lisans başvurusunu çekme kararı, Washington’un Hanford’taki atıkları temizleme planlarını suya düşürdü. Hanford Nükleer Silah Yapım Merkezi’nin altındaki tanklarda 53 milyon galon nükleer atık yatıyor ve bunun üçte birinin sızıntı yaptığı bilinmekte. Yıllık 150 tona ulaşan atık, yıllardır Nevada Eyaleti’ndeki Yucca Dağında stoklanıyordu. Öte yandan stok kapasitesi bir kaç yıl sonra dolacağından, Yucca nükleer çöplüğünün büyütülmesi planlanıyordu. Planlar, davalar ve kavgalar süredursun Yucca Dağı altında 55 bin ton atık hâlen 500 ile 1000 santigrat-C° derecelik bir yeraltı cehenneminde yanıyor.
Nükleer atık ve radyasyonla sonsuza kadar boğuşmak istemiyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleere hayır diyen radyoaktivistlere katılın!

İspanya'nın, son 30 yılda kuzey yarımküredeki diğer ülkelerden daha hızlı ısındığı ortaya çıktı. İspanya Çevre Bakanlığı tarafından sunulan CLIVAR araştırma programının İspanya bölümünün raporunda, ülkedeki sıcaklıkların 1975’den bu yana sadece 10 yılda ortalama yarım derece arttığı, bu oranın kuzey yarımküredeki diğer ülkelerin ortalamasından yüzde 50 daha fazla olduğu belirtildi. Raporda, kıyı bölgelerinde deniz seviyesinin de arttığına değinilerek, Atlantik kıyısında deniz seviyesinin 20. yüzyıl boyunca yılda 1.4 milimetre arttığı, deniz seviyesinin aynı yüzyılın ikinci yarısında ise yılda 2 milimetre artış gösterdiği ortaya konuldu. Rapor, Akdeniz kıyısında ise, deniz seviyesinin yine 20. yüzyılın ikinci yarısında yılda 1.2 milimetre arttığını gösterdi. Bilimadamlarının, 21. yüzyılın sonunda yaz aylarındaki sıcaklık artışının 6 derece, kış aylarındaki artışın ise 2-3 derece olacağını, yağış miktarındaysa düşüş kaydedileceğini öngördükleri belirtildi. İklim değişikliği hali hazırda, İspanya’daki bazı üzüm yetiştiricilerini üzüm bağlarında gölgelik kurulması, ısıya dayanıklı ekinler geliştirilmesi ve daha serin olan dağ yamaçlarına doğru kayılması gibi farklı alternatifler bulmaya zorluyor. Akdeniz kuşağında yer alan Türkiye de küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor.

Fransız nükleer enerji grubu Areva’ya ait olan Uranyum hexaflorid (UF6)’e karşı Greenpeace aktivistleri St. Petersburg’da eylem yaptı.
Rusça ve Fransızca “Rusya nükleer çöplük değildir” yazan Greenpeace pankartları açıldı. Uranyum hexaflorid, nükleer santraller için yakıta dönüştürülebildiği için nükleer atık sayılmıyor. Greenpeace Rusya Enerji Program Direktörü Vladimir Chuprov “Madem bu yakıt değerli neden Areva istemiyor” diyerek Rusya’nın nükleer atık geri dönüşüm için gerekli teknolojiye ve finansal kaynağa sahip olmadığını da belirtti. Geçtiğimiz hafta Greenpeace, Sivil Nükleer Enerji Kuruluşu olan Rosatom’u “Saklı Nükleer Atık ticareti” yapmakla suçlamıştı ve tren raylarını sökerek eylemde bulunmuştu. Bu eyleme karşılık Rosatom, uranyum teslimatı sözleşmesi 2010 tarihinde sonlanacağı için bu eylemlerin aslında var olmayan bir soruna yönelik olduğu açıklamasında bulundu. Halbuki Greenpeace, Areva’nın CEO’su Anne Lauvergeon’a bir ay önce Rusya ile olan sözleşmenin fesihi için istekte bulundu ama isteğine bir cevap alamadı.

Çin, geçen yıl rüzgar enerjisi üretiminde Almanya'yı geçerek, ABD'nin ardından dünyada ikinci sıraya yükseldi. Dünyada rüzgar enerjisi istasyonları yapan ve işleten şirketlerin kurduğu Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi, rüzgar enerjisindeki hızlı atılımıyla Çin’in geçen yıl 25.8 gigavat toplam enerji üretimine eriştiğini, 25.77 gigavat rüzgar enerjisi üreten Almanya’yı geçerek ikinci sıraya çıktığını belirtti. Konsey, Çin’in rüzgar enerjisi üretiminde zamanla ABD’yi de geçerek, 2020’ye kadar rüzgar tribünlerinden 150 gigavat enerji üretme hedefini aşmasının beklendiğini kaydetti.

İngiltere'de çevrenin büyük ölçüde zarar görmesine neden olan olayların "soykırım" ile eşit muamele görmesi yönünde bir kampanya başlatıldı. Kampanyada Birleşmiş Milletler'in ekolojik yıkımları, barış karşısında işlenmiş ilk beş suç listesi içine alması isteniyor... Bu sayede ekolojik suçlar da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanabilecek. Kampanyayı hukuk konusunda bir dahi olarak kabul edilen İngiliz Polly Higgins yürütüyor. Bu fikir, maden, kimyevi madde sektörü, tarım ve fosil yakıtlar gibi büyük endüstriler üzerinde etkin olabilir. Kampanyanın yürütücüleri ekolojik suçlar arasında iklim değişikliğinin olmadığını iddia eden "iklim inkarcıları"nın da girmesini istiyorlar. Bu yaklaşım onları fazla cidiye almak bence ancak dünyamızda bir biyolojik soykırım olduğunun da ispatı sabit. Yakında çıkacak olan “Yasak Meyve: Cehennemden Çıkış” adlı kitabımda bu konuya bütün bir bölüm içinde değiniyorum.

Greenpeace’in Kampar Yarımadası’nda orman tahribatını önlemek amacıyla kurduğu kamp yakıldı. Kamp pazar sabahı birden alevler içinde kaldı. Kamp Ekim ayında kurulmuştu. Greenpeace, kasım ayında hindistan cevizi ağacı ve kuru yapraklardan yapılan kampı yönetmeleri için yöre halkına devretti. Polis kampın birileri tarafından yakıldığını doğruladı. Kamptaki eylemler orman tahribatını önlemek amacıyla en çok Sinar Mas’ın alt şirketi olan Asia Pulp and Paper’ın işlediği çevre suçlarına karşı yapılıyordu.

İngiltere’de bulunan Lydd Havalimanı’nın genişletme çabaları ve buna karşı çevrecilerin mücadelesi devam ediyor. Havalimanının yılda 500,000 yolcu kapasitesine genişletilmesi muhalefete takıldı. İklim değişikliği kampanyacıları genişletme planının iklim katili olması yanında yerel biyolojiyi de değiştireceğini belirtiyor. Shepway meclisinde genişletme kararı reddedildi. Yerel halkın küçük bir bölümü iş olanaklarının çoğalacağını düşündükleri için genişletme kararına olumlu bakıyor. Geriye kalan çoğunluk ise ortaya çıkacak gürültü kirliliği ve çevre tahribatının boyutunun çok büyük olacağı görüşünde. Atıklar ve gürültü özellikle kuş çeşitliliği açısından zengin olan bölgede bir çevre yıkımına yol açacaktı.

İspanya’daki nükleer atıkların nam-ı diğer “Nükleer mezarın” yerinin değiştirilmesi konusunda tartışmalar halen devam ediyor. Bununla beraber göstericiler dün Valladolid şehrinin sokaklarında atıkların oldukları yerde kalması için eylem yaptılar. Biliyorsunuz ki atıklar taşındıkça risk artıyor. Öte yandan radyasyondan etkilenen yerler de artış gösteriyor. Nükleer atıkların zararından kurtulmak mümkün değil, birkez nükleer yola girildi mi radyasyondan kurtuluş yok.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Washington’daki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde, “Bölgemizde nükleer silahlar istemiyoruz” mesajını vereceği belirtildi. Türk diplomatik kaynakları da, ABD ile Rusya’nın, 8 Nisan’da yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşmasını imzaladıklarına, nükleer silahlarda ciddi indirimlere gidilmesi konusunun dünyanın gündeminde olduğuna dikkat çekerek, “Zirvede Başbakan Erdoğan’ın bölgemizde nükleer silahlar istemiyoruz demesi beklenebilir” dediler. Washington’da gerçekleşecek Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin ardından 3-28 Mayıs tarihlerinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) Gözden Geçirme Konferansı da yapılacak. Umuyoruz ki zirveye beklenenden farklı bir mesaj iletilmez.

BM Kopenhag İklim Zirvesin’in başarısızlığından sonra ilk iklim toplantısı Bonn’da yapılacak. Hükümetlerden karbon salımı azaltılmasındaki eksiklikleri ve iklim değişikliği önlenmesi konusunda acilen bir şeyler yapmaları bekleniyor. Hükümetlerin uzlaştığı Kopenhag Mutabakatı’nda bazı kararlar alınmıştı. Örneğin küresel ısınmayı iki derecenin altında tutmak amacıyla karbon salımını azaltmak. Şu anki gidişata bakılırsa küresel ısınma üç dereceden fazla olacak. Bu ısınma gezegen için bir felaket olup, insanlar için ekinleri telef edeceğinden, açlık, ısınmaya ve iklim olaylarına bağlı ölümler demek. Bonn şehrinde yapılacak toplantıda hükümetler Kopenhag’da ki başarısızlıklarını telafi etmeye çalışacak. Alınması gereken tedbirlerde herhangi bir gecikme finansal açıdan ve insan hayatı için ölümcül bir hata olacak. Artık hükümetlerin zaman kaybettiren birbirlerini suçlama oyunlarına bir son verip iklim krizi hakkında bir şeyler yapması gerekiyor. Çünkü küresel ısınma bizi beklemiyor.

İklim konusunda bir başka haber. Dünya Bankası güya iklim değişikliğine destek olmaya karar verdiğini açıkladı. 3.75 milyar dolar değerindeki bu desteğin 260 milyon doları yenilenebilir enerji, 485 milyon doları kömür ulaşımı ve ocaklarının verimliliğinin arttırılması ve geriye kalan 3.05 milyar doları ise kömür gücüyle çalışan güç istasyonları için kullanılacak. Bu karar modası geçmiş kömür bazlı enerji üretimini destekliyor. Başka bir deyişle kirli enerjiye destek verilecek. Dünya Bankası’nın ileride vereceği yeni desteklerin karbon yoğunluğu düşürecek projelere yönelik olacağını umuyoruz, kömüre değil.

Asya'nın kalbinde bulunan buzullar giderek azalıyor. Tibet Platosu bir bütün olarak, geçtiğimiz yüzyılda 0,74 dereceye ulaşan küresel ortalamadan iki kat, bazı noktalarında ise daha da hızlı ısındı. En az iki binyıldır görülmemiş bu ısınma oranlarının, yüksek rakımlarla alçak rakımları ender bir biçimde biraraya getiren ve bu yüzden iklim değişimlerine çok hassas olan buzullar üstündeki etkisi amansız oldu. Tibet Platosu’nun bu kesimindeki buz örtüsü 1970'lerden beri yüzde 6'dan fazla küçüldü. Çinli uzmanlar mevcut eğilimlerin değişmeksizin sürmesi halinde, platodaki buzulların yüzde 40'ının 2050 yılına dek yok olabileceğini öngörüyor. Bu da geriye dönüşü olmayan bir çevre yıkımına yol açacak.

ABD Başkanı Barack Obama, nükleer silah kullanımına izin veren koşulları oldukça daraltacak yeni bir savunma stratejisini açıklamaya hazırlanıyor. Stratejiye göre, ABD’ye konvansiyonel, biyolojik ya da kimyasal silahlarla yapılan saldırılara nükleer silahlarla karşılık verilmesi seçeneğinin ortadan kalkabileceği belirtiliyor. Geçtiğimiz ay üzerinde uzlaşıya varılan anlaşmaya göre Rusya ve ABD nükleer savaş başlıklarını yüzde 25 ila 30 arasında azaltmayı vaadediyor.

Alman haber ajansı Deutsche Welle, Türkiye'nin yenilenebilir enerji potansiyelinin önemine yönelik bir makale yayınlandı. "AB enerji politikalarında Türkiye'nin rolü" başlıklı makalede görüşlerine başvurulan Berlin Hür Üniversitesi Hazar Bölgesi Çalışmaları Merkezi Koordinatörü Dr. Lutz Mez'e göre enerjide transit ülke olan Türkiye'nin doğalgaz taşıma ve depolama kapasitesinin yanında enerji verimliliğini de artırması ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapması zorunlu. Bir sonraki sanayi devriminin yenilenebilir enerjiler ile olacağını ve nükleer enerji ve petrol'ün geçmişte kaldığını söyleyen Mez yenilenebilir enerjilerin maliyetlerinin olmadığını sadece bunları kullanmak için gereken teknolojinin maliyetli olduğunu ifade etti. Türkiye’nin sahip olduğu büyük potansiyeli kullanamamasında en büyük sebep teknolojinin olmaması olarak gösterildi.

Greenpeace aktivistleri Areva’dan Rusya’ya nükleer atık taşıyan treni protesto için tren raylarını bloke etti. Areva, eylemden sonra ulaşımı engelledikleri için Greenpeace’in cezalandırılması için mahkemeye başvurdu. Mahkemeye çıkması gereken atık sorunu çözülmeden nükleer santral yapan Areva ve nükleer atıkları kabul ederek açık havada tehlikeli atıkları depolayarak gezegene ve insanlığa karşı suç işleyenler. Kanunların yetersiz kaldığı noktada meclislere bizi ve geleceğimizi korumak için kanun yapmaları için bakıyoruz.

Güneş enerjisiyle çalışan Solar Impulse adlı prototip uçak, yaklaşık iki saat sürecek ilk uçuşu için İsviçre'nin batısındaki Payerne’den havalandı. Bir Airbus A340 büyüklüğünde (63,40 metre) olmasına karşılık sadece bir otomobil ağırlığında (1600 kilo) olan dünyanın güneş enerjisiyle çalışan ilk uçağı, saatte 45 km hıza ulaştı ve pistte yaklaşık bin metre kat ettikten sonra yerden kalktı. 7 yıldır üzerinde çalışılan prototip, Aralık başındaki ilk havalanma denemesinde yerden bir metre yükseklikte 400 metre uçmuştu. Pilot Markus Scherdel bugünkü asıl denemede 2 saat süreyle 1000 metre irtifada uçacak. Proje, güneş uçağının iki yıl içinde beş etapta dünya çevresini dolaşmayı hedefliyor. Umarız ki en kısa zamanda bu projenin önemi anlaşılır ve havacılıkta güneş enerjisi çağı başlar.

Artık pilleri doldurmanın yeni bir yolu daha var. Michigan Üniversitesi'nden araştırmacılar havadaki titreşimleri enerjiye dönüştürebilen jeneratörler geliştirdiler. Köprüdeki trafikten, fabrikada çalışan makinelerden ya da yalnızca kollarınızı salladağınızdaki titreşimleri alıp enerjiye çeviren bu aygıtlar, yakın bir zamanda arabaları ya da motorsiklektlerinizi çalıştırmayacak ama saatleriniz, kablosuz alıcılarınız için enerji sağlayabilecekler. Araştırmacılar üç adet prototip üretti ve dördüncüsü de yolda. İlk iki prototipin enerji dönüşümü elektromanyetik bir ateşlemeyle başlıyor. Sonuncusu ve boyutu 1 santimetre küp olan en küçüğü ise üstünde gerilim olduğu zaman şarj oluyor. Güneş ve rüzgarın yanında başka çevre dostu enerji elde etme araştırmalarının devamını diliyoruz.

İklim değişikliğinin insan sağlığı üzerinde çok olumsuz etkileri olduğuna yönelik görüşleri destekleyen bilimsel verilerin arttığını belirten Dünya Sağlık Örgütü (WHO), üye ülkelere ortak hareket etme çağrısında bulundu. Dünya Sağlık Örgütü’nün aylık bülteninde, iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerinde çok büyük boyutta etkili olacağını destekleyen delillerin artığı belirtilirken, ısı ve deniz seviyelerinin yükselmesi, sel gibi felaketlerin artmasının su kaybına ve kirliliğine yol açtığı, bunun da sindirim yolu hastalıklarını körüklediği kaydedildi. Rapora göre, ısı değişimleri sıtma ve kızıl gibi vektörle bulaşan enfeksiyonların artışını tetikleyecek, bulaşıcı hastalıkların sıklaşmasına neden olacak.

Bir zamanlar dünyanın 4. büyük gölü olan Aral, Sovyetler Birliği döneminde bölgede pamuk üretimi artırmak için göle dökülen ırmakların yataklarının büyük oranda değiştirilmesi sonucu, yüzde 90 oranında kurudu. Orta Asya ülkelerine yaptığı gezi çerçevesinde, göl üzerinde helikopterle incelemelerde bulunan BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, daha sonra, bir zamanlar Aral’ın sahilindeki bir kasaba olan Munyak’a gitti. Munyak’tan sonra gazetecilere açıklama yapan Ban Ki-moon, Munyak’taki eski iskelede "Hiçbir şey görmedim. Gördüğüm tek şey bir gemi mezarlığı idi" dedi. Aral’ın durumunun "açıkça dünyanın en kötü çevre felaketlerden biri olduğunu" belirten Genel Sekreter, bölge ülkelerinin liderlerini aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak, bir araya gelip, Aral sorununa bir çözüm bulmaya çağırdı ve çözüm çabalarına BM’in de yardım edeceği sözünü verdi. 

Japon Nipponzan Myohoji Budistleri tarafından başlatılan Nükleersiz Gelecek 2010 yürüyüşüne 30 kişi katıldı. Barış yürüyüşünde bütün nükleer silahların imhası ve nükleer güce bir son verilmesi istendi. 2 Mayıs 2010 tarihinde Budistler New York şehrinde bir yürüyüş daha düzenleyecekler.

Avustralya kıyılarında karaya oturan Çin bandıralı bir gemiden sızan yakıt, dünyanın en büyük mercan kayalıkları olarak bilinen Büyük Mercan Resifini (The Great Barrier Reef) tehdit ediyor. Bölgeyi kurtarma çalışmalarının haftalarca sürebileceği bildirildi. Temizlik faaliyetiyle görevli ekipler durumu kontrol altına almaya çalışıyor. Mercan kayalıklarına çarpan Çin bandıralı ''Shen Neng 1'' gemisinin, izlemesi gereken rotayı izlemediği belirtildi ve gemi sahibine 920 bin dolarlık para cezası verilebileceği ifade edildi. Yaklaşık 2 bin kilometre uzunluğundaki Büyük Mercan Resifi, UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer alıyor. Kısacası para cezası yapılan ihmalkarlığı ne kadar geriye döndürebilir...

Bir başka deniz haberi de Maldiv’lerden. İçinde bulunduğu küresel ısınma nedeniyle sular altında kalacağı tahmin edilen Maldivler, bir şirket tarafından yüzen bir tesise çevrilecek. Küresel ısınmanın ülke olarak ilk kurbanlarından olması beklenen, denizlerdeki su seviyesinin yükselmesiyle okyanusa gömülmesi kesin olan Maldivler, bir Hollanda şirketiyle yüzen bir yapı inşası konusunda çalışma yapması için anlaştı. Eğer öngörüler gerçekleşir ve su seviyesi 18-59 santim yükselirse, Maldivler 2100 yılında Hint Okyanusu tarafından yutulmuş olacak. Maldivler’in 100 bin nüfuslu başkenti Male, hali hazırda 30 milyon dolara mal olan bir duvarla yükselen su seviyesinden korunuyor. Umarız ki geç olmadan küresel ısınma konusunda bir şeyler yapılır ve korkulan gerçekleşmez.

NASA'dan, Mars'ta buz bulunmasını sağlayan teknolojinin, dünyada su kıtlığı yaşanan yerlerde de kullanılabileceği açıklaması geldi. Mars'ta yeraltında buz bulunmasını sağlayan teknolojinin, dünyada da su bulunmasına yardım edebileceği ve böylece Orta Doğu'da su kıtlığından kaynaklanabilecek çatışmaların önlenebileceği bildirildi. Orta Doğu ülkeleri, dünyanın diğer bölgelerinden daha fazla petrol arama çalışmalarına para harcıyor, ancak su arama çalışmalarına çok daha az kaynak aktarıyorlar. Elimizdeki suyla yetinmeyeceğiz anlaşılan artık kalan suları da son damlasına kadar insan için kullanıp doğaya hiçbirşey bırakmayacağız.

Starbucks şirketi çevreci eleştirilere pek de yabancı değil. Geçtiğimiz gün bir Starbucks hissedarı, şirketin kullandığı materyallerin geridönüşümü konusunda daha kararlı olması ve hedef koyması konusunda bir teklifle geldi. Maalesef teklif oylandı ve reddedildi. Kurul “Bizim bir planımız var ve planın uygulanması ile ilgili yardıma ihtiyacımız yok” açıklamasında bulundu. Teklif “As You Sow” organizasyonu tarafından desteklendi. “As You Sow” organizasyonu daha önce başka şirketlerin genel kurullarında çalışarak hissedarların oyları ile geridönüşümde büyük atılımlarda bulunmuştu. Türkiye’deki şirketlerin genel kurullarında da bu şekilde çevreci teklifler geliyor mu acaba?

Büyük nükleer projeleri yetmezmiş gibi bir de nükleer santrallerde ''Bill Gates'' dönemi başlıyor. Dünyanın en zenginlerinden Bill Gates ile bir japon şirketinin geliştirdiği mikro santraller, sözde çevreyi kirletmeden ucuza elektrik üretebilecek. 15-20 metrekarelik bir oda boyutunda olacak yeni tip nükleer santraller, güya çevreyi kirletmeden ucuza elektrik üretebilecek. Projenin 10 yıl içinde somutlaşması bekleniyor. Projenin sahipleri, santralin son derece güvenilir olacağını ileri sürerken, nükleer enerji karşıtları yeni bir mücadele cephesinin ortaya çıkacak olmasından rahatsız...

Sürrdürülebilir ulaşım derken iPad’ler dolaylı olarak gezegeni öldürecek gibi görünüyor. Nasıl mı? Apple Ipad’e beklenen talebin hali hazırda eko-araçların pil tedariğinin sağlanması çabalarını tehlikeye attığı belirtildi. Ipad’e talebi azaltmak amacıyla sosyal medya, viral pazarlama ve ağızdan ağıza reklamı deneyecek olan aktivistler, iPad ve Apple ürünlerinin “kimse için iyi olmadığı” mesajını verecekler. iPad üretiminin, çok değerli yüksek kapasiteli (lityum) pil stoğunu tamamiyle kendisine bağlayacağı belirtiliyor. iPad’in bir yılda kullanacağı lityum ile yüzellibin eko-araç üretilebilir. Eko-araç üretiminin durdurulmasının karbon salımı hedefleri tutturulmasını sekteye uğratacağı düşünülüyor.

Teknoloji dünyasından bir haber daha… Greenpeace’in Microsoft bilgi merkezleri hakkındaki endişelerine dev şirket cevap verdi. 2010 yılı "Bulut Bilişimi Yılı" ve dolayısıyla “Bilgi Merkezleri” yılı olacaktı. Greenpeace’e göre 2010 yılı bilgi merkezlerinin duyacağı inanılmaz boyutta elektrik ihtiyaçları yüzünden karbon salımının artacağı yıl. Salı günü bir çok şirketin verdiği bilgilere dayanarak Greenpeace tarafından yayınlanan rapora göre Bulut Bilişimi nedeniyle bilişim teknolojleri sektöründe karbon salımının 2007’den 2020 yılına kadar üçte iki artacağı öngörüldü. Greenpeace, Microsoft, Google, Yahoo ve Apple’yi bilgi merkezlerinde “kirli enerji” kullandıkları için uyardı. Microsoft'un Chicago’daki yeni bilgi merkezinin %72.8 kömür ile, % 22.3 ‘ü ise nükleer ile çalışıyor. San Antonio’daki bilgi merkezinin ise %37.1’i kömür gücü ile destekleniyor. Microsoft “Gelişen teknolojinin uzak mesafeler arası iletişimi kolaylaştırdığını ve insanların seyahat ihtiyaçlarını ortadan kaldırarak aslında karbon salımının azalmasına yardım ettiği cevabını verdi. İyi hoş da bu bulut bilişimden kaynaklanan salımları azaltmıyor... Beklediğimiz yanıt bütün bilgisayar merkezlerinin yenilenebilir enerji ile işletileceği taahütü.

Geçtiğimiz hafta Greenpeace aktivistleri, Rotterdam limanında kendilerini NYK Orion gemisinin çapasına zincirlediler. Amaçları Japonya’ya gitmek üzere İzlanda’dan yola çıkan yasa dışı balina eti kargosunun limandan ayrılmasını engellemekti. Greenpeace eylemi sayesinde yetkililer, 13 fin balinasının eti bulunan yedi konteynıra el koydu. Dünyadaki en büyük ikinci balinası olan Fin balinaları 27 metreye kadar büyüyebiliyorlar. Kuzey Atlantik’te sadece ellibin adet kaldığı tahmin ediliyor. Balinalarının uluslararası ticareti CITES zirvesinde yasaklanmıştı. Hollanda’nın da bu kararda imzası var. Japonya ve İzlanda uluslararası hukupa aykırı olarak yasağa uymuyor ve ticarete devam ediyorlar. Kargoya el konması “Eylemler sözlerden daha çok ses getirir” gerçeğini ortaya koydu.

Bir başka balina haberi de Yeni Zelanda’dan. Yeni Zelanda hükümeti bu yıl balina avcılığını 400 adet ile sınırlandırmak istiyor. Ne yazık ki bu yıl Güney Okyanus’un koruma altındaki sularında bilimsel araştırma kisvesi altında en azından 800 balinanın öldürüleceği biliniyor. 400 adet sayısını, büyük ihtimalle Japonya, Norveç ve İzlanda kabul etmeyecek. Bu sayının sıfıra düşürüldüğünü umuyorum bir gün göreceğiz ve insanlık kendini bu utanç verici suçtan kurtarabilecek.

Cuma günü Gezegenin Geleceği’nde rüzgardan bugün insanların ihtiyaç duyduğundan 100 kat daha fazla enerji elde edilebileceğini söylemiştik. Bir İtalyan firması olan Uçurtma Jeneratörleri (KiteGen), şimdilerde huni biçiminde yapılar oluşturdu ve bunları dev direkler üzerine monte etti. Bu monte ettikleri huni biçimindeki uçurtmalar rüzgar estiğinde yukarı çıkıyor. Uçurtmalar hafif ama fevkalade dayanıklı ve normalde rüzgar sörfü için kullanılan 2,000 metre yüksekliğe çıkabilen uçurtmalara çok benziyor. Firma, uçurtmalı yöntem ile çevresel zararlari da aza indirmeye çalışıyor. Kuşlara zarar vermemek için uçurtmalara bir sistem kurulu, etrafta bir kuş saptandığında, uçurtma birkaç saniye içerisinde yön değiştiriyor.
Rüzgar doğru planlama ile gelecek talepleri karşılamaya yeter de artar. Siz de Türkiye nükleer çıkmaza girmesin diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin ve kendi geleceğinize sahip çıkın.

2009 yılının Aralık ayında Kopenhag’da başarısızlıkla sonuçlanan Dünya İklim Zirvesi'nin hayal kırıklığı devam ediyor. Ne sanayi ülkeleri ne de kalkınmakta ve gelişmekte olan ülkeler, herkesi tatmin edecek bir iklim koruma anlaşmasının nasıl oluşturulabileceği konusunda bir fikre sahip. AB’nin şu anda geçerli olan iklim koruma formülü 20, 20, 20 rakamlarından oluşuyor. Yani sera gazı salınım oranlarının 1990 yılına kıyasla yüzde 20 azaltılması, enerjinin yenilenebilir kaynaklardan yüzde 20 oranında sağlanması ve enerji tüketiminin, daha etkin kullanımla yüzde 20 azaltılması. Avrupa Birliği, 2007 yılında kararlaştırdığı hedeflere 2020 yılına kadar ulaşmayı planlanıyor. Ancak iklim korumanın öncüsü olarak kâğıt üzerinde formüle edilen talepler ile gerçekler birbirine pek uymuyor. Avrupa’nın iklim değişikliği konusunda öncü olma isteği yakın zamanda gerçekleşecek gibi durmuyor.

Kuzey Carolina Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırmaya göre, eyaletin enerjisinin tamamımı denizlerde kuracağı enerji tribünlerinden sağlayabilir. Kuzey Carolina 2021 yılına dek, enerjisinin %12,5 ini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlıyor olmak istiyor. Çevrebilimci ve yeni projenin ortak yapımcılarından Pete Peterson, bütün eyaletin elektiriğinin, her yere kurulacak rüzgar tribünleriyle elde edilebileceği sonucuna vardıklarını açıkladı. Çok sayıda rüzgar tribünlerinin kurulması ve alt yapıyı geliştirmek uzun zaman alacak, ancak Peterson, projenin altıda birini gerçekleştirmenin bile, eyaletin %20lik enerji giderini karşılayacağını belirtti. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin de denizde rüzgar enerjisi üretiminde atıılmlarda bulunmasını dört gözle bekliyoruz.

Sheffield Üniversitesi, denizlerdeki zararlı plastiklerin temizlenmesi için bir araştırma yaptı. Araştırmaya göre birtakım deniz mikropları zararlı kimyasal ve plastiklerin ayrıştırılması için kullanılabilir. Araştırmayı yöneten Dr. Mark Osborn, dünyada her yıl üçyüz milyon ton plastik üretildiğini ve bunun büyük çoğunluğunun denize atıldığını belirtti. Bununla beraber potansiyel bir deniz mikrobunun plastikleri azaltabileceğini de belirtti. Ancak buna kafa yoracağımıza plastikleri kullanmamaya ve atmamaya kafa yorsak daha iyi olacak. İnsan doğayı sadece kimyasallar değil, aynı zamanda kanalizasyon, endüstriyel atıklar, petrol üretimi ve radyoaktif atıklar ile de kirletiyor ve denizleri içinde barındırdığı canlılarla beraber yok ediyor.

Bir başka deniz haberi ile devam etmek istiyorum. Atlantik mavi yüzgeçli orkinoslar 450 kilograma kadar çıkan büyüklükleriyle dörtyüzmilyon yıldan beri dünyamızdalar. Yani ağaçlardan, himalaya dağlarından ve atlantik okyanusunun kendisinden bile daha yaşlılar. Buna rağmen insan iştahı yüzünden hali hazırda aşırı avlanma ile nesilleri tükenmek üzere. Son on yılda %60 azaldılar. Bir kaç yıl sonra yok olacaklar. Neden? Çünkü Japonlar onları yemeyi seviyorlar... onlar için avlamaya ve satmaya hazır insanlar var ve hükümetler bu konuda hiçbirşey yapmıyor. Bildiğiniz gibi bu ayın başlarında 175 ülke Katar’da nesli tükenen hayvanların ticareti ile ilgili kararlar vermek için toplandılar. Mavi yüzgeçli orkinosların avlanması ve ticareti ile ilgili karar aşamasında Japonya orkinosların türünü kurtaracak ticari yasaklara karşı kampanyalar yürüttü ve sonucunda amacına ulaştı. Üzgünüz yaşlı orkinos. Sana sırtımızı döndük... yok oluşuna seyirci kalacağız.

Nestle dün, Greenpeace’in orangutanların neslinin tükenmesi ile ilgili protestolarından sonra anlaşma çağrısında bulundu. Greenpeace daha önce palmiye yağı kullanımının Endonezya’daki yağmur ormanlarını nasıl yok ettiğini duyurmuştu. Nestle’nin Facebook sitesinde yüzyirmibinden fazla kişi haklı tepkilerini belirtti. Gıda devi yağmur ormanlarını yok eden Sinar Mas şirketinden yağ almayı durdurduğunu açıklamıştı. Ama bir yandan da başka şirketlerden yağ alarak ürünlerinde kullanmaya devam ettiğini de kabul etti. Dün akşam Greenpeace yetkilileri İsviçre’ye gitti ve Nestle’ Operasyon Şefi Jose Lopez ile toplantı yaptı. Bu toplantıların sonunda Enedonezya’daki yasa dışı ticaretin tamamiyle duracağını umuyoruz.

Başkan Obama Salı günü sendika memurlarına, ABD Enerji Bakanlığı’nın Georgia’daki iki nükleer reaktör yapımının altına imza atmak için borç teminatını onayladığını söyledi böylece finansal riskin çoğunu vergi ödeyenler alıyor. Eğer proje direnişe rağmen gerşekleşebilirse giderse bu ABD’de 1970lerden beri kurulan ilk nükleer reaktör olacak. Vermont’daki nükleer santral Greenpeace mücadelesi ile kapatılmıştı, dolayısıyla bu projenin başarıya ulaşma şansı çok düşük.
Sizler de yeni nükleer reaktörlerin kurulmasını engellemek ve çok geç olmadan bir şeyler yapılmasını istiyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, nükleere hayır diyen radyoaktivistlere katılın!

2009 yılı tüm dünyada ekonomik kriz yılı olarak hatırlanacak. Ama bir gelişme var ki 2009 yılını özel kılıyor. Rüzgar gücü üretim kapasitesi 2009 yılında toplam yüzellisekizbin megawatt’a yükselerek bir rekor kırdı. Yüzde otuzbirlik bir artış ile artık rüzgar gücü donanımları ikiyüzelli milyon insanın ihitiyacı olan elektriği karşılayabilecek düzeyde. Rüzgar gücü hali hazırda yetmiş ülkeye elektrik sağlıyor. 2009 yılında Harvard Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, en çok karbon salımı yapan 10 ülkenin elektrik ihtiyaçının, sadece ve sadece rüzgar gücü ile karşılanabileceği ortaya kondu. Dünya gelecekteki enerji talebini karşılamak için çeşitli yollar arayacak, ancak rüzgar gücü potansiyelinin fosil yakıtların yerine geçmesi gerektiği gerçeği ve iklim değişikliğini önlemedeki büyük rolü yadsınamaz.

Bugünlerde hayatımıza yeni giren terim “Bulut Bilişimi” internet dünyasının kalbi sayılıyor. Fakat gerçek anlamda bir bulut kirliliğine yol açmakta. Çünkü bilgisayar merkezleri kömür gücü ile destekleniyor. Apple, Facebook, Microsoft, Yahoo ve Google… hepsinin hiç olmazsa bir kaç merkezi ciddi miktarda kömür gücü ile işletiliyor. Şirketler çevreci kararlara destek verdiklerini söylüyorlar ama bilgisayar merkezleri hakkında bilgi vermeyi reddediyorlar. Dünyamızın üstünde kara bulutlar dolaşıyor dersek sanırım yanlış olmaz.

Deutsche Bank İklim Değişikliği Danışmanları tarafından hazırlanan bir rapor, karbon emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliği politikaları açısından düşük karbon ekonomisine geçişte Çin ve Almanya'nın son derece iyi konumda olduğunu ortaya koyuyor. Deutsche Bank raporuna yeni hedefin yıllık karbon emisyon oranını 2.8 gigaton azaltmak olduğu belirtildi. Raporda yer alan verilere göre, Almanya düşük karbon ekonomisine geçiş sürecinde lider konumda yer alıyor. Çin ise son dönemde birim milli gelir başına kurduğu yenilenebilir enerji kapasitesi ile hem Almanya hem de ABD'yi geride bırakmış durumda. Fakat bunun yanı sıra birim milli gelir başına düşen karbon emisyonuna da bakmak gerekiyor. Yenilenebilir enerjiler doğru yolda atılmış önemli bir adım, fakat kişi başına üretilen karbon emisyonuna baktığınızda, ABD ve Çin'in geride kaldığını görüyoruz.

Bir nükleer haberi ile bugünün programını bitirelim. Elli Greenpeace activisti Belçika’da yapılan nükleer eğitim uçuşlarını iki saat boyunca durdurmayı başardılar. Saat dokuzbuçuk sıralarında helyum ile doldurulmuş elli metre yüksekliğindeki turuncu balonları bileklerine bağlayıp eyleme başladılar. Balonların üstündeki “Avrupa Nükleer İstemiyor” ve “Soğuk Savaş Bitti” mesajları çok net ve çarpıcıydı.
Önümüzdeki günlerde daha nice nükleer karşıtı eylemleri duyacağız. Türkiye nükleer rönesans adı altındaki karanlık çağa sürüklenmesin diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin, imzanızı atın, rüzgar, güneş bize yeter diyen 1 milyon kişiye katılın.

Dünyanın en çok palmiye yağı satın alan şirketi Unilever, eğer bağımsız denetçiler tarafından yağmur ormanlarını tahrip ettiği suçlamalarından aklanırsa Endonezya PT Smart’dan tekrar yağ satın almaya başlayabileceğini açıkladı. PT Smart Sinar Mas’a bağlı olan şirketlerden sadece biri. Unilever, Dove sabunu ve Ben&Jerry dondurmaları gibi ürünlerinde palmiye yağı kullanıyor. Unilever ve Nestle şirketleri yağmur ormanlarını tahrip ettiği iddialarından hemen sonra Sinar Mas ile olan anlaşmalarını iptal etmişlerdi. Bağımsız denetçilerin çalışmalara 20 Nisan’da başlayıp Haziran sonunda da sonuçları açıklaması bekleniyor. Öte yandan bağımsız denetçiler Greenpeace’in suçlamalarını haklı bulsalar bile bu iki gıda devi Sinar Mas’dan yağ satın almaya başlayabilirler. Sonuçta yasaların uygulanır hale gelmesi ve müşterilerin Nestle ve Unilever’e gereken tepkiyi koymasına bağlı.

“Conservation Letters” tarafından yayınlanan rapora göre geçtiğimiz 20 yıl içinde milyonlarca deniz kaplumbağası ticari balık avı yüzünden öldü. Yedi kaplumbağa türünün altısının nesli tükenmekte. Rapora göre türlerini en çok tehlikeye atan neden, geniş ağ ve kanca gibi ticari av teçhizatlarına yanlışlıkla yakalanmaları. Bir kere kapana kısıldımı bir daha yüzeye çıkıp nefes alma şanslarını yitiriyorlar. Dünyanın en büyük ikinci sürüngeni olan kaplumbağalar hali hazırda eti ve kabuğu için avlanılıyor olmasına rağmen yanlışlıkla yakalanmak türleri için daha büyük bir tehlike oluşturuyor. Rapor, daha geniş delikli ağ kullanmak gibi farklı balık avlama yollarıyla bu tehlikenin ortadan kalkabileceğini belirtiyor. Ayrıca kaplumbağa göç yollarında mevsimsel avlanma yasağının başlatılmasını da tavsiye ediliyor. Kaplumbağaların en çok, bu tür yanlış avlanmanın geniş ölçüde kullanıldığı yer olan Akdeniz’de tehlikede oldukları ayrıca belirtildi.


MAYIS
Denizdeki küçük hayvanların, toksik bileşikleri emdikleri biliniyor. Toksik maddelerin deniz besin ağından boyunca geçip, balıkçılık ve deniz ekosistemlerinde kalıcı hasara neden olduğu endişeleri gittikçe artıyor. Bilim insanları Meksika Körfezi'nde bulunan petrol sızıntısının deniz yaşamı üzerinde etkisini inceliyorlar. Ortak korkuları ise toksik bileşiklerin balıklar tarafından da emilmesi. Önümüzdeki birkaç ay araştırmacılar Over Gulf Coast’dan gelecek olan 3 çeşit yumuşakça; istiridye, tellinid istiridye ve periwinkles’ların kabuklarına ve vücut dokularına bakacak ve petrol sızıntısından doğan zararlı bileşiklerin hayvanlar tarafından ne kadar hızlı emildiğine bakacaklar. Yumuşakçalar günlük bazda yeni katmanlar ekleyerek büyüdüklerinden kabukları, çevre koşulları için çok değerli bilgiler saklar. Besin ağının tabanına doğru yerleşmiş olarak, plankton ve alg ile beslenirler. Bu nedenle sistemlerinde hidrokarbon ve ağır metal birikimi başlayacak olması muhtemel olan hayvanlar arasında ilk sırada. Bu zararlı bileşikler, sonra kabuklu deniz ürünleriyle beslenen diğer büyük deniz canlılarına geçebilir. Evet, kaplumbağalar, kuşlar ve benzeri hayvanlar sonuçta hem doğrudan hem de dolaylı olarak petrolün toksisitesi yani zehrinden ve tortusal kirlenmeden etkileniyorlar. Petrolün, ekosistemde çok sinsi ve uzun vadeli bir yıkıcı etkisi var ve bu çalışma gerekli verileri ortaya koyacak gibi görünüyor.

Meksika Körfezi’ndeki petrol platformunda meydana gelen kazadan sonra Louisiane açıklarında petrol temizleme çalışmalarına katılan 125 balıkçı teknesinin, 4 denizcinin sağlık sorunlarıyla karşılaşması üzerine geri çağrıldığı bildirildi. Sahil koruma yetkililerinin açıklamasında, üç teknedeki toplam dört kişinin bulantı, baş dönmesi, göğüs ağrısı gibi şikayetlerde bulundukları aktarıldı. BP’nin yarattığı çevre felaketinin temizlenmesi bile insan sağlığına zarar veriyor. Gezegenimizin artık petrol bağımlılığından arınmasının zamanı geldi de geçiyor.

Greenpeace'in üç ayda bir yaptığı 'çevreci elektronik ürün' ölçümlerinde cep telefonu firmaları bilgisayar üreticilerini geride bıraktı. Üç ayda bir yapılan ve dünyaca ünlü 18 bilgisayar, telekom ve elektronik şirketini "en yeşilden en az yeşile" sıralayan araştırmanın sonuçları açıklandı. Japonya'nın başkenti Tokyo'nun "elektrik kenti" olarak bilinen ve elektronik mağazaların bulunduğu işlek alışveriş bölgelerinden Akihabara'da düzenlenen basın toplantısında çevreci firmalar listesinde ilk sırada Finlandiyalı telefon üreticisi Nokia'nın geldiğini belirttildi. Greenpeace'in sıralamasında yeni ürünlerinden çevreye ve sağlığa zararlı kimyasal maddeleri çıkarması sayesinde ilk sıraya oturan Nokia'yı, İsveç-Japon ortaklığında cep telefonu üreten Sony Ericsson izledi.

Greenpeace Akdeniz’in Lübnan ofisi geçtiğimiz hafta düzenlediği İnsan Zinciri eyleminin sonucunu aldı. Fazla beklemeye gerek kalmadı. Dün Lübnan Çevre Bakanı, Greenpeace Akdeniz ile yaptığı toplantıda haziran ayında düzenleyecekleri bir basın toplantısında Byblos’un deniz rezervi ilan edilmesi için bakanlık kararnamesi imzalayacağı üzerinde anlaştı. Hatta bu kararnamenin kanun maddesi olması için konuyu takip etmeye söz verdi. İnsan zinciri eyleminde yeni seçilen Byblos belediye başkanı, balıkçıları ve çevreci kuruluşlardan oluşan 400’den fazla kişi Byblos kıyısında toplanmış ve Byblos’un deniz rezerv sınırları içine alınması için bir insan zinciri oluşturmuştu.


ABD Başkanı Obama BP’nin yarattığı petrol kirliliğini yerinde inceledi ancak, hemen sonra en son çamur pompalama yöntemi de suya düştü ve petrol sızıntısı hala devam ediyor. BP ise utanmadan şeffaflık adına sızıntının görüntülerini yayınlamaya devam ediyor. Obama, BP petrol felaketinin tekrarlanmaması için, önümüzdeki 6 ay geçerli olacak, Kuzey Kutbu’nda petrol aramayı yasaklayan, duyarlı ve enerji politikalarını cesaretlendirici bir adım attı. Greenpeace Amerika Okyanuslar Kampanyacısı John Hocevar, “BP ve Shell gibi şirketlerin politikacıların gözünü korkutması, enerji yasalarını neredeyse kendileri yazmaları, düzenleyici kurumlara rüşvet vermeleri devam ettiği sürece, bizim de bu kirli ve tehlikeli fosil yakıtlara bağımlılığımız devam edecek. Başkan Obama, kirletici lobi hareketlerini tartışmalardan uzaklaştırmalı ki, ülke temiz enerji devrimine doğru ilerleyebilsin” dedi. Amerika, küresel petrol rezervlerinin yüzde 3’üne sahip olmasına rağmen, dünya petrolünün yüzde 25’ini tüketiyor. Greenpeace’in geliştirilmiş ve Haziran 2010’da yayınlanacak Enerji Devrimi Senaryosu’nda, 2050 yılına kadar, ABD’nin petrol talebini yüzde 85’e kadar ve küresel talebini de yüzde 70’e kadar azaltabileceği gösteriliyor. Geçtiğimiz günlerde 7 Greenpeace eylemcisi, Port Fourchon’dan Louisiana’ya doğru hareket edecek olan geminin güvertesinde, Körfez’deki petrol felaketindeki petrolü kullanarak “Sıradaki Kuzey Kutbu mu?” mesajı boyamışlardı. BP yöneticileri en ufak bir suçlamaya maruz kalmazlarken, barışçıl bir eylem gerçekleştiren eylemciler, şu anda mahkemede ağır cezayla karşı karşıyalar. Ahlaki bir düzende ve çağı yakalamış bir hukuk düzeninde hapse girmesi gereken BP’nin yaptıklarını yapanlardır.

BP, Meksika Körfezi'ni kirlettikten ve bir çevre faciasına neden olduktan sonra yayılan ham petrolün çevreye etkilerinin araştırılması için on yıl sürecek bir çalışmaya 500 milyon dolarlık bir fon ayırma teklifinde bulundu. BP yönetimi, petrolün yayılmasını önlemek amacıyla Çarşamba günü yeni bir yöntem deneyeceklerini de açıkladı. Bu yöntem, denizin dibindeki patlak kuyu kapağına çamur ve çimento pompalanmasını içeriyor. Bu facia’dan sonra hiçbir açık deniz petrol platformuna izin vermemek gerek. Çok yakınımızda, Karadeniz’de de kıyıya çok yakın petrol arama sondajlarını sürdüren platformlar olduğunu unutmamak gerek.

Soyu tehlikede olan mavi yüzgeçli orkinozlarının doğadan yakalanmadan çiftlik havuzlarında yetiştirilmesine yönelik araştırmalar sürüyor. İspanya Oşinografi Enstitüsü’nden (Murcia) Fernando de la Gandara ve çalışma arkadaşları, ilk kez palamutları yumurtadan çıkışlarından cinsel anlamda bir yetişkin oluncaya kadar geçen süre içerisinde -bir yıllık bir döngüde - besleyebildiklerini açıkladılar. Şu an kullandıkları yöntemlerin birçoğunu, istavrit yetiştirmede de kullanmayı umut ediyorlar. Projenin amacı, 1970’lerden beri %50 oranında azalma gösteren Akdeniz istavritleri stoğunun üzerindeki baskıyı azaltmak. Evcilleştirme bu balıkların tek umudu olabilir. Soyu tükenmekte olan türlerin ticareti üzerine Doha, Qatar’da düzenlenen toplantının Mart ayağında, istavrit ticaretine yasak getirmeye yönelik teklifler çoğunluğun oyunu alamamış, sonuç orkinos ve istavritleri yok oluşa mahkum etmişti.

Küresel ısınmanın etkileri, Everest'e tırmanmak isteyen dağcıların da işini zorlaştırıyor. "Dünyanın Damı" Everest’e 20 kez tırmanarak rekor kıran Nepalli Şerpa Apa, küresel ısınma yüzünden zirveye çıkmanın her geçen gün zorlaştığını söyledi. Şerpa Apa gazetecilere yaptığı açıklamada, artan ısının zirveye giden patikalardaki buzullarla karın büyük bölümünü erittiğini belirterek, bunun, dağcıların üzerinde buzulların bulunmadığı kayalık yüzeylerde kramponlarını kullanarak tırmanmalarını zorlaştırdığını söyledi. Cumartesi günü zirveye 20. kez çıkarak kendi rekorunu kıran Apa, Everest’e ilk kez tırmandığında zirveye giden patikada çıplak kayalıkların pek bulunmadığını, şimdiyse yolun çıplak kayalarla dolu olduğunu belirtti. Apa, buzulların erimesinin ayrıca derin yarıkların açılmasına yol açtığını, bunun da dağcıları tehlikeye attığını kaydetti. Everest’e ilk kez 1989’da tırmanan Apa, üç yıldır küresel ısınmanın Himalayalardaki olumsuz etkisine dikkati çekmek için mücadele ediyor.

Hükümetin ülkede 3 nükleer santral kurulması için aldığı karara karşı çıkan İsviçreliler, Aarau kentinden Olten kentine kadar yaklaşık 15 kilometre yürüyerek hükümeti protesto etti. İsviçre hükümetinin ülkede bulunan 7 nükleer santralin yanı sıra 3 santralin daha kurulacağını açıklaması tepkilere neden oldu. Yürüyüşü aralarında Sosyal Demokrat Parti (SP), Yeşiller Partisi, Greenpeace, İsviçre Kürt Halk Dernekleri Federasyonu (FEKAR), başka çevre örgütleri, siyasi parti ve çok sayıda sivil toplum kuruluşunun da içinde bulunduğu “Nükleer Santrallere Karşı İnisiyatif” düzenledi. Aarau kentinden Olten kentine kadar yaklaşık 15 kilometre boyunca yürüyen binlerce kişi, santral kararını protesto etti. “Atom santralleri değil insan enerjisi” sloganıyla yapılan yürüyüşte, “Çevreyi kirletmeyen yeşil enerji istiyoruz”, “Atom santrallerine hayır” , “Demokratik özgürlükçü ekolojik toplum” yazılı pankartlar taşındı. Yolda verilen molalarda müzik dinletilerinin yanı sıra yürüyüşün çağrıcısı kurum temsilcileri de birer konuşma yaptı. Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya’dan da çok sayıda kişinin katıldığı yürüyüş Olten’de verilen konserle son buldu. Siz de nükleer santrallerin ülkemize girmesini istemiyorsanız http://nükleer.greenpeace.org adresine girin ve milletvekillerine mektup gönderin.

NASA ile İngiliz Meteoroloji Dairesi’nde çalışma yapan bağımsız bilim insanları, 2010’un, bilinen en sıcak yıl olabileceğini açıkladı. Bu ihtimalin, yüzde 50’den daha yüksek olduğu belirtildi. NASA’dan James Hansen, “Geçtiğimiz 12 ayın küresel sıcaklık ortalaması, son 130 yılın en sıcağıydı” dedi. Meteoroloji Ofisi’nin başında bulunan Vicky Pope ise “Avrupa’da kış soğuktu, fakat küresel olarak bakarsak ocaktan marta kadar olan zaman dilimi, en sıcak 7 yıl başlangıcından biriydi” diye konuştu. Uzmanlar, bu durumu rüzgâr ve okyanus akıntısı El Nino’ya bağladı. Buna göre El Nino, okyanustan atmosfere yüksek miktarda ısı salınmasına neden oluyor. Dünyayı etkileyen sıcaklık trendinin, yılın kalanında da devam etmesi bekleniyor.

İklim Adaleti Hareketi tekrar biraraya geliyor. Almanya, Bonn'da yapılacak olan toplantıya Türkiye'den "İklim için gençlik hareketi" de katılacak. Yapılan açıklamada, Kopenhag’daki zirvenin başarısızlığından sonra Cochabamba, Bolivya’daki toplantıdan ilham alan ve yeniden işe koyulan iklim adaleti hareketi (CJA), artık işi yanlızca iklim adaleti talep etmekten öteye taşımak ve ön saflarda mücadele etmek için buluşulduğu belirtildi. Grup, sahte çözümlere karşı doğrudan mücadele etmek, kendi hayatlarımızın kontrolünün kendi ellerimizde olduğunu hatırlatmak için Bonn’da olacaklarını açıkladı. 2 yıl önce, bir Latin Amerika ağı olan “Küresel Minga” 12 Ekim’in “Dünya Ana’yı Koruma Günü” olarak anılmasını talep etti. Bu çağrıya kulak verilerek, 12 Ekim gününü “İklim Değil Sistem Değişimi!” sloganlı doğrudan eylem gününe çevirme çağrısı yapıldı. Bu slogan ilk kez Kopenhag’da düzenlenen küresel eylemlerde dillendirilmişti.

Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Kaya, yabancı meslektaşları ile birlikte Norveç'in kuzeyinde yer alan Svalbard adasında yaşayan bdelloid rotiferleri belirlemek üzere bilimsel bir çalışma yaptıklarını söyledi. Yaptıkları bilimsel çalışmada önemli bulgulara ulaştıklarını belirten Kaya, "Norveç'in kuzeyindeki Svalbard adasında yaşayan bdelloid rotiferleri belirlemek için yaptığımız bilimsel çalışmada 52 tür tespit ettik. Bu türlerden 13 tanesi teşhisi yapılamadığından bunların dünya için yeni türler olacağını tahmin ediyoruz" dedi. Daha önce kutupların biyolojik çeşitlilik bakımından fakir olduğu biliniyordu. Yapılan çalışma beklenenin aksine bdelloid rotifer tür zenginliğinin fazla olduğunu ortaya çıkardı. Bdelloid rotiferler kara yosunu, liken, toprak, ağaç kabuğu ve sucul ortamlarda yaşayan ve eşeysiz üreyen mikroskobik hayvanlar olup, dünya genelinde yaklaşık 450 türünün yaşadığı biliniyor. Dünya genelinde 450 türün yaşadığı göz önüne alınırsa, yılın 11 ayı boyunca kar altında bulunan adadan 52 türün çıkması oldukça fazla. Bu sonuç biyolojik çeşitlilik açısından oldukça önemli. Bildiğiniz gibi ay başında Greenpeace’in ünlü gemisi Esperanza da, doğal hayatı korumak için Svalbard’a doğru yola çıktı.

Amerikan Çevreyi Koruma Dairesi; BP şirketinin, deniz suyuna karışan petrolü çözüştürmede kullandığı kimyevi maddeyi yasakladı. Petrol tabakasıyla mücadelede milyonlarca litre çözüştürücü kullanılmıştı. Resmi makamlar bundan böyle sadece zehirsiz maddelerin kullanılmasına izin veriyor. Petrol temizleme çalışmalarına katılan balıkçıların hastalandığı bildiriliyor. Öte yandan küçük bir sandalla denize açılan Billy Nungesser, parmağını Louisiana sahillerine vuran pas kahverengi katı petrol tabakasına batırdıktan sonra ‘denizdeki petrolle temas eden deniz kaplumbağası, kurbağa ve her türlü canlının sonu gelmiş demektir', dedi. Bölge halkı, BP’nin petrol sızıntısını önlemesi için çareler tükenince artık dua etmeye başladı. Ama denizin dibindeki patlak borunun robot kameralarla alınan görüntüleri sızıntının durdurulmasının kolay olmayacağını kanıtı. Yakın zamanda uygulanacak olan en yeni yöntem yüksek miktarda balçık pompalanıp ağzı da betonla örtülerek çatlağın kapatılmasına çalışılması olacak. Bu yöntemin başarı şansı hakkında kimse tahminde bile bulunmak istemiyor.

Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan bir rapora göre Avrupa kıtasında kuraklık ve su kıtlığına önümüzdeki yıllarda daha fazla rastlanacak. Ancak, daha önceki öngörülerden farklı olarak su kaynaklarının azalması sadece Akdeniz havzasını değil, Belçika ve Çek Cumhuriyeti gibi nispeten Kuzey’deki ve daha fazla yağış alan ülkeleri de etkileyecek. Avrupa Komisyonu’nun Çevreden Sorumlu Üyesi Janez Potocnik, su politikalarının sürdürülebilir olması gerektiğine dikkat çekerek gelecekten su ödünç alınamayacağının altını çizdi. Ancak, Komisyon’un su kıtlığı karşısında öne sürdüğü ‘çözüm’ su kullanım fiyatlarının artırılmasından öteye gidemiyor. Öte yandan, sorunun kaynağında yatan iklim değişikliği ile mücadelede Avrupa Birliği de dünyanın geri kalanı gibi ayak sürümeye devam ediyor. Avrupa Birliği’nin mevcut sera gazı emisyonu azaltım hedefi 1995 rakamlarına göre, 2020’ye kadar yüzde 20. Bu oran Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin öngördüğü gerekli oranın çok altında kalıyor. Komisyon 26 Mayıs’ta, bu hedefin yüzde 30 seviyesine çıkarılması halinde AB sanayisinin nasıl etkileneceğine ilişkin bir rapor yayımlayacak.

ABD'de son olarak yapılan araştırmalardan birinde artık bebeklerin daha doğmadan kansere neden olabilecek kimyasallara maruz kaldığı ortaya çıktı. Araştırmada bebeklerin kordon kanında 300 farklı kimyasala rastlandı. Araştırmacılar bu noktada insanların kendilerini koruyabilmek için alabilecekleri basit önlemlere de dikkat çekiyorlar. Evlerimizde, işyerlerimizde kullanılan duvar boyasından, halılarımızdaki dolgu malzemelerine günlük yaşamda birçok kimyasalla karşı karşıya kalıyoruz. Tüm bunlar da soluduğumuz havaya bazı gazlar yayıyorlar. Sadece doğal malzemeden yapılmış eşyalar tercih edilmeli ve sentetik maddelerden uzak durulmalı. Özellikle tarım ilaçlarının kullanılmadığı organik sebze ve meyveleri tercih etmek kanser riskini azaltıyor. Bu arada yiyecekleri plastik kaplarda ısıtmamak gerektiğine dikkat çekiliyor. Park ve bahçeler böceklere, kenelere karşı sık ve yoğun bir şekilde ilaçlanıyor. Bu tip ilaçların kullanımına karşı durun ve gerekli korunma tedbirlerini kendiniz alın, daha güzeli çocuklarınızı parka değil, ellerine bir dürbün ve büyüteç verip gerçek doğaya salın.

ABD'nin Meksika Körfezindeki petrol sızıntısının küçük bir bölümünün güçlü bir döngü akımına kapıldığı bildirildi. Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA), güçlü okyanus akıntısının petrolü, Florida Keys olarak bilinen takımadalara, hatta ABD'nin doğu kıyısına kadar taşıyabileceği uyarısında bulundu. Sızıntının Küba'ya ulaşma ihtimali de mevcut. Bu sebeple Amerikalı yetkililerin Kübalı yetkililerle bağlantıya geçtiği bildirildi. Açıklamada sızıntının, Körfezin ortasında saat yönünde bir döngüye de kapılabileceği ve bu durumda Florida açıklarına ulaşmayacağı belirtildi. BP, hafta sonunda yerleştirilen deniz altı boru sistemi sayesinde Meksika Körfezi'nin tabanından sızmaya devam eden petrolün yüzde 60'ını pompalayarak toplamayı başardığını açıkladı. BP, şimdiye kadar yüzeyden 187 bin varil ham petrolün toplandığını kaydetti. Ancak sele karşı faraşla giderek sorumluluktan kurtulamayacağı kesin. BP’ye yakıştırılan yeni logoları görmek istiyorsanız http://www.greenpeace.org.uk/behindthelogo adresine girebilir ve BP yani “British Polluters”a sizde bir logo tasarlayabilirsiniz!

UNEP - BM Çevre Programı’nın "Yeşil Ekonomi Girişimi Dairesi"nin özel danışmanı Pavan Sukhdev yaptığı açıklamada, balık avının yeniden yapılanması gerektiğini, çünkü aşırı ve plansız avlanmalar sonucu 2050 yılına gelindiğinde okyanuslarda balık kalmayacağını bildirdi. Biyoçeşitlilik ve çevrebilim uzmanı Hindistanlı Pavan, "Eğer yaptığımız değişik tahminler doğru çıkarsa, 40 yıl içinde artık balığımız kalmayacak" dedi.

İskoç bilim adamlarının Norveç’in başkenti Oslo’da 10 gün önce açıklanan çalışmasına göre, Grönland’da buzulların denize doğru kayarak erimesi, yaz aylarında yüzde 220 oranında artıyor. Edinburgh Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ian Bartholomew’un Nature Geoscience bilim dergisinde yayınlanan bulgusuna göre, Güney Kutbu Antarktika’dan sonra dünyanın en büyük buzul ve buzlasına (kıta sahanlığındaki deniz buz örtüsü) sahip Grönland’da buzullar yazın çok daha hızlı biçimde eriyor. 35 km kıta içinde ve 1095 metre rakımlı yerlere kadar buzullar, Grönland’da yazın denize 300 metre kayabiliyor.

Breilya’da yaşayan Kayapó yerli topluluğu şefi Raoni Metuktire Avrupa’da. Brezilya’da Amazonların bir bölgesinde kurulmasına dönük resmi izin çıkan ve Xingu Nehri üzerinde inşa edilmesi planlanan hidroelektrik santrale karşı uluslararası destek arıyor ve Metuktire hidroelektrik santralinin yapımının engellenmesi için gereken bütün yolları kullanacaklarını açıkladı. “Halkımı daima kavgadan, şiddetten uzak tutmaya çalıştım ama şu an oldukça endişeliyim. Artık bize ait olanı geri alma vakti geldi” diyen Metuktire “3bin savaşçımız silahlanmaya ve savaşa hazır” sözlerini sarf etti. Xingu Nehri üzerinde inşa edilmesi planlanan santralin, binlerce yerliyi topraklarından etmesi muhtemel. Kararın alındığı gün başkent Brasilia’da bulunan Brezilya Elektrik Düzenleme Ajansı önünde 500 kişinin katıldığı bir protesto gösterisi düzenlenmişti. Greenpeace Brezilya ise “Lula hükümeti, bu projede ısrar ederek kendi mirasını yiyor” açıklamasında bulundu. Çevreci gruplar, inşa edilecek olan HES’in bölgede yaşayan yerli topluluklarının hayatlarını sürdürebilmeleri açısından büyük sıkıntı yaratacağını ve projenin gerçekleştirileceği 500 km2’lik alan dahilinde 40bin kişinin bu projenin olumsuz etkilerine maruz kalacağını belirtiyorlar.

Meksika Körfezi’nde yaklaşık dört haftadır denize akan petrolü durdurma çalışmalarında, nihayet bir gelişme var gibi görünüyor. BP'nin, denizin derinliklerindeki çatlağa yerleştirilen borular aracılığıyla, bir kısım petrolü denize karışmadan tankerlere çekmeyi başardıkları belirtildi. Toplamda ne kadar petrolün denize karışmasının önüne geçildiği henüz bilinmiyor. 1600 metre derinlikte bir çıkış borusu yardımıyla, sızan petrol tankerlere çekilerek petrolün yüzde 85’inin arıtılmasına çalışılıyor. Petrol platformunun patlayarak batmasının ardından, petrolün Amerika kıyılarına doğru yayıldı. Ancak kullanılan kimyasal maddelerle, petrolün kıyılarda bir tabaka halinde yayılmasının önüne geçildi. Ancak kuşkulu bulunan durum sonucunda yapılan araştırmalarda, biyologların deniz yüzeyinin altında petrol öbeklerine rastladığı kaydedildi. Biriken petrol öbeklerinden her birinin, 16 km uzunluğunda, 6 km genişliğinde ve 100 metre yüksekliğinde olduğu açıklandı. Petrolün yayılmasını engellemek amacıyla kullanılan kimyasal maddeler de bu nedenle ABD’de tartışma yarattı. Kimyasal maddeler, deniz yüzeyinde petrolün birikmesine engel oluyor. Ancak görünürde petrol birikimi engellense de, esasında hiçbir yere gittiği yok, zarar vermeye devam ediyor.

Nestlé orangutanları sonunda rahat bırakıyor. Dünyanın en büyük gıda şirketlerinden Nestlé bugün yaptığı açıklamada yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen ürünleri artık kullanmayacağını belirtti. Nestlé’nin KitKat gibi ürünlerinde yağmur ormanlarını yok eden palmiye yağı kullandığını ortaya çıkaran Greenpeace kampanyası 2 aydır devam ediyordu. Greenpeace palmiye yağı ve kağıt hamuru ekim alanlarının genişlemesi Endonezya’daki yağmur ormanlarını ve turbalıkları ve nesli tehlikede olan orangutanları yok olmanın eşiğine geldiğini açıklamıştı. Kampanyanın başladığı andan itibaren binlerce insan yağmur ormanlarının yok edilmesi sonucunda ortaya çıkan ürünleri almayacağını ifade etmek için Nestlé’yle iletişime geçti. Greenpeace Uluslararası Ormanlar Kampanyası Sorumlusu Pat Venditti, “Nestlé'nin bu adımı, Sinar Mas ve diğer tüm palmiye yağı ve kağıt endüstrisinde yer alan şirketlere, yağmur ormanlarının yok edilmesinin küresel pazarda kabul edilebilir bir şey olmadığı konusunda açık bir mesaj veriyor. Bu şirketler üzerlerindeki lekeyi temizlemeli ve yağmur ormanlarının yok edilmesi ve turbalıkların tam koruma altına alınması konusunda kesin bir kararlılık göstermelidir. Greenpeace Nestlé’nin bu planını yakından takip ederek hızlı bir şekilde uygulamaya geçilmesini sağlayacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.

Kaliforniya Üniversitesi'nden Barry Sinervo ve ekibinin yaptığı araştırma, iklim değişikliği nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin 2080'e kadar tükenebileceğini ve bunun ekosistem ile besin zincirini olumsuz etkileyeceğini ortaya koydu. Kertenkele nesli ve özellikle 1975'den bu yana sıcaklığın artmasının bu hayvanlar üzerindeki etkisinin incelendiği geniş çaplı bir araştırmanın verilerine dayanarak bilgisayar ortamında bir model oluşturan bilim adamları, 34 kertenkele ailesinin neslinin tükenebileceğini ve bunun iklim değişikliğiyle bağlantılı olduğunu belirttiler. İklim değişikliği nedeniyle Meksika'daki kertenkelelerin yüzde 12'sinin neslinin tükendiğine dikkati çeken bilim adamları, sıcak havayı seven bu hayvanların bile dayanma sınırının sonuna geldiğini, sıcaklığın artması nedeniyle gölgede kalmayı tercih etmeleri ve bu durumun da yiyecek bulma olasılığını azaltması nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin tükenebileceğini kaydettiler. Ünlü "Science" dergisinde yayımlanan araştırmada, kertenkelelerin neslinin yaklaşık yüzde 6'sının 2050'de tükenebileceği ve bunun önlenemeyeceği, ancak iklim değişikliğini azaltmaya yönelik büyük çabalarla 2080 senaryosunun değiştirilebileceği ifade edildi. Yaşam zincirinin halkaları birer birer kopmadan harekete geçme zamanı geldi de geçiyor.

Biyolojik Çeşitlilik Merkezi adlı grup, ABD hükümetine karşı, çevreye etkilerini araştırmadan, Meksika Körfezi’nde yüzlerce petrol sondajına izin verdiği gerekçesiyle mahkemeye başvurmaya hazırlanıyor. Grup tarafından hükümete gönderilen ihtar yazısında, ABD İçişleri Bakanı Ken Salazar’ın 2009’da göreve geldiği tarihten itibaren, Meksika Körfezi’nde 100 sismik araştırma ve 300 sondaj çalışmasına, çevre ile ilgili gerekli izinler alınmadığı halde izin verdiği ileri sürüldü. Açıklamaya göre izinler verilirken, "Deniz Memelilerinin Korunması" ile "Tehlike Altındaki Türler" yasası ihlal edildi. Grup sözcüsü Miyoko Sakashita da yaptığı açıklamada, "İçişleri Bakanlığı’nın böylece Meksika Körfezi’nde hukuksuz bir alan oluşturduğunu" ileri sürdü. Yasa gereği gönderilen bu ihtar yazısına yanıt vermesi için İçişleri Bakanlığı’nın 60 günlük süresi bulunuyor. Öte yandan petrol sızıntısının önlenmesi ile ilgili olarak, BP’nin yaptığı açıklamada hala en az bir hafta ila on güne ihtiyaçları olduğunu söyledi. Felaket gün geçtikçe büyümeye devam ediyor.

Meksika Körfezi'ndeki büyük çevre felaketinin sorumlusu British Petroleum (BP) denize günde 5 bin varil petrol sızdıran kaçağın kapatılmasına yönelik bir çabaya daha girişti. Platformu işleten ve çevre felaketinin tüm sorumlusu petrol devi BP, sızıntıyı durdurmaya yönelik yeni kapağı deniz tabanına indirdi. BP yetkilisi Bryan Ferguson, ilki başarısız olan kapaktan daha küçük olan yeni sızıntıyı önleyici sistemin, deniz dibine indirildiğini ve bu sistemin en geç yarına kadar çalışır hale getirilmesinin planlandığını belirtti. Ham petrol kaçağını durdurmak için geçen hafta da benzer bir operasyon düzenlemiş, ancak kaçağın üzerine yerleştirilen çelik huni-baca sistemi, içinde gaz ve suyun etkisiyle buza benzer kristaller oluşması yüzünden çalışmamış ve yukarı çekilmişti. BP, yeni sisteme sıcak su ve metanol basarak kristal oluşumunu engellemeyi hedefliyor. İngiliz petrol felaketi suçlusu, yeni tıpayı okyanus tabanına indirirken, çevre felaketin görüntülerini de yayınladı. BP'nin videoyu kazadan 23 gün sonra yayınlaması ise tepki çekti.

BP öte yandan tüm dünyaya çağrıda bulunarak çözüm için öneriler beklediğini duyurdu ve bunun için bir de internet sayfası düzenledi. BP’ye yapılan önerilerden en ilginci ise Rus uzmanlardan geldi. Bilin bakalım Rus’ların çözüm önerisi ne oldu; Rus uzmanlar petrol kuyusuna bir atom bombası atılarak akıntının durdurulabileceğini iddia ettiler. Sovyetler idaresinde beş kez bu yöntemin uygulandığını söyleyen uzmanlar, sadece bir seferinde başarılı olunamadığını bildirdiler. Kaş yaparken göz çıkarmak dedikleri bu olsa gerek. Neyseki şimdiye kadar Amerikan yetkililerden ve BP’den Rus teklifine bir cevap gelmedi.

Bugünlerde karanlık insana daha da bir karanlık geliyor ve Dünya eskisi kadar muhteşem görünmüyorsa, muhtemelen öyledir. Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'da ateşböceği sayılarında çarpıcı düşüşlere tanık olunuyor. Işık yayan böceklerin giderek kaybolduğu yerlerden biri de Tayland. Ateşböcekleri, yüzyıllarca, Tayland'ın nehir boylarında müthiş bir senkronizasyonla yanıp söndüler. Yabancı ziyaretçiler ateşböceklerinin ışığını şamdanlara veya Noel mumlarına benzetirdi. Yerli halk, onların ışığıyla balık tutabilirdi. Ama bu ışıltı sanki giderek sönüyor. Taylandlı böcekbilimci Watana Sakchoowong, "Yirmi yıl önce ortalık ateşböceği kaynıyordu,"diyor. "Ama artık hiç kalmadı." Bilimsel sayımlar daha yeni başlıyor. Popülasyonlarındaki düşüşlerin nedenini henüz belirleyen olmadı, ama uzmanlar, yaşam alanı kaybından ve ışık kirliliğinden şüpheleniyor. Tayland'da, larvaların salyangoz yiyerek beslendiği nehir kıyıları ya betonla kaplanmış ya da turist teknelerinin oluşturduğu dalgalar ile oyulmuş durumda. Öte yandan, sahildeki yapılaşmadan gelen yapay ışık, erişkin ateşböceklerinin değişik gösteren gecede birbirlerini bulup çiftleşmelerini zorlaştırıyor. Dünya üzerinde iki binin üzerinde ateşböceği türü var.

Greenpeace, ünlü gemisi Esperanza ile dünyadaki en bozulmamış ve hassas doğal ortam olan Antartika’ya, doğal hayatı korumak için geri dönüyor. Yakın zamanda Almanya’dan kalkacak gemi, ay sonunda Antartika sularında Svalbard’a ulaşmış olacak. Bildiğiniz gibi Antartika, dünyanın en çok ısınan yeri. Denizdeki buz eriyip kaybolurken, hassas deniz ekosistemi de bozulmakta ve balıkçı filolarının önceden mümkün olmayan stoklara ulaşmak amacıyla kuzeye doğru yol almalarına izin verir hale gelmektedir. Aynı zamanda, fosil yakıtların ve orman tahribatının arttırdığı karbondiyoksit seviyesi okyanusların kimyasını değiştiriyor ve deniz yaşamı için ciddi bir tehdit yaratıyor.

Sizlere Çarşamba günü Birleşmiş Milletler’in yayınladığı rapora göre dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu anlatmıştım. Bugün rapordaki diğer vahim tespitlerden bahsetmek istiyorum. Rapora göre, orman kıyımı, iklim değişikliği ve orman yangınlarının sonucunda, sıcak ve nemli Amazon ormanı tamamiyle yok olup yerini tropikal bölgelere özgü kuru ve çorak savana denilen bitki örtüsüne bırakabilir. Rapor böyle bir durumun, sık sık yangınlara neden olabileceği, iklim değişikliğine yol açan karbondiyoksit salımlarını artırabileceğini ve tarımı tehlikeye sokan aşırı kuraklığa yol açabileceğini belirtiyor. Rapor ayrıca, Afrika kıtasında, Atlantik Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e uzanan sahil kuşağının da tehlikede olduğuna dikkat çekerek, zaten kuraklıkla pençeleşen ve savanadan oluşan Sahil’in, iklim değişikliği ve doğal kaynakların aşırı kullanımı sonucu tamamen bir çöle dönüşme riski taşıdığını vurguluyor. Bunların yanısıra, gezegendeki adaların, denizlerin ve tatlı su kaynaklarının da tehlikede olduğu bildiriliyor. Herhangi bir adanın ekosisteminin kırılgan ve eşsiz olduğunu belirten rapor, nüfus hareketlerinin adaların dengesini bozduğu, adaların korumalı bölgelerine hastalık taşıdığını ve avcı hayvanların bu bölgelere akın etmesine yol açtığını ifade ediyor.

ABD hükümetinin uzun zamandır beklenen iklim değişikliği tasarısı açıklandı, fakat gözlemciler Kongre'de zorlu bir mücadeleyle karşılaşacağını söylüyorlar. Yasa tasarısı 2020 yılına değin ABD'nin atmosfere saldığı karbon gazını yüzde 17 oranında düşürmeyi hedefliyor. Tasarıda ayrıca denizde petrol aramayı kısıtlayan önlemlerin hafifletilmesi teklif ediliyor, ancak Meksika Körfezi'ni etksi altına alan petrol sızıntısının ardından bu maddenin alacağı destek üzerinde soru işaretleri var. Ajanslar, kömürle işleyen termik santraller gibi karbon salımı yüksek tesislere yol açtıkları kirliliğin maliyetini ödemelerinin isteneceğini bildiriyor. Tasarıda temiz enerji teknolojisini geliştirmek için şirketlere yılda 2 milyar dolar teşvik sağlanması planlanıyor.

Meksika Körfezi'nde çevre felaketine yol açan petrol sızıntısının sorumluları ABD Senatosu'nda sorgulandı. BP yetkilileri bir kez daha tüm sorumluluğu üstlendi, zararı karşılayacaklarını açıkladı. Yok olan doğanın zararı nasıl karşılanabilir. Para’nın yenmediğini ne zaman anlayacak uluslararası şirketler. Sorgulama süre dursun, denize yayılan petrolün önüne geçilemiyor. Körfeze hergün 795 bin litrenin üzerinde petrol sızıyor.

Greenpeace Brüksel’de yayınladığı raporda beş ülkenin çevre suçlarını açıkladı. Raporda Çek Cumhuriyeti, Almanya, Britanya, Slovakya ve İspanya’yı sularını toksik madde nonylphenol ile zehirlediklerini belirtti. Nonylphenol maddesinin kanser riskini artırdığı ve sperm üretimini etkilediği düşünülüyor. Nonylphenol daha çok tekstil, boya, kağıt, metal, şampuan ve ev temizlik deterjanlarında kullanılıyor. Yönetmeliklere göre nonylphenol 2001 yılından beri suyu kirleten toksik maddeler arasında sayılıyor ve 2020 yılına kadar tamamen kullanılmasının durdurulması öngörülüyor. Greenpeace kampanyacısı Stefan Scheuer açıklamasında “Raporda açıklanan beş ülke nehirlerimizi ve göllerimizi kirleten bu zararlı maddenin kullanımının durdurulması hakkında şimdiye kadar hiçbir şey yapmadı.” dedi.

Greenpeace, Avustralya, Queensland’deki kömür gemisi terminallerinin genişletilme planları gerşekleşirse gemilerin Great Barrier Resifi’nde karaya oturma olaylarının çoğalacağını belirtti. Bowen yakınlarında bulunan Abbot Point terminalinin kapasitesini 100 milyon tona yani iki katına çıkarılması planlanıyor. Bu miktar talebe göre 230 milyon tona da çıkarılabilir. Greenpeace Avustralya Genel Direktörü Linda Selvey Shen Neng’de bir ay önce olanlardan ders alınması gerektiğini belirtti. Shen Neng’de olanlar Great Barrier Resifi’nde de olabilir ve buradaki mercanları ve dolayısıyla Avusturalya’nın geleceğini dramatik şekilde etkileyebilir.

Arada bir ortaya çıkan altı boş füzyon haberlerine birisini daha ekleyelim. Kuzey Kore, enerji üretmeye yönelik olarak nükleer füzyonu başardığını iddia etti. Kuzey Kore'de yayımlanan Rodong Sinmun gazetesi, ülkenin resmi haber ajansına dayanarak verdiği haberde, bilim adamlarının füzyonu başardığını ileri sürdü. Kuzey Kore resmi haber ajansı KCNA da "Başarıyla elde edilen nükleer füzyon, yeni enerjinin geliştirilmesi yönünde çığır açmış, ülkenin bilim ve teknoloji alanındaki gelişmesinde yeni bir döneme girmesini sağlamıştır" ifadesini kullandı.

Meksika Körfezi'ndeki Deepwater Horizon petrol platformunda 22 Nisan'da meydana gelen patlamanın ardından sızan ham petrol Amerika kıyılarını tehdit etmeye devam ediyor. Bugün artık durumun ağırlığı karşısında size bir magazin haber verelim. Alabama'da yaşayan kuaför Phil McCrory, radyo programında "Saç ve kılların emici özelliğiyle petrolü temizleyebiliriz" diyerek bir "saç ve kıl bağışı" kampanyası başlattı. McCrory, insan saçının ağırlığının altı katına kadar petrolü emebildiğini söylerken, altı ülkeden tam 370 bin kuaför ve 100 bin evcil hayvan bakıcısı topladıkları saçları, çoraplara sıkıştırıp göndermeye başladı. Bakalım bunları nasıl ve nerede depolayacaklar. Anlaşılan petrolü emme konusunda yapılan denemeler de olumlu sonuç vermiş. Bu arada başka yaratıcı eylemler de devam ediyor. Sarah Palin’in petrol sondajlarını destekleyen ‘Del bebek del!’ sloganı değiştirildi. Slogan protestocular tarafından ‘Temizle bebek temizle!’ olarak tersine çevrildi. British Petroleum - BP şirketinin baş harfleriyle de oynayan göstericiler, yeni isim verdi “Big Polluter” yani ‘Büyük Kirletici’. Bu büyük felaketle baş ederken espiriyi elden bırakmamak gerek, ancak temizliğin asla tamamlanamayacağı verilen zararın büyük kısmından geri dönülemeyeceği de bir gerçek, daha önemlisi bu felaketin bir daha olmaması için gerekli önlemleri almak veya dahası petrol bağımlılığından kurtulmak.

Çin Devlet Kalkınma ve Reform Komitesi İklim Değişikliği Müdürü Su Wei, gayri safi yurt içi hasılada birim başına düşen karbon emisyonunu 2020 yılında 2005 yılına göre yüzde 40-45 oranında azaltma taahhüdüne sadık kaldıklarını, ancak karbon emisyonu miktarına daha mantıklı bir sınır getirilmesine ihtiyaç duyduklarını söyledi. Beijing’de devam eden Yeşil Ekonomi ve Uluslararası İklim Değişikliğiyle Mücadelede İşbirliği Konferansı’nda 9 Mayıs’ta bir konuşma yapan Su Wei, Çin hükümetinin iklim değişikliğiyle mücadeleye verdiği büyük önemi vurguladı. Çin’in sanayileşme, kentleşme ve modernleşme sürecini henüz tamamlamadığını, bu yüzden Çin için en öncelikli görevin kalkınma olduğunu belirten Su, dolayısıyla karbon emisyonu miktarına daha mantıklı bir sınır getirilmesine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Ülkeler için mantıklı olan sınırın doğa için hiç de mantıklı olmayabileceğini gözden kaçırmamak gerek.

Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısının oluşturduğu petrol tabakasının ABD'nin Louisiana eyaleti açıklarında Chandeleur takımadalarına ulaştığı açıklandı. Breton Doğal Hayatı Koruma Bölgesi'nin bir parçası olan ve insanların yaşamadığı takımadalardaki pelikanlar ve diğer bazı kuşların petrole bulandıkları belirlendi. ABD Ulusal Denizcilik Kurumu'ndan bir yetkili, adanın petrol kaplanmakta olduğu uyarısında bulundu. Sızıntının olduğu kuyuyu kapatmak üzere inşa edilen dev huni denize indirilmeye başlandı. Chandeleur takımadalarının bir parçası olan Freemason Adası, petrolun kıyılarına vurduğu ilk kara parçası oldu. Chandeleur takımadası, Amerika Birleşik Devletleri'nin en eski doğal rezervlerinden. Adalar ayrıca sayısız çeşitlilikte canlılara evsahipliği yapan bir kuş cenneti. Karides avlamakta kullanılan teknelerin kaptanları geçim kaynaklarını sağladıkları yerlerin büyük hasar gördüğünü belirtti.

Öte yandan plastiğin çevreye verdiği zararı görmezden gelemeyen bilim adamları, çevre dostu bir ürün için kolları sıvadı. Merkezi California'da bulunan Amerikan şirketi Cereplast, denizlerde bolca bulunan yosunlardan elde edilen polimerleri kullanarak yeni bir tür plastik geliştirdi. Yüzde 35 ila 50'si yosun bazlı bu biyoplastik türünün prototipini denemekte olan uzmanlar, yeni ürünün bu yıl sonunda piyasaya sunulabileceğini belirtti. Geliştirdikleri ürünün oldukça sağlam ve yüksek ısıya karşı dayanıklı olduğunu kaydeden şirket yetkilileri, 3-5 yıl içinde tamamen yosundan yapılan plastik ürünleri piyasaya sunmayı hedeflediklerini de söyledi. Uzmanlar, başta balık gibi kokan yeni plastikle ilgili koku sorununu da çözüme kavuşturduklarını belirtti. Petrolü yakmak yerine saklasak belki yosunları da rahat bırakırız.

Felaket, facia Meksika Körfezinde sürüyor. İngiliz petrol şirketi BP Meksika Körfezi`nde çevre felaketine yol açan platformdan kaynaklanan 3 sızıntı noktasından birini 98 tonluk dev bir tıpa yardımıyla kapatmayı başardığını açıkladı. Ancak bunun Körfez`e yayılan toplam petrol akışını azaltması beklenmiyor. Hala 2 sızıntı noktası daha var. Bildiğiniz gibi BP güvenlik hataları nedeniyle platformdaki patlamadan iki gün sonra, kuyudan günde en az 800 bin litre ham petrol denize karışmaya başlamıştı.

Balıkçılıkta yaşanan kısa süreli moratoryumların Avrupa’nın balık stoklarını hızlı bir şekilde tekrar doğrultacağı varsayımı yanlış. Aşırı balıkçılık iki yüzyıl öncesine dayanıyor. Geçtiğimiz gün Avrupa Birliği Ortak Balıkçılık Politikası’nı yeniden düzenlemeye çalışan bakanların İspanya’da toplanacağını söylemiştik. Bakanlar toplantıda Avrupa balık stoklarının %88’inin aşırı balıkçılık sonucu düştüğü konusunda raporları dinleyecekler. Bu oranın yarısından fazlası, şayet balıkçılık birkaç yıl içinde azaltılırsa, 1970 yılı seviyesine geri dönebilir. Tabii 40 yıl önce balık stoklarının sağlıklı olduğu inancı yanlış da olabilir. İngiltere’deki York Üniversitesi’nden Ruth Thurston önderliğindeki bir ekip, yaptıkları araştırmada 1988-2007 yılları arasında balık başına avlanma çabasının 17 kat artmış olduğunu buldu; ki bu da 1970 yılı itibariyle stokların çoktan %90 oranında azalmış olduğunu gösteriyor. Aşırı balık avcılığı belki de çok uzun süredir deniz ekosistemlerine zarar veriyor ve denizlerin sağlığına kavuşması zaman ve çaba gerektirecek. Denizlerin % 40’ını rezerv olarak ilan etmek ilk adım.

Bunları derken bakın ne oluyor. Dünyada, kişi başına düşen enerji kullanımı sürekli bir artış eğilimi içerisinde. 2020 yılında tüm dünyanın enerji talebinin, bugünkü enerji talebine göre yüzde 65 daha fazla olacağı açıklandı. 2050 yılındaki enerji talebinin ise yüzde 250 kat daha fazla olacağı tahmin edilmekte. Bu gidişle 2030 yılına kadar petrol, doğal gaz ve kömürün diğer yakıtlara göre hakim durumda olması bekleniyor ancak bu dünyanın sonu olur. Yeni rezervler bulunmadığı takdirde, petrolün 41 yıl, doğal gazın 62 yıl ve kömürün 204 yıl sonra biteceği öngörülüyor ancak bu yakıtların artık yerin ve okyanusların dibinde kalması gerekiyor ki iklim değişikliği alıp başını daha da kötü hale gelmesin. Fosil kaynakların yoğun olarak kullanılmasıyla tüm dünyada Karbon emisyonlarının artışı ve küresel ısınma nedeniyle ekolojik dengenin alarm vermeye başlaması enerjinin verimli kullanılmasını ihtiyaçtan çok bir zorunluluk haline getirdi. En temiz enerjinin hiç üretilmemiş enerji olduğu düşünüldüğünde, enerji verimliliği çalışmaları çevrenin korunmasına da büyük katkı sağlar. Çevreyi korumanın en az maliyetli yolu, enerjinin verimli kullanılmasından geçmekte. Enerji verimliliğinde en önemli faktör, enerji tasarrufu. Tasarruf konusunda hükümetlerin bir an önce çeşitli çalışmalar yürütmesi, yeni politika ve stratejiler üretmesi ihtiyacı artık kaçınılmaz oldu.

Meksika Körfezi'nde petrol platformunun batması sonucu meydana gelen ham petrol sızıntısının durdurulması için inşa edilecek mekanizmanın 90 günden önce bitmeyeceği bildirildi. Amerikan Sahil Güvenlik yetkilileri, okyanus tabanında sızıntının olduğu yere yerleştirilecek ve petrolün kuyudan fışkırmasını durdurmayı ve kuyunun tıkanmasını amaçlayan "önleyici mekanizmanın" inşasının, en iyi ihtimalle 90 gün süreceğini söyledi. Metal ve betondan yapılacak önleyici mekanizma, 74 ton ağırlığında, 12 metre yüksekliğinde, 7,3 metre genişliğinde ve 4,3 metre eninde dev bir oda şeklinde olacak. Petrol sızıntısı, İngiliz şirketi BP'nin işlettiği deniz platformunun çökmesi ardından iki haftayı aşkın süredir devam ediyor. Bizim merak ettiğimiz ise çevrenin 90 gün direnip direnemeyeceği, ortaya çıkan çevre faciasının bedelini doğa ödemeye devam ederken, petrol platformları ve kaza risklerine karşı fosil yakıt bağımlılığından kurtulup kurtulmayacağımız.

Mannar Körfezi, Mandapam sahilindeki dev mercanın rengi ağardı. Uzmanlar ancak su sıcaklığı azalırsa tamamen beyazlamış mercanın düzelebileceğini belirttiler. Mercan resifleri denizlerin yağmur ormanları olarak biliniyor. Resifler aynı zamanda gıda güvenliği, yüz milyonlarca insanın geçim kaynağı, ve turist akını demek. Hindistan’da mercan madenciliği 2005 yılında tamamen durduruldu. Ayrıca resiflere yakın yerlerde yapılan yıkıcı balıkçılık faaliyetleri de azaltıldı. Bu sayede, canlı mercanların genişliği 2005 – 2009 yılları arasında yüzde 37’den 43’e yükseldi. Mannar Körfezi Hindistan’ın en önemli dört mercan resifinden biri. Binlerce balıkçının geçim kaynağı buradaki resiflere bağlı. Balık stoklarının doğrudan ilişkili olduğu resifler çok hassas olduklarından iklim değişikliği mercanlar için büyük bir tehdit.

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması ile ilgili sekizinci Gözden Geçirme Konferansı dün New York’ta başladı. Konferansta nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya vizyonu ele alınıyor. 40 yıl önce yürürlüğe giren anlaşmayı bugüne dek 188 ülke imzaladı, ancak nükleer tehdit hala gezegenin ve bizim başımızda.
Sizler de Türkiye nükleer kabusa sürüklenmesin diyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girin nükleere hayır diyen aktivistlere katılın!

Küresel ısınmayla mücadele için Almanya'nın Bonn kentinde bir araya gelen yaklaşık 45 ülkenin çevre bakanı ve yetkilisi görüşmelere devam ediyor. “Petersburg İklim Diyaloğu” başlıklı görüşmeler, başarısızlığa uğrayan Kopenhag İklim Konferansı sonrası iklim koruma alanında görülen durağanlığı aşmayı hedefliyor. Toplantı öncesinde Bonn kenti Greenpeace’in gösterisine sahne oldu. Almanya Başbakanı Angela Merkel, ABD Başkanı Barack Obama, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, İngiltere Başbakanı Gordon Brown ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin maskelerini takan göstericiler, dünya maketi şeklinde bir kazanı karıştırdı. Dünya kazan onlar kepçe derken herkes biliyor ki Petersburg diyaloğu anlaşma doğurmayacak. Bonn buluşması olsa olsa, yedi ay sonra yapılacak olan Cancun'daki dünya iklim zirvesinin de fiyaskoyla sonuçlanmaması için, karşılıklı güven ortamı yaratmaya yarayabilir.
Almanya’dan bir başka haber daha. Alman hükümetinin Pazartesi günü bazı otomobil sanayi ve enerji şirketlerinin temsilcileri ile yapacağı toplantı öncesinde Merkel, Almanya'yı elektrikli otomobillerin simgesi haline getirmek istediğini belirterek, "Caddelerimizde 2020 yılına kadar 1 milyon elektrikli otomobil görmek istiyoruz. Bunun için gitmemiz gereken daha uzun bir yol var" şeklinde konuştu. Elektrikli otomobillerin bir yandan iklimin korunmasına katkı sağlayacağını, diğer yandan otomotiv sanayi için büyük bir fırsat olduğunu ifade eden Merkel, 20. yüzyılda ilk ve en iyi otomobilleri üretmiş bir ülke olarak Almanya'nın, 21. yüzyılda da en akıllı ve çevreye en duyarlı otomobilleri üretmesinin önemli olduğunu kaydetti. Umuyoruz Türkiye’de elektriğini rüzgar ve günesten üretir, arabalarını da elektrikle yürütür. Nerede gerçek liderler?
Avrupa komisyonu tarafından düzenlenen Green Week – Yeşil Hafta bu yıl 1-4 Haziran 2010 tarihleri arasında Brüksel’de gerçekleştirilecek. 2010 yılı ana teması biyolojik çeşitlilik olacak. 30 oturumdan oluşacak konferansda biyoçeşitlilik, Avrupa ve dünyada doğa, doğanın getirdikleri, günümüz dünyasının doğaya baskısı ve muhtemel çözümler tartışılacak. AB biyoçeşitliliğin ekonomik boyutu ve ekosistem servisleri ve 2010 doğa politikası da araştırılacak konular arasında bulunuyor. Konferansa 3800 katılımcı bekleniyor.
Greenpeace’in yayınladığı yeni rapora göre İspanyol balıkçı tekneleri artık Antartika ve Afrika sularına kadar açılıyor. Su ürünlerinden sorumlu bakanların İspanya’nın ana balıkçılık merkezlerinden birinde yapılacak toplantısından bir gün önce Greenpeace aktivistleri Herkül Kuleleri’ne “AB Okyanuslarımızı koru” yazan bir pankart astı. Greenpeace okyanus kampanyacısı Farah Obaidullah “Eğer Avrupa yarın okyanuslarda balık kalmasını istiyorsa bugün İspanya’nın aşırı avlanmasına dur demeli” dedi. İspanya’nın balıkçı filosu tüm Avrupa Birliği’nin avlanma kapasitesinin neredeyse dörtte birini tek başına oluşturuyor. İspanya, Avrupa’nın düşük balık stokları nedeniyle kapasitesini küçültmeye söz vermesine rağmen son yıllarda AB’ ninde desteğiyle filo kapasitesini büyüttü.
Yeni Zelanda’da hükümetinin madencilik planlarına karşı 40.000’den fazla kişi yürüyüşe katıldı. Greenpeace Genel Direktörü Bunny McDiarmid “40.000 kişi hükümete bir şeyler anlatmak için tek ses oldu.” dedi. McDiarmid ayrıca bu yürüyüşün şimdiye kadar Yeni Zelanda’da gördüğü en büyük eylem olduğunu da ayrıca belirtti. Madenciliğin geçtiğimiz çağda kaldığını belirten eylemciler artık hükümetin Yeni Zelanda’nın geleceği için bu planlarından vazgeçmesi gerektiğini açıkladılar.

Ünlü Science dergisinde yayınlanan bir araştırma aslında çevrecilerin bir süredir bildiği bir gerçeği doğruladı. Kapsamlı çevre araştırmasına göre, 2010 sonuna dek doğadaki türlerin tükenmesinin önüne geçilmesi hedefine ulaşamayacak. Çalışmaya göre tüm türler ve ekosistemlerdeki azalmayla doğal yaşam üzerindeki baskı da devam ediyor. 2010 hedefi üzerinde, 2002 yılında uluslararası bir uzlaşma sağlanmıştı. Ancak çalışmayı gerçekleştiren bilimadamları, bu hedefi yaşama geçirme sürecinin 'sıkıntılı' olduğunu belirtiyor. Çalışmada, türler ve ekosistemlerle ilgili 30 farklı gösterge incelendi. Bu göstergeler, bitkilerle deniz ve kara hayvanlarından oluşuyor. Araştırmada bu göstergelerden çok azında biyolojik çeşitlilikteki azalmanın yavaşladığına işaret ettiği sonucuna varıldı. Buna karşın, yaşam alanı kaybı, iklim değişikliği ve dışarıdan gelen zararlı türlerin artışı gibi sorunların tümünde artış olduğu belirtildi. Çalışmada ayrıca, biyolojik çeşitliliğin azalmasını önlemeye yönelik politikaların işe yaramadığı kaydedildi. 1970'den bu yana hayvan nüfusunu yüzde 30 azalttık, mangrovlar ve deniz yosunlarını yüzde 20, mercan adalarındaki yaşamı da yüzde 40 oranında yok ettik ve bu kayıpların sürdürülemeyeceği de açık. Artık insanın dünyayı gitgide daha fazla işgalinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da ancak baskin sosyo-ekonomik paradigmadan vazgeçilerek yeni bir var oluş biçimine geçişle ancak mümkün.

Tam da bu sırada Greenpeace Amerika’da çevre katliamı hakkındaki raporunu açıkladı. Greenpeace.org.tr sitesinden detaylı olarak okuyabileceğiniz raporda sızıntının sonuçları her açıdan değerlendiriliyor. Bugün öncelikle sizlere körfezin etrafındaki yaban hayatın nasıl etkileneceği ile ilgili biraz bilgi vereceğim:
Petrol sızıntısından etkileneceklerin başında kuşlar geliyor. Risk altındaki türlere ABD’nin Louisina eyaletinin simgesi henüz geçen sene Amerika’nın Nesli Tükenmekte Olan Hayvanlar listesinden çıkardığı kahverengi pelikan da dahil. Pelikanlar sahile çok yakın olan adacıklara yuvalarını yapar ve kıyıya yakın yerlerden beslenir, ve üreme mevsimleriyse henüz başladı. Bildiğiniz gibi kuşlar petrole bulandığında tüyleri havayı yakalama ve suyu tutma yeteneğini kaybediyor. Sonuçta kuşlar sıcaklıklarını koruyamıyor ve hipotermi oluyor. Sıcaklığını korumak içinse kuşlar metabolizmasını hızlandırıyor bu da daha çok enerjiye ihtiyaç duydukları anlamına geliyor. Ne yazık ki kuşların petrole bulanmış tüyleri onların suyun üstünde durmalarını imkansız hale getiriyor ve kuşlar ne beslenebiliyor ne de yüzebiliyor. Özellikle petrol kıyıya gelirse bu durumun üstesinden gelemeyecek türler arasında Amerikan istridye kuşu ve yağmurkuşu da bulunuyor.
Sızıntıdan etkilenecek bir diğer tür de balıklar. Meksika Körfezi’nin kuzeyi nesli tükenmekte olan orkinoslar için bu mevsimde bir yumurtlama bölgesi. Orkinosların yumurtaları suyun yüzeyine yakın yerlerde yüzer ve larvalarıysa yumurtalarından ilk çıktıklarında da suyun yüzeyinde kalır. Bu sebeple petrol sızıntısı orkinosların hayat döngüsü için son derece kritik bir zamanda meydana geldi. Greenpeace Amerika’nın Okyanus Mücadele yöneticisi John Hocevar böyle bir sızıntının hayatta kalabilecek orkinos larvalarının sayısını önemli oranda azalttığını söyledi. Meksika Körfezi’nin daha çok eti ve yağı için yetiştirilen ringa balığı yetiştirme bölgesi Greenpeace Örgütü’ne göre Amerika’nın üçüncü bazı mevsimlerdeyse ikinci en büyük balık yetiştirme çiftliği. Ringa balıkları sudaki bazı organik materyalleri süzerek beslendikleri için süzme sistemlerinden kirli suyu geçirirken petrolden etkilenebilir. Kayıplar Louisiana’nın karides ve istiridye endüstrisini de vurabilir. İstiridyeler sudaki bazı organik materyalleri süzerek beslenirler ve kaygan petrol birikintilerinden yüzerek kaçamaz. Louisiana’nın en önemli istiridye toplama sezonuysa 1 Mayısta başlar.
Sadece kıyıda yaşayan türler yani kuşlar ve balıklar etkilenmiyor petrol sızıntısından. Petrol okyanusta yayılmaya devam ettikçe birçok hayvan daha bu petrolle karşılaşacak. Kanatlı balinalar, kaşalotlar ve yunusların da risk altında olabileceğini belirtti. Körfez’de ilerleyen pek çok tür deniz kaplumbağalarının baharda yuva yapma mevsimleri yaklaştığı ve nefes almaları için suyun yüzeyine çıkmaları gerektiği için sayılarında bir azalma olabilir. Greenpeace deniz kaplumbağalarının karaya yumurtlamaya geleceklerine ve yavru kaplumbağaların denize ulaşabilmek için bu petrol tabakasını aşmak zorunda kalacaklarına ayrıca işaret etti.
Öte yandan ABD Başkanı Meksika Körfezi'nde batan petrol platformunun neden olduğu çevre kirliliğinin temizlenmesinin masraflarını platformun sahibi BP'nin karşılayacağını söyledi. Biz de sormak istiyoruz “Ya doğal hayatı öldürmenin bedeli ne?”

Uluslararası Balina Komisyonu (IWC), 24 yıl aradan sonra tekrar ticari balina avcılığını serbest bırakma teklifini tartışıyor. Bazı devletler verecekleri cevabı düşünürken halktan alacakları tepkiyi de yakında gözlemliyorlar. Yeni Zelanda bu teklifin karşısında dururken bir çok ülke destekliyor gibi görünüyor. Uzunca bir süre balina avcılığın yasaklanması konusunda bir çok hükümet karar birliği içindeydi. Ama bildiğiniz gibi Japonya, Norveç ve İzlanda av yasağını hep görmezden geldi. Komisyon, teklifi haziran ayında oylamaya sunacak. 1986 yılındaki balina avcılığının yasaklanması kararının verilmesi doğa için büyük bir başarı olmuştu. Bugün balinaları kurtarmanın zamanı tekrar geldi. İzleyin: avi, 8.35 Mb.

Geçtiğimiz hafta Brüksel kentinin her yerinde Avrupa Sağlık Komisyonu’ndan John Dalli ve komisyonun başkanı José Manuel Barroso’nun aşçı kıyafetinde resimlerinin olduğu ve “Felaket için GDO’lu Tarifler” yazan pankartlar asılıydı. Bu eylem Greenpeace’in komisyonun Avrupa’da GDO’lu patatesin tarımına onay verdiği için bir tepkisiydi. Başkan Barroso, GDO konusunu o kadar destekliyor ki, bunu önünde bir engel olan “Çevre Komisyoncusu” nu GDO’ya dair kararları alma sürecinden çıkarmaya kadar ilerletti. İnsanların hayatlarını ve doğayı hiçe sayıyorlar. Ne pahasına, bilmiyoruz…

Cape Cod, Amerika’da kurulması planlanan rüzgar çiftliği karşı görüşmelerine rağmen onaylandı. Karşı oy kullananların arasında olan
Ted Kennedy’nin sebebi projenin Kennedy ailesinin sahip olduğu eve yakın olması. Bazı organizasyon şirketleri de balıkçılığı, turizmi ve deniz kuşlarını rahatsız edeceği sebebiyle rüzgar çiftliğine karşı çıktığı belirtildi. Greenpeace, doğal yaşamın korunması düşünülerek hazırlandığı için rüzgar çiftliğinin uzun zamandır destekçisiydi. Rüzgar çiftliği projenin gerçekleşmesi iklim değişikliği ile mücadelede çok önemli bir rol oynuyor.

Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketi başlayalı tam 18 gün oldu. Günde 5 bin varil petrol okyanusa sızmaya, 5 bin kilometrekarelik bir alanı kaplayıp karaya doğru ilerlemeye devam ediyor. Sızıntıyı durdurmak için bugüne dek pekçok yöntem denendi. Petrolü yakma girişimleri oldu; ancak fazla çevre kirliliği yarattığı için bu yöntemden vazgeçildi. Petrol dağıtıcı kimyasallar kullanıldı, ama bilim adamları onların da okyanuslardaki canlılara zararlı olduğu uyarısında bulundu. Petrolü başka bir kanala nakletmek umuduyla hızla yeni kuyular açılıyor. Ancak bu, tamamlanması haftalar alabilecek bir proje. Geçen hafta büyük ümitlerle okyanusa indirilen dev huniye gelince: İçinde buz benzeri kristaller oluşup huninin ağzını tıkayınca, bu yöntem de işe yaramadı. Önerilen yöntemlerden biri de bölgeye petrolle beslenen bakterileri bırakmak. Ancak bu yöntem bölgedeki doğal yapıyı değiştirecek bir yöntem olduğu için soru işaretleri ile dolu. Bir diğer öneri de petrol sızıntısını doğal yoldan emebilecek yosunları kullanmak. Öneri, yosunlardan yapılan torflarla petrolü emip sonra da bölgeden uzaklaştırmayı düşünüyor. Bir başka çözüm önerisi de "mantar ve saçlar"... Saç ve mantardan yapılan özel halıların petrolü emebileceği düşünülüyor. Sızan petrolden sorumlu olan BP yetkililerinin dün verdiği bilgiye göre şirket, kuyuyu eski lastikler ve golf topları ile doldurmayı düşünüyor. Petrol sızmaya devam ederken... bir çözüm hala bulunabilmiş değil.

BM tarafından yayınlanan bir raporda, "devletlerin hemen harekete geçmemeleri halinde, biyolojik çeşitliliği sağlayan ekolojik sistemlerin çökme riskiyle karşı karşıya olduğu" bildirildi. Dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, özellikle kurbağa ve diğer amfibilerin (hem karada hem de suda yaşayanlar) yok olma riskindeki grubun başında geldiği, mercan kayalarının en hızlı yok olan tür olduğu ve tüm bitki türlerinin neredeyse dörtte birinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bildirildi. Raporda ayrıca Amazon yağmur ormanlarının ve tatlı su göllerinin hızla azaldığından da bahsedildi. Rapor, tüm bu olumsuz gelişmelerin nedenleri arasında "çevre kirliliğinin, iklim değişikliğinin, kuraklığın, ormanların yok oluşunun, ruhsatsız ve fazla avlanmanın ve yangınların" geldiğini vurguladı. Rapor eylül ayında, 192 üyeli BM Genel Kurulunun üst düzey toplantıları sırasında ele alınacak. Ancak bizi ve doğayı yok oluşa götüren gerçek nedenin vahşi büyüme temelli ekonomik sistemin olduğunun sanki hala farkında değiliz ve aynen sızmaya devam eden petrole karşı yaptığımız gibi çürüyen kolumuza, yara bantları yapıştırmaya devam ediyoruz.

Greenpeace, Nestle’nin ürünlerinde yağmur ormanlarını yok etme uğruna palmiye yağı kullanmasının durdurulmasına yönelik yaratıcı eylemleri devam ediyor. http://www.greenpeace.nl/campaigns/kitkatch sitesinde yayınlanan oyunda Kit Kat çikolatası orangutanları yutup yok ediyor.

Avrupa'ya 'Nükleer' destek dünya piyasalarını uçurdu. Merkez bankalarından 'Nükleer' destek gören Avrupa'da borsalar yüzde 9'lara varan yükselişler yaşandı. Türkiye ise dünyayı izledi. Avrupa Birliği ve IMF’nin Yunanistan’daki krizin yayılmasını engellemek için hazırladığı yardım paketinin yanı sıra Avrupa Merkez Bankası’nın ‘nükleer seçenek’ için ihtiyacı olan ülkelere ait devlet tahvilerinin alınacağını açıklaması dünya piyasalarına doping oldu. Her doping gibi bunun acısını da biz izleyiciler çekeceğiz, önce ellerini ceplerimize atıp vergilerimizle şirketlere kar elde ettirilecek, sonra ise tehlike, atık, kanser ve radyasyon bize kalacak

HAZİRAN
Çin'in güneyinde Guangdong Daya Körfezi Nükleer Enerji Santrali'nde geçen ay bir sızıntı meydana gelmişti. Greenpeace, tehlikeleri hakkında uyarılarda da bulunarak, Hong Kong hükümetinin nükleer enerji kullanımını genişletme planlarını protesto etti. Koruyucu kıyafetler giymiş ve maskeler takmış dört Greenpeace eylemcisi, üzerinde “radyoaktif atık” yazan iki boş bidonu Çevre Bürosu’na bıraktı ve “Nükleer çözüm değil” yazan bir afiş açtı. Greenpeace kampanya katılımcısı Koo Wai-muk, Daya Körfezi nükleer alanında 23 Mayıs’ta meydana gelen kuşkulu radyoaktif madde sızıntısının yol açtığı tehlikeye bir kez daha dikkat çekmek istediklerini söyledi. Koo’ya göre Hong Kong’un yıllık elektrik tüketiminin yüzde 20’si nükleer güçten sağlanıyor. Koo, radyoaktif atıkları bertaraf etmenin bir yolu bulunmadığını, atıkların paketlenip yakılmak üzere bazı uzak alanlara nakledildiğini ve bu atıkların nakledilmesi sırasında dahi potansiyel tehlikeler olduğunu vurgulayarak “Nükleer güç tesislerinde ters giden bir şey olması durumunda, bunun vatandaşlar üzerinde uzun vadede çok kötü etkileri olacaktır” dedi.
Büyük nüfus yoğunluğuna sahip Hong Kong'a sadece 48 kilometre uzaklıkta olan ve 1994 yılında kurulan Guangdong Daya Körfezi Nükleer Enerji Santrali'ni halk istememiş ve 1 milyon kişi, santrale karşı dilekçe imzalamıştı. Bakalım Türkiye Hükümeti de kulaklarını ve gözlerini halkın sesine kapatacak mı? Nükleer sızıntıları bizim başımıza saracak mı?
Şimdi nükleer enerji planlarına dur demek için http://nukleer.greenpeace.org adresine girerek, nükleere karşı imzanızı atabilirsiniz.


Meksika Körfezi’nde BP şirketine ait petrol kuyusu platformunun patlaması tarihin en büyük çevre felaketlerinden birine dönüşürken, nisandan beri felaketle başa çıkamayan ABD’ye beklenmedik bir yerden yardım önerisi geldi. Obama yönetiminin baskısıyla BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a karşı çıkan dördüncü yaptırım paketinin en büyük hedefi konumundaki Devrim Muhafızları, felaketin Amerika açısından bir ‘utanç’ olduğunu belirtip uzmanları yollayarak petrolü derhal temizleme teklifi yaptı.?Yardım teklifi, bizzat yaptırım listesinin tepesindeki Devrim Muhafızları’nın sanayi kolu Hatim el Enbıya’nın Başkanı Tuğgeneral Rüstem Kasım’dan geldi. Kasım, “Karayipler’deki sıradan vatandaşların hayatı da tehlikede. Bahama ve Jamaika’ya varması an meselesi. İnsanlık tarihinin en büyük felaketi olma yolunda ilerliyor. Kendini beğenmiş batılı uzmanlar çaresiz. Bu Amerika, Britanya ve kendilerini teknolojinin beşiği gören süpergüçler için bir leke, utanç verici bir olay. Petrol kuyusu platformu patlayalı iki ay oluyor. Sızıntıyı toplamaktan acizler. Son yaptırıma rağmen, uzmanlarımız insani bir misyon için kolları sıvayıp, kendine has özel yetenekleriyle Meksika Körfezi’ni temizleyebilir” dedi. Bu sözlerde samimiyet varsa o zaman Iran’ın nükleer enerji planlarından vazgeçmesini, petrol üretimini enerji kullanımından ayırmasını ve yenilenebilir enerji devrimi yapmasını ve muhafaza etmesini bekleyebiliriz diye düşünüyorum.

Geçenlerde Avrupa'daki arazi kullanımı ve arazi değişimi üzerine önemli bir makale Progress in Physical Geography dergisinde yayınlandı. Bu araştırma özellikle AB Doğa Koruma direktiflerine göre korunması gereken Natura 2000 bölgelerindeki değişiklik takibi ve korunması için önemli. Araştırma, 1950 yılından bu yana Avrupa'nın çeşitli yerlerinde gerçekleşen farklı süreçleri göstermekte. En fazla arazi terki ve yoğunlaşması Akdeniz bölgelerinde rastlanırken, kentleşme ve arazi drenajı daha fazla Kıtasal ve Atlantik bölgelerinin özellikleri arasında bulundu. Boreal ve Alpin bölgelerdeki orman yönetimi, ise egemen arazi kullanımı oldu. Bu çalışmanın sonuçları Natura 2000 bölgelerindeki Avrupa düzeyinde arazi kullanımı ve arazi değişimleri ilişkin gelecekteki araştırmalar için önemli bir referans olacak. Türkiye’de önemli doğa koruma alanları ve etrafında arazi kullanımını araştırmalı ve arazi kullanım planlarına bu çalışmalar temel teşkil etmeli.

Meksika Körfezi'nde büyük bir çevre felaketine yol açan petrol sızıntısı, benzer bir projenin uygulandığı Karadeniz için de endişeleri gündeme getiriyor. Uluslararası enerji uzmanı Necdet Pamir, dünyanın Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısını tartıştığı bir dönemde, Karadeniz'deki petrol arama faaliyetlerinin, bölge halkını endişelendirmesinin anlaşılır olduğunu söyledi. Pamir, Karadeniz'deki platformlar Meksika Körfezi'ndeki platformdan daha derinde petrol aradığını, daha önce Karadeniz'de bir petrol platformunun tasarım hatası nedeniyle çöktüğünü ancak bunun sonucunda bir sızıntının yaşanmadığını da söyledi. Türkiyede, geçtiğimiz aylarda boğazlardan çekilerek Karadeniz açıklarına götürülen petrol platformuyla su yüzeyinin 2000 metre derinliğinde petrol bulunması hedefleniyor. Brezilyalı enerji şirketi Petrobras, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile de Karadeniz'de arama için iki ayrı anlaşma imzalamıştı.

Neden küçük bir Japon seyahat firması Antiguan Büyükelçisi Anthony Liverpool’un otel faturasını ödüyor? Japonlar 24 yıllık ticari balina avı yasağının bitmesini umuyorlar. Antiguan Büyükelçisi Anthony Liverpool geçtiğimiz hafta okyanustaki balinaların kaderi hakkında verilecek kararda önemli bir rol oynamak için Fas’a uçtu. Ama İngiliz Sunday Times gazetesinin Liverpool’un 4,000 Avroluk konaklamasının önceden ödendiğini, yani rüşvet kabul ettiğini ortaya çıkarmasından sonra komiteye uygunluğu ve tarafsızlığı sorgulanmaya başladı. Uluslararası Balina Komisyonu ticari balina avının serbest bırakılması teklifini değerlendirecek. Yani Japonya, İzlanda ve Norveç her yıl nesilleri tehlike altında olanlar da dahil olmak üzere 1800 adet balina öldürebilecek. Geçtiğimiz hafta Japonların nakit para ve fahişelerle 6 ülkeyi balina avcılığını desteklemeleri konusunda ikna etmeye çalıştığı ortaya çıkmıştı.

Petrol zengini Teksas elektrik ihtiyacının yüzde onunu rüzgârdan karşılıyor. ABD Başkanı Obama, Teksas modelini Amerika geneline yaymaya kararlı. Airtricity adlı bir İrlanda şirketi 34 büyük toprak sahibiyle anlaştıktan sonra 2006 yılında bölgeye ‘yel değirmenleri’ dikmeye başladı. Bir yıl sonra da projeyi E.ON Climate and Renewables’e devretti. Zamanla projeye katılan çiftçilerin sayısı 400’e çıktı. 600 rüzgâr türbininden oluşan enerji parkı 780 megavat elektrik üretiyor. Petrol zengini Teksas, elektrik ihtiyacını kısmen yenilenebilir enerjilerden kazanmaya başından beri kararlıydı. Üstelik ekonomik kriz rüzgârın hızını kesemedi. Yetkililer, “Teksas, rüzgârının sayesinde, enerji üretiminde dünya liderleri arasına girdi. Rüzgâr, halâ fosil enerji türlerine bağlı olduğu sanılan bu eyaletin enerji kaynaklarını daha geniş bir yelpazeye yaymasını sağladı. Eyaletlerinin rüzgâr teknolojisinin merkezi olduğunu belirten ABD Senatörü Rodney Ellis, ‘petrol çıktığı için fosil enerjiye bağımlı olduğumuzu sananlar bizi tanımamış’, diyor. Ya ne petrolü çıkan ne de rüzgar ve güneş kaynaklarını yeterince kullanamayan Türkiye neye ve nereye bağımlı?

Çin'in resmi haber ajansı, Henan eyaletinde bulunan Veydong bölgesindeki kömür madeninde patlama meydana geldiğini ve madende mahsur kalan 46 işçinin öldüğünü, sadece 26'sının kurtarılabildiğini duyurdu. Çin'de geçen yıl meydana gelen maden kazalarında yaklaşık 2 bin 600 kişi yaşamını yitirdi. Fosil yakıtlara olan başımlılığımız daha kaç can alacak. Yüzümüzü rüzgara çevirip temiz enerjiye merhaba demenin zamanı gelmedi mi sizce de?

Yapılan bir araştırma sonucunda, Güney Okyanusu'nda yaşayan ispermeçet balinalarının küresel ısınmayla mücadelede önemli bir ortak oldukları ortaya çıktı. Balinalar, dışkıları sayesinde her yıl 40 bin otomobilden çıkan miktara eşit karbondioksit (CO2) emisyonunu yok ediyor. Avustralyalı biyologlar, 12 bin bu tür balinanın her birinin denize her yıl dışkılama yoluyla 50 ton demir bıraktıklarını ortaya koydu. Demir, yüzeye yakın yerlerde yaşayan planktonlar tarafından yeniyor ve fotosentez yoluyla atmosferdeki CO2'yi emiyor. Dışkılamanın sonucu olarak, balinalar her yıl 400 bin ton karbonu yok ediyor. Bu, solunumla saldıkları CO2 miktarın iki katı. 200 bin ton karbondioksit, neredeyse 40 bin otomobilden çıkan emisyona eşit. Balinaların dışkıları çok etkili, çünkü sıvı formda ve deniz yüzeyine yakın yerde yayılıyorlar. Güney Okyanusu balinalarını da tehdit eden balina avcılığı bu anlamda, küresel ısınma ile mücadelede doğanın kendisinde var olan önemli bir parçayı da yok etmiş oluyor. Tabii sadece 40.000 arabayı nötralize eden balinalara güvenmek yerine araba almamak ve toplu taşıma kullanmak gerçek çözüm.

Guardian gazetesinin haberine göre, Güney Afrika Ulusal Parklar Sözcüsü, alışılmadık soğuk havanın yağmur ve hissedilen sıcaklıkla bir araya gelerek, nesli tükenmekte olan 600 penguenin ölümüne yol açtı. Güney Afrika Ulusal Parklarından yapılan açıklamada, penguenlerin, Eastern Cape bölgesinde Algoa Körfezi’nde yer alan Bird Island’da, son 2 günde soğuk ve nemli hava nedeniyle öldüğü belirtildi. Sözcü, penguenlerin birkaç haftalık ve en fazla 2 aylık olduklarını, bu nedenle az olan tüylerinin hayvanları soğuk havadan korumak için yetersiz kaldığını kaydetti. Afrika penguenlerinin, 1956 yılında yapılan sayımda 150 bin çift olduğu, geçen yıl yapılan sayımda ise sayılarının yüzde 80 azalarak 26 bin çifte düştüğüne dikkat çekildi

Bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler, biyolojik çeşitliliğin hayatımızdaki önemini kutlamak için 2010 yılını Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Yılı ilan etti. 2010 Yılı 17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü nedeniyle açıklama yapan TEMA Vakfı Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan DOĞAN şunları söyledi: “Toprağın oluşumu çok uzun bir süreçtir. 2 cm yüzey toprağının oluşumu için 500 yıldan fazla zamana ihtiyaç vardır ve toprağın verimliliği toprak biyolojik çeşitliliğine bağlıdır. Buna rağmen ülkemiz, her yıl 500 milyon ton, her saniye 16 ton tarım toprağını erozyonla kaybetmektedir. Ülke olarak zengin ve üretken topraklarımızı korumak için toprak biyolojik çeşitliliğini tehditlerden ve giderek azalmaktan korumamız gereklidir. Ancak bu ciddi tehdide rağmen Türkiye halen arazi kullanım planlamasını yapmış değildir. Bu nedenle tarım arazilerinin üzerine sanayi tesisleri kurulmakta, ormanlar yakılmakta veya işgal edilip yapılaşmaya açılmakta veya tarlaya çevrilmekte, sulak alanlar kurutulmaktadır. TEMA Vakfı, 2010 yılı Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü’nde ülkeyi yönetenlere “Gelecek İçin Arazi Kullanım Planlaması” yapılması çağrısında bulunmaktadır. TEMA Vakfı’nın hazırlanmasında ve yasalaşmasında önemli rol üstlendiği 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 10’ncu Maddesi de bu planlamanın yapılmasını öngörmektedir.

İngiliz petrol şirketi BP, Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısının sebep olduğu çevre kirliliğinden etkilenen kişi ve kurumların zararlarını tazmin etmek amacıyla oluşturulacak bağımsız fona 20 milyar dolarlık ödeme yapmayı kabul etti. Fonun, 11 Eylül’de hayatını kaybedenlere yapılan ödemeleri yöneten hukukçu Kenneth Feinberg tarafından idare edileceğini belirtildi. ABD Başkanı Obama bütün Amerikalılara petrole güvenmekten uzak durmaları ve alternatif enerji kaynakları geliştirmeleri çağrısı da yaptı. Obama, “Bugün körfeze bakınca oradaki hayatın siyah petrol bulutuyla tamamen tehdit altında olduğunu görüyoruz. BP neden olduğu zararı ödeyecek. Biz de Meksika Körfezi’ndeki insanların bu trajediyi atlatmaları için ne gerekiyorsa yapacağız” diye konuştu. Bakalım bu felaketten ders alarak biran önce Greenpeace’in sunmuş olduğu Enerji Devrimi harekete geçirilerek fosil yakitlara bağımlılıktan kurtulmak için Dünya’daki bütün politikacılar adım atacak mı yoksa kısa zamanda unutulan boş sözler olarak mı kalacak!

Nairobi'nin en büyük gecekondu bölgelerinden biri olan Kibera'da bugünlerde yoğun bir çalışma var. Kibera'da elektrik yok. Burada yaşayan insanlar geceleri gazyağı lambaları kullanıyorlar. Sanki çok önemliymiş gibi Dünya Kupası'nı bu yüzden seyredememek Kibera sakinlerini hayli kızdırdı. Dünya Kupası'nı izlemek için bir çare aramaya başladılar. Solafricak adlı İsveçli bir sivil toplum kuruluşu Kiberalılara güneş panelleriyle çalışan bir televizyon hediye etti. Bu sayede televizyonun önünde toplanıp Dünya Kupası'nı da izleyebileceklerdi. Dünya Kupası biter bitmez güneş panelleri ve televizyon bir okula bağışlanacak. Umarım bu sayede geleceğimiz için daha yararlı programlar sevredebilir ve daha hayati meseleler için güneş enerjisi kullanmayı seçerler.

ABD'de yapılan bir araştırma, Brezilya'daki yağmur ormanlarının tahribiyle etkilenen bölgelerde sıtma vakalarının yüzde 50'ye yakın artış gösterdiğini ortaya koydu. Wisconsin Üniversitesine bağlı Nelson Enstitüsünden, tehlikeli bulaşıcı hastalıklar üzerine araştırmalar yapan Sarah Olson, "Ormanların tahribinin sıtma hastalığını tetikleyen faktörlerden biri olduğu görülüyor" açıklamasında bulundu. Olson, 2006'da NASA uyduları tarafından yüksek çözünürlüklü olarak çekilen görüntülerden yola çıkılarak, Brezilya'daki 54 bölgede meydana gelen sıtma vakalarının sıklığı hakkında detaylı bilgiler elde edildiğini belirtti. Araştırma tropik ormanlardaki son büyük çaplı ağaç kesimlerinin ardından, sıtma hastalığının taşıyıcısı olan sıtma sivrisinekleride artış olduğunu gösteriyor.

Meksika Körfezi'nde sondaj gemisinde yangın çıkması nedeniyle petrol toplama çalışmalarına ara verildi. BP, Meksika Körfezi'ndeki kuyudan çevreye yayılan petrolü toplama çalışmalarına, sondaj gemisindeki yangın yüzünden ara verildiğini açıkladı. Şirketten yapılan açıklamada, Discoverer Enterprise sondaj gemisindeki sondaj kulesine isabet eden yıldırımın yangına sebep olduğunun tahmin edildiği ve yangının söndürüldüğü bildirildi, ancak BP, denize akan petrolü toplama çalışmalarına ne zaman tekrar başlanabileceği konusunda bilgi vermedi. Öte yandan Başkan Obama’nın yönetimi, Meksika Körfezi’nin temizlenmesi için hazırlanan fona İngiliz petrol devi BP’nin 20 milyar dolar aktarmasını istedi. Obama, “Bu felaket, gelecek yıllarda, bizim çevre ve doğa hakkında düşündüklerimizi tamamen farklı bir şekilde değiştirecek.” dedi. Keşke düşünceleri doğayı yok eden felaketten önce değiştirebilseydik...

Çin'in kırsal bölgelerinde kullanımdaki otomobillerin sayısı oldukça düşükken, büyük şehirlerdeki yaygın kullanımıyla yoğun trafik egzoz dumanlarına boğuluyor. Çin son yıllarda alternatif otomobil motorlarında da iddiasını arttırıyor. Çin Araştırma Bakanı Wan Gang, önümüzdeki beş yıl içerisinde ülkede elektrikle çalışan en az bir buçuk milyon elektro-mobilin kullanılmaya başlanacağını tahmin ediyor. Pekin yönetimi de elektrikle çalışan otomobil teknolojilerinin geliştirilmesi için milyonlarca dolarlık yatırım yapıyor. Bu kapsamda ülkenin 20 farklı kentinde otobüs ve taksiler elektrik motorlarıyla donatıldı. Elektriğin benzine göre daha ucuz olması, taksimetredeki fiyatlara da yansıyor. Benzinle kıyaslandığında elektrikle çalışan taksiyle bir yere gitmek sefer başına neredeyse 2 yuan ucuza mal oluyor. Volkswagen şirketi de elektirikli araçları yakında piyasaya çıkarabilmek için hummalı çalışma yapıyor. Hedef 2013 yılında Almanya'da elektrikle çalışan ilk Golf modelini piyasaya sürmek. Elektrikli otomobiller Almanya, ABD ve Çin'de denenecek. Ya Türkiye... yine geride mi kalıyoruz!

Rüzgar enerjisi uzmanlarını bir araya getiren ve her yıl bir kıtada düzenlenen Dünya Rüzgar Enerjisi Konferansı ve Sergisi'nin (WWEC) 9'ncusu, Haliç Kongre Merkezi'nde başladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ''Dünyada büyük ölçüde yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanılıyor olması çevre sorunlarını önemli ölçüde artırmıştır. Çevre sorunlarının tabiat üzerinde yarattığı tahribat ise sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu süreç ülkelerin çevre dostu, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve teknolojilerine yönelmesini zorunlu kılmaktadır'' dedi. Avrupa Yenilenebilir Enerjiler Birliği Türkiye Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar da “Türkiye'de, tüketilen enerjinin iki katı rüzgar enerjisi potansiyeli var. Artık bir rüzgar tribünü, 25 bin kişinin elektriğini sağlayabiliyor. Kamu iradesinde de parlamentoların kömür, petrol, doğalgaz mantığından çıkıp rüzgarın çözüm olduğuna inanıp, desteklemesi lazım'' dedi. Alman Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Heinrich Bartelt, nükleer enerji tesislerinden uzaklaşılması gerektiğini ifade ederek, Almanya'nın 20 nükleer tesisini 2020'ye kadar kapatma kararı aldığını belirtti. ?Almanya'nın doğu kesiminde elektriğin yüzde 50'sinin sadece rüzgardan elde edildiğini belirten Bartelt, şunları kaydetti: Rüzgâr ve güneş dünyanın her yerinde sınırsız var ve kullanımı için sınır konulamıyor.


Greenpeace ABD Okyanus Kampanyacısı John Hocevar, Louisiana Büyük Ada’dan bildiriyor: Büyük Ada, körfezdeki çevre felaketinde malesef “ağır yağlı” olarak sınıflandırılan bölgelerden biri. BP’nin örtbas etme çabalarına rağmen burada delil topluyoruz. Dün bir gel-git düzlüğünde onbinlerce ölü pavurya gördük. Biliyorum tarihimizin en büyük çevre felaketini yaşarken sadece pavuryaların ölmesini bahsetmek garip gelebilir. Bu felaket deniz kuşları, kaplumbağlar hatta balinalar gibi bir çok türün ölmesine yol açıyor. Bir kaç ölü pavuryayı kim niye düşünsün? Problem herşeyin birbiri ile bağlantılı olmasında. Pavuryalar kumun içinde yaşar. Dipde petrol biriktikçe pavuryaların kabuğuna da dolmaya başlar. Yani pavuryalar ölüyorsa, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: kumun üstü tamamen petrol ile kaplanmış durumda ve burada bakteriler dışında hiçbir canlı yaşayamaz. Tabi bununla bitmiyor. Nurse köpekbalıkları, dilbalığı ve diğer dip balıkları gibi kaşık gaga ve akbalıkçıl gibi deniz kuşları da pavurya ile beslenir. Bu canlılar ya petrollü pavuryaları yiyip petrol kimyasallarıyla zehirlenirler veya felaketten dolayı başka hiç yiyecekleri kalmadığı için aç kalırlar. Yani anlayacağınız pavuryaların ölümü sadece pavurya ile bitmiyor.

İngiliz Sunday Times gazetesinin yaptığı bir araştırma, Japonya’nın 24 yıldır, yasak olan balina avcılığının desteklenmesi için 6 ülkede çeşitli rüşvetler verdiğini ortaya çıkardı. Gizli yapılan bu araştırma, 6 ülkenin yetkililerinin Uluslararası Balina Avcılığı Komisyonu’nda (IWC) oylarını Japonya'nın isteği doğrultusunda kullanmayı planladığını gösterdi. Nakit para ve fahişelerle 6 ülkeyi balina avcılığını desteklemeleri konusunda ikna etmeye çalışan Japonya bu iddiaları yalanladı. Ancak Sunday Times, ellerindeki belgelerin olayın doğruluğunu ispatladığını yazdı. Gazete, Saint Kitts ve Nevis, Marshall Adaları, Kiribati, Grenada, Gine Cumhuriyeti ve Fildişi Sahili'nin temsilcilerinin Japonya ile rüşvet görüşmesi yaptığını belirtti. İşte bu ortamda Greenpeace Tokyo ikilisi okyanuslar ve balinalar için mücadele veren onurlu insanlar olarak adalet istiyor. Kirlenen sadece okyanuslar değil... her türlü kirlilikle mücadele eden Greenpeace eylemcilerine adalet.

Cumartesi günü ‘Dünya Çıplak Bisiklete Binme’ etkinliği kapsamında Mexico City, Londra ve Amsterdam’da çırıpçıplak halde bisiklet süren aktivistler, hem bisikletli yaşama hem de hayvan haklarına dikkat çekti. Üç ayrı şehirde aynı anda yapılan etkinliğin katılımcıları üzerlerine kıyafetleri yerine renkli boyalarla yazılmış sloganlar giydi. Bir kısmı vücudunu boyayarak kedi, fil, kuş, domuz kılığına giren aktivistler vücutlarında ‘Çıplak doğduk’, ‘Beni yeme’, ‘Vücuduma ihtiyacım var’, ‘BP bizi öldürüyor’ gibi sloganları taşıdı. Cumartesi günkü protesto, hayvan haklarına dikkat çekmenin yanı sıra dünyanın en kalabalık ve en kirli kentlerinde çevreci ve sağlıklı bir ulaşım aracı olarak bisikleti yaygınlaştırmayı hedefliyordu. Petrol, otomobiller ve kirli fosil enerji gibi doğaya zarar veren her tür şey, protestocuların hedefiydi. Üç şehirde de bisikletli eylem, en işlek cadde ve meydanlardan geçilerek yapıldı.

Meksika Körfezi’ndeki petrol felaketi, nihayet gözleri yenilenebilir enerjilere çevirdi. Berlin Ekoloji Enstitüsü’nün Almanya ile ilgili hazırladığı ‘Blueprint Germany’ adlı araştırmanın proje Sorumlusu Felix Matthes, “Meksika’da yaşanan petrol felaketi bize şunu gösterdi; enerji kaynaklarına ulaşımın giderek zorlaşması ve bu sürecin giderek daha hassaslaşan ekolojik sisteme etkisi nedeniyle, günümüzdeki enerji kullanımının bedeli oldukça yüksek” diyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı tarafından yaptırılan “Blueprint Germany” adlı araştırma, Almanya’nın 2050 yılına kadar sera etkisine yol açan gazların salımını büyük oranda düşürüp, sıfır karbondioksit hedefine ulaşabileceğini ortaya koyuyor. Bunu yaparken yaşam standartları ve ekonomik büyümeden ödün verilmesi gerekmediğinin de altı çiziliyor. Matthes sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çalışmamızda, bu kadar çok olumlu yan etkiye rastlayacağımızı düşünmemiştik. Örneğin su kirliliğini engelleyecek, petrol fiyatlarının artışından kaynaklanan yoksullukla mücadele etmemiz kolaylaşacak“ diyor. Süphesiz enerji tasarrufu sadece iklim koruma için olumlu bir önlem değil, aynı zamanda yükselen enerji fiyatlarından daha az etkilenmemizi sağlıyor ve isthdam yaratıyor.

Meksika Körfezi’ndeki petrol felaketi, nihayet gözleri yenilenebilir enerjilere çevirdi. Berlin Ekoloji Enstitüsü’nün Almanya ile ilgili hazırladığı ‘Blueprint Germany’ adlı araştırmanın proje Sorumlusu Felix Matthes, “Meksika’da yaşanan petrol felaketi bize şunu gösterdi; enerji kaynaklarına ulaşımın giderek zorlaşması ve bu sürecin giderek daha hassaslaşan ekolojik sisteme etkisi nedeniyle, günümüzdeki enerji kullanımının bedeli oldukça yüksek” diyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı tarafından yaptırılan “Blueprint Germany” adlı araştırma, Almanya’nın 2050 yılına kadar sera etkisine yol açan gazların salımını büyük oranda düşürüp, sıfır karbondioksit hedefine ulaşabileceğini ortaya koyuyor. Bunu yaparken yaşam standartları ve ekonomik büyümeden ödün verilmesi gerekmediğinin de altı çiziliyor. Matthes sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çalışmamızda, bu kadar çok olumlu yan etkiye rastlayacağımızı düşünmemiştik. Örneğin su kirliliğini engelleyecek, petrol fiyatlarının artışından kaynaklanan yoksullukla mücadele etmemiz kolaylaşacak“ diyor. Süphesiz enerji tasarrufu sadece iklim koruma için olumlu bir önlem değil, aynı zamanda yükselen enerji fiyatlarından daha az etkilenmemizi sağlıyor ve isthdam yaratıyor.

İsveç’te 40’dan fazla Greenpeace aktivisti Forsmark Nükleer Santralı’nı elektrikli çitlerine tırmanarak İsveç’in nükleere kabusunu aşamalı olarak azaltma kararının durdurulma planlarını protesto etti. İsveç parlamentosunun 17 Haziran’da yapılacak olan yeni nükleere santralı oylamasında “Hayır” oyu verilmesi için barışçıl bir eylem yapıldı. Bu tarihi oylama İsveç’in mevcut 30 yıllık nükleer karşıtı taahhütünün sonu olabilir. İki yamaç paraşütçüsünün eşlik ettiği aktivistler, güneş, rüzgar ve su gibi yenilenebilir enerji kaynakları kılığında bitki “Yeni nükleer güç olmasın” mesajı içeren afişleriyle bir ağacı çevreleyip İsveçli siyasilerin hayır oyu kullanmalarını talep ettiler. 2009 yılının başlarında geleneksel nükleer karşıtı olan Merkez parti’de olmak üzere İsveç kabinesi, nükleer enerjinin aşamalı olarak bırakılması kararından vazgeçip nükleer yasağı kaldırma konusunda anlaştılar. Bakalım 17 Haziran’da İsveç Parlamentosu nükleere geçit verecek mi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’de pek yakında ruslarla yapılan nükleer anlaşmayı gündemine alacak geç olmadan milletvekillerine siz de http://nukleer.greenpeace.org adresinde mektup yollayabilirsiniz.

Yeni resmi rakamlara göre, Meksika Körfezi'ne herhangi bir temizleme girişiminden önce, günde 40 bin varil petrol sızıyordu. Amerikan Jeolojik Araştırmalar Dairesi'nin açıkladığı bu rakam, daha önceki tahminlerin iki katına denk düşüyor. Bazı Amerikalı siyasetçiler, BP'nin bu ülkede verdiği zararlara karşılık tazminatları ödeyene kadar, temettü ödemelerini durdurmasını istemişti. Öte yandan iflas ilan edebileceği söylentileri nedeniyle iyice zor duruma düşen BP’nin hisse senetleri eriyor. Hisseler, dünya borsalarında temizleme operasyonunun olası bir iflası gündeme getiribileceğine ilişkin söylentiler yüzünden dip yaptı. Başkan Obama, ayrıca Deepwater Horizon'ın çöküşü ardından derin sularda sondaj çalışmasına getirilen moratoryumun çok sayıda sektör çalışanını işsiz bıraktığını ve işsizlik maaşlarının BP tarafından ödenmesi gerektiğini söyledi.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Prof. Dr. Yılmaz Esmer ve Araştırma Görevlisi Burcu Ertunç tarafından hazırlanan araştırmaya göre dünya gençliği yoksulluktan sonraki ilk sorunun “çevre" olduğunu düşünüyor. Betam Toplumsal Araştırmalar Birimi olarak Dünya Değerler Araştırmasının (World Values Survey) son çalışmasının verilerinden faydalanarak 5-11 Haziran Dünya Çevre Haftası kapsamında, gençlerin dünya sorunlarıyla ilgili değerlendirmelerini gözden geçirildi. Araştırmada yoksul ve ihtiyaç sahibi insanlar, bulaşıcı hastalıklar ve halk sağlığını koruma, yetersiz eğitim, kadınlara ve genç kadınlara uygulanan cinsiyet ayrımcılığı, çevre sorunları olmak üzere toplam beş sorun alanında sorular yöneltildi. 44 ülkeden toplanan verilere bakıldığında, 18-22 yaş aralığındaki gençlerin 66%‘sının küresel yoksulluğu insanlığın çözmesi gereken sorunların en başında saydığı görülüyor. Aynı hedefleri kendi ülkeleri için değerlendirmeleri istendiğinde ise tabloda öncelik açısından sıralaması hiçbir değişiklik gözlenmiyor, gene toplamda gençlerin 60%’ı kendi ülkelerinin en önemli sorununun yoksulluk olduğunu vurguluyor. Yoksul ve ihtiyaç sahibi kişilerin durumundan sonra dünyanın çözmesi gereken ilk sorun ise çevre. Türkiye özelindeki duruma bakıldığında gençlik için eğitim sorunu hemen hemen yoksulluk sorunu kadar önemli. Ancak Türk gençlerinin çevre sorunlarına duyarlılığı çok gerilerde. Oysa dünya genelinde çevre sorunları ile sağlık ve eğitim sorunları hemen hemen aynı oranda öncelik taşıyor. 44 ülkenin içinden seçilen 18 ülkenin verileri incelendiğinde ortaya çıkan bir diğer sonuç ise yoksulluğu daha çok küresel bir sorun olarak gören gençlerin, çevre problemine yerel düzeyde daha çok eğildikleri gözleniyor.

Avrupa Çevre Bakanları Lüksemburg’da toplanıyor. Greenpeace bu toplantıda tartışılacak olan konulardan özellikle ikisini çok yakından takip edeceğini açıkladı: Birincisi Avrupa Komisyonu tarafından yapılan son değerlendirmede AB’nin sera gazı salımlarını azaltma hedeflerinin arttırılması ile ilgili sonuçlarının kabulü. İkincisi de AB üye ülkelerinin komisyondan uzun süredir talep ettikleri genetiği değiştirilmiş ürünler (GM) için doğru uyarlama şartları için yapılacak tartışmalar. Avrupa Komisyonu değerlendirmede, AB'nin mevcut iklim ve enerji hedeflerini uygulama maliyetini 2008 yılında tahmin edilenden önemli ölçüde daha düşük buldu. Komisyon ayrıca AB'nin sera gazı salım azaltma hedefinin %20’den % 30’a artırılmasının gaz ve petrol ithalatından yılda 40 milyar Avro’luk tasarruf edileceğini ve yüz binlerce yeni insan için istihdam oluşturacağını belirtti.

Amerika Birleşik Devletleri Senatosunun enerji görüşmelerinde, BP’nin yol açtığı felakete karşılık tazminat ödemesi yapması fikrine karşı çıkılması üzerine körfezde perişan olan karides avcılarından Diane Wilson kendi üstüne petrol dökerek yaptığı protesto nedeniyle tutuklandı. Diane Wilson, kendisi gibi pekçok karides avcısının hayatlarının mahvolduğu Teksas’dan gelmiş. Wilson şunları söyledi: ‘Benim adım Diane Wilson. Körfezde dördüncü nesil bir karides avcısıyım. BP felaketi ile benim toplumumun yokolduğunu görüyorum ve bu beni çileden çıkarıyor. Bir yandan da Senatör Lisa Murkowski gibi seçilmiş temsilcilerin, bu felaketin yasal olarak sorumlusu olan BP’nin ödeme yapmasını engellediğini görüyorum. Murkowski BP’nin mali sorumluluğunu 75 milyon dolar gibi zavallı bir düzeyde tutmak istiyor. Bu kadarı fazla. Ne cüretle insan eliyle yaratılmış felaketin harap ettiği Amerika halkı yerine bu kadar petrol şirketlerinden yana olabilir.’ Wilson yıllardır körfez kirliliğine karşı mücadele veriyor. “Makul Olmayan Kadın: Karides avcıları, Politikacılar, ve Çevreyi kirletenler” adlı kitabında petrol ve kimyasal şirketlerle yıllardır yaptığı mücadeleyi anlatıyor. Wilson ısrarla tek şey söylüyor: Petrol şirketleri havayı, suyu ve doğal hayatı yok ediyor ve hükümetler buna izin veriyor. Murkowski gibi politikacılar büyük petrol şirketlerinden kampanya parası alıp onlarla işbirliği yapıyor. Bu artık durmalı! Amaaan petrol, canııım petrol....

ABD'deki Kaliforniya Bilim Akademisi'nde "Plastik yüzyıl" adlı ilginç bir çalışma sergileniyor. Sanatçı Sarah Kornfeld, deniz biyoloğu Wallace J. Nichols, Stuart Candy ve Jake Dunagan tarafından hazırlanan bu çalışmada 2030 yılına geldiğimizde içme sularımızın geldiği durum gözler önüne seriliyor. Sergide üzerlerinde 1910, 1960, 2010 ve 2030 yılları için ayrı ayrı su bidonları var... Herbirinin içindeki plastik çöp oranı da farklı. Yıllar illerledikçe doğal olarak su içinde yüzen çöp miktarı da artıyor. Sergiyi gezenler susadıklarında içinde çöplerin yüzdüğü bu su bidonları dışında fazla bir seçeneğe de sahip değiller. "Plastik yüzyıl" adlı bu çalışma için çalışan internet sayfasında plastiğin günlük hayatta kullanılmaya başlandığı yıllarda yani 1910'larda tüm dünyada 60 milyon ton plastik üretildiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: "Bugün bu rakkam 6 milyar tona çıktı. 2030'a gelindiğinde bu sayının en az iki katına çıkacağı düşünülüyor."

Küresel iklim değişikliğinin etkilerine en çarpıcı kanıtlardan biri, üç kıtada (Avrupa, Afrika ve Avustralya) yapılan araştırmanın sonuçlarıyla geldi. Alanında bir ilk olan araştırmaya göre, son 10 yılda, farklı yılan türlerinin sayısında alarm verici düzeyde azalma tespit edildi. Uzmanlar, bu sonuçlardan yola çıkılarak dünyada tüm sürüngen türlerinin azalmış olabileceğiyle ilgili endişelerinin arttığını söylüyor. Araştırmacılar çalışmayı, “Coğrafi izolasyon yöntemiyle birbirleriyle çiftleşmelerine izin verilmemesine rağmen, sekiz yılan türünde de benzer bir azalma görülmesi endişe verici. Bu da iklim değişikliğinin etkili olduğunu düşündürüyor” diye açıklıyor. Azalmada rol oynayan başka faktörler de var. En önemlileri doğal yaşam alanlarını kaybetmeleri, kirlilik, hastalık ve yiyecek veya ticaret için aşırı derecede öldürülmeleri. Uzmanlara göre yılanların sayısında böyle bir azalma olması, ekosistemde ciddi sonuçlar doğmasına neden olacak. Önceden yapılan çalışmalar Akdeniz havzası gibi bazı bölgelerde belli türlerde azalma olduğunu gösteriyordu, yeni çalışma tropik bölgelerdeki yılanların da tehlikede olduğunun kanıtı. Azalma oranları kıtaya ve yılanların cinsiyetine göre değişiyor. Dişi yılanlar erkek yılanlara göre daha hızlı bir şekilde yok oluyor. Hareketsiz bir şekilde yatıp av bekleyen yılanların sayısı da, aktif bir şekilde av arayanlardan daha süratli azalıyor. Dünyanın değişik noktalarında kısa sürede azalmaysa iklim değişikliği sorununa işaret ediyor.

Meksika Körfezi'ndeki BP sızıntısına Obama yorumu: Kime tekme atılması gerektiğini iyi bilen işçiler ve uzmanlarla görüşüyorum. Benim yorumum ise şu:
Sınırlı ve ulaşılması zor fosil yakıtlara olan talebi karşılamak için arayışa devam etmemizin çevresel ve ekonomik maliyeti ortadayken niye vazgeçip yenilenebilir enerjiye yönelmiyoruz?
Meksika Körfez’indeki olay dünyada görülecek bir ekonomik kaosun ilk göstergesi ise daha fazla petrol aramak bizi daha riskli bir yere itecek, temiz ve yenilenebilir enerji teknolojisine yatırım arz güvenliğimizi sağlayacak.
Bu düşük karbonlu enerji ürünleri piyasası 2050 yılına kadar yılda en az 500 milyar dolar değerinde olabilir, yeter ki bu yönde gelişim istensin.
Fosil yakıtlardan uzaklaşıp yenilenebilir enerjilere yatırım ekonomilerinin durgunlukdan kurtulması için değerli bir fırsat. Çünkü en etkili düşük karbonlu enerji sistemlerini sunmakta başarılı olan ülkeler, beceri ve teknolojilerini gelecekte ihraç edecekler.
Devletler ve özel sektör artık yeşil enerjinin sadece çevreye duyarlı olmanın ötesinde bir şey olduğunun farkına vardılar; enerji güvenliği ve ekonomik fırsatları korumak için önemi giderek daha da artan bir yere sahip.
Meksika Körfezi'ndeki BP’nin neden olduğu felaketten çıkarılacak bir ders daha var: O da biz eyleme geçmekte ne kadar gecikirsek pisliği temizlemek o kadar zorlaşır.

Koyu milliyetçi olmalarıyla bilinen Japon gruplar Oskarlı “The Cove” “Koy” filmini, filmin distribitörünün ofisinin dışında filmin Japon karşıtı olduğunu söyleyerek protesto ettiler. Bir takım tehdit, protesto ve bilinmeyen sabotaj olaylarından sonra Japonya’da bazı sinemalar filmi gösterime sokmamayı seçtiler. Bildiğiniz gibi film her yıl binlerce yunusun bir koyda nasıl katledildiğini gösteriyor. Protesto eden grup, “Bu film bilinçli olarak Japonların yemek kültürünü bozacak ve bu da bir çok insanın duygularını incitecek” dedi. Protestolar ülkede 23 sinemanın filmi gösterimini durdurmasına sebep oldu. Filmin distribütörü Unplugged’ın başkanı Takeshi Kato “Koy kesinlikle Japon karşıtı bir film değildir. filmin içeriği hakkında derin ve yapıcı tartışmalar yapılmasının gerekli olduğuna inanıyorum.” dedi.

Mavi yüzgeçli orkinoslar yok olmanın eşiğine bir adım daha yaklaşmışken, AB bu yıl ki orkinos av sezonunu zamanından önce kapattı. Greenpeace sezonun aslında hiç açılmaması gerektiği konusunda uyarmıştı. Komisyon, Fransa’nın filosunu geri çağırmadaki başarısızlığının üzerine, gırgır avcılığına son verme kararı aldı. Avrupa’daki gırgır ağlarıyla yapılan av, sürdürülebilir balıkçılığın önündeki en büyük engellerden biri. Gırgır ağı ile büyük oranlarda balık yakalanarak, 2010 için belirlenen kotaya, sezonun kapanmasına bir hafta kala ulaşıldı. Ama mavi yüzgeçli orkinos katliamı Avrupalı balıkçıların, AB dışındaki ülke bayraklarıyla devam etmesiyle durmadı. AB üyesi olmayan ülkelerin teknelerinin Akdeniz’deki orkinos avının yüzde 40’ından sorumlu olduğu tahmin ediliyor. Türkiye ve Libya gibi AB harici bayrak taşıyan teknelerin ise sezon bitiş tarihine dek avlanacağı tahmin ediliyor.
Akdeniz’i korumak ve politikacıları harekete geçirmek istiyorsanız siz de greenpeace.org/akdeniz adresinde imza kampanyasına katılabilirsiniz.

Dün “Tokyo İkilisi” olarak da anılan Greenpeace eylemcileri Junichi Sato ve Toru Suzuki için savcı 1,5 yıl hapis cezası isteminde bulundu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi UNHRC’nin alt çalışma grubuna göre, Japon hükümeti, balina avcılığı programındaki yolsuzluğu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisinin tutuklanmasında uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış olan insan haklarını ihlal etti. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi UNHRC’nin Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu WGAD’nin Aralık ayında Japon hükümetine gönderdiği bilgiye göre, bu iki eylemcinin insan hakları Japon adalet sistemince ihlal edildi. 2008 Haziran'ındaki tutuklanma süreçlerinden beri ikiyüz elli bin kişi Tokyo İkilisi'ne adalet talebiyle imza verdi. Son karar 6 Eylül’de yapılacak olan mahkemede verilecek. Tokyo İkilisi için adalet çağrımızı yineliyoruz. Okyanuslar ve balinalar için mücadele veren onurlu insanlar için adalet istiyoruz.

Hindistan'ın Bhopal kentinde, sekiz kişi, 1984 yılında meydana gelen dünyanın en büyük çevre felaketlerinden biri olarak bilinen bir kimya fabrikasından gaz sızması olayına ihmal nedeniyle sebep olmaktan suçlu bulunup cezaevine kondu. Verilen hapis cezaları 26 yıl önce Union Carbide fabrikasında meydana gelen olaya ilişkin verilen ilk mahkûmiyet kararı oluyor. Çevre felaketinde adalet için kampanya yürüten eylemciler mahkûmiyetlerin çok geç ve yetersiz olduğunu söylüyor. Fabrikadan sızan dev zehirli gaz bulutu nedeniyle ölenlerin sayısı en az 15 bin. Davadan yargılanmakta olan sekiz kişiden birinin öldüğü diğerlerinin ise karara itiraz edecekleri bildiriliyor. 23 yıl önce başlayan dava da yargılananlar "ihmal yoluyla ölüme sebebiyet vermekten" mahkum oldular. Bu ceza da, azami iki yıl hapis cezası anlamına geliyor. BBC Güney Asya Muhabiri Chris Morris, kararın, 1984'teki olayda sorumluluğun ilk kez birilerine yüklenmesi anlamına geldiğini söylüyor.

Dünkü haberimizde Greenpeace eylemcilerinin Aldeniz’de orkinos avını durdurmaya çalıştıkları haberini vermiştik. Dün Greenpeace Malta'nın güneyinde, uluslararası sularda başka bir eylem daha gerçekleştirdi. Greenpeace gemisi Arctic Sunrise, Tunus bayraklı bir römorkor ile kafeste, yağlandırılmak üzere çiftliğe taşınan yeni yakalanmış orkinosları serbest bırakabilmek için kafesteki ağı kesmeye çalıştı. Bu arada eylemciler kafesin çekildiği halatı kesti. Kızgın balıkçılar şişme bot ve balıkçı tekneleri ile eylemcileri uzaklaştırmaya çalıştılar.
Akdeniz’i korumak ve orkinoslar için politikacıları harekete geçirmek istiyorsanız siz de greenpeace.org/akdeniz adresine girin ve imza kampanyasına katılın.

BP, Meksika Körfezi'nde 45 gündür petrol yayan kuyusundaki sızıntıyı kontrol altına alma yönünde mesafe katettiğini açıkladı. BP'nin yönetim kurulu başkanı Tony Hayward, kuyunun ağzına yerleştirdikleri mekanizmanın günde ancak 10 bin varil petrolün denize sızmasını önlediğini kaydetti. Denize sızması önlenen petrol miktarının cumartesi günü artmış olması da operasyonun nispeten etkili olduğu savlarını güçlendiriyor. Hayward, şirketin sızıntıyı durdurduktan sonra temizleme çalışmalarına başlayacağını belirterek, ''Petrolü temizleyecek, çevrenin gördüğü zararı iyileştirecek Körfez bölgesini bu olaydan önceki haline dönüştüreceğiz'' dedi. Keşke o kadar kolay olsa... hala neden temizleme çalışmalarına başlanmadı o zaman.

Greenpeace’in gemileri Arctic Sunrise ve Rainbow Warrior Akdeniz’de, Malta açıklarında orkinosları kurtarmak isterken Fransız balıkçıların saldırısına uğradı. Greenpeace eylemcileri, Akdeniz’de soyu tükenmekte olan mavi yüzgeçli orkinos avcılığını durdurmak için barışçıl bir eylem yaptı. Greenpeace gemileri Rainbow Warrior ve Arctic Sunrise’dan eylemciler, şişme botlarla yeni yakalanmış olan orkinosların bulunduğu ağın bir tarafını, orkinosları serbest bırakmak için indirme girişiminde bulundular. Fransız gemisi Jean Marie Christian 6’da eylem başlar başlamaz, etraftaki orkinos av gemileri barışçıl eylemcileri durdurmak için saldırdı. Bir Greenpeace eylemcisi, balıkçıların botları yakalamak için attıkları kancalardan birinin bacağına geçmesiyle yaralandı. Yedi Greenpeace şişme botundan ikisi bıçakla kesildi ve gırgır teknelerince ezilerek batırıldı. Rainbow Warrior gemisinde halen 3 Türk eylemci bulunuyor. Gemiden seslenen Greenpeace Akdeniz, Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı “Greenpeace okyanuslarımızı ve orkinosların geleceğini korumak için bu balıkçılık operasyonlarını durdurmaya çalışıyor. Biz, politikacıların ve balıkçılıktan sorumlu teşkilatların yerine harekete geçiyoruz ve onların yapmadıklarını yapıyoruz. Orkinosların, eğer harekete geçilmezse yok olacağı konusunda Greenpeace ile beraber pekçok kurum ve bilim insanı yıllardır sürekli uyarıda bulundu” dedi ve sordu “Biz bilimin ışığında hareket ediyoruz. Politikacılar neyin?”
Greenpeace orkinos avcılığını durdurulması için bir internet kampanyası başlattı. Siz de Akdeniz korunsun ve politikacılar harekete geçsin diyorsanız greenpeace.org/akdeniz adresine girin ve bize katılın.

Meksika Körfezi’nden gelen petrol kirliliği haberleri devam ediyor. BP'nin yöneticileri, petrol sızıntısı ile başa çıkmak için yeterince hazırlıklı olmadıklarını kabul etti. BP Genel Müdürü Tony Hayward, Financial Times gazetesine verdiği mülakatta, derin sularda meydana gelen bir sızıntı için yeterli teçhizata sahip olmadıkları yönündeki eleştirilerin de tümüyle haklı olduğunu söyledi. Öte yandan BP petrol sızıntısını önlemek için bir yeni yöntem daha deniyor. Sızıntıya neden olan boruyu dev makaslarla kesen mühendisler, bu noktaya bir kapak yerleştirmeyi deneyecek. Bu kapak ile sızan petrolün denize yayılmadan vakumlanması ve bir gemide toplanması hedefleniyor. Hayward yöntemin başarılı olup olamayacağını görmek için 12 ila 24 saate ihtiyaçları olduğunu dile getirdi.

Ohio Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre yüksek yoğunlukta olan şehir ve merkezlerde yeşil alanların korunmasının göç eden kuşların yiyecek bulmaları için çok önemli olduğunun altını çizdi. Araştırmaya göre kentlerdeki küçücük bir yeşil alanın bile göçmen kuşlara yardım edeceği belirtiliyor. Ohio araştırması Kanada’nın kutupaltı ormanlarına doğru göç eden kuşların kentlerdeki küçük yeşillik alanlarda bir kaç gün durup dinlendiklerini belirtiyor. Göçmen kuşlar soğuk havanın hakim olduğu yerlerden üremek için sıcak yerlere göç etmek üzere uçarken büyük kent ve merkezlerde barınak ve yeterli yiyecek bulmakta zorlanıyorlar. Bu nedenle şehirlerdeki yeşil alanlar göçmen kuşlar için çok değerli.

Cumartesi günü değişik etkinliklerle “Dünya Çevre Günü”nü kutladık. Greenpeace Dünya Çevre gününde 15 gün sürecek Sonuçlar (Consequences), NOOR Sergisini açtı. Sergi Istanbul’da Istiklal Caddesi üzerinde Galatasaray Meydanı’nda açıldı. Sergide uluslararası çapta tanınmış dokuz belgesel fotoğrafçı, sergilenen 100 fotoğrafta, iklim değişikliğinin yerküremizdeki yıkıcı etkilerini belgeliyorlar: açlık, hastalık, çatışma, zorunlu göç, geçim sıkıntısı ve insan hakları biçiminde milyonlarca insan tarafından deneyimlenen günlük gerçekleri. Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nin organizasyonu Greenpeace, Beyoğlu Belediyesi, Nikon, Hollanda Krallığı Başkonsolosu tarafından desteklenen sergi 20 Haziran’a kadar halka açık olacak.

Birleşmiş Milletler destekli araştırmada, tarımın revize edilmesi ve vejeteryanlığın yaygınlaşmasının, dünyayı kurtarma önceliklerinin başında geldiği açıklandı. Uluslararası Kaynakların Sürdürülebilir Yönetim Kurulu'nun 112 sayfalık raporunda, kirliliğe, sera gazlarına, hastalıklara ve ormanların yok olmasına gıda üretiminin ve fosil yakıtların neden olduğu belirtildi. "21. yüzyıldaki gelişmeyi, büyük ölçüde dünyanın ne şekilde beslendiği ve ne yakıt kullandığı belirleyecek" denilen raporda, küresel temiz su tüketiminin yüzde 70'inden, toplam toprak kullanımının yüzde 38'inden ve sera gazı emisyonlarının yüzde 14'ünden tarımsal üretimin sorumlu olduğu bildirildi. Kullanıcıların dünyanın korunmasına daha az et yiyerek ve gerek ısınmada gerekse seyahatte daha az fosil yakıt kullanarak katkıda bulunabilecekleri vurgulanan raporda, "Hayvan ürünleri önemli çünkü dünyadaki tarım ürünlerinin yarısından fazlası insanları değil, hayvanları beslemeye harcanıyor" denildi. Raporda, bu çerçevede dünya çapında beslenme alışkanlıklarında köklü değişiklikler olması gerektiğine vurgu yapıldı. Gelişmekte olan ülkelerde refah arttıkça, et tüketiminin de arttığı belirtiliyor. California Üniversitesi'nden Sangwon Suh, Çin'de kişi başına düşen et tüketiminin 1995-2003 yılları arasında yüzde 42 arttığını söyledi.

Naylon poşet, çevreye verdiği zarardan dolayı İzmir'in Konak ve Balıkesir'in Edremit ilçesinde de yasaklandı. Konak İlçesi'nde belediye, doğada yok olmaları yıllar süren, çevre kirliliğinin en büyük kaynaklarından biri olarak gösterilen naylon poşet üretimi ve kullanımını yasaklamaya hazırlanıyor. İlçedeki tüm alışveriş merkezleri, mağaza, dükkan ve pazar yerlerinde naylon poşet yerine, doğada iki yılda çözülebilen çevreci poşetler ve bez torba kullanımı yaygınlaştıracak. İlçede ayrıca sokaklarda dağıtılan kağıt el ilanlarına da yasak gelecek. Türkiye'de ilk kez İstanbul'un değişik belediyelerinde uygulanan naylon poşet yasağına böylece Konak Belediyesi de katıldı. Doğada yok olmaları 400 ile 1000 yıl süren, çevre kirliliğinin önemli nedenlerinden biri olan naylon poşet kullanılmasını yasaklayacaklarını belirten Başkan Tartan, tüketiciler tarafından kontrolsüz kullanılan naylon poşetlerin canlıların besin zincirlerini de olumsuz etkilediğini söyledi. Bildiğiniz gibi çevreye zararlı poşet kullanımı bugüne kadar ABD, Fransa, Hindistan, Tayvan, İrlanda, Kenya, Güney Afrika, Uganda, Ruanda'da da yasaklanmıştı.

Birleşmiş Milletler Örgütü 1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de 133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirvede, 5 Haziran tarihinin “Dünya Çevre Günü” olmasını oybirliği ile kabul edilmişti. O tarihten bu yana çevre sorunlarına kamuoyunun dikkatini çekmek, halkın katılımını geliştirmek ve politik ilgiyi arttırmak üzere dünya genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Dünya üzerinde 5 ile 100 milyon arasında tür olduğu varsayılmakta. Bilinen 17.291 bitki ve hayvan türü azalarak nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya iken, sayıları artan birkaç türden biri de insanoğlu. Bu tükenişin sorumlusu insan. Çeşitli gerekçelerle ormanlar, tarım alanları, meralar, sulak alanlar, tahrip edilmekte, balık stokları azalmakta, Dünyanın ısınmasına neden olan gazlar atmosfere karışmakta. Bunların sonucunda da, türler doğal hızlarından 1.000 kat daha hızlı bir şekilde yok olmaktada. Greenpeace Dünya Çevre gününde 15 gün sürecek Sonuçlar (Consequences), NOOR Sergisini Sunuyor. Sergi 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde, sokakta Galatasaray Meydanı’nda açılıyor. Uluslararası çapta tanınmış dokuz belgesel fotoğrafçı, sergilenen 100 fotoğrafta, iklim değişikliğinin yerküremizdeki yıkıcı etkilerini belgeliyorlar: açlık, hastalık, çatışma, zorunlu göç, geçim sıkıntısı ve insan hakları biçiminde milyonlarca insan tarafından deneyimlenen günlük gerçekleri. Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nin organizasyonu Greenpeace, Beyoğlu Belediyesi, Hollanda Krallığı Başkonsolosu tarafından desteklenen sergi 20 Haziran’a kadar halka açık olacak ve 5 Haziran Saat 17.00’de açılış töreni gerçekleştirilecek.

Balinaları Kurtarın! Dün 200 kişi “Balinaları Kurtarın” mesajı ile bu ay sonunda toplanacak olan (IWC) Uluslararası Balina Komisyonu’nda balina avcılarının değil balinaların korunmasında hükümete destek vermek amacıyla eyleme katıldı. Greenpeace Yeni Zelanda Okyanus Kampanya Sorumlusu Karli Thomas, 53,000 kişinin imzaladığı dilekçenin Yeni Zelanda hükümetine balina avı hakkında açık bir mesaj gönderdiğini belirtti. Komisyon türü tehlikede olan Güney Okyanus Balinası’nın avlanmasını da içeren ticari balina avcılığını meşrulaştırma teklifini hayata geçirmeyi düşünüyor. Dünya Hayvanları Koruma Derneği’nden Bridget Vercoe şunları ekledi: Bu teklif komisyonun günümüz değerleriyle ne kadar ters düştüğünün göstergesidir. Patlayıcılı zıpkınlar ile yüksek bilinç düzeyine sahip hayvanların iç organlarının patlatılaral öldürülmesi tamamen insanlık dışı bir eylemdir. Ticari balina avı zalim, tarihin utanç sayfalarına yazılmış ve gereksizdir ve 21. Yüzyılda yeri yoktur. Dünyadaki ölmüş balina avcılığı endüstrisi diriltmek için yapılan bu öneri, genel olarak hayvanların refahı ve korunması konusunda geriye doğru dev bir adım olur.

Uluslararası Biyoçeşitlilik gününde Paris’in en ünlü caddesi Champs Elysees dev bir çiftliğe dönüştü. İki gün süren ’Nature Capital’ etkinliği çerçevesinde cadde trafiğe kapatılarak, yüzlerce çeşit tohum, bitki, ağaç, meyve, sebze ve çiftlik hayvanı sergilendi. Fransa’da düzenlenen etkinliğe, 1 milyon’dan fazla kişi katıldı. Etkinliği tasarlayan Geid Weil, “bu insanlara doğanın kalbinde yaşadıklarını göstermek için bir fırsattı,” dedi.

Son olarak yapılan çalışmalar genetiği değiştirilmiş gıdalar ve kısırlık arasında bir bağlantı olabileceğini ortaya çıkardı. Araştırmayı Rusya'daki Ulusal Gen Güvenliği Birliği yaptı. Araştırma sonuçları henüz yayınlanmadı. Araştırmalar sırasında hamster cinsi deney hayvanları kullanıldı. Her ne kadar hayvanlar üstünde deneyleri onaylamasam da sonuçlar çok ilginç. Çalışmalar iki yıl sürdü ve hamsterlar üç jenerasyon boyunca takip altına alındılar. Bir grup hamster içinde soya ürünü olmayan normal bir dietle beslendi. İkinci grup ise genetiği değiştirilmemiş olan soya ürünlerini içeren bir dieti takip etti. Üçüncü grubun dietinin içinde ise genetiği değiştirilmiş soya ürünleri vardı. Dördüncü bir grup ise üçüncü gruptan daha fazla genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslendi. Çalışma sonuçlarında şunlar ortaya çıktı: Araştırmacılar her bir gruptan beş çift hamster aldı. Her gruptan alınan bu çiftler ortalama 7-8 tane yavruya kavuştu. Yani ilk jenerasyonun yedikleri doğum oranlarını etkilemedi. Ancak sorunlar araştırmacıların doğan yavruların büyüyüp yavrulama dönemi geldiğinde ortaya çıktı. İkinci jenerasyon hamsterların üreme hızları düştü ve cinsel olgunluğa normalden daha geç ulaştılar. Sonuçlar şöyleydi... Soya ürünü yemeyen grubun 78 yavrusu oldu. Genetiği değiştirilmiş soya yiyenlerin ise 40. Ancak bu 40 yavrunun yüzde yirmibeşi öldü. Daha da kötüsü ise genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen hamsterların torunları kısır doğdu.

Greenpeace Gazze’ye giden yardım konvoyuna ilişkin açıklama yaptı. Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo yaşanılan kabul edilemez olaylar için şunları söyledi:
Greenpeace, 31 Mayıs 2010 Pazartesi günü, Doğu Akdeniz’de yaşanan, aktivistlerin ve askerlerin ölüm ve yaralanmasıyla sonuçlanan kuvvet kullanımını kınıyor. Hayatını kaybedenlerden ötürü derin üzüntü duyuyoruz. Yaşamını kaybedenlerin ailelerine ve sevdiklerine baş sağlığı diliyoruz. Greenpeace, barışı ve şiddetsizliği en temel misyonu olarak kabul ederek, tüm eylemlerinin ve çalışmalarının kalbinde bu ilkeleri destekler, barışçıl protesto ve barışçıl eylemleri savunur. Greenpeace, acilen bu yaşanan trajik durumu değerlendirmek üzere tarafsız bir soruşturma komitesinin kurulması için yapılan çağrıyı desteklemektedir, ve aynı zamanda, insani ihtiyaçları baskı altına alan Gazze’deki mevcut kuşatmanın kaldırılması için de çağrıda bulunuyor. Ortadoğu için tek güvenlik garantisi, İsrail ve komşularını da içeren, İsrail, Filistin ve Arap devletlerinin arasında barış görüşmelerine başlanmasında yatmaktadır. Biz, bütün taraflara, bölge güvenliği için barış görüşmelerini başlatmaları için çağrıda bulunuyoruz.

Son zamanlarda kaçınılmaz bir biçimde hep başladığımız gibi Meksika Körfezindeki petrol faciası ilk haberimiz. ABD Başkanı Obama'nın enerji konularındaki danışmanı Carol Browner, ABD'nin kendisini "en kötü senaryo için" hazırladığını ve petrol sızıntısının Ağustos ayından önce durdurulamayabileceğini belirtti. Meksika Körfezi'ndeki patlamadan sonra ABD’nin Louisiana eyaleti kıyılarına vuran petrol, olumsuz etkilerini iyice göstermeye başladı. Üst düzey bir Amerikalı yetkili, Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısının ABD'nin karşı karşıya kaldığı en kötü çevre krizi olduğunu söyledi. İngiliz petrol şirketi BP, sızıntıyı durdurmak üzere denediği son yöntemin de başarısız olması üzerine yeni bir taktik deneme kararı aldı. Ancak, kullanılacak yeni yöntemlerin de başarı sağlayıp sağlayamayacağı net değil.

Malezya’da bir bakan, bir Hint şirketinin Malezya’da ilaçların hayvanlar üzerinde deneneceği laboratuar inşa etme planıyla ilgili olarak, "Allah’ın hayvanları deney için yarattığı" yorumunu yaptı. Malezya’nın Malacca eyaletinden sorumlu bakan Muhammed Ali Rüstem, hükümetin Vivo BioTech şirketinin eyalette kurmayı planladığı biyoteknoloji merkezine onay verdiğini belirterek, ilaç yapımı için hayvanların denek olarak kullanılması gerektiğini söyledi. "Allah, maymunları ve fareleri insanların hayrına deneyler için yarattı" diyen Rüstem, hayvan hakları savunucuları ve kuruluşlara, söz konusu laboratuarda suiistimal olmayacağı ve uygun prosedürlerin izleneceği güvencesini verdi. Rüstem, "Hayvanların etini yemek de zalimce görülebilir, ancak bu, yaygın bir biçimde kabul ediliyor" diye konuştu. Laboratuvarın kurulması planı, Malezya’nın hayvan araştırmaları konusunda düzenlemeleri olmaması ve hayvanların suiistimale açık hale getirilebileceği gerekçesiyle eylemcilerin tepkisini çekmişti.

Petrol kirliliği suçlusu BP, Meksika Körfezi'nde büyük bir çevre felaketine dönüşen petrol sızıntısını önlemek için yürüttüğü kuyuyu çamur ve çimentoyla tıkama girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. Şirket yetkililerinden Doug Suttles, şimdi yeni bir seçenek üzerinde çalıştıklarını ve bir kaç gün içinde de yeni stratejiyi uygulayacaklarını söyledi. Başarısızlığa uğrayan ve ''tepeden öldürme'' olarak adlandırılan yöntemde yoğunlaştırılmış çamur ve çimentoyla sızıntının olduğu kuyuyu tıkamak devredışı bırakmak hedefleniyordu. BP, operasyon kapsamında kuyuya 30 bin varil çamur ve çimento pompaladıklarını, bunun dakikada 80 varil anlamına geldiğini, ancak başarılı olamadıklarını söylüyor. Şimdi uygulayacakları seçenek ise denizaltı robotları kullanılarak sızıntıya neden olan boruların kesilerek üzerlerinin kapatılması esasına dayanıyor. BP, yeni seçeneğin yaşama geçirilmesinin en az dört gün süreceğini, başarılı olacağına inandıklarını, ama garantisinin de bulunmadığını söylüyor. Teknisyenlerin üzerinde durdukları bir başka nokta da, kuyuya ulaşacak iki alternatif delik kazılarak halihazırdaki basıncın hafifletilmesi. Böylece sızıntının kontrol altına alınmasının kolaylaştırılması. Ancak bu da zaman alacak bir çaba. Bu arada çevre felaketi devam ediyor, halk isyana doğru gidiyor.

Iowa Üniversitesi’nden Profesör Leslie Dennis’in liderliğinde bir grup araştırmacını yaptığı büyük ölçekli bir araştırma, ABD'de bir çeşit deri kanseri olan melanoma sayısının çoğalmasının arkasındaki olası risk faktörünün tarım kimyasallarının olduğunu ortaya çıkardı. ABD'de tarım işçileri üzerinde yapılan araştırmaya göre tarım ilaçlarına tekrar tekrar maruz kalmak cilt kanseri riskini artırıyor. 55,000 kişi üzerinde yapılan araştırmada 50 çeşit tarım ilacından hangilerine maruz kaldıklarının detayı istendi. Buradan çıkan sonuçda bulunan belli başlı tarım ilaçlarının kanser oranları ile ilişkileri karşılaştırıldı. İki mantar ve iki böcek ilacı olmak üzere altı kimyasalın insanın hayatı boyunca 50’den fazla maruz kalmasının deri kanseri riskini iki katına çıkardığı sonucuna ulaşıldı. 2008 yılında AB Parlementosunun yayınladığı bir çalışmada çiftlikte yaşayan çocuklar ve tarlada çalışanların çocuklarında görülen kanser vaka oranının yükseldiğini ortaya koymuştu.

Greenpeace iklim değişikliğine dikkat çekmek için Sonuçlar (Consequences), NOOR Sergisini Sunuyor. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde, benzersiz “NOOR, Sonuçlar” (Consequences) sokak fotoğraf sergisi Galatasaray Meydanı’nda açılıyor. Uluslararası çapta tanınmış dokuz belgesel fotoğrafçı, sergilenen bu 100 fotoğrafta, iklim değişikliğinin yerküremizdeki yıkıcı etkilerini belgeliyorlar: açlık, hastalık, çatışma, zorunlu göç, geçim sıkıntısı ve insan hakları biçiminde milyonlarca insan tarafından deneyimlenen günlük gerçekleri. NOOR’un “Sonuçlar” (Consequences) sergisi fotoğrafçılıkta yaratıcılığın bir vitrini ve iklim değişikliğinin nedenlerine ve insani sonuçlarına tanıklığın bir kaydı. 2009 yılının sonbaharında NOOR fotoğraf ajansı tarafından üretilen bu görsel röportaj gelecekte ne olacağını değil, bugün ne olduğunu gösteriyor; kritik olan bu sorunların acilen ele alınması gerektiğini vurguluyor. NOOR’un “Sonuçlar” (Consequences) fotoğraf projesi ilk olarak Aralık 2009’da Kopenhag'da Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi sırasında sergilendi ve şimdilerde hem iç hem dış mekânlarda gösterilmek üzere dünya çapında bir dizi sergi turunda. NOOR (www.noorimages.com) tarafından gerçekleştirilen sergi İstanbul’da Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nin organizasyonu Greenpeace, Beyoğlu Belediyesi, Hollanda Krallığı Başkonsolosu tarafından desteklenmektedir. Sergi 20 Haziran’a kadar halka açık olacak ve Kültürler arası Sanat Diyalog Günü açılış faaliyetini oluşturacak. 5 Haziran Saat 17.00’de açılış töreni gerçekleştirilecektir.

TEMMUZ
Yarın, cumartesi günü, Bisikletller için Critical Mass günü. Dünyada, 1970’li yıllardan beri büyük kalabalıkların katılımlarıyla gerçekleştirilen Critical Mass, ülkemizde de İstanbul ve İzmirde uygulanıyor. Bu ay İzmir’de ikincisi düzenlenecek olan etkinlik, Konak Meydanı’nda Saat Kulesi önünde, İstanbul’da ise Göztepe Parkı’nda ve saat 17:00 da başlayacak. Critical mass Türkçe’de “kritik çoğunluk” anlamına geliyor. Terimin kökeni Çin’de ışıksız kavşaklarda otomobiller ve bisikletler arasındaki geçiş önceliği anlaşmasına dayanıyor. Bisikletliler kavşakta yığılıp kritik bir “çoğunluğa” ulaşınca kavşaktan geçiyorlar. Critical Mass'e benzeyen ilk bisiklet turu 1970'li yılların başında yüzlerce bisikletçinin katılımı ile İsveç Stokholm'de gerçekleşmiş. İlk gerçek Critical Mass 25 eylül 1992'de San Francisco'da başlamış. O zamanlar ismi Comute Clot olup iki düzine kadar bisikletçinin Market Street'de dağıtılan broşürleri alması ile gerçekleşmiş. Bunun hemen ardından etkinliğe katılan birkaç bisikletçi yerel bir bisiklet dükkanında düzenlenen Ted White'ın Retourn of the Scorcher adlı belgeselinin gösterimine katılmışlar. Filmde insan gücüyle çalışan araç tasarımcısı George Bliss'in Çin'deki bisikletçilerin bir araya toplanmasını anlatıp, Critical Mass terimini kullanması üzerine adı daha önce Commute Clot olan etkinlik ikincisinden itibaren Critical Mass adını almış. Bisiklet dostları yarın 17:00’da İzmir Konak Meydanı Saat Kulesinde ve Istanbul Göztepe Parkı’nda kritik çoğunluk oluşturabilirler.

Birleşmiş Milletler (BM), aldığı yeni bir kararda, temiz içme suyunu "temel insan hakkı" olarak ilan etti. "Temiz suya ulaşımın ve sağlığın korunmasının temel insan hakkı olduğu"na dair BM kararı, bağlayıcılığı bulunmasa da, 122 ülkenin desteğiyle kabul edildi. Oylamada, ülkelerin hiçbiri karşı oy kullanmadı ancak ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Botswana ve Türkiye ile birlikte 41 ülke, oylamada çekimser kaldı. Çekimser ülkelerin, çekimserliklerine dayanak yaptıkları konu ise, kararın, Cenevre'de BM İnsan Hakları Konseyi'nde suya ilişkin haklarla ilgili bir uzlaşmaya varma çabalarına zarar vereceği ihtimaliydi. BM verilerine göre, henüz 5 yaşına gelmemiş yaklaşık 1,5 milyon çocuk, suya ulaşamama ve bu nedenle de sağlık koşullarının kötüleşmesi gibi nedenlerden ötürü ölüyor.

Yıllık yayımlanan "İklimin Durumu" raporunda, iklimle ilgili önemli göstergelerin küresel ısınmanın sürdüğüne işaret ettiği ve geçen on yılın en sıcak dönem olduğunu belirtildi. 48 ülkeden 300’den fazla bilim adamının hazırladığı raporda, hava sıcaklığı, suyun buharlaşma oranı, deniz yüzeyi sıcaklığı, okyanus üzerinde hava sıcaklığı, kar kalınlığı ve buzullar gibi göstergelerin incelenmesinin hep "küresel ısınmanın yadsınamaz" olduğu sonucuna götürdüğü vurgulandı. Raporda, 80’li, 90’lı ve 2000’li yılların karşılaştırmalarının yapıldığı ve son 10 yılın en sıcak dönem olduğu belirtilirken, devam eden ısınmanın sahil kentleri, altyapı, su tedariki, sağlık ve tarımı tehdit edeceğine, buzulların eridiği, şiddetli yağışların yoğunlaştığı, sıcak hava dalgalarının daha yoğun ve sık görüldüğüne dikkat çekildi.

Rusya genelinde baş gösteren eşi görülmedik sıcaklıklar dünya buğday fiyatlarının artışına neden oldu. Londra'daki Dünya Hububat Kurulunda verilen bilgiye göre son iki hafta içinde fiyatlar rekor sayılabilecek derece, % 23 artış gösterdi. Uzmanlar, buğday ihracat hacimleri açısından dünyada dördüncü olan Rusya'nın büyük topraklarında rekoltenin yok olması konusunda endişe ediyor. Kuraklık yüzünden Rusya'nın 17 bölgesinde olağanüstü hal ilan edilmiş. Bu arada meteoroloji uzmanlarının tahminleri hiç de iç açıcı değil. Rusya’nın merkez bölgelerinin çoğunda hafta sonlarına doğru hava sıcaklığı 38 dereceye çıkacak.

BP'nin neden olduğu derin denizdeki petrol sızıntısı durur gibi olduğu sırada ABD’de Pere Ana C. adlı römork gemisinin Mud Gölü yakınlarındaki bir kuyunun başına çarpması sonucu yine petrol sızmaya başladı. Çarpışma havada patlamalara neden oldu. Yetkililer bir mil uzunluğunda petrol tabakası oluştuğunu söyledi. Kuyu, Körfez açıklarında olmayıp New Orleans'ın 65 mil güneyindeki Plaquemines ve Jefferson bölgesi yakınlarındaki karasuları dahilinde yer alan kanallarda bulunuyor. Römork gemisinin kaptanı sahil güvenliğe yaptığı açıklamada kuyunun iyi aydınlatılmadığını söyledi, ancak kaza gündüz 11:00'de gerçekleşti. Sahil Güvenlik’ten Teğmen Brian Sattler, sadece gemiyle ulaşılabilen alana inceleme yapmak üzere bir helikopter gönderildiğini söyledi. Mud Gölü, ekolojik hassasiyete sahip bir haliç ve Barataria Koyunun bataklık ve göller ağının parçası. Yetkililer petrolün dalgalarla Körfeze yayılmasını önlemeye çalışıyor.

Geçtiğimiz günlerde Yeni Zelanda’da, eylemcilerin aynı amaç için bir araya geldiklerinde neleri başarabileceğine ilişkin çok güzel bir örnek yaşandı. Yeni Zelandalılar, koruma alanlarında madencilik yapılmasının önüne geçmek için tarihlerinin en büyük protestolarını sergiledi ve binlerce imza topladı. Hükümet, yapılan itirazlara kulak verdi ve ülkenin en önemli koruma alanlarından birinde madencilik faaliyetleri gerçekleştirilmesinden vazgeçti. Belli bir koruma alanında ve ulusal parklarda ne şimdi ne de gelecekte madencilik yapılamayacak. Bu olay hem Yeni Zelanda, hem de tüm gezegen kazanılmış büyük bir zafer. Darısı bizim başımıza diyor hükümetin madencilik yasasını şirketlerin değil doğanın yararını gözeterek değiştirmesini bekliyoruz.

Fakat, Yeni Zelandalılar bu büyük başarıyla yetinmiyor ve şimdi de hükümetlerinden iklimi katleden fosil yakıtlardan vazgeçip temiz enerjiye yatırım yapmasını istiyor. Yeni Zelanda'da derin denizlerde yeni petrol kuyuları açılması, yeni kömür ve linyit madenleri planları yapılıyor. Greenpeace Yeni Zelanda gönüllüleri, bu planları protesto etmek için düzenledikleri eylemde kendilerini 'petrol'e bulayarak hükümete Yeni Zelanda açıklarında petrol çıkarma planlarından vazgeçmesi gerektiği mesajı gönderdi. En son Meksika Körfezi ve Dalian'da yaşanan petrol felaketlerinin doğal yaşamı ve ekosistemi, dolayısıyla tüm gezegeni ne denli etkilediği düşünüldüğünde, petrole olan bağımlılığımıza tüm dünyada bir son vermemiz gerektiği daha net ortaya çıkıyor.

Londra'nın merkezindeki 46 BP istasyonu, Greenpeace eylemcileri tarafından kapatıldı. Greenpeace internet sitesinde yapacağı eylemi, "Bugün Londra’da bütün BP istasyonlarını kapatıyoruz" ifadesiyle duyurdu. Tüm istasyonlardaki petrol akışını sağlayan düğme kapatıldı ve tekrar açılmaması için güvenli bir şekilde söküldü. Bir istasyonda ise Greenpeace tırmanışçıları BP'nin artık adı kötüye çıkmış yeşil logosunu, şu anda insanların zihninde canlanan imajını daha iyi yansıtan -BP'nin güneşini petrole bulanmış bir denizde batarken gösteren- bir logo ile değiştirdi. Greenpeace Birleşik Krallık Genel Direktörü John Sauven, yaptığı açıklamada, eylemin araç sürücülerini değil, BP’yi hedef aldığını söyleyerek, "Artık sözde değil, özde petrol ötesine geçmeleri için bu felaket bir firsat olabilir" dedi. İngiliz polisi, protestodan haberdar olduklarını ancak eylemle ilgili şu anda kimsenin tutuklanmadığını bildirdi.

BP’de Meksika Körfezi olayının ardından Genel Müdür Tony Hayward’ın görevinden 1 Ekim itibariyle ayrılacağı öğrenildi. İngiliz petrol grubu British Petroleum Yönetim Kurulu’nda, Tony Hayward'ın yerine şirketin Amerika ve Asya'dan sorumlu müdürü Robert Dudley'nin getirilmesi onaylandı. Şirketten yapılan açıklamada, bu karara karşılıklı anlaşmayla varıldığı belirtilerek, Hayward'ın 30 Kasım'a kadar yönetim kurulunda kalacağı ve yeni görevinin, BP'nin Rusya'daki ortak teşebbüsü TNK-BP'de, olacağı bildirildi. 28 yıldır BP'de çalışan Hayward, son üç yıldır da Genel Müdürlük görevini sürdürüyordu. Nisan ayında Meksika Körfezi'nde meydana gelen kaza nedeni ile şirketin milyarlarca dolar zarar etmesinden ve büyük bir çevre felaketine neden olmasından sorumlu tutulan Hayward tüm bunlar yaşanırken, kendi yatının da bulunduğu, İngiltere’nin güneyindeki yat yarışlarına katılmakta hiçbir sakınca görmemişti.

Almanya, küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gazının sıvılaştırılıp yeraltında depolanması olarak tanımlanan ve kısaca CCS olarak adlandırılan yeni teknolojiye sıcak bakıyor. Alman Ekonomi Bakanı Rainer Brüderle, karbondioksit gazının yeraltında depolanmasıyla ilgili gerekli teknolojinin 2017’ye kadar tamamlanmasını öngördüklerini söyledi. Bu teknolojinin ihracatta önemli rol oynayabileceğini zanneden ABD’de George Bush yönetimi de CCS’ye yeşil ışık yakmıştı. Gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştiren Almanya bu alanda teknoloji önderliğini ele geçirmek istiyor. Deneme süresince yeraltında depolanacak karbondioksit miktarı yasayla sınırlı tutulacak. 2017’ye kadar yapılacak denemelerle yeni teknolojinin güvenli olup olmadığı raporla belgelendikten sonra tasarı meclise sevk edilecek. Ancak Greenpeace raporları bu teknolojinin çok tehlikeli olduğu ve çok geç devreye girebileceği için küresel ısınmaya çözüm olmayacağını söylüyor.

İstanbul'da gerçekleşen İran, Brezilya ve Türkiye nükleer zirvesinin ardından Tahran, eylül ayının ikinci haftasında nükleer müzakereler için masaya dönmeye hazırlandığını açıkladı. Ancak, AB İran'a yeni yaptırım kararını onayladı. Yaptırımlar enerji (petrol ve doğalgaz), taşımacılık, ticaret ve bankacılık sektörlerini kapsıyor. İran'ın doğalgaz ve petrol endüstrisini hedefleyen AB, yeni yatırımları, teknik yardım ve teknoloji transferini, özellikle rafine etme işlemi ve doğalgazın sıvılaştırılmasını yasakladı. Öte yandan İran yönetimi, nükleer takasa ilişkin ikinci mektubu dün Viyana'daki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Yukiya Amano'ya sundu. İran'ın UAEK nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Ali Asker Sultaniye, ülkesinin ABD, Rusya ve Fransa'dan oluşan Viyana Grubuyla zenginleştirilmiş uranyum takasına ilişkin görüşmelere başlamaya hazır olduğunu söyledi. Viyana Grubuyla yapılan ilk görüşmenin ardından İran'ın takas işlemini ülke içinde yapmak istemesi üzerine çıkmaza giren görüşmelerin, Türkiye ve Brezilya'nın arabuluculuk yapması ve İran'ın uranyumu Türkiye'ye göndermeye hazır olduğunu kabul etmesi üzerine yeniden başlaması bekleniyor. İran bağımsızlığını sağlayacak yenilenebilir enerji yerine nükleer ile zaman kaybediyor.

Yiyeceklerin ruh sağlığına etkileriyle ilgili olarak ABD’de Appleton bölgesinde Lu Ann Coenen adlı okul müdürünün bir uygulaması, ilgi çekici sonuçlar verdi. Uygulamada, okuldaki yemek menüsünden hamburgerler kaldırılıp yerine meyve ve sebzeler konuldu. Müdür Coenen, okul menüsünü değiştirdikten sonra okulda öğrenciler arasındaki kavga oranının düştüğünü, konsantrasyon bozukluğunun azaldığını söylüyor. Okulda önce bina içindeki otomatik yiyecek makinelerindeki ve paketlenmiş hamburgerler yerine meyveler yerleştirildi. Daha sonra okulda çıkan yemek menülerindeki sebze ve meyve oranı arttırılarak, abur cuburlar kaldırıldı. Yetkililere göre, okuldaki bu değişimin öğrenciler arasındaki uyumu arttırmasının sebebi; beynin enerji ihtiyacının doğru ve sağlıklı bir biçimde karşılanması…Türkiye’de de okul kantinlerine de gerekli düzenleme yapılarak öğrencilere sadece sağlıklı gıdaların sunulması sağlanmalı. Şu anda okul kantinleri öğrencilere sağlıksız, şekerli ve işlenmiş abur cubur satıyor.

Yavaş kentlerin uluslararası ağının Türkiye'deki tek üyesi Seferihisar, birliğin kriterleri kapsamında yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanma konusunda örnek bir uygulamaya geçiyor. Yeni denenmeye başlayan sistemle güneş enerjili aydınlatma direkleri şehre yerleştirilmeye başlandı.Tüm gün enerji toplayan sistem, bir hafta boyunca hiç güneş çıkmasa bile biriktirdiği enerjiyle bir haftalık aydınlatmayı sağlayabiliyor. Yetkililer Seferihisar'daki sistemin Türkiye genelinde uygulanmasıyla 15 milyon sokak lambasının güneş enerjili elektrik direkleriyle değişmesi durumunda 15 milyar kilowat saat enerji tasarrufu olacağı ve bunun 20 milyar dolara denk geldiğini belirtiyor. Sokak aydınlatma bedellerinin, vatandaşın elektrik faturalarına yansıtılmasındansa bu tür bir çözümün tercih edilmesi herkesi mutlu edecektir.

Bilim insanları, son haftalarda 140 dünya benzeri gezegen keşfetti. Astronom Dimitar Sasselov Oxford'da bir bilimsel konferansta yaptığı açıklamada, geçen yıl Ocak ayında yörüngeye yerleştirilen Kepler uzay teleskobu ile yapılan gözlemlerde, Dünya'nın ölçülerine yakın 140 değişik gezegen keşfedildiğini belirtti. Son keşiflerin ardından bilim insanları, Samanyolu'nda yaşam koşullarına ev sahipliği yapabilecek 100 milyon civarında gezegen olduğunu düşünüyor ve bunların içinde Dünya benzeri yaşamın sürdürülebileceği 60 kadarını iki yıl içinde belirlemeyi umuyorlar. Henüz elimizdeki gezegeni koruyamazken yeni gezegenleri bulmanın altında yatan, umuyorum dünyamızdan kaçarak oralara da sözde medeniyeti götürmeye kalkmak değildir.

Meksika Körfezi’nde petrol sızıntısına neden olan kazadan önce Deepwater Horizon platformunda çalışan işçilerle bir anket yapıldığı ortaya çıktı. İşçiler, kendilerine sorulan sorular üzerine, platformun güvenliğinden endişe duyduklarını ama sorunları bildirmekten korktuklarını dile getirmiş. Görüşme, 20 Nisan’daki patlamadan haftalar önce, platformun sahibi Transocean şirketine bağlı çalışan işçilerle yapılmış. New York Times gazetesinin ele geçirdiği rapora göre İşçilerden biri “Dokuz senelik Deepwater Horizon hiç onarılmadı”, bir diğeri ise “Çalıştır, kır, düzelt. Onlar, böyle çalışıyorlar” demiş. Tüzük, araçlara üç senede bir denetim yapılması gerektiğini söylerken, bazı ana parçaların 2000’den beri denetlenmediği ortaya çıktı.

Benzer bir vurdumduymazlık olayı ise bir süre önce Çin’in Dalian kentinde meydana gelen petrol kazası sonrası gözler önüne serildi. Greenpeace’in bölgede bulunan ekibinin tanıklığına göre balıkçılar ve temizlik için kiralanan işçiler hiçbir koruma olmadan görevlerini yapıyor. İşçilerin, petrolün içinde maskesiz, çizmesiz ve bazen eldivensiz dolaştıklarını söyleyen Greenpeace Eylem Koordinatörü Zhon Yu: “Petrol suda kolayca çözülmeyen ve birçoğu kanserojen olan toksik kimyasallar içeren ve uzun yıllar etkisini gösteren bir yakıttır. Biz, uzun dönemde bu insanların sağlığı için endişeleniyoruz. Malesef şu ana kadar hiçbir şirket petrol sızıntısı için özür bile dilemedi” dedi. Greenpeace, bölgedeki yerel balıkçı ve işçilere 300 adet maske dağıttı. Bölgede bulunan Greenpeace gönüllülerinin bazılarında deri alerjisi ve nefes alma problemleri şimdiden baş göstermiş bulunuyor.

Greenpeace Japonya, süpermarket raflarından kaldırılması amacıyla su ürünlerinden oluşan bir kırmızı liste hazırladı. Liste aşırı avlanan türler ya da sorumsuz balıkçılık yöntemleri kullanılarak avlanan deniz ürünleri türlerinden oluşuyor. Greenpeace, bu balık türlerini pazarlayanların satışlarını durdurmaları, alıcıların da bu ürünleri tercih etmemeleri çağrısında bulunuyor. Kırmızı listenin Japonca sürümünde şu anda tüketilen 5 farklı tipide olan 15 ton balığı türüde bulunmakta. Orkinos olarak bilinen balık türünün dünya tüketiminin ortalama yüzde 25'i Japonya tarafından tüketilmekte, bir diğer soyu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan mavi yüzgeçli orkinosun da %45i yine bu ülkede tüketiliyor. Kırmızı listede Atlantik somonu, orkinos, Grönland halibut, maymunbalığı, kırlangıç balığı ve köpekbalığı bulunuyor. Kırmızı liste daha önce İngiltere, ABD, Avusturya, Hollanda, Almanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Kanada, İspanya, Portekiz, Yeni Zelanda, İngiltere, İtalya, Avustralya ve Yeni Zelanda da yayınlandı. ABD, Kanada ve İspanya dahil olmak üzere birçok ülkede alıcılar, bazı mağazaları bu balık türlerini sattıkları için boykot etmekteler.
Japonların, ‘suşinin ayrılmaz parçası’ dedikleri mavi yüzgeçli orkinos, en fazla tehdit altında kalan balık türü. Çeşitli restoranlar, (ünlü suşi restoranı Nobu da dahil olmak üzere) halen bu balığı satmaya devam ediyor.

Amerika'daki Ulusal Kar ve Buz Verileri Merkezi (NSIDC)'nin verdiği bilgiye göre, Kuzey Kutup Denizi'ndeki buzlu alanın, 1979'dan itibaren alınan uydu kayıtlarından bu yana hiçbir haziran ayında bu kadar küçülmediği tespit edildi. Araştırmaya göre deniz buzu geçen haziran ayında günde ortalama olarak 88.000 kilometrekare küçüldü. Normalde haziran için ortalama erime hızı günde yaklaşık olarak 53.000 kilometrekare. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) bu gelişme yüzünden, Kuzey Kutbu Denizi’ndeki kutup ayıları için endişeleniyor ve özellikle de Kanada’nın Curchill bölgesindeki Batı Hudson Körfezi’ndeki kutup ayılarının durumu tehlikede diyor. Bu bölgede şu sıralar gün içindeki hava sıcaklığı normalde 12 derece olması gerekirken, 17 derece civarında. Tahminlerine göre kutup ayıları, değişen iklim koşulları yüzünden neredeyse yüz altmış gün aç kalmak zorunda. Oysa ayılar bu kadar uzun bir açlık dönemini atlatabilecek durumda değil. Bazı ayılar buzun erken erimesi yüzünden bu yıl şimdiden on sekiz gün daha fazla aç kalmış. Eğer sular geçen yıl gibi geç donarsa, ayıların birçoğu hayatta kalamayacak.

İran’ın nükleer programı, son 12 ay içinde yaşanan teknik aksaklıklar nedeniyle yavaşlama sürecine girdi. Bu durum, batılı istihbarat kurumlarının Tahran’ın nükleer silah sahibi olma çabalarını 'bozuk' mal ile sabote etmiş olabileceği düşüncesini doğurdu. New York Times, 2004 yılında İran’a donanım sağlayan İsviçreli bir şirketin CIA tarafından İran’a hatalı donanım tedarik etmek konusunda ikna edildiğini yazmıştı. En son, 2008’de hükümete bozuk donanım sattığı gerekçesiyle İranlı bir işadamı idam cezasına çarptırılmıştı.

Meksika Körfezi’ndeki korkunç petrol sızıntısının, büyük bir ihmâlden kaynaklandığı iddiaları güçleniyor. Petrol platformunda çalışan bir elektronik mühendisinden alınan bilgiye göre, platformdaki alarm sistemi, patlamadan birkaç hafta önce ‘işçiler yanlış alarm yüzünden uyanmasın’ diye devre dışı bırakılmış. Bu alarm sistemi çalışır durumda olsaydı, patlamadan önce platform çalışanları, en kötü ihtimâlle olay yerinden uzaklaşacak ve böylece 11 kişinin ölmesi engellenmiş olacaktı. Alarm sisteminin, aciliyeti haber vermek dışında bir başka özelliğiyse, motor odalarındaki hava menfezlerini otomatik olarak kapatması. Eğer alarm sistemi çalışsaydı, bu işlevi de görecek, kapanan hava menfezlerinden içeriye doğalgaz girmeyecekti. Zira yaşananların, doğalgazın içeri girmesi sonucu, motorların giderek daha hızlı çalışmaları ve daha sonra da patlamalarından kaynaklandığı uzmanların ortak görüşü.

Çin’in kuzeydoğusundaki Dalian Limanı, bugünlerde Meksika Körfezi’ni aratmıyor. Çin tarihinin bilinen en büyük petrol sızıntısının yaşanmasının ardından, liman kentinin yerlileri, herhangi bir koruma olmaksızın yaraları sarmaya çalışıyorlar. Destek amaçlı, bölgede bulunan Greenpeace, yerli halkın bölgede, tehlikelere karşı hiç uyarılmadığını, sızıntının uluslararası sulara karışması halinde yeni ve daha büyük bir çevre felaketinin yaşanacağını belirtti.

Baltık Denizinde 377 bin kilometrekare alana (Almanya büyüklüğünde) yayılmış olan mavi su yosunları tehlike yaratıyor. Denizde oksijen oranının azalmasına neden olan bu durumun, aşırı sıcaklar, az rüzgar ve Baltık denizinin besin fazlalığından kaynaklandığı belirtiliyor. Warnemünde'de bulunan Baltık Denizi Arastırma Enstitüsü tarafından verilen bilgiye göre şu anda ağırlıklı olarak kuzey ve doğu Baltık Denizi’nin, özellikle Finlandiya, İsveç ve Rusya açıklarının, mavi su yosunları ile kaplı olduğu biliniyor. Toksik olmaları sebebiyle en basta deniz canlılarının hayatını tehdit eden yosunlar, insanlar üzerinde de cilt kaşınması, ileri safhada da mide – bagirsak enfeksiyonuna neden olabiliyor.

Dünyanın yaşadığı en büyük çevresel felaketlerden biri olan, Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısı ve onun yarattığı dev sorunlarla boğuşma devam ederken bir petrol faciası haberi de Çin'den geldi. Çin’in meşhur Sarı Deniz’i şu sıralar petrol rengi! Yetkililer bundan beş gün önce işlek bir kuzeydoğu limanındaki boru hattının patlaması sonucu oluşan petrol sızıntısının 430 kilometrelik bir alana yayıldığını ve Sarı Deniz’e olan petrol akışı nedeniyle Dalian yakınlarındaki kumsalların kapatıldığını açıkladı. Sarı Deniz’e ilk günden bu yana yaklaşık 1500 ton petrol sızdığı belirtiliyor. Yaklaşık 400km alana yayılan petrolü temizleme çalışmaları sırasında bir itfaiye eri hayatını kaybederken, petrol batağına gömülen bir temizlik görevlisi de Greenpeace tarafından kurtarıldı. Greenpeace, ABD ve Çin'de yaşanan trajedilere petrole olan aşırı bağımlılığın yol açtığını belirtiyor. Yaşanan petrol felaketlerini değerlendiren Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanya Sorumlusu Hilal Atıcı , “Önce Meksika Körfezi, şimdi de Sarı Deniz; petrol bize karanlık yüzünü daha açık gösteremezdi. Petrole bulanmış bu uygarlığı, güneş uygarlığına dönüştürmenin zamanı geldi” dedi. Benzer kazaların Türkiye'de de yaşanabileceğine işaret eden Atıcı, “Eğer petrole bağımlılığımızı azaltmak için bir yol haritası çizmezsek, yarın aynı kazalar Türkiye’nin Karadeniz’de açtığı kuyularda ya da boru hatlarında da meydana gelebilir. Zaten şunu iyi gördük, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen kaza yalnızca oranın halkını değil, gezegendeki tüm ekosistemi derinden etkiliyor” dedi.

Çin, petrol felaketinin yanı sıra haftalardır etkili olan aşırı yağışların sebep olduğu sellerle de büyük kayıplar yaşıyor. Yaşanan sel felaketinde şu ana kadar 700 kişi hayatını kaybetti, 347 kişi ile hala kayıp. Milyonlarca kişi bölgeden tahliye edildi. Ülke genelinde etkili olan yoğun yağışlar toprak kaymalarına, elektrik ve telefon hatlarında kesintilere ve tarım alanlarında büyük hasara neden oldu. Yetkililer, şiddetli yağışların devam edeceği uyarısında bulunuyor.

Uluslararası Enerji Ajansı ve Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen "Yirmibirinci Yüzyıl için Yenilenebilir Enerji Politikası Ağı" raporuna göre geçtiğimiz yıl ABD ve Avrupa’nın enerji kapasitesine eklenen yeni elektrik kapasitesinin yarıdan fazlası rüzgar ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir güçten geldi. 2009 yılı aynı zamanda sisteme eklenen yeni yeşil enerjinin miktarı konusunda da bir rekor olarak kayda geçti. Türkiye ise bu gelişmelere kıyasla hala yerinde sayıyor.

Yeşil Ufuklar dergisi yine ufukta belirdi! Bölgesel Çevre Merkezi REC’in tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda hazırlanan Yeşil Ufuklar, hem Orta ve Doğu Avrupa’da, hem de Türkiye’de çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanında önemli güncel konulara, gerçek öykülere ve yaşanan deneyimlere yer veriyor. Yeşil Ufuklar, uzman ve akademisyenlerin katkılarıyla hazırlanan makaleleri, söyleşileri, analizleri ve haberleriyle, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde, AB çevre müktesebatına uyum konusuna odaklanan tek ve güvenilir kaynak olma özelliği taşıyor. Aynı zamanda REC’in uluslararası yayını olan Green Horizon’ın içeriğinden de yararlanan Yeşil Ufuklar, özgün makalelerin yanı sıra, Green Horizon’dan çevrilen makaleler, çevre alanında Orta ve Doğu Avrupa’yla birlikte Avrupa Birliği’nde yaşanan son gelişmelere tarafsız bir yaklaşımla yer vererek, Türkiye’deki çevre paydaşlarının AB’deki çevresel süreçler hakkında bilgilenmesine katkıda bulunuyor. Bütün bunlar için http://www.yesilufuklar.info adresine gitmeniz yeterli.

Bangladeş, karşı karşıya kaldığı büyük çevre sorunlarıyla baş etmek için bir mahkeme kurmaya hazırlanıyor. En kısa sürede meclise sunulması beklenen hükümet tasarısına göre, kurulacak mahkeme, çevreyi kirletenlere 5 yıla kadar hapis ve önemli miktarda para cezaları vermeye yetkili olacak. Yetkililer, her vatandaşın dava başvurusunda bulunabileceği mahkemede, toprak ve su yollarına el koyan müteahhitlerin ve fabrika sahiplerinin de yargılanacağını söyledi. Bangladeş, 150 milyondan fazla nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri. Çevre kirliliğinin korkutucu bir sorun oluşturduğu ülkede milyonlarca kişi, kirlilikten kaynaklanan hastalıklara maruz kalıyor. Başkent Dakka ve çevresindeki milyonlarca insan açısından yaşam kaynağı olan Buriganga dahil dört büyük nehrin suları endüstriyel atıklar nedeniyle kullanılamayacak durumda bulunuyor.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Çin'in geçen yıl ABD'yi geride bırakarak dünyanın en büyük enerji tüketicisi olduğunu bildirdi. Çin, 2009 yılında 2 milyar 252 bin ton petrole eşit, ham petrol, kömür, doğalgaz, nükleer enerji ve yenilebilir enerji kullandı. Raporda, Çin'in enerji tüketimi konusunda ABD'yi geride bırakmasında en önemli etkenin ekonomide yaşanan durgunluğun ABD sanayini ciddi oranda etkilemesi olduğuna işaret edildi. Bir başka etkenin ise Çin’de yoğun talep artışı olduğu belirtildi. Kişi başına enerji tüketiminde ABD'nin hala liderliğini koruduğu ifade edilen raporda, bir ABD vatandaşının bir Çinli'den beş kat fazla enerji tükettiği kaydedildi. Raporda ayrıca, ABD'nin hala dünyanın en çok petrol tüketen ülkesi olduğu da vurgulandı. Petrol devi BP'nin Haziran ayında yayımladığı Dünya Enerji Raporu'na göre, ABD geçen yıl 843 milyon ton petrol, Çin ise 405 milyon ton petrol tüketti. Çin, geçen yıl 1 milyar 537 milyon ton kömür, ABD ise 498 milyon ton kömür yaktı.

Greenpeace, Meksika Körfez’indeki petrol felaketinin etkilerini üç aylık gemi turuyla bağımsız olarak değerlendirmeye başlıyor. Greenpeace, Arctic Sunrise adlı gemisiyle, önümüzdeki aylarda tehlike altındaki bölgeleri ve deniz yaşamını araştırmanın yanı sıra, felaketin Körfez deniz yaşamına olan gerçek etkilerini belgeleyecek. Arctic Sunrise Gemisi 9 Ağustos haftası Florida’nın Tampa limanından ayrılacak ve ilk bir ay süresinde patlayan kuyu bölgesine gitmeden önce yüzeydeki planktonlardan, yüzey altına yayılan kirli su kümesine, Körfez tabanındaki derin deniz mercanlarına kadar her şeyi inceleyerek Florida Mercan Adalarını ve Dry Tortugas’ı ziyaret edecek. Greenpeace ABD Direktörü Philip Radford konuyla ilgili şu bilgileri verdi; “BP yetersiz kaynakları bahane ederek sayısız hata yaptı ve medyadan, Amerikan halkından bilgi sakladı, gerçeklere erişmelerini engelledi. Greenpeace şimdi kendi bağımsız etki araştırmasını yapmak için bilginin kaynağına gidiyor ve Amerika’ya ve tüm dünyaya gerçekleri söylemeye başlıyor. Bu petrol yıkımının gerçek derecesini ve yapısını hepimizin görmesi gerek” dedi. Arctic Sunrise gemisi bu zor yolculukta deniz yaşamını inceleyecek ve petrollenmiş memelileri, kaplumbağaları, balıkları ve deniz kuşlarını tespit edecek bağımsız bilim adamlarına ve araştırmacılara ev sahipliği yapacak.

Danimarka'nın özerk bölgesi Grönland'da, buzdağlarının erimesini gelir getiren bir kapıya dönüştürdü. Eriyen buzlardan elde edilen içme suyunu, Dubai'ye pazarlayan bir şirket, şişe başına 300 kron (80 lira) alıyor. Eriyen buzlar, özel imal edilmiş ve kapağı dahi camdan yapılmış şişelere tek tek elde dolduruluyor ve zenginlerin kullanımı için Dubai’ye gönderiliyor. Eriyen buzlardan elde edilen suda dünyanın hiç bir yerinde bulunmayan bir tad olduğunu iddia eden şirket, zengin arap ülkelerinden Grönland suyuna büyük ilgi olduğunu söylüyor. Petrol şeyhleri, şişelediğimiz suların kullanım hakkını 1 yıllığına satın aldılar. Ayrıca ABD, Japonya ve Singapur’dan da büyük ilgi var. Talepleri cevaplamakta güçlük çekiyoruz" dedi. Deprem’den kar elde edenler gibi küresel ısınmadan da rant elde etmeye çalışanlar olacak.

Hint Okyanusu'nda deniz seviyesi yükseldi. Bilim insanlarına göre milyonlarca insanın hayatı tehlikeye girebilir. Bilim insanları, Hint Okyanusu’nda deniz seviyesinin yükselmesinin, Bangladeş, Endonezya ve Sri Lanka’da deniz seviyesine yakın yerlerde yaşayan milyonlarca insanın hayatını tehlikeye soktuğunu belirtti. Colorado Üniversitesi ve Ulusal Atmosferik Araştırma Merkezi’nden araştırmacılar, deniz seviyesinin yükselmesinin, iklim değişikliğinin bir parçası olduğunu ve denizlerin ısınması ile atmosferik dolaşım düzenindeki değişikliklerin bunu tetiklediğini kaydetti. Araştırmacılar, denizlerin yükselmesinin selleri artıracağını, ekinleri yani tarımsal üretimi, evleri, yolları yani kısaca insanların hayatta kalmasını büyük riske atacağını vurguluyor. Değişiklikleri daha iyi anlamanın, geleceği planlama ve risk değerlendirmesinde önemli olduğu belirtiliyor. Dünyada deniz seviyeleri genel olarak yılda 3 milimetre yükseliyor. Bilim insanları, ortalama hava sıcaklığının artmasından sera gazlarının sorumlu olduğunu belirtiyor. Aptallık Çağı filmini izlememiş olanları bu haberden sonra tekrar filmi izlemeye ve sonra harekete geçmeye çağıralım ve diğer haberimize geçelim...

Greenpeace İspanya'da, sahilde Repsol tarafından planlanan yeni petrol kuyularına karşı çıktı. Greenpeace kampanya sorumlusu Sara del Río "Bugüne kadar olmuş en kötü petrol sızıntısı Meksika Körfezi'nde sürerken, iklim değişikliğinin korkunç etkilerini durdurmaya yönelik sera gazı salım düşürme konusunda önemli küresel pazarlıklar sürüyor. Böyle bir zamanda Hükümetin petrol bağımlılığını sürdüren projelere izin vermesi ile iklim değişikliğinin 'ortaya çıkması' büyük bir çelişkidir" dedi. Konu İspanya basınında geniş yer aldı. Ülkemizde Karadeniz sahilinde kurulmuş koca petrol platformlarına karşı sesimizi çıkartma vakti geldi de geçiyor galiba. Bana sanki orada petrol çıkarsa Türk basını bayram eder gibi geliyor... yoksa kara altının yakılınca kara zehir olduğunu hala idrak edemedik mi?

The New York Times (AP), bir İngiliz düşünce kuruluşunun raporuna dayanarak sıkı düzenlemeler ve katı kurallar sayesinde "yasadışı ağaç kesmede ciddi düşüş" sağlandığını duyurdu. Raporda, 2002'den bu yana, yasadışı kereste üretiminin dünya çapında %25 düştüğü ifade edildi. Raporun yazarlarından biri olan Sam Lawson "Yolun çeyreğindeyiz" dedi. Greenpeace Amazon Kampanyası'nın koordinatörü Paulo Adario, kaçak kesilen ağaçlardaki fiyat düşüşünde küresel krizin de etkisi olduğunu söyledi. Bir süre önce de sizlere, G20 zirvesinde, Bağımsız İklim Değişikliği Komisyonu'nun, parlamentoya, küresel krizin, karbon salımlarının azalmasını sağladığını belirten bir rapor sunduğundan da söz etmiştik. Demek ki daha az, ama daha kaliteli kullanmanın zamanıdır.

Petrokimya devi ve yol kenarlarında petrol satarken karşılaştığımız BP şirketi, ABD'nin Meksika Körfezi'nde 20 Nisan'dan beri günde 100 bin varile kadar hampetrol akıtan kuyunun ilk defa sızdırmayı durdurduğunu açıkladı. Böylece dünya tarihinin en büyük çevre felaketlerinden biri durma yoluna girdi. BP'nin araştırma-üretimden sorumlu Başkan Yardımcısı Kent Wells, 73 tonluk yeni kapağın 1600 metre derinde deniz tabanındaki kuyu ağzına indirildiğini ve hampetrol püskürmesinin ilk kez kesildiğini bildirdi. Yetkililer, 48 saat içinde hiçbir doğalgaz veya petrol sızıntısı yaşanmayacak olsa bile bunun ileride bir daha sızıntı yaşanmayacağı anlamına gelmediğini belirtti. Yerleştiren kapaktaki basıncın düşük olması halinde kuyunun derinliklerinde sızıntı yaşanabileceğini, ancak basınç yüksek ise kapağın kapalı tutulmaya devam edilebileceğini ifade etti. Başta Louisiana sahilleri olmak üzere körfezde milyonlarca kuş, balık ve deniz canlısı öldü ve temizleme çalışmaları ne kadar sürse de petrolün dünyayı nasıl yok ettiği çok açık.

Rusya, İran'la nükleer müzakereleri sürdüren Batılı devletlerden, Türkiye ve Brezilya'nın aracılığıyla Tahran'da imzalanan uranyum takası anlaşmasını ciddiye almalarını istedi. İran, 17 Mayıs tarihinde Türkiye ve Brezilya'nın işe karışmasıyla imzalanan ve Tahran Deklarasyonu olarak bilinen anlaşma çerçevesinde, düşük düzeyde zenginleştirilmiş 1,200 kilogram uranyumunu, Türkiye üzerinden yüksek oranda zenginleştirilmiş 120 kilogram uranyumla takas etmeyi kabul etmişti. Greenpeace başta olmak üzere Türkiye’deki çevre kuruluşları da ülkemize radyoaktif ve tehlikeli atıkların girmesine karşı çıkıyor.

Sekiz Greenpeace Akdeniz eylemcisi, kömürle çalışan elektrik santralleri protesto etmek amacıyla İsrail'in Hadera Termik Santrali’ni durdurdukları için İsrail Polisi tarafından tutuklandı. Tutuklanan Greenpeace eylemcilerinden 5’inin İsrail vatandaşı, 3’ünün ise yabancı uyruklu olduğu bildirildi. Ukrayna’dan kömür getiren Augusta adlı kömür gemisi limana yanaşırken, eylemciler, Greenpeace gemisi Rainbow Warrior’dan şişme botlarla ayrılarak Limana geldiler. İngilizce ve İbranice "kömür öldürür" yazılı pankartı büyük vinçlere tırmanarak asan Greenpeace eylemcileri, kömürlü termik santralin çalışmasını durdurdu ve daha sonra polis tarafından tutuklandı. Geçtiğimiz Pazar günü yine 3 Greenpeace eylemcisi, Güney Afrika’dan İsrail’e kömür taşıyan bir yük gemisine tırmanarak Askhelon santraline kömür boşaltımını engellemişti, bu eylemleri Israil medyasında büyük olay olmuştu. Greenpeace, Askhelon’da kömüre dayalı ikinci bir enerji santralinin yapılmasını protesto ediyor.

AB Komisyonu Enerji Komiseri Günther Oettinger, üye ülkelere çağrıda bulunarak Avrupa kara sularında zor şartlarda yapılan yeni petrol sondaj çalışmalarının yasaklanmasını talep etti. Oettinger, Meksika Körfezi’ndeki çevre felaketi devam ettiği sürece ve buradaki petrol sızıntısının durdurularak zararın nedenleri değerlendirilip açıklığa kavuşturulmadan, Avrupa denizlerinde de petrol sondajlarına izin verilmemesini tavsiye etti. Tartışmalar AB Komisyonu'nun mevcut düzenlemesinin yeterli olmadığı ve yeni güvenlik düzenlemeleri üzerine odaklandı. Kuzey Denizi'nde yaklaşık 400 petrol kuyusu var. Daha önce Avrupa Parlamentosunda Yeşiller parti temsilcileri, Kuzey Denizi’nde yeni sondajların yasaklanmasını talep etmişlerdi.

The Washington Post gazetesi de, denize yayılan petrol karşısında nasıl olup da toplumun derin su sondajlarına itiraz etmediğine dair bir makale yayınladı. Yale Üniversitesi kamuoyu araştırmacısı Anthony Leiserowitz "İnsanların öfkesi BP'ye yoğunlaştı. Denize yayılan petrolün dünya doğasıyla ilgili temel bir yanlış olduğu anlayışıyla ilişkisi otomatik olarak kurulamadı." dedi. Sorunun petrol ve fosil yakıt bağımlılığı olduğunu kavramayan kaldı demek.

Çatışmalara şiddet içermeyen çözümler sunan Oxford Araştırma Grubu, İran'ın nükleer silah elde etme hevesine karşı askeri operasyon seçeneğinin düşünülmemesi gerektiğini ifade etti. Grubun yayımladığı raporda, “İsrail'in İran'a düzenleyeceği bir saldırı, uzun süreli bir savaşa neden olabilir. Böyle bir hamle İran'ın nükleer silah elde etmesini önleyemeyeceği gibi Tahran'ın bu amacını güçlendirebilir” denildi. Rapor ayrıca, bu tür bir saldırının Ortadoğu'da istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı oluşmasına neden olabileceğini belirtti. Bradford Üniversitesi akademisyeni Paul Rogers tarafından hazırlanan raporda, ABD'nin İran'a karşı askeri bir harekât yapma olasılığının düşük olduğu, ancak İsrail'in bu alanda etkinliğini artırdığı da belirtildi.

Küresel ısınma, doğal kaynakların bilinçsizce ve kötü kullanımı, tüketim hırsı ile bozulan çevre nedeniyle dünya, her geçen gün üzerinde yaşaması daha zor bir yer halini alıyor. Böyle bir ortamda, sorumluluk bütün dünya vatandaşlarına düşüyor. Artık herkes bozulan çevreyi düzeltmek ve kendilerinden sonraki geleceğe yaşanabilir bir dünya bırakmak için üzerine düşen görevi eksiksiz tamamlamak durumda. İşte bu bağlamda bir yazılım firması, yüksek mühendislik eğitimi gören gençlere, profesyonel hayatlarında yapacakları seçimlerin çevreye etkileri üzerine bir anlayış sunarken, geleceğe daha iyi bir dünya bırakmaya onları teşvik etmeyi amaçlamış. SolidWorks yazılım şirketinin hazırlamış olduğu bu yazılım sayesinde, ham maddeden, kullanım ve tüketime, hava, su, enerji ve karbon ayak izi etkilerini rakamlara dökebiliyorsunuz. Öğrenciler tasarım kararlarının, çevreye ne boyutta etki ettiğini gördükçe daha iyi seçimler yapmaları gerektiğini bu yazılım sayesinde öğrenebiliyorlar.

Amerika'daki Doğa Tarihi Müzesi'nden ve Fish Biology dergisinden bilim insanları, yarasa balıklarına ait iki yeni canlı türünün keşfini yaptı. Yeni keşfedilen bu türler kısmen ya da tamamen, yakın zamanda sızıntının yaşandığı Meksika Körfezi'nde bulunuyorlar. Yarasa balıklarının 70 türü var ve bu türler genellikle okyanus tabanında, karanlık bölgelerde yaşıyorlar. Ancak bu yeni bulunan türler daha sığ ortamlarda bulunuyor ve şaşırtıcı şekilde karaya çıktıklarında, kollara benzeyen kanatlarıyla yürüyebiliyorlar. Bilim insanları, zaman zaman yeni türlerin ortaya çıkışını ile ilgili olarak "Körfezde bile hala yeni türleri bulabiliyorsak, daha bilmediğimiz ne kadar çeşitlilik bulunuyor bir düşünün." yorumunu yapıyorlar. Ancak hepsi bizim petrol bağımlılığımız yüzünden tehlikede.

Dün sizlere BP’nin Meksika Körfezindeki petrol sızıntısını önlemek için yeni bir kapak kullanacağını duyurmuştuk. Sızıntıyı durdurmak için yapılan bu yeni denemenin ilk adımı tamamlandı. Yeni kapak takıldı; ancak işe yarayıp yaramayacağını anlamak için bir iki gün daha beklemek gerekiyor. Bu arada Obama hükümeti, derin sularda sondaj konusunda yeni bir moratoryum ilan etti. Bu yeni kararda, 150 metreden daha derinde yapılan tüm sondajların yasaklandığı ifadeleri artık yer almıyor. Bunun yerine, derin sularda kullanılan bazı platform tipleri ve sondaj teknikleri yasaklanıyor. Hükümet, yasağın yeni formüle edilmiş biçiminin mahkeme önünde de onay bulmasını umud ediyor. Louisiana’da petrol hisselerine sahip bir yargıç, geçen ay derin sularda sondaj konusunda ilan edilen altı aylık moratoryumu iptal etmiş ve toplumsal tepki çekmişti.

Küresel ısınma ve mercan madenciliği nedeniyle yükselen sular, binlerce Panama yerlisini anayurtlarını terke zorluyor. Dalgaların önünün kesilmesinde yardımcı olan mercan resiflerinin madencilik sebebiyle tahrip edilmesi de bu felaketin yaşanmasında büyük rol oynuyor. Carti Sugdub, Panama takımadalarının kuzeydoğusunda bir ada grubu. Adalarda yaşayan 32bin nüfüsa sahip Kuna halkının yarısı tahliye edilecek. 2007’de Birleşmiş Milletler, deniz seviyesinde 2011’e kadar 18 ila 59 santimetre arasında bir yükseliş tahmini yapmıştı ancak bu tahmine Grönland ve Antarktika’da eriyen buzulların yükselen erime hızı dahil edilmemişti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, bu yüzyılın sonunda deniz seviyesinin 2 metre yükselebileceğini ve bunun; Tokyo, Şangay ve New Orleans’ın da içinde bulunduğu bir çok şehirde milyonlarca insanın evsiz barksız kalarak göç etmesine sebep olabileceğini söyledi. Hala dünya liderleri, küresel ısınmanın en büyük sebebi olarak gösterilen sera gazlarının salımını engellemek adına herhangi bir gelişme kaydedebilmiş değiller. Bu yıl Meksika’da yapılacak olan iklim değişikliği konferansında konuyla ilgili gelişmeler sağlanmasını umuyoruz.

Türkiye’nin İran nükleer programına ilişkin girişimlerdeki rolü konusunda çelişkili haberler yayımlanıyor. Tehran Times gazetesi, İran Dışişleri Bakanı Manucher Mottaki’yi kaynak göstererek "İran, ABD, Rusya ve Fransa’dan oluşan Viyana Grubu, Türkiye ve Brezilya’nın, İran’ın nükleer programı müzakerelerine dahil edilmesi yönündeki önerisini kabul etti.” haberini yayımladı. Ancak uluslararası bir haber ajansına konuşan üst düzey bir ABD’li yetkili ise, Hillary Clinton’un Pazartesi günü Ahmet Davutoğlu ile yaptığı 45 dakikalık telefon görüşmesi sırasında Türkiye’nin, İran’ın nükleer programı meselesini, BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerji Ajansına bırakmasını istediğini, Davutoğlu’nun da Clinton’un bu talebini kabul ettiğini öne sürdü. Söz konusu ABD’li yetkilinin açıklamasını değerlendiren bir Türk diplomatik kaynağı ise, "ihtimal vermiyorum. Biz artık bu işin dışında kalmayız" dedi. Halbuki nükleer ile ilgli silahsızlanma dışında herşeyin dışında kalmak en hayırlısı.

21. yüzyılın 7. tam güneş tutulmasının, Güney Pasifik'i 11 bin kilometre uzunluğunda dar bir hat boyunca katederek Arjantin'in güney kesiminde sona erdi. Ay’ın gölgesinin, Tonga’nın yaklaşık 700 kilometre güneydoğusunda Pasifik okyanusunda TSİ 21.15’de yerleşim yeri olmayan bir bölgeye düşmesiyle başlayan tam güneş tutulması, daha sonra Fransız Polinezyası ve ardından Paskalya Adası’nı karanlığa gömdükten sonra Arjantin’in güneyindeki Patagonya bölgesinde TSİ 23.52’de sona erdi. Güneş tutulmasını yaklaşık 5 bin meraklı insan izledi. Bir sonraki tam güneş tutulması 13 Kasım 2012’de gerçekleşecek.

Dünya'nın yaşının daha doğru hesaplanması konusunda jeolojik araştırmalar sürüyor. İngiliz bilim insanları, araştırmaları sonucu Dünya’nın yaşının daha önce tahmin edilen 4,537 milyar yıldan 70 milyon yıl eksik olduğunu hesapladılar. Araştırmaya başkanlık eden İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nden Dr. John Rudge, Dünya’nın yaşını teyit etmek için kabuğundaki bileşenleri Güneş Sistemi ile aynı yaşta olan göktaşındaki bileşenlerle mukayese ettiklerini belirterek, yerkürenin oluşumunun önceden düşünülenden çok daha fazla zaman aldığı sonucuna vardıklarını kaydetti. Çarpışmaların, gezegenin bir kısmının erimesine ve metalin çekirdeği oluşturmak üzere Dünya’nın merkezinden ayrılmasına yol açtığını belirten bilim insanları, bu süreç sırasında gezegenin erimiş metal ve dış yüzey mantosunun birbirinden ayrılarak şu anki ölçü ve jelolojik formunu alan Dünya’nın doğduğunu ifade ettiler. Dünya’nın oluşumunun 30 milyon yılın üzerinde ve 100 milyon yıla yakın olduğunu hesaplayan bilim insanları, böylece hesaplamaları doğruysa Dünya’nın yaşının önceden tahmin edilen 4,537 milyar yıldan biraz daha genç, 4,467 milyar olduğunu belirttiler. Bu biraz anne rahminden çıktıktan sonra yaş hesaplamaya benziyor... yaş önemli ama belki daha önemlisi yaşlı dünyamızı korumak.

Meksika Körfezi'ndeki çevre kirliliğinin sorumlusu BP, deniz tabanındaki sızıntı noktasındaki kapağı hafta sonunda değiştirmeye çalışacak. Hava koşullarının izin verdiği ölçüde yapılacak operasyonda değiştirilecek yeni kapağın deniz yatağından toplanan ham petrol miktarını çoğaltması bekleniyor. Meksika Körfezindeki sızıntıyı durdurma ve temizlik faaliyetlerini izleyen ABD sahil muhafaza komutanı Amiral Thad Allen, BP’nin robot denizaltılarının kapağı değiştirmek üzere bugün dalışa geçebileceğini belirterek, petrol sızıntısının pazartesiye dek daha da azaltılması ve durdurulması olasılığının bulunduğunu söyledi.?Sızıntıyı durdurmak için son çare olarak iki yeni kuyu açma çalışmalarını sürdüren BP, yeni kapağın fışkıran tüm ham petrolü toplayabileceğini umuyor. ABD hükümeti denize sızan petrol miktarının günlük 35 bin ila 60 bin varil olduğunu tahmin ediyor. BP daha fazla petrol toplamak için operasyon yerine, üçüncü bir gemi göndermeye hazırlanıyor.

Greenpeace'in yeni bayrak gemisi Rainbow Warrior'ın inşasına, aynı ismi taşıyan ilk gemisinin bombalanarak batırılmasından 25 yıl sonra Polonya'nın Gdansk tersanelerinde başlandı. Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo, yeni geminin yapımına başlanması dolayısıyla Gdansk'ta düzenlenen törende bir konuşma yaptı ve 9 Temmuzu, 10 Temmuz 1985'e bağlayan gece Fransız gizli ajanlarının Yeni Zelanda'nın Auckland limanında sabotaj düzenleyerek gemiyi batırdıklarını, ve bir kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi. Törene Fransa'nın Mururoa takımadalarındaki nükleer denemelerini protesto etmek isteyen Greenpeace gemisinin kaptanı Peter Willcox ile örgütün çok sayıda üyesi katıldı. Gdansk'ta inşa edilecek geminin teçhizatı daha sonra Almanya'da monte edilecek.

Hem güneş enerjisi ile elektrik hem yiyecek üreten bir sera hayal edin. Deney için test mahalli İtalya'da CeRSAA Albenga'da kuruldu bile. Deney özellikle, Akdeniz Bölgesinde yaygın olan çok sayıda mahsule odaklanacak. Birleşik güneş sistemli sera yapıları altında yetişen bu mahsulleri gözlemleyecekler, ölçecekler ve değerlendirecekler. Deneyler 24 ay sürecek. Çalışmanın uzun vadeli amacı güneş enerjisi ile elektrik üretimi ve mahsul üretimi arasında sinerji yaratmak anlaşılan.

Almanya Federal Çevre Bakanlığı ve KfW Almanya Kalkınma Bankası, gelişmekte olan ülkelerde enerji tasarrufu ve küçük-orta ölçekli işletmelerde yenilenebilir enerji kullanımını teşvik etmek için 100 milyon dolarla iklim değişikliği fonunu başlattı. Fon özel fon yöneticileri tarafından yönetilecek ve Türkiye, Şili, Brezilya, Ukrayna, Vietnam, Güney Afrika vb. büyük ve endüstriyel nüfuslu gelişmekte olan ülkelere ayrılacak. Aralık ayında Kopenhag’da düzenlenen BM İklim Değişikliği Konferansı’nda endüstrileşmiş ülkeler, yoksul ülkelere iklim değişikliğiyle mücadele için 2020 yılına kadar senede 100 milyar avro ayıracaklarını belirtmişlerdi. Geçen hafta İsviçre de iklim değişikliği fonu için 105 milyon avro sağlayacağını açıkladı. Bu rakamlar tabii gerekenin çok altında ancak mümkün olduğu kadar kullanarak enerji sistemlerini dönüştürmenin yoluna bakmak gerek, bu arada hükümetin de hala mecliste bekleyen ve yenilenebilir enerjilere gerekli desteği veren yasayı meclisten geçirmesi gerekiyor.

İran, Temmuz ayında ihtiyaç duyduğu benzinin yaklaşık yarısını Türkiye'den, geri kalan kısmını ise Çin'den almış olacak. İran'a yaklaşık 18 aydır benzin satmayan Tüpraş'ın Haziran itibariyle yeniden bu ülkeye tedariğe başladığı belirtiliyor. Belirtilen tarih, Brezilya ve Türkiye'nin, İran ile nükleer yakıt takası takası anlaşması imzaladığı döneme denk geliyor. İran'ın Temmuz ayında günlük benzin ithalatının, Haziran'da olduğu gibi 90 bin varil olacağı tahmin ediliyor. İran'a karşı uygulanan yaptırımlar sonrasında, aralarında Shell, BP ve Total'in de bulunduğu birçok enerji şirketi bu ülkeye işlenmiş petrol ve gaz ürünü satmaya son verdi. Dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisi olan İran yeterli rafineri kapasitesi olmadığı için benzin ihtiyacının yüzde 40’ını ithal ediyor. Halbuki petrol ve nükleer yerine yenilenebilir enerjiye yatırım yapsa çok daha hızlı kalkınacak ve güçlenecek.

Avrupa Parlamentosu (AP) Yeşiller Grubu, çarşamba günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde nükleer santral karşıtı eylem yapanların gözaltına alınmasını kınadı. Yeşiller Grubunun yazılı açıklamasında, "Aralarında Türkiye Yeşiller Partisi'nin eş sözcüsü Ümit Şahin'in de bulunduğu eylemcilerin barışçıl bir gösteride gözaltına alınmasını kınıyoruz. Gözaltına alınanlar 12 saat sonra serbest bırakılsalar da toplanma özgürlüğü hakkı apaçık ihlal edilmiştir" denildi. Enerji ihtiyacı, iklim değişikliği ve ekonomik sorunlar, temiz enerjiye dayalı ve çevreye uyumlu politikalarla çözülebilir. Nükleer enerji iştahı Türkiye'yi tarihin, kirli, tehlikeli ve pahalı enerji politikalarına doğru kaydıracak.
Dün Greenpeace eylemcileri, İsrail’de bulunan kömürlü termik santrali protesto etmek amacıyla dev bir kömür gemisinin direğine çıktılar. Biri Alman, ikisi İsrailli üç Greenpeace eylemcisi, İsrail bandıralı Afrika’dan kömür taşıyan dev gemiye karşı eylem gerçekleştirdi. Şişme botlarla gemiye yaklaşan ve ip merdiven kullanarak gemiye çıkan eylemciler, yanlarında getirdikleri ve üzerlerinde “Kömür Öldürür” yazan bayrakları gemi direğine astıktan sonra kendilerini de bu direğe zincirledi. Eylemciler, İsrail Deniz Kuvvetleri gemiyi sardıktan ve sonra deniz polisi gelip kendilerini tutuklayıncaya kadar eylemlerini saatlerce sürdürdü. Greenpeace Akdeniz’in İsrail’de süren kömür ve nükleer karşıtı kampanyalarının bir parçası olarak benzer bir eylemle bir yıl önce, aralarında iki Türkün de bulunduğu çok sayıda Greenpeace eylemcisi, yine İsrail’de Aşkelon termik santralinin çalışmasını durdurmuşlardı.
Meksika Körfezinde BP petrol Platformunun batması sonucunda yaşanan çevre felaketinin etkisi Atlantik ötesinde görülmeye başladı. Avrupa Komisyonu Enerjiden Sorumlu Komiseri Günther Oethinger, Avrupa Birliği sınırları dahilindeki denizaltı petrol aramalarında erteleme istedi. Daha önce Avrupa denizlerinde de Amerika’dakine benzer olayların yaşanması riski resmi makamlarca dile getirilmiyordu. Komiser Oettinger 18 petrol şirketi temsilcisiyle 14 Temmuz’da Brüksel’de bir toplantı yapacak. Toplantıda teknoloji yeterliliği ve güvenlik konuları masaya yatırılacak. Lizbon’da bulunan Avrupa Birliği Deniz Güvenliği Ajansı‘nın yaptırım yetkilerinin arttırılması da toplantı çerçevesinde gündemde olacak. Esas güvenlik sorunu ise gözden kaçıyor. Petrol’ün kendisi... çıkartılıp yakılması geleceğimizi karartıyor, kıyıları kaplayan ziftten daha beter.
'Nükleer silahsız bir dünya' için çalışma taahhüdünde bulunan ABD Başkanı Barack Obama'nın, İsrail ile nükleer işbirliğine onay verdiği iddia edildi. Jerusalem Post gazetesinin iddiasına göre Amerika, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nı (NPT) imzalamamasına rağmen İsrail'e nükleer enerji üretimi için gerekli olan teknoloji sağlama garantisi verdi. Üye ülkeler üzerinde bağlayıcılığı olan NPT anlaşmaya taraf olmayan ülkelerle nükleer konularda işbirliği yapılmasını yasaklıyor. Nitekim NPT üyesi ülkelerden sadece ABD kendisinin dünyaya dayattığı bu maddeyi hiçe sayarak İsrail ile nükleer alanda işbirliği yapıyordu. Geçtiğimiz ay BM’nin diğer dört daimi üyesi Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle İran’a karşı yaptırım kararı çıkartan ABD’nin İsrail’le nükleer işbirliği yapma kararı, Ortadoğu’yu nükleer silahlardan temizleme çağrısı yapan Barack Obama’nın politikasıyla çelişiyor.
Güneş enerjisiyle çalışan "Solar Impulse" adlı uçak, 26 saatlik deneme uçuşunu başarıyla tamamladı. Kanatlarındaki güneş panelleri sayesinde güneş enerjisini depolayabilen uçak karanlıkta dahi yakıtsız uçabiliyor. Yedi yıldır, sadece güneşten aldığı enerjiyle uçarak dünyanın etrafını dolaşan bir uçak tasarlayabilmek için çalışan İsviçreli araştırmacılar bu amaçlarına çok yaklaştı. Güneş enerjisiyle çalışan "Solar Impulse" adlı prototip uçak, 26 saatlik deneme uçuşunu tamamlayarak yere başarıyla indi. 12 bin güneş paneliyle çalışan ve kanat genişliği 63 metre olan uçak gece uçuş kapasitesinin test edildiği uçuş için çarşamba günü öğle saatlerinde İsviçre'deki Payerne pistinden havalanmıştı. Solar Impulse ekibinin bundan sonraki hedefi, uçağın 2013 yılında beş etapta dünyanın çevresini dolaşması.


Nükleer programı ile Batı'nın tepkisini çeken İran, bir adım daha atıyor ve ilk nükleer santralini açıyor. Santralin 3 ay içinde açılması planlanıyor. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, santralin açılmasında dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğini belirtti ve eylül ayında elektrik üretimini planladıklarını kaydetti. Santrali bitirmek üzere İran ile anlaşma imzalayan Almanya, 1979'daki devrimin ardından tek taraflı olarak anlaşmayı iptal etmişti. Almanya'nın durdurduğu inşaatın devamı için İran ile Rusya arasında 1994'te anlaşma imzalanmış ve inşaat çalışmaları ertesi yıl başlamıştı. Rusya, santrali 1999'da hizmete açılacak şekilde tamamlamayı taahhüt etmişti. Rusya, taahhüdündeki 11 yıllık gecikmeyi teknik nedenlere bağlıyor. Türkiye de aynı iple kuyuya inmeye çalışıyor... ancak karşılaşacağı sadece nükleer atıklar, kanser riski, pahalı enerji, Rusya’ya bağımlılık ve nükleer felaket riski... Güneş ve Rüzgar ne güne duruyor?

Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısının yarattığı çevre felaketinden sonra, Bulgaristan Karadeniz’den Ege’ye petrol boru hattı projesiyle artık ilgilenmediğini açıkladı. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borissov Financial Times ile yaptığı röportajda projenin çevreye etkisi konusundaki bir çalışmanın sonuçlarını gördükten sonra Bulgaristan’ın Rusya ve Yunanistan ortaklığı ile hayata geçirmeye hazırlandığı projeden vazgeçtiğini söyledi. Karadeniz’deki Burgaz ile Ege sahilindeki Aleksandropolis arasında 285 km uzunlukta olması planlanan boru hattı ile kalabalık Boğazlar’daki tanker trafiğinin azaltılması amaçlanıyordu. Fakat gerçek sorun trafik değil, boru hatları değil petrole olan bağımlılık. Yenilenebilir enerjiye geçersek bunların hepsi toptan çözülecek.

Ancak ne yazık ki Meksika Körfezi’ndeki petrol felaketinin etkileri her geçen gün artıyor. Bir grup bilimadamı ve Louisiana’dan bazı şirketler, en hassas bölgeleri petrol yiyen mikroplar yardımıyla temizlemeyi düşünüyor. Louisiana Doğal Yaşam ve Balıkçılık Derneği’nden profesör Ralph Portier, yüzlerce galonluk petrol yiyen bakterinin fermentasyonundan sorumlu. Portier, "Louisiana’nın güneyindeki bataklıklarda rastladığımız mikro organizmalar var. Bunları “süper böcekler” diye nitelendiriyoruz. Bu organizmalar petrol yemeyi seviyor" diyor. Yeterli miktarda mikrop bırakırsanız petrol yerler. Petrol bittiğinde de diğer mikroplar onları yer ve böylece ortadan kalkmış olurlar" diyor. Yetkililer, körfeze ellerindeki gereçlerle her hafta 45 bin galon bakteri yayabileceklerini belirtiyor. Bilimadamlarına göre, petrol temizlendikten ve plajlar tamamen arındırıldıktan sonra, doğa, bu felaketi de atlatma yollarını bulacak. Petrol yetmedi, bu teknolojik çözümlerle ekosistemi daha da bozacağız gibime geliyor…

Petrol şirketi BP'nin Meksika Körfezi'ndeki Deepwater Horizon adlı petrol platformundan 77 gündür denize sızan yüz milyonlarca varil ham petrol, tüm dünyayı çevre konusunda yeniden düşünmeye ve harekete geçirmeye sevk etti. 77 günlük bir zarar tablosu çıkarmaya kalkarsak; Körfeze sızan petrol miktarı 7.1 milyon varil olarak tahmin ediliyor. Körfez'in 24 bin kilometrekarelik alanı petrole bulandı. Patlamada ve 2 kişi çevre felaketiyle bağlantılı olmak üzere toplam 13 kişi hayatını kaybetti. ABD'de 8 Milli Park tehdit altında. Felaketten 95 bin kişi ve işletme mağdur oldu ve bölgede 400 canlı türü yaşam mücadelesi veriyor.

Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketinin, BP şirketine şimdiye kadarki maliyeti 3,12 milyar doları buldu. BP şirketi yürüttüğü temizlik operasyonuna 44 bin 500 kişinin katıldığını bildirirken, petrol akışının durdurulması için yeni yöntem arayışını sürdürüyor. "Balina" adlı Tayvan bandıralı dev bir tankerle Meksika Körfezi'ndeki suyu temizleme çalışmalarına başlandı. İngiliz basınında yer alan haberlere göre, dev tanker, petrollü suyu çekip temizleyecek ve tekrar körfeze bırakacak. Deneme aşamasındaki aracın günde 80 milyon litre deniz suyunu arıtabileceği bildiriliyor. Benzeri araçlar halen kullanılmakla birlikte bu kadar büyüğü ilk kez denenecek. Kıyı şeridinde de temizlik görevlileri özellikle plaj ve bataklıklara yayılan zift topaklarını ayıklamaya çalışıyor.
Körfezde, petrolü temizleme çalışmalarının yanısıra orada yaşayan canlıları da kurtarmak için büyük bir mücadele var. Çünkü Meksika Körfezi'nde yaşayan birçok hayvan nesli tükenme riski altında. Kurtarma ekipleri, binlerce kuş, kaplumbağa ve yunus balığını Körfezdeki petrol sızıntısından kurtarmayı başardı. Oceana adlı hayvanları koruma örgütüne göre 20 Nisan’dan beri 300 kaplumbağa ölü ya da yaralı olarak bulundu. Yetkililer, Meksika Körfezi’nde beş kaplumbağa türünün yaşadığını, bunlardan üçünün neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. Ölen canlılar arasında şişe burunlu yunuslar da var. Çok sayıda kuş da ne yazık ki hızla ölüyor. Körfezdeki birkaç ada, 3 bin 400 kuşun doğal yaşam alanı; ilkbahar ve sonbaharda da 1 milyon 800 bin kuşun göç yolları bu adalar üzerinde.

Yaşanan bunca acı deneyimden sonra ABD Başkanı Barack Obama, güneş enerjisinden daha fazla yararlanmak amacıyla bu sektöre 2 milyar dolar kaynak ayırdıklarını, anlaşmaya vardıkları "Abengoa Solar" adlı şirkete 1.45 milyar dolar, "Abound Solar" adlı şirkete ise 400 milyon dolarlık kredi kullandıracaklarını söyledi. Bu proje sayesinde ABD'de dünyanın en büyük güneş enerjisi santralinin kurulacağını ve 5 bin kişilik istihdam yaratılacağını da söyledi. Bütün bunlar olurken Türkiye hala sonu gelmez saçma nükleer santral tartışmaları ile zaman kaybediyor. Acilen geride kalmamak için yüzümüzü güneşe dönmemiz gerekiyor.

Polonya ile ABD, revize edilmiş füze savunma kalkanının yürütülmesi için anlaşma imzaladı. Anlaşma, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerden gelebilecek tehditlere karşı Polonya topraklarında Amerikan füzelerinin konuşlandırılmasını öngörüyor. Füze kalkanı sistemine Rusya'nın muhalefetini yatıştırmak için de ABD, "Bu tamamen bir savunma sistemidir. Rusya'ya yönelik değildir. Rusya'yı tehdit etmez. Bu, dostlarımızı, müttefiklerimizi ve savunma güçlerini korumak için hazırlanmış bir savunma sistemidir" diyor. ABD yılda 660 milyar dolar savaşa bütçe ayırırken bunu 100 milyar dolar ile Çin izliyor. Dünya’da füze savunma sistemleri yerine barışa yatırım yapsak çoktan dünya ile de barışmıştık.

Meksika Körfezi'nde yaklaşık 2.5 aydır devam eden petrol sızıntısını durdurmak için Rusya’dan dehşet verici bir öneri geldi. Eski Sovyet Nükleer Enerji Bakanı ve fizikçi Viktor Mikhailov, Moskova'daki Stratejik İstikrar Enstitüsü'nde yaptığı konuşmada, "BP daha ne bekliyor bilmiyorum. Boşa zaman harcıyorlar. Yalnızca 10 tonluk bir nükleer bomba sorunu çözer" dedi. ABD'nin 1960 ve 1970'li yıllarda nükleer enerji programını yöneten isimlerden Milo Nordyke da, nükleer bomba önerisini destekledi ancak bombanın daha güçlü olması gerektiğini söyledi. Nordyke, Hiroşima'ya atılan atom bombasının iki katı kuvvetteki 30 tonluk bir bombanın kullanılması gerektiğini belirtti. Nordyke, bombanın sızıntının olduğu kuyuya yakın başka bir kuyuda patlatılması gerektiğini, böylece ortaya çıkacak ısının etraftaki kayaları eriterek deliği kapatacağını söyledi. BP sözcüsü de, "Birçok insandan birçok öneri geliyor. Bazılarını ciddiye alacak kadar iyi buluyoruz ancak bu onlardan biri değil" diye konuştu. Nükleer bomba patlatmak konusunda BP ile hem fikir olmak zor da olsa yaptıklarından sonra... iki yanlış, bir doğru etmez.
Dünyamızın daha fazla zarar görmesine engel olmak için siz de http://nukleer.greenpeace.org adresinden Greenpeace’e destek verebilirsiniz.


Dünyada, 1970’li yıllardan beri büyük bir kalabalığın katılımıyla gerçekleştirilen ve ülkemizde de özellikle İstanbul’da her ayın son Cumartesi günü saat 17.00’de yapıldığını duyurduğumuz ve amacı, otomobillerin kent ve doğa için bir felaket olduğunu göstermek olan Critical Mass etkinliği artık İzmir’de de hayata geçiyor. Konak Meydanı’nda Saat Kulesi önünde buluşan İzmirli bisikletçiler, etkinliğin ruhuna uygun olarak trafik yoğunluğuna, araçların kentte kurduğu egemenliğe, küresel ısınmaya karşı pedal çevirdi. İzmir’deki ilk etkinlik, geçtiğimiz günlerde Ankara’da antrenman yaparken bir aracın çarpmasıyla yaşamını yitiren lisanslı bisiklet sporcusu Çağatay Avşar anısına yapıldı. Bisiklete özgürlük, geleceğe yatırım... BP ve diğer petrol devlerinin zararlarına karşı benzin değil pekmez ve pedala kuvvet.

İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki, Batılı ülkelerle görüşmelerin ertelenme kararının olası uranyum takasını bağlamadığını açıkladı. İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki, düzenlediği basın toplantısında, ''Cumhurbaşkanı Ahmedinejad tarafından görüşmelerin ramazan ayı sonuna kadar ertelenmesi konusu sadece 5+1 yani BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya ile yapılan müzakereleri içeriyor'' dedi. Takas konusundaki müzakerelerle, 5+1 müzakerelerinin farklı şeyler olduğunu belirten Mutteki, İran'ın Haziran başında Viyana Grubunu oluşturan ülkelerin gönderdiği mektuba yanıtının da hazırlanmakta olduğunu kaydetti. Ahmedinejad, dün Tahran'da gazetecilere yaptığı açıklamada, görüşmeleri birkaç hafta erteleme kararının amacının, ''Batıyı başka uluslarla diyalog kurma teamülünü ve nezaketi öğretmek için cezalandırmak'' olduğunu söylemişti. ABD veya İran, hiç kimsenin gezegenimizi nükleer tehlikenin içine atmaya hakkı yok.

Ekonomik krizi acaba çözüm mü? G20 zirvesinde, bağımsız İklim Değişikliği Komisyonu parlamentoya bir ilerleme raporu sundu. Sunduğu raporda, ekonomik kriz nedeniyle İngiltere'de, küresel ısınmanın nedenleri arasında gösterilen sera gazı salımlarının geçen yıl yüzde 8,6 oranında düştüğü belirtiliyor. Raporda, ekonomik toparlanma sürecinin bu eğilimi tehdit ettiği, karbon salımları hedeflerinin tutturulabilmesi için politika değişikliğine ihtiyaç duyulduğu da belirtiliyor. Demek ki iklim değişikliği ile mücadelenin en temel yolu tüketmemek. Tükettikçe gezegeni de tüketiyoruz. Ekonomiyi artık tüketime değil, doğanın korunmasına ve yaşam kalitesine bağlamanın zamanı geldi de geçiyor.

Greenpeace, Japonya'daki balina avcılığına karşı çıkan iki eylemcisine destek olmak amacıyla İsviçre Alplerinde bir eylem gerçekleştirdi. Onsekiz ay hapsi istenen iki eylemcisinin adil yargılanmasına çağrıda bulunma amacıyla, Japon turistlerin yoğun bulunduğu bir bölgede şişme bir balina havalandırdı ve afişler astı. Davalı iki Greenpeace eylemcisi 2008 yılında Japonya’daki bir balina eti yolsuzluk skandalını ortaya çıkarmış ve balinaların bilimsel amaçlı avlandığı savını çürütmüştü. Mahkeme kararını Eylül ayında açıklayacak.

Brezilya'da yüzlerce ölü penguen sahillere vurdu. Bilim insanları, olayın nedeninin tam olarak bulunamadığını, yapılan otopsilerde kuşların midelerinin hemen hemen boş olduğunun görüldüğünü belirtti. Sao Paulo eyaletindeki Peruibe, Praia Grande ve Itanhaem plajlarına son 10 gün içerisinde yaklaşık 500 ölü penguen vurdu. Penguenlerin büyük bölümünün, Arjantin, Şili ve Falkland Adaları’ndan, sıcak sularda yiyecek bulmak için kuzeye göç eden Magellan penguenleri olduğu belirtildi. Bilimciler bu olaya kuvvetli akıntıların mı, suların ısınmasının mı, insan faaliyetlerinin mi yol açtığını araştırıyor.

AB dışişleri bakanları, gelecek hafta başında yapacakları toplantıda, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla yetinmeyerek İran'a ilave yaptırımları görüşecek. AB devlet ve hükümet başkanlarının 17 Hazirandaki zirvesinde, İran'da petrol ve doğalgaz üretimi başta olmak üzere birçok hayati sektörde yaptırım üzerinde uzlaşılarak, detayları dışişleri bakanlarına bırakılmıştı. Üye ülkelerin üzerinde çalıştığı ek yaptırımlar karar taslağında, "ticaret, mali hizmetler, enerji ve taşımacılık alanlarında yeni kısıtlamalar yanında özellikle İran Bankaları, Devrim Muhafızları ve İran Gemi Nakliyat şirketinin ilave varlıklarının dondurulması ve vize yasağı getirilmesini içeren kapsamlı ve güçlü bir önlemler paketinden " bahsediliyor. AB ülkelerinin onaylamaya hazırlandığı ilave yaptırımlar arasında, İran'ın petrol ve doğalgaz sektörüne yeni yatırım, teknik destek ve teknoloji transferinin yasaklanması da bulunuyor. Iran’ın nükleere yatırım yapması en az bizim yatırım yapmamız veya Amerika’nın nükleer bombaları kadar yanlış, ama peki ambargo sonuç getirecek mi... bundan nükleeri zaten istemeyen suçsuz halk nasıl etkilenecek.

Meksika Körfezi'ni etkisi altına alan Alex Kasırgası petrol sızıntısını temizleme çalışmalarını olumsuz etkiledi. Körfez'deki şiddetli rüzgar ve dalgalar nedeniyle temizleme çalışmalarının bazıları iptal edildi. Ancak sızan petrolü, denize yayılmadan tahliye etmeye yönelik temel faaliyetler devam ediyor. Yetkililer Alex kasırgasının sızıntıya neden olan petrol platformunun yaklaşık yüz kilometre yakınından geçeceğini, dolayısıyla oluşacak dalgaların buradaki çalışmaları da olumsuz etkileyeceğini belirtiyor. Bu nedenle sızıntının yayılmasını önleme faaliyetlerinin bir hafta kadar ertelenebileceği tahmin ediliyor.?
ABD, Meksika Körfezi’nde BP’nin petrol platformundaki sızıntıyı önleme ve petrolü temizleme çalışmalarında, 12 ülkenin ve uluslararası kuruluşların 22 yardımı teklifini kabul edeceğini açıkladı. Şimdiye kadar ABD’ye 27 ülkenin yardım teklifinde bulunduğu bildiriliyor. BP’nin işlettiği “Deepwater Horizon” adlı platformda, 20 Nisanda 11 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama meydana gelmiş, iki gün sonra da bu platforma bağlı, denizin 1500 metre altındaki kuyudan, suya günde en az 60 bin varil ham petrol karışmaya başlamıştı. Şirket, denediği çeşitli yöntemlere rağmen felaketi önlemede başarısız oldu.

Kulağa çılgınca geliyor, ama bilim insanları, Pacific okyanusundaki 44 milyon kilo plastik atığı alıp bunu tamamı ile plastikten ve Hawaii adası büyüklüğünde bir 'Geri Dönüşüm Adası' inşa etmeyi planlıyor. Pacifik Okyanusu halihazırda dünyadaki en fazla plastik atığı barındırıyor. Okyanus akıntıları plastik atıkları dev bir deniz çöplüğü haline getiriyor ve bu atıklar deniz yaşamı için ölümcül bir tehlike teşkil ediyor. Kurulacak adanın ve 500 bin sakinin enerjisi güneş ve dalgalardan sağlanacak. Projenin bir sözcüsü, "Burada üç amaç var: Okyanuslarımızı bu devasa plastik atıktan kurtarmak, yeni bir ada yaratmak ve sürdürülebilir bir yaşam alanı inşa etmek" diyor. Yüzer adanın üzerinde bir şehrin yanı sıra büyük bir tarım alanı planlanıyor. Hadi diyelim yapılabildi ama baştan bu atıkları oluşturmasak daha iyi değil mi! Karalar bitti şimdi denizleri de yüzen adalarla işgal etmeyi planlıyoruz.


AĞUSTOS
Vejetaryen beslenmenin anlam ve gerekliliği son haftalarda özellikle de Almanya'da yoğun tartışmalara konu oluyor. Hayvancılığın yer yer dehşet verici karanlık yanlarını konu alan bir kitap, tartışmayı daha da kızıştırdı. Bugüne kadar romanları ile büyük başarı kazanan ABD’li yazar Jonathan Safran Foer, “Hayvanları Yemek” adlı son kitabıyla endüstrileşmiş hayvancılığın ve kesimin dehşeti gözler önüne seriyor. Yapılan araştırmalara göre, insanların neden olduğu ve sera etkisi yapan gazların emisyonunun en az yüzde 18’i bazılarının iddialarına göre yüzde 51'i, büyük çapta hayvancılıktan kaynaklanıyor. Bu daha önce de dile getirilmiş bir gerçekti, ancak günümüzde mesaj daha geniş kitlelere daha kolay ulaşıyor ve günümüzdeki et tüketiminin, çevreye aşırı zarar verdiği giderek daha geniş bir kitle tarafından kabul görüyor. Haftalık “Die Zeit” gazetesinden Iris Radisch, yazdığı makalesinde “Et yemek, araba kullanmaktan da kötü” ifadesine yer veriyor ve okurlarına “Acaba binyıllardır normal kabul edilen bir şey, aslında inanılmaz bir haksızlık mı?” sorusunu yöneltiyor. Et yemek gezegene zarar veriyor, hayvanlara acı çektiriyor.
Sağlıklı beslenme bilinci, sorumluluk duygusu ve ahlaki bir yaklaşımın yanı sıra, bazıları için vejetaryenlik lezzetli bir seçim. Alman Vejetaryenler Birliği Başkanı Sebastian Zösch, “lezzetin” vejetaryenler için de giderek ağır basan bir etken haline geldiğini ve bu nedenle de vejetaryen bir fuar düzenlemeye başladıklarını söyledi. Zösch, fuarın adının Veggie World, yani bir anlamda vejetaryen dünyası, alt başlığın ise “Sürdürülebilir Lezzet Fuarı” olduğunu belirtip, burada hem doğal kaynakları itinalı bir şekilde kullanma felsefesini, hem de damak zevkini aynı çatı altında bir araya getirmeye çalıştıklarını ifade etti.

İran, Buşehr nükleer santraline nükleer yakıt koymaya başlayan Rusya'ya ortak uranyum zenginleştirelim teklifinde bulundu. Tahran gelecekte inşa edeceği 20 kadar nükleer santral için de uranyum zenginleştirme tesislerini Rusya ile birlikte kurmak istiyor. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Akbar Salihi, İran Press TV'de yaptığı açıklamada, "Rusya'ya ortak nükleer yakıt üretilmesi ile ilgili teklifimizi ilettik. Moskova şimdi bu öneri üzerinde çalışıyor" dedi. Salihi daha önce de, Rusya ile Buşehr için 10 yıllık nükleer yakıt anlaşması sağladıklarını, önümüzdeki 30-50 yıl için santralin ihtiyacını karşılayacak yakıtı kendilerinin üretmesinin zorunlu olduğunu söylemişti. Moskova, İran'ın önerisi ile ilgili henüz karar vermiş değil. İran zenginleştirme çalışmalarını yüzde 20'ye kadar çıkardığını ve yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş 25 kilogram uranyum ürettiklerini açıkladı.

Dünyanın en büyük nükleer kazasının meydana geldiği Çernobil'de çalışan bilim adamları DNA'larındaki değişikliğe bakarak, hangi canlı türlerinin radyoaktiviteden daha fazla etkileneceğini belirlemenin mümkün olduğunu ortaya çıkardılar. Buna göre, bazı canlıların DNA'sı çevre felaketlerinden daha kolay etkileniyor. Bu da, ileride hangi canlı türlerinin azalacağı, hatta neslinin tükenebileceği konusunda fikir veriyor. On yıldan fazla süredir Çernobil'de araştırma yapan bilim insanları, bulgularını eski nükleer santral civarında, radyoaktif kirlenme oranı yüksek olan bölgede inceledikleri böcek, kuş ve memeli hayvanlara dayandırdı. Araştırma için canlı türlerinin DNA'sı ile ilgili mevcut veriler kullanıldı. Uzun mesafe kateden gözalıcı renklerdeki göçmen kuşlar, etkilenme olasılığı yüksek türler arasında. Bunun nedenlerinden biri, bu türlerin DNA'larını tamir yeteneğinin az olması. South Carolina Üniversitesi'nden Profesör Tim Moussou ile Paris'teki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nden Dr. Anders Moller öncülüğündeki araştırmanın sonuçları, evrim biyolojisini konu alan Journal of Evolutionary Biology dergisinde yayımlandı.

Küresel ısınmayı engelleyecek bir formül arayan bilim insanlarının yeni icadı, "kuru su" oldu. Yüzde 95’i sudan oluşan bu madde, su taneciklerinin silika kumuyla kaplanmasından elde ediliyor. Görünüşü pudra şekerini andıran "kuru su"yun küresel ısınmanın ana kaynağı karbondioksitin emilimi ve depolanmasında çığır açacağı söyleniyor.
Amerikan Kimya Derneği’nin Boston’daki toplantısında tanıtılan bu su içilemiyor, ancak sanayide kullanılmasıyla çevre dostu bir üretime yol açacabilir. Profesör Andrew Cooper ve Ben Carter, kuru suyun kullanımıyla sanayide ortaya çıkan pek çok kimyasal reaksiyonun da kaybolacağını savunuyor. Teknolojik çözümler bazen sorunu daha da büyütür umalım bu icat hayırlı olur.

Küresel ısınma, su kaynaklarının azalması, sel, fırtına gibi çevre felaketleri dünyaya ne kadar zarar verdiğimizi ortaya koyuyor. Bu konuda bilinçlendikçe çevreye olan duyarlılığımız da artıyor. Son dönemde çevreyi koruma alanında en fazla yol kat ettiğimiz konulardan biri plastik poşet kullanımı. Yapılan araştırmalara göre dünya çapında her yıl 1 trilyon poşet kullanıldığı tahmin ediliyor. Bu durum çevre için büyük bir felaket. Çünkü bir plastik poşetin doğada tümüyle yok olması yüzlerce, binlerce yıl alabiliyor. “Poşetler geri dönüştürülebilir” dense de plastik poşetlerin sadece yüzde 1’lik bir kısmı dönüştürülebiliyor, geri kalan yüzde 99’u kirlilik yaratıyor. Birçok firma, müşterilerine oxo-bio-çözünür plastikten üretilmiş poşetler veriyor. Oxo-bio-çözünür poşetin raf ömrü dolduğunda oksijen ile plastiğin yapısı bozuluyor. Isı, ışık, nem ve rüzgar gibi etkenlerle bu süreç hızlanarak poşet minik parçalara ayrılıyor. Ancak uzmanlar bu poşetlerin gerçekten çevre dostu olmadığını söylüyor. Plastik poşet yerine file ve bez torba kullanmak aslında en doğru seçim. www.beztorbakullananlar.com adlı sitede ilginç haberler var: Paris’te naylon torba kullanımı 2009’da yasaklandı. 2011 itibarıyla bütün ülkede yasaklanması planlanıyor. New York’ta 5 bin metrekareden büyük ya da beşten fazla şubesi olan mağazalara plastik torba geri dönüşüm kutusu yerleştirmek zorunlu. Ayrıca geri dönüşümü olmayan plastik poşet kullanımı yasak. Bunlar San Francisco, Oakland ve Kaliforniya’da alışveriş merkezleri ve eczanelerde kullanılmıyor. Hindistan’da Yeni Delhi ve Bombay dahil dört bölgede naylon torba, Tayvan’da plastik çatal-bıçak yasak. İrlanda’da plastik torba kullanmak isteyen, 20 cent vergi ödüyor. Güney Afrika’da ince torba yasak, geri dönüşümlü olanlar serbest. Çin plastik poşetleri ücretli yaptı yılda 37 milyon varil petrol tasarrufu yapıyor. Uganda ince naylon poşetler yasak, kalın poşetler ise vergi ödenerek kullanılabiliyor. Kenya ve Ruanda’da ise 2008’de naylon poşet yasaklandı. Ülkemizde de bazı belediyelerde yasaklama girişimleri başladı ve bez torba kullanımına ilişkin çalışmalar var. Bu çalışmaların artık bütün ülke geneline yayılması ve bir an önce uygulamaya konulması gerekiyor.

Sıra geldi her ayın son Cuma günü sizlere hatırlatacağımızı belirttiğimiz etkinliğe; Yarın, tüm bisikletliler ve diğer tüm motorsuz araçlar için Critical Mass günü. Dünyada, 1970'li yıllardan beri büyük kalabalıkların katılımlarıyla gerçekleştirilen Critical Mass, ülkemizde de İstanbul ve İzmirde uygulanıyor. Yine kısaca özetlemek gerekirse, Critical mass Türkçe’de “kritik çoğunluk” anlamına geliyor ve her ayın son cumartesi günü yapılıyor bu etkinlik. Critical Mass bir protesto değil, sadece insanların hep birlikte bisiklete bindiği bir kutlama ve bütün motorsuz araçlara açık...
Critical Mass İstanbul için buluşma yeri Göztepe Parkı saat 17:00
Critical Mass İzmir için buluşma yeri Konak Meydanı saat 17:00 ?

Greenpeace Esperanza yani Umut gemisi petrolle mücadele için çıktığı yolculukta Kuzey Buz Denizi’ne ulaştı. Esperanza, dünyanın bu en hassas alanlarından birinde tehlikeli petrol çıkarma faaliyetleri içinde bulunan İngiliz Cairn Enerji adlı şirketten alandan çekilmesini talep etti. Cairn Enerji şirketi şu anda Grönland'ın Batı kıyısı açıklarında iki petrol kuyusu açıyor. Eğer amacını gerçekleştirirse, mavi balinaları, kutup ayıları ve göçmen kuşları ile bilinen Kuzey Buz Denizi, petrol şirketleriyle dolup taşabilir. Şirket, Ekim ayı bitmeden iki kuyu daha açmayı planlıyor. Esperanza'da gezegeni düşünenler, Cairn'den bu riskli petrol çıkarma projesinden tamamen vazgeçmesini istiyor. Esperanza'nın Kuzey Buz Denizi'ne ulaşmasıyla Danimarka bölgeye bir savaş gemisi gönderdi ve bahriye eğer Esperanza her bir sondaj kulesini çevreleyen 500 metrelik güvenlik sahasını geçerse kaptanının tutuklanacağı konusunda uyardı. Donanma petrol kuyularını koruyor peki gezegeni ve doğayı kim koruyor?
İklim değişikliği şu anda milyonlarca insanı dünyanın dört bir yanında etkiliyor. Ama petrol şirketleri karşı karşıya olduğumuz bu gerçeği reddediyor. Petrol, dünyanın neresinde olursun olsun, hayatımızı tehdit ediyor. Meksika Körfezi dünyanın en hassas ekosistemlerinden birine ev sahipliği yapıyordu. Kuzey Buz Denizi'nde olduğu gibi dünyanın pek çok denizinde derinlerde petrol arandığı gibi Karadeniz'de de bir petrol platformu bulunuyor. Benzer bir felaketin Sinop kıyılarında olmayacağının garantisini kim verebilir? Petrole tanınan bu ayrıcalıklara "dur" demeli. Ne Karadeniz, ne Kuzey Buz Denizi, ne de Akdeniz bunu haketmiyor, hükümetler, petrolü değil petrol tüketimini azaltacak teknolojileri teşvik etmeli, yenilenebilir enerjiye yönelmeli.

Danimarka’nın başkenti Kopenhag'daki bir otel, bir yandan müşterilerinin sağlıklı kalmasına yardımcı olmak ve diğer yandan da aynı müşterilerin yarattığı “karbon ayak izlerini” ortadan kaldırmak için “elektrik kampanyası” başlattı. Buna göre, otelin jenaratörlerine bağlanmış kondüsyon bisikletlerini kulanarak 10 watt elektrik üreten müşteri otelden bedava yemek kazanmış oluyor. Bu da müşterilerin en az 15 dakika pedal çevirmesi anlamına geliyor. Otel sözcüsü Frederikke Toemmergaard, 10 watt elektrik üreten müşterilere 36 dolarlık yemek fişi verildiğini açıkladı.Toemmergaard, kondisyon bisikletlerinin üzerinde, müşterilerin bedava yemeği hak edip etmediklerini, yani 10 watt üretip üretmediklerini gösteren elektrik sayaçları bulunduğunu söyledi. Kopenhag’da yaşayanların yüzde 36'sının her gün bisikletle işe gidip geldiğini hatırlatan Frederikke Toemmergaard, kampanyanın da bu gelenekten esinlenerek ortaya çıktığını belirtti. Hem sağlık hem enerji, darısı bizim otellerimizin başına.

Türkiye, geleceğin karbon piyasaları için ilk adımını attı; 7 Haziran’da Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğ ile Türkiye’de ‘karbon sicili’ uygulaması başladı. Uygulama, gönüllü karbon piyasalarının kayıt altına alınmasını sağlayacak. Gönüllü ve zorunlu olarak ikiye ayrılan karbon piyasası, iklimi değiştiren sera gazlarının denetim altına alınmasına yönelik karbon sertifikalarının alınıp satıldığı piyasa olarak ifade ediliyor.
2009’da Kyoto Protokolü’ne taraf olan Türkiye, 2012’ye kadar olan ilk yükümlülük döneminde zorunlu karbon piyasasına giremiyor ancak bu mekanizmalardan bağımsız işleyen gönüllü karbon piyasasına giriş için ilk adım, yayınlanan tebliğ ile atıldı. Tebliğ ile Gönüllü Karbon Piyasalarına yönelik geliştirilen ve yürütülen projeler kayıt altına alınacak ve Çevre Bakanlığı’nın elektronik kayıt sistemine işlenecek.
Şimdi Ulusal karbon sicili, kayıt için ilk karbon projelerini bekliyor. Şu ana kadar Türkiye’den halka açık kayıt sistemlerinde kayıtlı 109 gönüllü karbon projesi bulunuyor. Geliştirilen projelerin 50’sinin HES, 49’unun rüzgar santrali, 6’sının termik, 3’ünün jeotermal, birinin biyogaz projesi olduğu ifade ediliyor. Karbon üretmemek tabii ki çevre açısından iyi olacak anlamına gelmiyor. Bunun dışında çevresel ve sosyal kriterler de önemli.

Testbiotech tarafından evcil hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırmada süt, iç organlar ve kas gibi dokularda Genetiği Değiştirilmiş Bitkilerin yani GDO’ların DNA parçaları tespit edildi. En son, Nisan 2010’da İtalya’daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulduklarını rapor etmişlerdi. Keçilerde görüldüğü gibi bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da ne yazık ki GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı. Bu vakalar ilk kez görülmüyor; bundan birkaç yıl önce, GDO’lu mısır DNA’sı bu mısırlarla beslenen domuzlarda görülmüştü. Ayrıca, balıklarda da GDO’lu bitki DNA’larına rastlanmaya başlandı. Testbiotech’den Christoph Then “DNA inceleme yöntemleri geliştikçe GDO’lu ürünlerin DNA’larını vücüdumuzda daha fazla bulmaya başlıyacağız” dedi. Geçmişte, Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı (EFSA) GDO’lu bitkilerin DNA’larının izlerinin hayvanlarda görülemeyeceğini iddia ediyordu; fakat bundan yıllar sonra günümüzde bitki DNA’ları bağırsakta tamamıyla parçalanmadığı ve bu yüzden iç organların yapısında, damarda ve hatta farenin sperm hücrelerinde bile bulunduğu görüldü. Testbiotech’e göre milyonlarca ton genetiğiyle oynanmış soya, Avrupa’da domuzlara, kümes hayvanları ve büyük baş hayvanlarına besin olarak veriliyor. Birçok uzman bunun ilerde büyük sağlık sorunlarına yol açacağını belirtiyor. Artık mevcut ekonominin sadece şirketlere kâr sağlayan risk sistemi ile değil toplumu düşünen temkinlilik ilkesi ile hareket etmek gerekiyor, doğanın kanunlarına uygun gelişmemiz gerekiyor.

İngiltere'de bir adam, 2008 yılının kasım ayından bu yana parasız yaşıyor. İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, Bristol yakınında organik tarım yapılan bir tarlada, Freecycle hareketinin kendisine verdiği, park halindeki bir karavanda yaşayan 31 yaşındaki Mark Boyle, kendi yiyeceklerini yetiştiriyor, odun sobası yakıyor ve elektriğini, güneş paneliyle üretiyor. Tarlada haftanın üç günü gönüllü olarak çalışan Boyle’un cep telefonu sadece gelen çağrılara açık, bir de güneş enerjisiyle çalışan bir dizüstü bilgisayarı var. Altı yıldır vejeteryan olan Mark Boyle, 2007 yılında, insanları, yeteneklerini ve sahip olduklarını paylaşmaya teşvik eden, şu anda 17 bin üyesi olan, justfortheloveofit.org adresli bir serbest ekonomi internet ağı kurmuş. Boyle, düşük ücretle işçi çalıştırmanın, çevre katliamının, endüstriyel tarımın, hayvanların denek olarak kullanılmasının, doğal kaynaklar yüzünden çıkan savaşların ve dünyadaki neredeyse bütün sorunların parayla ilişkili olduğunu fark etmiş ve o anda paradan vazgeçmeye karar vermiş. Evinden ve işinden vazgeçmiş. Parayla aldığı herşeyin bir listesini yapmış ve bunların yerine ne kullanabileceğini bulmaya çalışmış. Hayatından çok memnun olduğunu ve bu hayata devam edeceğini söyleyen Boyle’un ailesi de bu yaşam tarzını deneyebileceklerini söylüyorlar.

Yeni Zelanda'da 58 balina kıyıya vurarak öldü. Jonah Projesi adlı balina yardım örgütü başkanı Kimberly Muncaster, Yeni Zelanda’nın ıssız kuzey sahiline vuran 15 balinayı kurtarmak için seferber olan gönüllülerin bölgeye ulaştıklarında, daha önce sahile vurarak öldükleri belirlenen 58 balina bulduklarını söyledi. Muncaster, hayatta kalan 15 balinanın ise "oldukça kötü durumda" olduklarını belirtti. Yeni Zelanda, dünyada sahile vurma sonucu meydana gelen balina ölümlerinde birinci sırada yer alıyor. Yeni Zelanda Hayvanları Koruma Daire Başkanlığı verilerine göre Yeni Zelanda sahilinde 1840 yılından beri 5 binden fazla balina ve yunus sahile vurarak öldü.

Akdeniz iklim özelliklerinin bulunduğu doğal ortamlarda kendiliğinden yetişebilen ve bir çeşit kaktüs bitkisi olan frenk yemişi dünyada büyük ilgi görüyor. Az tanınması dolayısıyla, frenk inciri, dikenli incir, mısır inciri gibi isimlerle de anılan frenk yemişinin Türkiye’de ekonomik bir pazarının bulunmamasına karşın, bu incirden İtalya başta olmak üzere İspanya, Yunanistan, Tunus gibi Akdeniz ülkelerinde doğrudan pazara yönelik kültür bitkisi olarak yararlanılıyor. Asıl vatanı olan Amerika kıtasında yer alan bu bitkinin meyvesi dışında, yaprak olarak bilinen yassılaşmış gövdesinden yemeği, salamurası ve reçeli yapılabiliyor, boya çıkarılabiliyor, hayvan yemi olarak kullanılabiliyor ve yamaç arazilerde erozyonu önleyen bir bitki olarak yararlanılabiliyor. Akdeniz sahil şeridindeki çiftçilerin bu bitkiden yararlanamamasını, "önemli bir kayıp" olarak değerlendiren uzmanlar, Organik tarıma en uygun bitkinin frenk yemişi olduğunu söylüyorlar. Ancak herşeyde olduğu gibi frenk yemişinde de şirazeyi kaçırmamak gerekiyor.

Meksika Körfezi'nde BP'ye ait Deepwater Horizon petrol kuyusunda yaşanan, ABD'nin en büyük petrol sızıntısının benzeri felaketlerin tekrar yaşanması an meselesi. Bunun önüne geçmenin tek bir yolu var: kirli petrol gibi fosil yakıtlardan uzaklaşıp, yenilenebilir teknolojilere yönelmek. Greenpeace’in iki gemisi, dünyanın petrol problemiyle mücadele etmek üzere yola çıktı. Greenpeace'in Esperanza gemisi yolculuğunun hedefine 'petrolün ötesine geçme'yi koydu. Esperanza, petrolden uzak bir dünya umuduyla Londra'dan Kuzey Denizi'ne doğru, riskli bölgelerde petrol kaynaklarına ulaşmaya çalışan petrol endüstrisi ile yüzleşmek üzere yolda. Şimdiden etraf karıştı olası bir eyleme karşı Danimarka Özel Harekat Timi kendi petrol kuyuları etrafına özel birlikler yolladı. Esperanza’yı heyecanlı günler bekliyor gibi. Bakalım neler olacak?
Bu arada Arctic Sunrise ise Meksika Körfezi’nde yaşanan felaketin uzun dönemli etkilerini incelemye başladı. Petrol devi BP sonunda sızıntı yapan kuyusunu kapatmayı başarmış olabilir. Ancak bu, Meksika Körfezi'nde yaşanan krizin de kapandığı anlamına gelmiyor. Tam tersi, sızıntının tehlike altındaki yaban hayatı, bölge ekosistemleri ve balıklar üzerindeki etkisi ancak zamanla ortaya çıkacak. Arctic Sunrise gemisinde yer alan bağımsız bilim insanları yüzeydeki planktonlardan Körfez'in tabanındaki mercanlara kadar tüm deniz yaşamını inceliyor.
Dünyanın dümenini petrolün aksi yönüne çevrilmesine yardımcı olmak için Greenpeace Enerji [D]evrimi imza kampanyasına www.greenpeace.org.tr adresinden katılabilirsiniz.

İran'da bir F4 savaş uçağının, ülkenin güneyinde önümüzdeki ay faaliyete geçmesi planlanan bir nükleer santralin yakınına düştüğü belirtildi. Yerel yetkililerden Gholam Reza Keshtkar, yarı resmi bir İran ajansına yaptığı açıklamada uçağın, Buşehr şehrinin 6 kilometre kuzeyine düştüğünü söyledi. Uçağın pilotunun ve yardımcı pilotun uçak düşmeden önce kendilerini kurtardıklarını ve ardından hastaneye ulaştırıldıklarını söyledi. Yetkili başka detay vermedi. İran'ın o türdeki tek nükleer santrali olan Buşehr nükleer santraline bu hafta yakıt doldurulmaya başlanacağı duyurulmuştu.

1950'li yıllarda ABD ile Rusya arasında büyük bir silahlanma yarışı başlamıştı. İki süper güç üst üste nükleer bomba denemeleri yapıyordu. İngiltere gibi ülkeler de bu yarıştan geri durmak istemiyorlardı. Bu çerçevede İngiltere, Avustralya'nın güneyindeki Maralinga çölünde nükleer bomba denemesi yaptı. Ancak bu denemenin görüntüleri tam 60 yıl boyunca sır olarak kaldı. İngiliz asker John Alfred Milsom amatör fotoğraf makinesiyle nükleer bombanın patladığı anı görüntüledi ancak fotoğrafları yayımlamadı. Milsom'un 52 yaşındaki kızı Janette Hoyles ise 60 yıl sonra babasının çektiği amatör fotoğrafları basına sundu. Nükleer bomba denemesinin yapıldığı bölgede oturanlar, Milsom'un çektiği fotoğrafları kanıt göstererek İngiliz Savunma Bakanlığı'ndan tazminat talebinde bulundular. Denemeden yıllar sonra bile bölgede kanser vakalarının ortalamanın üstünde olduğu iddia ediliyor.

İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, ülkesinin nükleer programı konusunda Türkiye ve Brezilya ile yapılan Tahran Deklarasyonu’nun, dünyanın nükleer sorunları çözebileceğini söyledi. Ahmedinejad, İran Press TV ile yaptığı söyleşide nükleer programı konusunda ülkesinin Mayıs ayında Türkiye ve Brezilya ile yayımladığı Tahran Deklarasyonu’nun, çatışmacı tutumları değiştirerek dünyanın nükleer sorularına çözümler getirdiğini ifade etti. Sorunlar dünyaya barışçıl veya değil bir nükleer güç ve bir sürü santral ekleyerek nasıl giderilecek ben anlamadım. Buna rağmen Ahmedinejad, Batı’ya “savaş söylemleri”ni terk etmelerini tavsiye etti ve ülkesinin yolunda devam edeceğini de söyledi. İran, Batı’ya “savaş söylemlerinizden vazgeçin”derken bir yandan da nükleer tesis inşaatlarına devam ediyor. İran'da Atom Enerjisi Kurumu başkanı Ali Ekber Salihi, ülkesinin 2011 yılında yeni bir uranyum geliştirme tesisinin inşaatına başlayacağını söyledi. İnşaatın yerinin şimdilik belli olmasa da hava saldırılarına karşı korunaklı bir bölge olacağını belirtti. İran'ın halihazırda Natanz şehrinde bir nükleer tesisi var ve Fordo şehrinde de bir tesisin inşası devam ediyor. İran, nükleer enerji faaliyetleriyle ilgili olarak, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) çerçevesi dışındaki sorulara cevap vermeyecek.

Rusya’da süren yangınların nükleer kirlilikten etkilenmiş bölgelere yaklaştığını haber veren Tarım Bakanlığı Federal Orman Koruma Ajansı’na bağlı internet sitesinin yayını kesildi. “Roslesozaşita” adlı devlet kurumunun sitesi, Çernobil faciasından etkilenen Bryansk bölgesinde ilerleyen 20 yangının ciddi bir risk doğurduğunu dünyaya duyurmuştu. Siteye dün girmeye çalışanlar, “Sistem hatası” veya “Site teknik nedenlerle erişime kapanmıştır” mesajıyla karşılaştı. Rusya Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu siteyi panik yaratmakla suçlamıştı. Ancak Greenpeace, sitede yayınlanan haberleri uydu görüntülerinden aldığı verilerle doğrulamıştı.

Çin’in Gansu Eyaleti’nde yaşanan heyelan felaketinde bilanço ağırlaşırken, hayatını kaybedenler anısına ülkede yas ilan edildi. Ölenlerin sayısının dün 1239’a yükseldiği kayıp sayısının 505 olduğunu açıklandı. Arama kurtarma çalışmalarına devam ediliyor. Ancak ülkenin kimi kesimlerinde devam eden aşırı yağışlar yeni heyelan felaketlerine yol açmaya devam ediyor.

Endonezya'nın en büyük hayvanat bahçesinde, birçoğu nesli tükenmekte olan türlerden olan hayvanların tümünün hayatı tehlikede. Hükümet tarafından denetim için görevlendirilen Hayvanat Bahçeleri Birliği’nin yetkilisi Tonny Sumampouw, Surabaya hayvanat bahçesinde, önlem alınmazsa ihmal ve yolsuzluk nedeniyle tüm hayvanların 5 yıl içinde öleceğini kaydetti. Yetkililer, Surabaya’da son günlerde de 17 yaşındaki bir Afrika aslanı ve 6 yaşındaki bir Avustralya kangurusunun öldüğünü ve bu şekilde her yıl yüzlerce hayvanın öldüğünü, diğerlerinin de açlık, stres ve kafeslerdeki nüfus yoğunluğu ile mücadele ettiğini, dar ve kirli kafeslerde tutulan 14 Sumatra kaplanının büyük bir risk altında olduğunu ve 20 Komodo ejderi yavrusunun yoğun bakımda olduğunu bildirdiler.

Kolombiya’da yeni bir Amazon maymunu türü keşfedildi. Kolombiya Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi 13 yeni tür grubunu gözlemledi. Ekip, yeni maymun türüne Peru yakınlarındaki Caqueta eyaletinde rastladığı için ‘Caqueta’ adını verdi. Araştırmacılar bu küçük, izole maymun popülasyonunun evleri olan ormanlar kesildiği için risk altında olduklarını söylüyor. Yani yeni keşfettiğimiz bu canlı türünü de kaybetmek üzereyiz.
Kanada'nın Saskatchewan eyaletindeki Grasslands Ulusal Parkı'nda bir çayır köpeğinin vebadan ölmesi, yetkilileri alarma geçirdi. Vebanın parkta koloniler halinde yaşayan diğer çayır köpeklerine de bulaşmış olabileceğini kaydeden Grasslands Ulusal Parkı Doğal Hayat Uzmanlarından Pat Fargey, önlem alındığı için çok düşük ihtimal olmasına rağmen, hastalığın enfekte olmuş hayvanlarla temas eden insanlara geçme riskinin bulunduğunu hatırlattı. Yetkililer, kusma, ishal, grip belirtileri ve karın bölgesinde ağrı hissedenlerin en yakın sağlık merkezine gitmeleri önerisinde bulunuyor. Tehlikenin tamamen ortadan kaldırılması için ne tür bir yol izleneceği açıklanmazken, parkta geniş çaplı bir hayvan itlafının yapılması bekleniyor. Öte yandan en büyük riskin, veba bulaşmış fareler olmasından korkuluyor. Farelerin, vebayı daha geniş bir bölgeye taşıma riski, yetkilileri düşündürüyor.

Peru’nun Amazon bölgesinde kuduzlu yarasalar 500’den fazla kişiye saldırdı, kuduz salgınında 4 çocuk öldü. Peru Sağlık Bakanlığı, kuduzlu yarasaların, ülkenin kuzeydoğusundaki Urakusa köyünde, Aguajun yerlilerine saldırdığını belirtti. Bakanlık yetkilisi Jose Bustamente, Aguajun kabilesine aşı ve gerekli diğer malzemelerin gönderildiğini söyledi. Bustamente, kuduzlu yarasaların ısırdığı 508 kişinin yüzde 97’sinin aşılanmaya başladığını ifade etti.

Rusya Atom Enerjisi Kurumu, İran’ın Buşehr nükleer santral reaktörüne, 21 Ağustos’ta nükleer yakıt doldurmaya başlayacak Rus Atom Enerjisi Kurumu’nun sözcüsü, “21 Ağustos’taki bu işlem, İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk nükleer enerji (elektrik) santralının çalışması için başlangıç olacak” dedi. Rus resmi ITAR-TASS ajansının bildirdiğine göre, daha önce internetten yapılan açıklamada 21 Ağustos’tan itibaren Buşehr santralının faaliyete geçeceği bildirilmişti. Ancak santral 21 Ağustos’tan itibaren hemen çalışmaya başlayamayacak. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi ise, geçen ay yaptığı açıklamada, Buşehr nükleer santralında eylül ayında elektrik üretmeye başlamayı planladıklarını söylemişti.

Greenpeace, BP’nin Meksika Körfezi’nde neden olduğu petrol felaketinin devam eden yıkıcı etkisine dikkat çekmek amacıyla bir internet eylemi başlattı. Denize karışan milyonlarca litre ham petrolün bölgedeki deniz yaşamını büyük ölçüde yok ettiğini ve okyanusun ekosistemine geri döndürülemez zararlar verdiğini hatırlatan Greenpeace, dünya üzerindeki milyonlarca gönüllüsünü, BP’ye ve petrol lobisine karşı hazırlanan internet eylemine katılmaya davet ediyor. Yıllardır BP'nin de aralarında olduğu petrol lobisinin dev oyuncularına yürütülen bu kampanyada, çözüm önerisi de Greenpeace’den; Enerji [D]evrimi Raporu.?Felaketin ilk gününden başlayarak, körfezde yaşanan yıkımı belgeleyen Greenpeace, bölgeye davet ettiği bilim insanlarısyla felaketin çevresel etkilerinin bağımsız değerlendirmesinin yapıldığı bir rapor yayınladı. Şimdi, yapılanları unutturmamak ve BP gibi şirketlerin dünyanın sonunu hazırlamasına engel olabilmek için başlatılan internet eylemine milyonlarca insanın katılması bekleniyor. Eyleme http://bit.ly/enerjidevrimi adresinden katılabilirsiniz.

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon tarafından, dünyadaki çevre kirliliği ve yeşil kalkınma ile ilgili büyük düşünecek ve pratik çözümler üretmek amacıyla oluşturulan ''Küresel Sürdürülebilirlik Paneli üyeliğinde Türkiye'den Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da yer alıyor. Kendisinin yenilenebilir enerjilerden yana Türkiye’de ve dünyada tavır koymasını bekliyoruz. Çalışma Grubu, çevreye zarar vermeden, sürdürülebilir küresel kalkınma ve yoksullukla mücadele konusunda ağırlıklı olarak çalışacak. Panel, 21. yüzyılda dünyanın düşük karbon seviyesine ulaşılmasını da amaçlıyor. Küresel Sürdürülebilirlik Paneli, ilk raporunu 2011 yılının sonunda açıklayacak.?

Günlerdir başta Greenpeace olmak üzere tüm ilgili sivil toplum örgütlerinin, "radyoaktif risk var" uyarılarını reddeden Rusya, kuşkuları bu kez doğrulamak zorunda kaldı. Moskova, ülkeyi saran yangınların Çernobil faciasının kirlettiği bölgelere sıçradığını sonunda itiraf etti. Associated Press haber ajansına konuşan Rusya Greenpeace temsilcisi Vladimir Chuprov, radyoaktif toz bulutlarının Rusya ve bölge ülkelerde yeni bir felakete neden olabileceği uyarısında bulunarak, "Tehlike hala devam ediyor" dedi. Rusya Çernobil'den sızan sezyum ve stronsiyum gibi tehlikeli radyoaktif maddelerle kirlenen ormanlarda başlayan yangınları hala söndürebilmiş değil. Rusya Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu, "Buradaki topraklar Çernobil santrali 4. reaktörünün 1986 yılında havaya attığı ve ayrışma sürecini tamamlamamış kirletici partiküllerle dolu" diyor. Moskova'da aşırı sıcak ve orman yangınları nedeniyle günde 700 ölüm vakası yaşandığını belirten yetkililer, morglarda ve hastanelerde ölüleri koyacak yer kalmadığını belirtiyor. Rusya’da bulunan Greenpeace gibi çevre örgütleri, komşu bölgelerden özellikle de Türkiye'den acil yardım istenmesi gerektiğini açıkladı.

Pakistan'daki sel felaketinin ardından sağlık hizmetinden yoksun milyonlarca kişiye gönüllü doktorlar el uzatmaya çalışıyor. Yeryüzü Doktorları da afetten etkilenen bölgeye gönderdiği ihtiyaç tespit ekiplerinin verdiği güncel bilgilere dayanarak Nowshera bölgesinde bir sağlık merkezini sel mağdurlarının hizmetine açtı. Merkezde şu an İngiltere'den bölgeye ulaşan Yeryüzü Doktorları gönüllüsü doktorlar birinci basamak sağlık hizmeti sunuyor, gerekli ilaçları tedarik etmeye çalışıyorlar. Türkiye'den yola çıkacak bir gönüllü ekibi de bu sağlık merkezinde hizmete başlayacak. Türkiye'den gidecek ekipte 2 doktor ve 2 arama-kurtarma personeli yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün verdiği bilgilere göre özellikle Nowshera'da sağlık altyapısı çökmüş durumda. Su kaynaklı hastalıkların kalabalık kamp yerleşimlerinde artmasından endişe ediliyor. Kolera, tifo, ishal, dang ateşi ve kızamık salgınları şu an muhtemel tehditler arasında yer alıyor.

İsrail, nükleer programı dolayısıyla İran’a karşı bir saldırıya girişecek mi? Bu konu hem askeri hem akademik çevrelerde yıllardır tartışma konusu... Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanan "The Atlantic" dergisi İsrail’in saldırı için tüm hazırlıklarını yaptığını ve İran’ı bombalamaya hazırlandığını öne sürdü. Dergi, yazı için aralarında İsrail Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da bulunduğu, İsrail ve Amerika’nın politikalarına şekil veren 40 isimle röportaj yaptı. Katılımcıların büyük çoğunluğu, "İsrail’in önümüzdeki bir yıl içinde İran’a saldırma olasılığı nedir?" sorusuna "Yüzde 50’den fazla" yanıtını verdi. Dergi, İsrail’in İran’a saldırı planlarını tüm detaylarıyla hazırladığını öne sürdü.

İran’la imzalanan uranyum takası anlaşmasının diğer mimarı olan Brezilya, İran’a uygulanacak BM yaptırımlarını kabul etti. Brezilya ve Türkiye Haziran ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptırımlarla ilgili oylamada hayır oyu vermişti. İki ülke Mayıs ayında Tahran’la düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumun yüksek zenginlikteki nükleer yakıtla takas edilmesi konusunda bir anlaşma yapmıştı. ABD ve müttefikleri anlaşmayı yetersiz bularak yaptırım kararı oylamasını iptal etmemişti. Brezilyalı yetkililer, muhalefetlerine rağmen İran’a uygulanacak yaptırımları kabul edeceklerini bildirdiler.

Greenpeace eylemcileri, tehlike altındaki ormanların korunması talebiyle Polonya Çevre Bakanlığı'na pankart astı. Greenpeace Sözcüsü Katarzyna Guzek, eylemin, Polonya’nın doğusunda yer alan ve Avrupa’nın son geçmiş çağlardan kalma yaşlı ormanı olan Bialowieza’daki ağaç kesimini durdurmak için, hükümet üzerinde baskı oluşturmak amacıyla yapıldığını açıkladı. Guzek, Bialowieza ormanının sadece yüzde 17’sinin ulusal park olarak korunduğunu belirterek, hükümetin mobilya ve kağıt üretimi için ormanın geri kalan bölümünde ağaç kesimine izin verdiğini kaydetti.

Rusya'da yangınla mücadele ekipleri, 1986 yılında Çernobil faciasının meydana geldiği ülkenin batısındaki bölgeye yangınların sıçrayıp, tehlikeli radyoaktif maddeleri yeniden harekete geçirmesini önlemek için denetimlerini artırdı. Yetkililer, yüksek radyasyon oranlarının olduğu bölgelerde bazı yangınların olduğunu bildirdi. Rus ekoloji uzmanlarından Aleksandır İsayev de yaptığı açıklamada, ormanlık bölgenin zemininde kalan radyoaktif elementlerin büyük tehlike oluşturabileceğini belirterek, "Bu radyoaktif elementlerin karıştığı bir duman bulutu çok geniş bir coğrafyaya yayılabilir" dedi.

Türkiye, AB’nin de desteği ile son 2 yılda şap ile mücadelede büyük başarı kazanmış olmasına karşın, şapa neden olan virüsün genetik değişime uğraması ve aşılamaya rağmen biyogüvenlik önlemlerine yeterince dikkat edilmemesi nedeniyle, bu yıl görüldüğü alan sayısında, "patlama" olarak nitelendirilebilecek bir artış yaşandı. Bakanlık verilerine göre, geçen yılın tamamında sadece 214 alanda şap görülürken, bu yılın ilk yarısında sayı 700’ün üzerine çıktı. Türkiye, şap ile mücadelede etkin rol oynamasına karşın, İran, Irak gibi hayvan hareketlerinin tam kontrol edilemediği ülkelerden kaynaklanan hastalıklar nedeniyle bu mücadelede tam başarı sağlayamıyor. Belki tam başarı sağlamanın yolu beslenme alışkanlıklarımızı vejeteryan ağırlıklı olarak değiştirmek olabilir.

Ünlü astrofizikçi Hawking, insanlığın 100-200 yıl içinde yok olmanın eşiğine geleceğini, bu süre zarfında mutlaka uzayda başka yere taşınmanın yollarının bulunması gerektiğini, aksi halde, insanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını söyledi. Big Think adlı bir internet sitesine konuşan Hawking, savaşların, kaynaklardaki hızlı azalmanın ve artan nüfusun insan ırkını yok olmanın eşiğine getirdiğini belirtti. Hawking, "insanlık tüm yumurtalarını aynı sepete, yani aynı gezegene koymamalı" diyerek, yeni alternatifler aranması, bir an önce plan ve hazırlıklar için devletlerin tartışmaya başlaması gerektiğini savundu. İngiliz astrofizikçi, insanlığın 1962'deki Küba füze krizi gibi, insanlığın varlığını tehdit edebilecek yeni krizlerin artan sıklıkta yaşanacağından endişe duyuyor. Soğuk Savaş yıllarında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki bu kriz, dünyayı nükleer savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Yeni gezegenler aramanın bir zararı yok ancak öncelikle yaşadığımız gezegene dikkat edip doğrusunu yapmaya çalışmak gerek. Henüz başka bir gezegen yok, zaten bunu yok edersek yine başka gezegenler mi aramaya devam edeceğiz? Önemli olan gezegenle barışık bir gelecek kurmak geleceği yıldızlarda aramak değil.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon küresel sürdürebilirlik panelinin kuruluşunu açıkladı. Panelin amacı fakirliğin hem iklim değişikliğiyle başa çıkılarak hem de ekonomik kalkınmanın doğayla uyumlu hale getirilerek ortadan kaldırılması. Ban Ki-moon, düşük karbon kullanımının teşvik edilmesinin ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın ve bunlarla birlikte açlık, fakirlik, su ve enerji güvenliğiyle başa çıkmanın önemli olduğunu belirtti. Greenpeace yaptığı açıklamada, Ban Ki-moon'un küresel sürdürebilirlik panelinin başarıya ulaşmasını umuduklarını iletti. Panel, dünyanın temiz enerji kaynaklarına yönelmesi için biran önce ihtiyaç duyduğumuz yeşil endüstri devriminin önüne engel oluşturan petrol, kömür ve nükleer sektörü suçlu göstermeli. Katılımcıların arasında bulunan politikacıların kendi ülkelerindeki gösterdiği ve ya göstermekte oldukları çabalardan çok daha iyisini yapmalıdır. Hemen belirtelim Türkiye’den Ali Babacan panelin bir üyesi. Babacan’ın yenilenebilir enerji yasasının çıkması önündeki engel kişiler arasında adı geçmişti. Panel’de bu konuda adını temize çıkartacağını umalım.

Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı henüz sona ermişti ki bu kez de dünyanın gündemine Hindistan’daki petrol sızıntısı oturdu. Hindistan'ın en yoğun limanı olan Mumbai (Bombay) açıklarında Cumartesi günü meydana gelen gemi kazasından sonra Arap Denizi'ne sızan yakıtın daha yeni yeni kendiliğinden durduğu bildirildi. Hindistan sahil güvenlik ekipleri tarafından yapılan açıklamada Cumartesi gününden beri Mumbai açıklarına 500 ton yakıtın sızdığı bildirildi. Hindistan otoriteleri batma riski olup yan yatan MSC Chitra gemisinde bulunan 2 bin 200 ton yakıtı güvenli şekilde tahliye etmek için Hollanda'dan özel bir ekibin çağrıldığını açıkladı. Kazaya karışan MV Khalija-III gemisinde büyük çapta hasar olmazken Hindistan'ın ve Arap Denizi'nin ek yoğun limanı olan Mumbai limanında trafik durmuş vaziyette. Hindistan otoriteleri MSC Chitra gemisinden denize düşen 400'e yakın konteynırda bulunan kimyasalların da tamamen sulara karıştığını belirterek, tam güvenli temizlik sağlanmadıkça deniz ürünü yenmemesini tavsiye etti. Mumbai'de bulunan Bhabha Atom Araştırma Merkezi'ndeki reaktörlerin soğutmasında kullanılan deniz suyu olduğu için yakıt ve kimyasal sıçramasına karşı durduruldu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), gıdaların üretim, işleme, paketleme ve nakliyesinin sera gazlarının üçte birinden fazlasına sebep olduğu belirledi. Buğday Derneği'nin bu konuda yaptığı açıklamada şu sözlere yer verildi: FAO’nun verdiği rakamlara göre ABD’nin toplam fosil yakıtı tüketiminin %20’si gıda tedarik zincirine gidiyor. Ancak asıl sorun üretim aşamasında. Verilen rakam ise çarpıcı: gıdanın üretimi aşamasında salınan zararlı gazlar, gıdanın yaşam döngüsünün yarattığı sera gazları toplamının %80’ini oluşturuyor. Sadece kırmızı et üretimi küresel sera gazı salınımının %18’inden sorumlu. Avrupa’da bir çok şehir bu soruya gıda tedarik sitemlerinde yaptıkları değişikliklerle cevap vermeye başladı. Örneğin Viyana, iklim koruma programı “BioAl Viyana” kapsamında, kamu kurumlarına yerel ve organik ürün sağlayarak 2004-2007 yılları arasında 103.000 ton CO² salımını engelledi ve 44,4 milyon avroluk tasarruf sağladı. Belçika’nın Gent şehrinde başlayan “Etsiz Perşembe” programı, şehir halkını her hafta Perşembe günleri vejetaryen beslenmeye davet ediyor. Doğa dostu, ekolojik, kısa mesafelerden tedarik edilen, az paketlenmiş mevsim sebze ve meyvelerini tüketerek iklim üzerindeki baskıyı azaltabiliriz. Ne yediğimiz, doğa ile kurduğumuz ilişkiyi belirler.

Kanada’da büyük petrol şirketleri ile federal ve eyalet hükümetleri arasındaki sıcak ilişkiyi protesto etmek isteyen Greenpeace eylemcileri geçtiğimiz hafta bir eyleme daha imza attılar. Kanada’da bulunan 191 metre yükseklikteki Calgary kulesinden üzerinde "petrolle devleti ayır! " yazan 15 metrelik büyük bir pankart açan eylemcileri durdurmak için onlarca polis ve itfaiyeci alarma geçti. Kuleye giren tüm yollar kapatıldı, personel dışında kalan herkes kuleden tahliye edildi. Kule giriş biletlerini önceden almış olan eylemcilerden üç çevik tırmanıcı açık kalan bir gözlem istasyonu penceresinden çıkarak hızlıca afişlerini astıktan sonra dakikalarca havada asılı kaldı ardından da yine iple sokağa inerek kendilerini kirli petrol varillerine zincirledi. Bir saatten fazla eylemlerini sürdüren Greenpeace eylemcileri sonrasında gözaltına alındılar. Eylemciler 3 Eylül’de mahkeme karşısına çıkacaklar. Peki çocuklarımızın geleceğini karartan petrol şirketleri nasıl elini kolunu sallaya sallaya denizlerimizi ovalarımızı delik deşik ederek atmosferi yaşanmaz hale getirmeye devam ediyor? Petrol çıkarmak ve yakmak gezegenimizi kanser ederken buna hala nasil izin veriliyor?

Ermenistan, Türkiye sınırına 20, Erivan’a 50 kilometre uzaklıkta bulunan ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından en güvensiz nükleer santral ilan edilen Metsamor Nükleer Santrali’nin yerine yenisini yapıyor. 5 milyar dolara mal olacak santrali Rusya ve Ermenistan birlikte yapacak. Mevcut santrali de eski Sovyet teknolojisi ile yine Ruslar yapmış, Çernobil kadar tehlikeli olduğu için Avrupa Birliği (AB) santralin kapatılmasını istemişti. Ermenistan ise yenisini yapma koşuluyla bunu kabul etmişti. Yeni nükleer santralin inşasına 2011’de başlanacak. Metsamor’daki santralin şu an aktif olan bir tek raktörü var ve bu reaktör 400 megawatt kapasiteli. 1976’da açılan bu reaktör, 1988’deki Ermenistan Depremi’nden sonra kapanmış ve 20 yıl sonra 1995’te yeniden açılmıştı. Güvenlik endişelerine rağmen bu reaktörün açılmasında, Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladığı enerji ambargosu etkili olmuştu. Santral, Iğdır’a 20, Erivan’a ise 50 kilometre mesafede ve sadece bu tarafıyla bile, ‘Nükleer santraller yerleşim yerlerine en az 90 kilometre mesafede bulunmalıdır’ prensibine aykırı. Santralin soğutma suyunu Aras ve Arpaçay ırmaklarından alıp tekrar aynı yere vermesi bölgedeki radyasyon riskini artırıyor. Santralde insan sağlığını ciddi şekilde tehdit eden radyoaktif madde sızıntısı var. Bu durum, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından da dikkatle izleniyor. Ancak olası bir patlamada ne yapılacağı bilinmezken yerine bir yeni nükleer santral yapma planları sadece Rus hükümetinin işine yarayacak.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun sözcüsü Gill Tudor, İran’ın Natanz’daki tesisine uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirmek için yeni santrifüjler eklendiğini açıkladı. Kurum denetçilerinin, söz konusu tesiste 17 Temmuz’daki incelemeleri sonucunda bu tespitin yapıldığını belirten Tudor, İran’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararların aykırı hareket ettiğini kaydetti. İran, yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirmeye başladığını Şubat ayında açıklamıştı. Öte yandan İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in baş danışmanı Ali Ekber Velayeti, İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile diyaloğa açık olduğunu söyledi.

Küresel ısınma nedeniyle, Orta Amerika ülkesi Kosta Rika'da, ülkenin nehirlerinde daha çok erkek timsahın dünyaya geldiğini ve bu gelişmenin gelecek 20 yıl içinde oradaki timsah türü için tehlike teşkil edeceğini belirtiliyor. Kosta Rikalı biyolog Juan Rafael Bolanos tarafından yürütülen araştırmaya göre, timsahlarda, kuluçka döneminde yuvanın sıcaklığı, doğacak olan yavru timsahın cinsiyetini belirliyor. Araştırmaya göre, yuvanın sıcaklığı 28 derece Celsius ise dişi timsah, 32 derece’yi buluyorsa, erkek timsah doğuyor. Araştırmanın, Kosta Rika'nın kuzey pasifik bölgesinde bulunan 12 nehirde yaşayan timsah nüfusu üzerinde yapıldığını belirten Bolanos, araştırmasının sonuçlarını tam olarak 2011'de yayımlamayı düşündüğünü söyledi.

Çin’in kuzeybatısındaki Gansu eyaletinde aşırı yağışlar nedeniyle meydana gelen toprak kayması sonucu oluşan çamur yığını kenti yuttu. Devlet televizyonu, heyelanda en az 96 kişinin öldüğünü duyururken, 2 bin kişinin de kaybolduğu bildirildi. Başbakan Wen Jiabao’nun kurtarma çalışmalarını yerinde incelemek üzere bölgeye hareket ettiği belirtildi. Çin’de haftalardır süren şiddetli yağışların yol açtığı sel ve toprak kaymaları nedeniyle 1600’e yakın kişi hayatını kaybetti, ancak Çin hala enerjisini kirli kömürlü termik santrallere endekslemiş durumda. İklim değişikliği gerçeği yokmuş gibi atmosferi kirletmeye devam ediyor.

BP’nin Meksika Körfezinde 20 Nisanda yarattığı faciadan bu yana hala kuyu kapatılmaya çalışılıyor. Deniz tabanından petrol akıtan kuyunun tamamen tıkanması için basınç alıcı yardımcı kuyunun açılması sürecinde, son 30 metreye gelindi. Yardımcı kuyu ile kesişecek esas kuyu, ağır çamur ve çimento basılarak kapatılmaya çalışılıyor. Yardımcı kapatma kuyusunun genişliği 1,25 metre. Kuyu bugüne dek, bir ara günde 100 bin varil olmak üzere tahmini toplam 784 bin ton petrol akıttı. Bu miktar da, 21 yıl önce Alaska yakınında Exxon Valdez tankerinin akıttığının en az iki misli. İkisinde de sayısız deniz canlısı ve kuş öldü. Greenpeace gemisi Arctic Sunrise bölgede bilimsel çalışmalara başladı ve yakında gerçek hasarı bağımsız ağızdan duyuracak.

Bugün 9 Ağustos, 1945’de “Şişman Adam” adı verilen atom bombasının Nagasaki’ye atılmasının 65. yıldönümü. Dünya Savaşı'nın son günlerinde 6 Ağustos 1945’te Hiroshima’ya atılan “küçük çocuk” adı verilen atom bombasının ardından geldi. Nagasaki’de 74.000 kişi hayatını kaybetti ve binaların yüzde 36'sı tamamen yok edildi. Yıllar geçtikçe etikleri devam etti. 2007'de, Nagasaki belediyesinin resmî listesine göre, o an öldürülen veya daha sonra atom bombasının etkisiyle ölenlerin toplam sayısı 143 bin 124'e ulaşmıştı. Yayılan radyasyonun etkileri ise hala sürüyor. Bugün dünya hala nükleer tehdidin altında, ve son günlerde bu tehdit artıyor da...

Son 130 yılın en sıcak yazını yaşayan Rusya’da 194 bin hektarlık alana yayılan ve 48 gündür süren orman yangınları kontrol altına alınamıyor. Dumanlar yeryüzünden 15 bin metre yükseldi. Bryanks bölgesinde 1986’daki Çernobil nükleer santrali faciasından kalan radyoaktif madde birikimi bulunuyor. Bilim insanları yeni bir nükleer facia yaşanmasından çekindiklerini belirterek, “Yangın radyoaktif madde birikiminin bulunduğu bölgelere ulaşırsa, Çernobil küllerinden doğabilir” diyerek tehlikeye dikkat çektiler. Ukrayna’nın Kiev kentindeki Çernobil Santrali’nin 4 numaralı reaktörü 26 Nisan 1986 günü patlamıştı. Faciada, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombaların 100 katı kadar radyasyon havaya karışmış, kazada resmi açıklamalara göre 31 kişi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)ün verdiği bilgiye göreyse 4 bin kişi hayatını kaybetmişti. Radyoaktif bulutlar, rüzgarın da etkisiyle Güney Afrika’ya kadar ulaşmıştı. Türkiye’de de Trakya ve Karadeniz’de etkileri görüldü ve görülmeye devam ettiği söyleniyor, en azından daha yeni, unutulmuş bir radyoaktif çay mezarı, ortaya çıkarılmıştı.

Kuzey Kutbu’nda önceki gün son 50 yılın en büyük buzulu koptu.
Grönland’dan kopan 260 kilometrekarelik buzdağı, Vatikan, Liechtenstein ve Maldivler gibi ülkelerden büyük. Galata Kulesi’nin yüksekliğinin yaklaşık 6 katı yani 190 metre kalınlığa ve 260 kilometrekare genişliğindeki kütlenin karaya çarpabileceği ya da Nares boğazını kapatarak deniz trafiğine zarar verebileceği açıklandı. ABD’deki Delaware Üniversitesi’nden profesör Andreas Muenchow, buz dağının kopmasına son haftalarda görülen kavurucu sıcakların da etkisi olduğunun ama bunun henüz netleşmediğini söyledi. Yapılan araştırmalara göre 2010’un ilk 6 ayı, dünya tarihinin en sıcak dönemi olarak tarihe geçti. Buzdağının ABD’ye 120 gün yetecek kadar tatlı su barındırdığı açıklandı. 1962’den beri anakaradan ayrılan bu en büyük buzul adası, Grönland ve Kanada arasındaki Nares Boğazı’na ilerliyor. Greenpeace’in bölgede bulunan araştırma gemisi ise ilk fotoğrafları bütün dünya ile paylaştı ve Greenpeace verilerine göre buzul 87 kilometrekare.

Meksika’nın Cancun şehrinde Aralık ayında yapılacak BM İklim Konferansına hazırlık için Almanya’nın Bonn şehrinde gerçekleştirilen beş günlük hazırlık toplantısı sonuçsuz bitti. Pazarlıklar, konferansın asıl konusu olan sera gazlarına takılı kaldı. Dört ay sonra Cancun’da gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler İklim Konferansında da yeni bir Dünya İklim Antlaşmasına varılamayacağı düşünülüyor. Buzlar kopuyor, zaman daralıyor. BM İklim sekreterliği ve Meksikalı yetkililer Aralık’taki iklim zirvesinde hiç olmazsa parça antlaşmalardan oluşan ve daha sonraki büyük antlaşmaya temel oluşturabilecek bir paketin çıkarılabilmesini istiyorlar. Çevre örgütleri Bonn’da yapılan BM toplantısını eleştirerek, gösterilen yavaş temponun Cancun’daki zirveyi olumsuz etkileyeceğini savundular. Cancun’dan önce son olarak Ekim ayında Çin’in Tianjin şehrinde yeniden bir hazırlık toplantısı yapılacak. Greenpeace uluslararası iklim politikaları bölüm yöneticisi Martin Kaiser, Bonn’daki görüşmelerin, Cancun’da kapsamlı bir iklim antlaşmasına varılma ihtimalinin sıfır olduğunu gösterdiğini söyledi. Ancak dünya’nın ayak sürümeye dayanma gücü kalmıyor...

Pakistan’daki sel felaketi, 1600'den fazla can aldı, 14 milyon kişiyi etkiledi. Sayısız ev tahliye edildi, milyonlar sokakta kaldı. Ülke, son 80 yılın en büyük sel felaketinin yaralarını sarmaya çalışırken bir de üzerine yine yağmur geldi. Ülkenin güneyindeki Sindh eyaleti kırmızı alarmda. En az 150 bin ev boşaltıldı. Pakistanlılar, yanlarına alabildikleri eşyaları ile evlerini terk ediyor. Yağışlar, yardım çalışmalarını da olumsuz etkiliyor. Engebeli bölgelerde köprüler sel yüzünden yıkıldığından, yardımlar helikopterlerle mağdurlara ulaştırılıyordu. Ancak kötü hava koşulları sebebiyle şu sıralar helikopterler de kalkamıyor. Selin bilançosunun ağırlaşmasından endişe ediliyor.

Obama yönetimi Vietnam ile nükleer yakıt ve teknoloji ticareti yapılması hususunda ilerletilmiş görüşmelere başladı. ABD'nin bu kararı, birçok ülkenin Obama yönetimini çifte standart uygulamakla eleştirmesine neden oldu. ABD Kongresi, Obama yönetimine Vietnam'la yapılan ve ülkede zenginleştirilmiş uranyum üretilmesine izin veren işbirliğinin Ortadoğu ülkelerine karşı uygulanan sert yaptırımları zayıflatabilecek ve Vietnam'ın komşusu Çin'i rahatsız edebilecek bir hamle olduğu uyarısını yaptı.
Beyaz Saray, nükleer programına başından beri karşı olduğu İran’a karşı dördüncü yaptırım paketini Haziran ayında kabul etti. Paket kapsamında İran Atom Enerji Kurumuna bağlı çok sayıda şirketin uluslararası alanda malvarlıkları donduruldu ve seyahat yasağı getirildi. Ortadoğu ve başta Pakistan olmak üzere Asya ülkelerine nükleer materyal ve teknoloji sağladığından şüphelendiği Kuzey Kore iktidarını zayıflatmak isteyen ABD, Temmuz sonunda bu ülkenin güç kaynağını oluşturan para kaynaklarına da yaptırım uygulama kararı aldı.

Greenpeace'in, BP'nin çevreyi kirleten yüzünü daha iyi yansıtacak bir logo oluşturulması için açtığı yarışma sonuçlandı. Üç ay önce başlayan yarışmada kazanan, 16.463 oyla, Fransa'dan Laurent Hunziker'in tasarladığı, petrole bulanmış bir kuşu gösteren logo oldu. Kazananın İnternet üzerinden verilen oylarla belirlendiği yarışmaya 2000'in üzerinde başvuru oldu, 25.000'in üzerinde oy verildi. Logonun tasarımcısı Laurent Hunziker, "Logodaki silueti, petrole bulanmış, panik halindeki bir kuşun etkileyici bir resminden esinlenerek yaptım. Onun yaşadığı acı, yaşanan trajik olaylardan sonra dünyamıza neler olduğunun güçlü bir göstergesi" dedi. BP, temiz enerjiye yatırım yaptığını iddia ederek yeni logosu ve sloganıyla "yeşil badana" yapıyordu. Bu logo yarışması, felaket unutulmadan BP'nin hatırlatılması ve daha çok insan tarafından bilinmesi için düzenlendi. Meksika Körfezi'nde yaşanan felaketin sorumlusu olan BP, çok riskli petrol yatırımlarına dünyanın farklı yerlerinde de devam ediyor. Kanada'da bulunan katranlı kumul alanlarında klasik petrol çıkarma yöntemlerinden kat kat daha masraflı ve enerji harcayan bir yöntem ve Angola, Libya ve Kuzey Kutbu'nda denizlerden petrol çıkarma çalışmaları bu riskli yatırımlar arasında. Deepwater Horizon felaketi şirketin petrolün ötesine geçmesi için bir uyarı olması gerekirdi. Ama BP uyarılara kulak vermiyor. Petrole bağımlı dünya iklim değişikliği ile sonumuzu hazırlıyor.

Bugün 6 Ağustos 1945’de ABD’nin Hiroşima’ya attığı atom bombasıyla yol açtığı insanlık suçunun yıldönümü. Sadako Sasaki, 12 yaşına geldiğinde Hiroşima'ya atılan atom bombasından dolayı hastalanarak yatağa düşer. Bir Japon inancına göre kâğıttan 1000 turna kuşu yapanın dileği gerçekleşirmiş. Sadako Sasaki hasta yatağında kâğıtlardan turna kuşu yapmaya başlar. Bir tek dileği vardır: İyileşip, eskisi gibi oyuncaklarıyla oynayabilmek!.. Sasaki hayata gözlerini yumduğunda yatağının başucunda kağıtlardan yaptığı 646 turna kuşu durmaktaydı!.. Dünyanın pek çok ülkesinde, Sadako Sasaki'nin tamamlayamadığı turna kuşları yapılıp onun anısına ülkesine gönderilir. Her yıl 6 Ağustos'ta, Türk ve Japon çocukları ile İstanbul Oyuncak Müzesi'nde gerçekleştirilen bu etkinlik bu sene "2010 Türkiye'de Japonya yılı" etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek. Tüm etkinlikler ile ilgili detaylı bilgiye www.japonya2010.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Japonya'da bulunan BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, ABD'nin attığı atom bombasıyla yok olan Nagasaki'de, nükleer silahların ortadan kaldırılması çağrısında bulundu. 2. Dünya Savaşında ABD'nin attığı atom bombalarıyla yıkılan Japonya'daki Nagasaki şehrinde Atom Bombası Müzesini gezerek hayatta kalan 6 kişiyle bir araya gelen BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, nükleer silahların ortadan kaldırılması çağrısında bulundu. Nagasaki'ye 9 Ağustos 1945 tarihinde atılan atom bombası, 70 binden fazla, 6 Ağustos 1945 te Hiroşima'ya atılan da 140 bin kişinin ölümüne yol açmıştı.

Dünya çapında 500 milyon kullanıcısı olan Facebook, ABD’nin Oregon Eyaleti’ne bağlı Prineville kentinde bir veri depolama merkezi inşa ediyor. Merkez, kullanıma açıldığında 30 megavat elektrik kullanacak ki, bu 30 bin evin elektrik ihtiyacına eşit bir miktar. Elektriğin çoğu kömürün yakılmasından elde edilecek, çünkü bölgenin elektriğini sağlayan Pacificorp şirketi bu enerjinin %58’ini Wyoming ve Utah’daki kömür santrallerinden sağlıyor. Greenpeace, Facebook’un yenilenebilir enerji yerine kömür enerjisi kullanmasına karşı Facebook’u kendi sayfalarında protesto ediyor ve bu protestoya katılan üyelerin sayısı 500.000’e ulaştı. Greenpeace, Facebook’un depolama merkezini enerjisinin çoğunu yenilenebilir enerjilerden sağlayan bir yere kurması gerektiğini veya kendi enerjisini yenilenebilir enerjiden üretmesi gerektiğini söylüyor. Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi iletişim teknolojileri endüstrisinin giderek artan enerji iştahı, bu açlığın yenilenebilir enerji ile doyurulması gerekiyor.

BP, Meksika Körfezi'ndeki büyük petrol kirliliğinin kaynağı olan petrol kuyusunu tamamen kapatma operasyonunda 'arzu edilen amaca' ulaşıldığını bildirdi. BP, mühendislerin kuyuya sekiz saat boyunca çamur bastığını kaydederek, basıncın sabit olup olmadığını anlamak için kuyunun gözetim altında tutulduğunu, bu denetim süresinde gözlenecek sonuçlara göre yeniden çamur basma işleminin gerekli olup olmayacağına karar verileceğini bilgisini verdi. Mühendisler, şu anda kuyunun basıncının, basılan çamurun hidrostatik basıncının, kontrol altında tutulduğu, bunun da amaçlanan hedef olduğunu belirttiler. Peki kuyu sızdırmayı durdurduysa balıkçılar ne zaman tekrar balık tutmaya başlayacak veya pelikanlar petrole bulanmadan suya dalabilecekler?

Rusya'da çıkan orman yangınları kontrol altına alınamıyor. Resmî verilere göre, şu ana dek 48 kişi hayatını kaybetti. Uluslararası yardım örgütü Caritas, ölü sayısının daha fazla olabileceği görüşünde. Yangından en çok etkilenen bölgelerin başında Moskova'nın 400 kilometre kadar doğusundaki Nişni Novgorod geliyor. Ancak asıl tehlike, ormanlara yakın sahalara konumlanmış nükleer santraller çünkü orman yangınları nükleer noktaları tehdit etmeye başladı. Yangınlar ülkenin federal nükleer programının merkezlerinden biri olan Saratov’da kontrol altına alınamıyor. Rusya’da “kapalı kent” olarak bilinen bu alanda nükleer deneme poligonları var. Nükleer araştırma laboratuarları nükleer başlıkları tasfiye etme ve dönüştürme fabrikaları ve daha birçok tesis bulunuyor. Sadece tesisler değil atıklarda aynı bölgelerde. Buradaki rüzgârlar yangının kontrol altına alınmasını güçleştiriyor. Yangınlar giderek büyük nükleer santrallere yaklaşmaya başladı. Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu, nükleer santralin çevresindeki ormanlık alanların temizlenmeye çalışıldığını söyleyerek alandaki yangını kontrol altına almak için ek birliklerin yollandığını, ancak rüzgârın söndürme çalışmalarını güçleştirdiğini bildirdi. İnsanın doğa güçleri karşısında ne kadar küçük olduğunu anladığımız gün belki teknolojik kibrimizden vazgeçer küresel ısınma ile ilgili hızlı adımlar atarız.

Çin'in güneybatısındaki Sichuan eyaletinde, doğal ortamda yaşayan pandaların sayısı son 30 yılda yüzde 33 artarak 1206'yı buldu. Sichuan’daki dağlarda yaşayan bu pandalar tüm ülkedekilerin yüzde 76’sını oluşturuyor. Bunun yanı sıra Wolong ve Çengdu’daki araştırma merkezlerinde 246 panda bulunuyor. Çinli uzmanlar, "utangaç" oldukları için soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan pandaların suni döllenmesinde ve yetiştirilmesinde son yıllarda başarı kaydedildiğini ifade etti. Çin Ormancılık İdaresi, 2004 yılında 1590’ı doğal ortamda, 161’i ise koruma altında olmak üzere Çin’de 1751 panda bulunduğunu açıklamıştı.

Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, okyanuslardaki bitkisel planktonların sayısı ısınmanın etkisiyle azalıyor. Bu canlıların 1899 ile 2008 yılları arasında yüzde 40 oranında yok olduğu kaydedildi. Araştırmayı kaleme alan bilim adamı Daniel Boyce, bitkisel planktonların yok olmasının, deniz ekosistemi için felaket anlamına geldiğini ifade etti.
Araştırmaya okyanuslardaki büyük yırtıcı balıkların azalması üzerine başladıklarını anlatan Boyce, şunları söyledi: "Karada ağaçlar ne anlama geliyorsa, okyanus ve denizlerde de bitkisel planktonlar o demektir. Okyanuslardaki gıda zincirinin ilk halkasıdırlar. Güneş ışınlarıyla enerji üretir ve okyanusu beslerler. Onların çok olması, okyanusların, iklimlerin, mevsimlerin, balıkların, canlıların kısaca dünyamızın sağlıklı olması anlamına gelir." Isısı yükselen okyanuslarda durağan katmanlar oluştuğunu, bu yüzden bitkisel planktonların beslenemediğini ifade eden bilim adamı, ısınma bu şekilde devam ederse bu canlıların 300 yıl sonra tamamın yok olabileceğini kaydetti.

Akdeniz'deki biyoçeşitlilik de tehdit altında…İspanya'daki Bilimsel Araştırmalar Yüksek Konseyi (CSIC), Akdeniz'deki biyoçeşitliliğin büyük tehdit altında olduğunu açıkladı. Dünyanın farklı bölgelerindeki denizlerde 10 yıldır yürütülen araştırmanın sonucu prestijli bilim dergisi PLOS’un özel sayısında yayımlandı. Bilim adamları, iklim değişikliğinin yarattığı sıcaklık artışı, kirlenme ve canlıların gelişmesini sağlayan çevre koşullarındaki bozulma nedeniyle dünyada biyoçeşitliliğin en çok tehdit altında olduğu deniz olarak Akdeniz'i gösterdi. Akdeniz'in ardından tehlike sinyalleri veren bölgeler Meksika Körfezi ve Çin Denizi olarak ifade edildi. İspanya'daki Bilimsel Araştırmalar Yüksek Konseyi’ne bağlı çalışan uzmanlardan Marta Coll, "Büyük olasılıkla Akdeniz'deki bu tehdit, iklim değişikliği ve çevre şartlarının kötüleşmesinden dolayı gelecekte çok daha büyüyecek" dedi.

ABD'nin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Glyn Davies, Suriye'nin nükleer faaliyetlerine ilişkin soru işaretlerini gidermek amacıyla bu ülkeye yönelik özel bir denetimi düşünebileceklerini bildirdi. İngiltere'yi ziyaret eden Davies, Londra'da gazetecilere yaptığı açıklamada, bazı ülkelerin UAEK tarafından soruşturulmasını gözden geçirdiklerini belirterek, İran üzerinde odaklanmayı sürdürmeleri, öte yandan Suriye'yi de izlemeleri gerektiğini kaydetti. Davies, UAEK üyesi ülkelerin yıl sonundan önce Suriye'ye yönelik denetim planlarını müzakere edebileceklerini sözlerine ekledi. İran gibi Suriye'nin de nükleer silah üretimiyle ilgili faaliyetlerini gizlediğinden şüpheleniliyor, ancak Suriye nükleer silah programına sahip olduğu iddiasını reddediyor.

Pakistan'da muson yağmurlarının yol açtığı sel felaketinde ölenlerin sayısı bindörtyüzü geçti. Felaketten 3 milyondan fazla kişi etkilendi. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) sözcüsü Abdülsami Malik, ülkenin kuzeybatısını vuran felaketten 1,3 milyon kişinin ciddi zarar gördüğünü belirtti. Yetkililer, yağışların devam edeceği tahmininde bulunurken, ölü sayısının artmasından endişe ediliyor. Pakistan Ulusal Afet Yönetimi İdaresi de 29 bin 500’den fazla evin hasar gördüğünü, Çin ile Pakistan arasındaki ana ticaret yolunun seller yüzünden kapandığını bildirdi. Birleşmiş Milletler (BM), selden kaçmaya çalışan 30 bin insanın evlerinin çatısında ve yüksek bölgelerde mahsur kaldığını belirterek, 50 bin kişiye yetecek yemek, kurtarma botları, 12 çelik köprü ve su temizleme üniteleri sağlanacağını duyurdu. Avrupa Komisyonu 39 milyon dolar yardım yapılacağını açıklarken, ABD ise 10 milyon dolar yardım ve 10 bin kişinin su ihtiyacını karşılayacak su temizleme üniteleri gönderecek. Küresel iklim değişikliği ile bu tip felaketler çok daha fazlalaşacak. Üstelik Küresel İklim Değişikliği’ni önlemek için harcanacak para afetlerin etkilerinin maliyetinden bugün çok daha düşük.

BM ve AB'nin yaptırım kararı almasına rağmen Çin, İran'a 40 milyar dolarlık enerji yatırımı yapmayı planlıyor. Kararı açıklayan İran Petrol Bakanı Hossein Noqrekhar Shirazi, Yukarı Akım Projesi’ne Çin'in 29 milyar dolar yatıracağını belirterek, konuyla ilgili anlaşmanın Pekin'de imzalandığını açıkladı. Petro kimya rafineri ve boru hattı projelerinin de olduğunu söyleyen Bakan Shirazi, Çin’in ayrıca 7 yeni rafineri yapmak için teklifte bulunduğunu ifade etti. OPEC'in ikinci büyük petrol ihracatçısının İran olduğunu belirten Bakan Shirazi, Çin'in halen İran'dan petrol ithal eden ülkeler arasında ilk sıralarda yer aldığını hatırlattı. Böylece ABD ve AB’nin baskısına rağmen Dünyanın 5’inci büyük petrol ihracatçısı İran bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için Çin’i devreye sokmuş oldu. İran’ın OPEC Temsilcisi Muhammed Ali Katibi, Reuters’a telefonla verdiği röportajda, “Bu yaptırımlar yeni değil, sadece şekli değişik. Biz hayatımıza devam edebiliriz” dedi. Ancak petrol bağımlısı Dünya İran’la beraber hayatına pek yakında devam edemeyecek....

ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen, İran ve nükleer tesislerine saldırmak için geçerli bir planları olduğunu ancak bu fikrin muhtemelen iyi sonuçlar doğurmayacağını belirtti. İran’ın nükleer silah üretmesinin kabul edilemez bir durum olduğunu söyleyen Mullen, Tahran’ın nükleer tesislerine yapılacak bir saldırının mı, yoksa İran’ın nükleer silah üretmesine izin vermenin mi daha riskli olacağını bilmediğini, yine de saldırı seçeneğinin geçerli olduğunu ve ABD’nin elinde hazır bir askeri harekat planı bulunduğunu belirtti.

Greenpeace, Dalian’da gerçekleştirdiği 10 günlük saha çalışması ve incelemeyi tamamladı. İnceleme sonuçlarına göre, Çin’in petrol sızıntılarına karşı hâlihazırda aldığı önleyici tedbirler yeterli değil ve ciddi sorunlara neden olabilir. Çin Hükümeti’nin acilen Çin’in petrol alt yapısına ilişkin kapsamlı bir risk değerlendirmesi yapması ve petrol sızıntılarına karşı ulusal ve bölgesel bir acil durum planı oluşturması gerekiyor. Greenpeace tarafından bölgeye çağırılan Alaskalı doğa korumacı ve petrol uzmanı Richard Steiner, yaptığı değerlendirmede, Dalian Körfezi'nde yaklaşık 60 bin ton petrol toplandığını söyledi. Bu şaşırtıcı rakam, 20.000 balıkçının çıplak ellerle ve hasırlarıyla gerçekleştirdiği bir mucize. Hükümet ise kazada sadece1500 ton petrolün sızdığı tahmininde bulunmuştu. Petrol altı gün boyunca sızmaya devam etmiş ve vanalar ancak 22 Temmuz'da kapatılmıştı. Petrole olan madde bağımlılığımız felaketlerle peşimizi bırakmayacak. Çin ve bütün dünyanın fosil yakıtlardan uzaklaşması gerekiyor.

Meksika Körfezi’nde tarihin en büyük çevre felaketlerinden birine neden olan petrol sızıntısının yaşandığı derin deniz kuyusu, facianın patlak verdiği günden üç ay sonra kapatılmaya çalışılacak. ABD’li yetkililer, BP’nin yapacağı yeni çalışmada, mühendislerin kuyuya çamur ve beton dökerek sızıntıyı kapamaya çalışacaklarını belirtti. Bu işlemin beş ile yedi gün sonrasında ise, yakınlardaki bir kuyudan çamur ve beton pompalanarak sızıntı tamamen durdurulmaya çalışılacak. Derin deniz kuyusu, 20 Nisan’da Deepwater Horizon platformunda yaşanan patlamanın ardından petrol sızdırmaya başlamış, geçtiğimiz iki hafta ise sızıntı geçici olarak durdurulmuştu. Geride bıraktığımız haftada ise BP, Körfez’deki temizlik çalışmalarının 32 milyar dolara mal olacağını belirtmiş ve 17 milyar dolarlık zarar açıklamıştı. Bu rakama doğaya ve bizim geleceğimize olan zararlar dahil değil tabii...

ABD Dışişleri Bakanlığı 2005 yılından bu yana ilk kez yeni bir silah kontrol uyumluluk raporu yayımladı. Raporun gizli olmayan kısımları, dünyanın hala biyolojik silahların gölgesinde yaşadığını gösteriyor. Rapor, İran, Kuzey Kore ve Suriye’nin biyolojik savaş programları olabileceğini ve Rusya ile Çin’in biyolojik silah geçmişini henüz tamamen kapatmamış olduğunu belirtti. Hangi ülkelerin biyolojik silah programı yürüttüğü kesin değil. Dahası, uluslararası Biyolojik ve Zehirli Silahlar Sözleşmesi (BWC) bu tehdidin önüne geçilmesinde yeterince etkili olamıyor. Sözleşmenin acilen revizyona ihtiyacı olmasının yanında, teröristlerin veya akli dengesini yitirmişlerin bu tür silahları kullanmasıyla ilgili çok fazla şüphe ve çok az bilgi bulunuyor. BWC'nin imzalanmasının ardından Sovyetler Birliği anlaşmayı defalarca ihlal etmişti. Yeni biyolojik silahlar geliştirmek ve denemek için çok sayıda laboratuar kuran Ruslar, korunmasız toplulukları çok kötü etkileyebilecek adı bile bilinmeyen mikroplar üretmek için genetik mühendisliğine başvurdu. Ayrıca, ölümcül şarbon bakterisini üretmek için fabrikalar inşa ederek tüm bunları, sivil eczacılık kurumu Biopreparat'ın arkasına gizlemişlerdi.

İngiltere’de, klonlanmış ineklerden elde edilen sütün gizlice ve yasadışı bir biçimde ülkedeki süpermarketlerin raflarında yer aldığı iddiası ortaya atıldı. Tüketicilerin bu konudaki duyarlılığına rağmen süt ürünleri paketlerinde hiçbir açıklama bulunmayan İngiltere’de, klonlanmış süt üreten çiftçilerin işlerinin aksamaması için kimliklerini gizli tutmaya çalıştıklarını öne sürülüyor. İngiltere Gıda Standartları Kurumu (FSA), Daily Mail’e konunun soruşturulacağını ancak klonlanmış ineklerden elde edilen sütün gıda standartlarına uymadığını belirtti. AB parlamentosu ise klonlanmış hayvanların süt ve etlerinin tüketimine yasak getirmeye karar verdi. Ancak uygulama henüz yürürlülüğe girmedi. Bir çiftlik sahibi ise klonlanmış ineklerden süt elde ettiğini kabul etti. Aynı kişi bu hayvandan elde ettiği embiryoları Kanada’ya sattığını da söyledi. İsmini vermeyen çiftçi, iyi giden işlerinin bozulmaması için bu konuda açıklama yapmak istemediğini belirtti.

Protestolara rağmen Endonezya’nın en büyük palmiye yağı üreticilerinden olan Sinar Mas, Greenpeace'in gözlemlerine göre yağmur ormanlarına zarar vermeye devam ediyor. Temmuz başından itibaren önemli ekolojik değere sahip olan yağmur ormanlarındaki faaliyetlerini sona erdireceğini belirten firmanın sözünde durmadığını Endonezya’nın Jakarta bölgesinde açıklayan Greenpeace, temmuz başında batı Borneo'da havadan çekilen fotoğraflarla yağmur ormanında çalışmakta olan iş makinelerini tespit etti.

UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesine, Büyük Okyanus'ta bulunan ve 1940'lı ve 1950'li yıllarda nükleer patlama denemeleri yapılan Bikini mercan adası da eklendi. BM Bilim Kültür ve Eğitimi Örgütü (UNESCO) tarafından yapılan açıklamada, "nükleer denemelerin, mercan adasında ciddi derecede jeolojik ve çevresel tahribata yol açtığı ve bu denemelerin, nükleer çağın başlangıcının sembolü olduğu da ifade edildi. Yaklaşık 900 alanın dahil olduğu listeye, Bikini mercan adası dışında 6 yer daha eklendi. Ancak siz siz olun bikininizi giyip bikini adasında denize girmeyin.

Kaliforniyanın uzun zamandır var olan büyük ölçekli güneş enerjisi santrali, genişleyerek binlerce güneş paneliyle Mojave çölünün batı ucunu kaplayacak. Santralde güneşi toplamak için kıvrık aynalar kullanılacak; ısı, sıvı dolu tüpleri ısıtacak ve buhar üretilecek; sonunda üretilen buhar türbini döndürecek ve elektrik üretecek. Kaliforniya 20 senedir bu kadar büyük bir termal güneş enerjisi projesine lisans vermemişti ama bu projeden sonra 8 adet daha büyük ölçekli projenin oylaması yapılacak. Kaliforniya kanunlarına göre yıl sonuna kadar, yatırımcıların yaptıkları kamu hizmetlerinin elektrik ihtiyacının yüzde yirmisini yenilenebilir enerjilerden karşılamak zorunda. ?

İngiliz araştırmacılar buğdayın gen haritasını çıkardı. Olumlu sonuç: Ekmek ucuzlar, açlık biter. Olumsuz sonuç: Herkes daha çok yiyip harcar, çevre biter... The Independent gazetesinin manşetten verdiği habere göre, bu gelişme ‘tarımda yeni bir şafak’ ve buğday üretiminde son 10 bin yıldır yapılan en büyük atılım. Buluşla birlikte önümüzdeki beş yıl içinde hastalıklara daha dayanıklı ve daha çok ürün veren buğday türleri üretilebilecek. Bu gelişmeyle ekmek fiyatları ucuzlayacağı gibi, nüfusu giderek artan dünyada gıda güvenliği daha da gelişebilecek. Ancak gazetenin ekonomi editörü Sean O’Gready, buluşu o kadar da heyecanla karşılamıyor ve bunun çevre için kötü haber anlamına geldiğini söylüyor. O’Grady, açlık çeken insanlar için iyi bir haber olarak tanımladığı bu gelişmenin, çevreye etkilerinin olumsuz olacağı görüşünde. “Buluşun tarım üretimini artıracağına, gıdayı ucuzlatacağına şüphe yok. İşin olumsuz yanı şu ki, daha büyük bir dünyayı doyurabiliriz belki ama dünyamız büyümüyor. Daha çok insan, daha çok küresel ısınma demek. Daha ucuz tahıl, daha ucuz hayvan yemi anlamına geliyor. Çin, Hindistan, Endonezya ve Brezilya gibi, büyük nüfuslu, hızlı kalkınan ülkeler daha müreffeh oldukça, halkları da daha çok et yemek isteyecek. Kalkınmakta olan dünyanın zenginleşen halkları da bugün Amerikalıların yaşadığı gibi yaşamak isterse birkaç dünyaya daha ihtiyacımız olur” diyen Sean O’Grady’ye göre, ekonomik büyümenin önündeki engeller teknolojik değil çevresel.

Yüksek oranda lif ve mineral içermesine karşın şeker oranı düşük olan siyah pirincin kalp hastalıklarına ve kansere karşı etkili olabileceği belirtildi. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, ABD’nin güneyinde yetiştirilen siyah pirinçten alınan lif örneklerini analiz eden bir grup bilim insanı, ürüne rengini veren ve hücre yenileme, yani antioksidan özelliği kazandıran antosiyaninler açısından çok zengin olduğunu gözlemledi.
Louisiana Devlet Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmanın
ekibindeki Doktor Zhimin Xu, sadece bir kaşık siyah pirinç kepeğinde dahi bir kaşık yabanmersinindekinden daha az şeker ama daha çok antosiyanin bulunduğunu söyledi. Doktor Zhimin Xu, siyah pirincin içerdiği lifler ve E vitamini açısından zengin olduğunu, içerdiği zararlı molekülleri temizleyen antioksidanlar sayesinde damarların korunmasına yardımcı olabileceğini ve kansere yol açan DNA bozulmasını önleyebileceğini belirtti. Herşeyin doğalını daha doğrusu ekolojik olanını, yerelini, ve çeşidini yedikten sonra esasında bütün bu araştırmalara ne gerek var diye düşünüyorum bazen...

Bugün sizlere Kanada’dan bildiriyorum. Bir hafta boyunca Kanada’nın Montreal şehrinden sesleneceğim ve burada katıldığım CIVICUS Dünya Sivil Toplum Birliği, Dünya Kurulu’ndan haberler iletmeye çalışacağım. Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı TÜSEV’in ve TÜMİKON – Türkiye Milletvekillerini İzleme Konseyi de tolantıya katılıyor. Toplantıda Iklim aktivizmi ve ifade özgürlükleri önemli tartışma konuları arasında.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, "Greenpeace " dergisine yazdığı makalede, çevre örgütünün çalışmalarını överek, doğal yaşam kaynaklarının, özellikle de iklimin korunmasının ortak çabaları olduğunu ifade etti. Merkel, Greenpeace'in, özellikle çevre ve doğanın korunmasına ilişkin tartışmalara düzenli bir şekilde sağladığı bilimsel katkıları takdir ettiğini yazdı. Almanya Çevre Bakanı Norbert Röttgen’de, dergiye yaptığı açıklamada, Greenpeace'in gelecekte de "rahatsızlık veren, talep eden, yaratıcı ve finansal açıdan bağımsız" bir örgüt olarak kalmasını istediğini belirtti. Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı Sigmar Gabriel de, Greenpeace'in artık günümüzde yokluğu düşünülemeyecek bir örgüt haline geldiği görüşünü dile getirdi.

Tarihinin en büyük sel felaketini yaşayan Pakistan için acil ihtiyaç olarak belirlenen 460 milyon doların üçte biri toplanabildi. Milyonlarca insan susuzluk, açlık, hastalıkla yaşıyor. 6 milyon insanın gıda ve temiz suya acil ihtiyacı var, bunların sadece çok küçük bir kesimi karnını doyurabiliyor; susuzluğunu gidermek ve temizlenebilmek için suya ulaşabiliyor. Yüzlerce köy, anayol ve köprü sular altında. 3.5 milyon çocuk, kirli su ve sineklerle yayılan ölümcül hastalıklardan dolayı tehlike altında. Aşırı yağışlar ve sellerin ülkeyi yerle bir etmeye başlamasından beri 2 bin insan öldü. 2 milyon kişi artık evsiz. BM’ye göre daha fazla can kaybı olmaması ve hasarın onarılması için 460 milyon dolar acil yardıma ihtiyaç var. Ancak uluslararası toplumun yardım konusunda ağır davranması nedeniyle, şu ana kadar bu miktarın sadece üçte biri toplandı. Uzmanlara göre bu ‘ağırkanlılığın’ sebebi, ülkenin Taliban’dan kaynaklanan kötü imajı. BM İnsani Yardım Koordinasyon Merkezi ve yardım kuruluşu Médecins Sans Frontières (Sınır Tanımayan Doktorlar), Batı kamuoyundaki Taliban karşıtı tavrın ve ülkenin yolsuzluklarla değer kaybeden imajının büyük rol oynadığı görüşünde. Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi ise tek başına üstesinden gelemeyecekleri çok büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını ve Pakistan’ın yalnız bırakılması halinde milyonlarca kişinin açlıktan ölebileceğini söylüyor.

Kara öküz Afrika'nın güneybatısındaki Zimbabwe'nin en tehlikeli hayvanlarından biri olarak bilinir. Vahim bir kazada yaralı bir kara öküz, tecrübeli çevre koruma elemanlarından Steve Kok'u boynuzlayarak öldürdü. 71 yaşında olan Kok, kendini vahşi hayvanların kaçak avcılar tarafından avlanmasını engellemeye adamıştı. Kok gönüllü bir doğa korumacı olarak, yasak bölgelerde avcılığa karşı mücadele yürütmüş, binlerce hayvanı işkenceli ölümlerden korumuştu. İnsan hiçbir zaman ihtiyatı elden bırakmamalı, erken ayrılması aramızdan mücadele için önemli bir kayıp. Kendisini hep şükranla anacağız.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin devamını ve Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ile işbirliğini sınırlamayı öngören yasa tasarısını imzaladı. Yasaya göre, İran hükümeti, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini yüzde 20 düzeyinde tutacak, IAEA ile işbirliği yapılacak, ancak Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndaki (NPT) taahhütlerin dışına çıkılmayacak. Yasa, NPT’nin gerekleri dışında herhangi bir işbirliğini de yasaklıyor. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, 10 yeni uranyum zenginleştirme tesisi için yer belirlendiğini ve bunlardan birinin yapımına 2011 başında başlanacağını söyledi. Salihi, her bir uranyum zenginleştirme tesisinin, Buşehr nükleer santralinin ihtiyacını karşılayacak yakıtı üretebilecek kapasitede olacağını sözlerine ekledi.
Güneş ve rüzgar bölgemizde bu kadar bolken ve nükleer enerjiden çok daha ucuzken, bu tip nükleer yatırımların ve nükleer endüstriyi geliştirme çabalarının altında nükleer silahlanma kabusu dışında birşey görmek zor. Bölgenin silahlanması ise tam anlamıyla bizi bir güvensizlik ortamına sürükler. Bütün bunlar olurken hükümetin hala nükleer hayaller peşinde koşması yakın gelecekte bizi bir güvensizlik kabusuna sürükleyebilir. Silahın hiçbir türü güven sağlamaz.



EYLÜL
Nükleer santrallerin kapanma süreleri uzatıldı. Alman kabinesinin aldığı karara göre, toplam 17 nükleer santralin, önceki hükümetin 2022 yılına kadar öngörmüş olduğu kapatılma süreleri, 8 ila 14 yıl daha ileri atılacak. Böylece son nükleer santral 2036 yılında kapatılmış olacak. Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble, Berlin'de yaptığı açıklamada, nükleer santrallerin yetkilileri ile kapatma sürelerinin uzatılması konusunda anlaşma sağlandığını söyledi. Muhalefet partileri ise hükümetin kararının iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunacağını açıkladı. Ertelendikçe tehdit artıyor, ancak bugün kapatılması beraberinde maliyet getiriyor. Türkiye’nin nükleer planları da maliyetleri bu kuşağa olduğu kadar gelecek kuşağa da yüklüyor.

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kırcağız köyü'nde bulunan Sarıçay'da toplu balık ölümleri görülmeye başlandı. Milas İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri bölgeye giderek inceleme yaptı. Milas Kaymakamı Bahattin Atçı, balık ölümlerinin nedeninin belirlenmesi için Tarım İlçe Müdürlüğü yetkililerinin Sarıçay'dan ve ölü balıklardan numuneler aldıklarını belirterek ''Sonuçlarda balık ölümlerinin nedenini tespit edebilirsek bu doğrultuda da idari ve adli soruşturmalarımıza yön vereceğiz. Konunun yakından takipçisi olacağız'' diye konuştu. Toplu balık ölümleri sadece Milas’da görülmüyor. Şu sıralar Balıkesir’in Kepsut ilçesi Simav Çayı’nda da aynı durum söz konusu ve orada da bu sorunun sebebi araştırılıyor. Kepsutlular, kaçak balık avlayanlara binlerce lira para cezası kesilirken, çayı kirletenler hakkında hiçbir işlem yapılmamasına anlam veremediklerini de belirtiyorlar. Yine çok yakın zamanda Hatay-Dörtyol’da, Sakarya-Akgöl’de, Sivas-Kızılırmak’da, ABD Mississippi nehrinde çok sayıda balık ölümü görülmüştü. Son kalan sularımızı da kirletmeye devam ediyoruz.

?Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, Almanya'nın Bonn kentinde kurulan yeşil yüksek eğitim kurumu, geleceğe çevre bilinci yüksek işletmeciler ve araştırmacılar yetiştiriyor. 1969 yılında kurulan Alanus Toplum ve Sanat Yüksekokulu'nun yeni yapılan ikinci kampüsü modern renk ve tasarımların etkisini taşıyor. Bonn yakınlarında Alfter kasabası kenarında kurulu kampüsteki tahtadan yapılmış zarif tasarımlı binalar, aynı zamanda çevreci mimariye de örnek teşkil ediyor. Rektör Marcelo da Veiga şöyle diyor: "Kampüste tamamen çevreci bir yalıtım ve ısıtma söz konusu. Yani yazın klima kullanmadan yeraltı sularıyla soğutma sağlayabiliyoruz. Duvarlarda, pompalanan suyun dolaştığı bir boru tesisatı bulunuyor. Bu da duvarları soğutuyor ve jenaratörlerin çalışmasına gerek kalmıyor. Aynı şekilde kışın yeraltı suları çevreye göre daha sıcak olduğundan boru tesisatı, bu kez de odaların ısınmasını sağlıyor. Bütün dileğimiz kampüsün inşaatında mümkün olduğunca çevreci teknolojilerin kullanılmasıydı.'' Almanya'nın çevreci yüksekokulun kampüsünde ekolojik elektrik ve yenilenebillir ısıtma sistemleri kullanılıyor, yemekhanede ise organik yemekler çıkıyor. Okulun bu çevreci yaklaşımı başvuru sayılarını da ciddi olarak etkilemiş. Bir önceki yıla göre başvuranların sayısı yüzde 50 oranında artış göstermiş. Türkiye’de ise kampüsler ülke gerçeğini yansıtıyor...

Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, Orta Asya'nın en büyük çevre felaketine yol açan Aral Gölü'nün kurumasının önlenmesinde uluslararası kamuoyundan yardım istedi. Özbekistan Cumhurbaşkanlığı basın bürosundan yapılan açıklamaya göre, Kerimov, New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, Aral Gölü ve havzasında meydana gelen çevre felaketine dikkati çeken Kerimov, bu gölün, "bir insan ömrü kadar bir süre içinde, güzel bir denizden, kurumaya mahkum gölete" dönüştüğünü kaydetti. Kerimov, son 40 yılda Aral Gölü hacminin 7 kat, su miktarının ise 13 kat azaldığını kaydederek, bölgedeki bitki ve hayvan dünyasının tamamen yok olduğunu vurguladı ve Aral Gölü’nün Emuderya ve Sirderya gibi ırmaklardan sulandığını ve bu ırmakların su miktarındaki en ufak azalmanın, bölgedeki ekolojik dengeleri ve milyonlarca insanın hayatını etkileyeceğini belirtti. Emuderya ve Sirderya ırmaklarının yukarı kısmında yerleşen Kırgızistan ve Tacikistan, bu ırmaklarda yeni hidroelektrik santral kurmayı planlarken, bu ırmaklarla tarım arazinin büyük bir kısmını sulayan Özbekistan ve Kazakistan ise, bu santrallerin inşaatına başlamadan önce bağımsız uluslararası inceleme yapılmasını istiyor.

?Uluslararası Meteoroloji Kurumu ve BM Çevre Programı'nın hazırladığı bir rapora göre ozon tabakası kendini onarmaya başladı. Bu konuda uluslararası görüşmelerin sonuca vardırılmasındaki başarısı nedeniyle Greenpeace kampanyacısı Janos Mate ödül aldı. Ozon tabakası stratosferin üst kısmında bulunuyor ve güneşten gelen ultraviyole ışınlarının insan ve doğa üzerindeki zararlarını önlüyor. Ne yazık ki ozon tabakasının Antarktika kıtası üzerindeki kalınlığı bir milimetreye kadar düşmüşü. Bunun nedeni buzdolabı, klima, deodorant benzeri malzemelerde kullanılan kloroflorokarbon gazlarıydı. Fakat uluslararası bir antlaşma olan Montreal protokolü ile bu gazların kontrol edilmesi sonucu ozon tabakasındaki incelmenin önümüzdeki 30 yıl içinde eski boyutuna dönmesi olasılığının yüksek olduğunu açıkladı. Küresel iklim değişikliğine neden olan sera gazları için de dünya ülkelerinin aynı kararlılığı göstermesi gerekiyor.

350 sayısı size ne söylüyor? Gezegenin içinde bulunduğu tehlikenin farkında olanlar için “350” sayısının hayati bir önemi var. Aralık 2007’de NASA’dan Jim Hansen ve ekibi küresel ısınmayla ilgili yaptıkları çalışmada, atmosferdeki karbondioksit oranı için kritik sınırın 350 ppm olduğunu tespit etti. Şu anda gezegen tarihinde ilk kez 392 ppm’deyiz ve tehlike sınırının üzerindeyiz. Artık dünyadaki tüm ülkelerin ve insanların, karbondioksit salımlarını çok acil azaltması gerekiyor. Bu gerçeğin farkında olan kişilerden oluşan 350 hareketi, geçtiğimiz yıl 121 ülkede ve 4 bin 800 kentte yapılan etkinliklerle, dünya üzerindeki eş zamanlı en geniş katılımlı organizasyonu gerçekleştirmiş ve iklim değişikliğinin durdurulması gerektiğine dikkat çekmişti. Bu yıl ise beklenen tarih, 10.10.2010. 12 gün sonra tüm dünyada 171 ülke aynı gün yine 4000 in üzerinde etkinlik düzenleyecek. Bu ülkelerden biri olan Türkiye’de de pek çok grubun katılacağı etkinlikler düzenlenecek. Bu gruplardan biri olan Perşembe Akşamı Bisikletçileri (PAB), ‘10 Kent 350 Bisiklet’ organizasyonu ile 350 hareketine bisikletleriyle destek verecek. Şu ana kadar Ankara, Yalova, Eskişehir, Antalya, Bursa, İzmir, Adana ve Trabzon’da PAB Grupları, kendi kentlerinde yapacakları etkinliklerle harekete katılacaklarını açıkladı. Hareketin ülkemizdeki ayağı ile ilgili internet üzerinden detaylı bilgi alınabilecek web adresi ise, www.350hemensimdi.org

Berlin’den bildiriyorum bugün ve konuğum Berlin Türk Alman Çevre Koruma Mekrezi Kurucusu ve Yöneticisi Dr. Turgut Altuğ. Kendisi bugün burada gerçekleşecek çalıştay ve Merkezin Çalışmaları konusunda bilgiler veriyor.
BM Genel Kurul toplantıları için New York'ta bulunan 10 ülkenin dışişleri bakanları nükleer silahsızlanma yolunda yeni bir inisiyatife imza attı. Bu inisiyatif kapsamında yapılan çağrıda “Nükleer tehdidi bertaraf etmenin tek yolu bu silahların yok edilmesidir” denildi. Japonya ve Avustralya öncülüğünde başlatılan inisiyatifte Almanya, Türkiye, Kanada, Şili, Meksika, Polonya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Hollanda gibi kendilerine ait nükleer silahları olmayan devletler yer alıyor. BM Güvenlik Konseyi’nde yer almak isteyen Almanya’nın Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, ABD Başkanı Obama’nın nükleer silahsızlanma çabalarının yeni bir fırsat penceresi açtığını söyledi. Westerwelle, Almanya’nın güvenlik konseyinde yer alması halinde de nükleer silahsızlanmaya dair politikalar izleyeceğini kaydetti ve ülkelerin artan oranda nükleer silahlara yönelmesiyle bu silahların bir gün teröristlerin eline geçme ihtimalinin de güçlendiği uyarısında bulundu ve “Bu güvenliğe ve insanlığa karşı büyük bir tehdit oluşturur” dedi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yine bu toplantıda, Türkiye'nin bölgesinde nükleer silaha karşı olduğunu belirterek, ''Ülkeler belki yapmıyorlar, ama zihinlerinden geçiriyorlar. Çünkü, bölgede nükleer silahı olan ülke var'' dedi. Hindistan'ın nükleer silah yapmasının ardından, Pakistan'ın da güvenlik algılamasıyla nükleer silah yaptığına dikkati çeken Gül, Türkiye'nin bölgesinin tamamen nükleer silahlardan arındırıcı bir çabanın başlaması gerektiğini vurguladı.

Ve bir hatırlatma ile bitirelim; Yarın, tüm bisikletliler ve diğer tüm motorsuz araçlar için Critical Mass günü. Critical Mass bir protesto değil, sadece insanların hep birlikte bisiklete bindiği bir kutlama ve bilindiği gibi bütün motorsuz araçlara açık. Critical Mass, ülkemizde şu an sadece İstanbul ve İzmirde uygulanıyor. Siz de şehrinizde Critical Mass etkinliği başlatmak istiyorsanız http://www.critical-mass.info/ adresini ziyaret edebilirsiniz. İzmirliler, “Dünyanın 300 şehriyle birlikte her ayın son cumartesi saat 17:00'da Konak Meydanından başlayarak tüm motorsuz araç kullananlarla birlikte pedal çeviriyoruz.” diyorlar. İstanbul ise yine aynı şekilde, tüm motorsuz araçları 25 Eylül Cumartesi saat 17:00 da Göztepe Parkında bekliyor olacak.


Göçmen kuşlar tedavi edilmesi güç enfeksiyonların yayılmasında önemli bir rol oynuyor olabilir. Bilim insanları, göçmen kuşların 'süper bakteri' olarak da bilinen antibiyotiklere karşı dirençli bakterileri taşıdıklarını belirledikten sonra bu yönde kaygılarını dile getirdi. Portekizli araştırmacılar, martılara ait kuş pisliklerinden alınan 57 örneği inceleyerek yaptıkları tahliller sonucunda martılarda bulunan her 10 bakteriden birinin, vankomisin adlı yaygın bir antibiyotiğe karşı dirençli olduğunu belirledi. Uzmanlara göre martılar, enfeksiyonu büyük olasılıkla insan çöplerinden yedikleri kırıntılardan kapıyor. Antibiyotiğe karşı dirençli bakteriler, sağlıklı insanları genellikle etkilemiyor ama zayıf ve dayanıksız kişilerde ciddi enfeksiyonlara yol açabiliyor. Bilim insanlarını asıl kaygılandıran ise bu dirençli bakterilerin, diğer antibiyotiklerin etkilerini yok edip tedavisi çok daha güç enfeksiyonların oluşmasına sebep olabilmesi ihtimali.

Yeni Zelanda'nın kuzey kıyısına bir ay içinde ikinci kez balina sürüsü kıyıya vurdu. Balinalardan 25'i telef oldu. Kıyıya vuran 49 balinanın ise hala hayatta olduğu belirtiliyor. Kıyıdan hemen uzakta da 50 civarında balina tespit edildi. Balinaların yeniden yüzdürülmesi için çaba sarf eden gönüllülerin karşısında mücadele etmeleri gereken güçlü dalgalar ve şiddetli rüzgar var. Bir başka kıyıya da geçen ay vuran 58 pilot balinadan sadece 9’u kurtarılabilmiş ve yeniden yüzmeleri sağlanmıştı. Bilim adamları, balinaların toplu halde kıyıya vurmalarının nedenini henüz tam olarak tespit edemedi.

Chevron’a Karadeniz’de petrol felaketi lisansı. Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı, Greenpeace Akdeniz'in, Amerikan petrol şirketi Chevron'a Karadeniz'de petrol arama ve çıkarma lisansı verilmesine kaygıyla yaklaştığını belirtti. Atıcı, yaptığı yazılı açıklamada, Karadeniz'in, petrol arama çalışmaları nedeniyle giderek Meksika Körfezi'ne benzer bir kadere sürüklendiğini ileri sürerek, Karadeniz'deki aramaların Meksika Körfezi'ne oranla üç kat daha derinde gerçekleştirildiğini kaydetti. Greenpeace, hükümetin, petrol üretimi yerine, tüketimini azaltmaya yönelik vizyon ve stratejileri, politikalarının odağı yapması gerektiğini söylüyor.

Dünyanın en büyük eylemlerinden biri olan 350 hareketinin lideri Bill McKibben bu sene 10 Ekim 2010 tarihinde yapacaklarını şöyle anlatıyor:?“Ajandanıza not etmeniz gereken ilk tarih: 10 Ekim. O gün dünyanın her köşesinde güneş panelleri döşenmesini, rüzgâr gülleri kurulmasını, ağaç dikilmesini, bisiklet yolları yapılmasını umuyoruz. 10/10/10 temiz enerji kullanılan bir geleceğin, 350 ppm’e ulaşılmış bir dünyanın fotoğrafını çekecek. O gün, insanlara bunun için mücadele etmenin değerini ifade edecek. Her ülke iklim krizinden eşit şekilde etkilenmeyecek tabi ki ama eğer büyük kirleticilerin ve büyük ekonomilerin değişmesini sağlayamazsak hiç bir zaman kazanamayız.”

Almanya’da, Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan koalisyon hükümeti, yenilenebilir enerji gereksinime yanıt verinceye kadar nükleer enerjinin “köprü enerji” olarak kullanılmasında ısrar ederken, muhalefet buna karşı çıkmayı sürdürüyor. Berlin'de nükleer santrallere karşı düzenlenen protesto gösterisine onbinlerce kişinin katılması, SPD ve Yeşiller'i daha da cesaretlendirdi. SPD lideri Sigmar Gabriel, Bakanlar Kurulu'nun kararı ışığında hükümetin, Eyaletler Meclisi'ni devre dışı bırakarak, nükleer santralleri uzatmasını engellemek için mahkemeye başvuracaklarını açıkladı. Gabriel, iktidara geldiklerinde daha önceki iktidarları döneminde karara bağladıkları şekilde nükleer enerji santrallerinin hepsini kademeli olarak kapatacaklarını da söyledi. Yeşiller Partisi Eşbaşkanları Claudia Roth ile Cem Özdemir de nükleer santrallerin kapatılmasında ısrarlı olduklarını yinelerken, hükümeti enerji şirketlerinin lobiciliğini yapmakla suçladılar.

Yeni bir araştırma, çağın vampiri tahtakurusunun, dünyanın dört bir yanına giderek yeniden yayıldığını ortaya koyuyor. Kentucky Üniversitesi ve Amerikan Ulusal Böcek İdaresi Derneği'nin birlikte önayak olduğu araştırma, tahtakurusu nüfusundaki patlamanın sadece ABD'de değil, küresel anlamda bir salgına dönüştüğünü gösteriyor. Yakın zaman içinde İngiltere'de de bu gözlemi doğrular nitelikte veriler yayımlandı. ABD'de tahta kurusu sorunu en çok New York'ta kendini gösteriyor. Hiç uyumayan New York'ta hiç uyutmayan tahta kurularının istilasına uğrayan bazı iş yerleri, sinemalar ve dükkanlar kapatılmak zorunda kaldı. ABD'nin Çevre Koruma Dairesi, ''Acı verecek derecede kaşındıran, alerji dahil bir dizi sağlık sorununa yol açabilen tahta kurularının kaygı verici boyutta arttığı'' uyarısını yayınladı. İngiliz böcekbilimci Clive Boase'e göre, iklim değişikliğinin ve ulusararası seyahat trafiğindeki artışın da tahta kurularının yeniden hortlamasında rol oynadığını düşünüyor.

Meksika Körfezi'nde, Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük deniz kirliliğine yol açan BP petrol kuyusunun tamamen kapatıldığı bildirildi. Denizin yaklaşık 4 km altındaki kuyuyu kapatmak için çimento pompalanmıştı. Çimentonun kuruduğu ve yapılan basınç testiyle çimentolamanın işe yaradığının anlaşıldığı belirtildi. Deepwater Horizon petrol platformu, 20 Nisandaki bir patlamayla batmış, 11 çalışan yaşamını yitirmişti. O günden sonra Meksika Körfezi'ne 4 milyon varilden fazla ham petrol akmıştı. Petrol şirketi British Petroleum (BP), açıklamasında, olaydan zarar görenlere ödenecek tazminat için oluşturulan 20 milyar dolarlık Tazminat Fonu'nun 19 bin kişiye 240 milyon dolar ödeme yaptığını bildirdi. Peki buradaki deniz canlılarına ve ekosisteme verilen zarara ne olacak? Bu nasıl telafi edilecek? Bölgede araştırmalarını sürdürüren Greenpeace’in Arctic Sunrise Gemisi sürekli besin zincirinde petrolün önemli etkilerini buluyor. Bağımsız araştırma sonuçları yakında açıklanacak.

Diplomatik kaynaklar, Reuters'a bir istihbarat raporu sızdırdı. Raporda, "Türkiye'nin İran ile artan ilişkileri, İran'ın Avrupa finans sistemine girişine izin veriyor" deniliyor. Raporda, İran'ın Türkiye'yi yaptırımları aşmak için kullanıldığı iddia edildi; "Türkiye, Türk bankaları ve Türk Lirası hesaplar vasıtasıyla, İran'ın faaliyetleri için kendini aracı olarak kullandırtıyor. İran'dan gelen paranın, Türkiye görüntüsünde, Avrupa sistemine girmesine fırsat tanıyor. ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde, İran'a yönelik ayrı yaptırım paketleri yürürlükte. Amerika, kendi finans sistemiyle iş yapan kurumların, 17 İran bankasıyla çalışmasını yasaklıyor. Yaptırımlar sonucu İran'ın nükleer silah yapım sürecinin 18 ay ile 2 yıl arasında geciktirildiğini savunuyorlar.

Yenilenebilir enerji teknolojisi hızla revaçta olmaya başladı... Bu hiç de şaşırtıcı değil. Yenilenebilir enerjiyle güçlenmiş daha verimli bir ekonomiye doğru hızlı geçiş, küresel ısınmayı durdururken doğayı koruyan yeşil işler de yaratabilir. Fakat bu geçişi ne kadar hızlı yapabiliriz? Bu soru Greenpeace ve dünyanın en büyük yenilenebilir enerji derneği olan Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi'nin sorduğu önemli bir soru. Sorunun yanıtı ise geçtiğimiz Haziran ayında çıkan ve 5 yıl süren bir çalışmanın sonucu olan Energy [R]evolution yani Enerji [D]evrimi raporunda. Aynı çalışmanın ulusal ayağı olan ve Greenpeace Kanada'nın çıkardığı Enerji [D]evrimi’nin ikinci baskısıysa tam da Kanada ulusal enerji stratejisi tartışmaları sırasında yayınladı. Rapora göre birincil enerji talebinin yarıya inmesi, bu enerjinin dörtte üçünün 2010 yılı itibarıyla yenilenebilir kaynaklardan elde edilmesi ve sera gazları emisyonunun yüzde 95'inin azaltılması gerekiyor. Yapılması gerekenler ve mümkün olanlar ise hükümetin politikası ile açık şekilde çelişiyor. Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi Genel Sekreteri Christine Lins, Kanada'nın çok geniş yenilenebilir enerji potansiyeline sahip olduğunu ve bu potansiyelin pahalı ve sürdürülemez fosil yakıtlar ve nükleer yerine kolayca konabileceğini belirtti. Yenilenebilir endüstrinin Enerji [D]evrimi’ni gerçekleştirebilecek, gereksinim duyulan kapasiteye sahip olduğunu, teknik hiçbir engel olmadığını, küresel enerji sektörünü yeniden oluşturmanın önündeki tek engelin ise politik olduğunu belirtti. Aynı politik engeller Türkiye’nin de hala başında...

Beyaz Saray’ın bilim danışmanı John Holdren, halktan bundan böyle "küresel ısınma" yerine "küresel iklim bozulması" tabirini kullanmasını isteyerek, bu ifadenin, durumun tehlikesini daha iyi ortaya koyduğunu söyledi. Holdren, Oslo’da yaptığı bir konuşmada, ısınma tabirinin "tehlikeli bir tanımlama" olduğunu belirterek, bunun yerkürenin karşılaştığı duruma doğru açıklama getirmediğini kaydetti. Bir de Beyaz Saray bilim danışmanı Beyaz Saray’ın çatısına neden Güneş Paneli konulmadığına dair, tutarlı bir bilimsel açıklama yapsa ne güzel olur... Beyaz Saray gerekli önlemleri almazsa bu küresel iklim bozulması da değil hızla iklim felaketi olacak!

Sığacık Akkum Sahili’nde düzenlenecek Starboard Windsurf Funboard Türkiye Şampiyonası için İzmir’in Seferihisar ilçesine gelen milli sörfçü Çağla Kubat, Sığacık Körfezi’nde orkinos çiftliği yerine su sporları merkezi kurulması gerektiğine işaret etti. Greenpeace'in Sığacık Körfezi’nin ‘deniz rezervi alanı’ olarak acilen koruma altına alınarak, orkinos çiftliği ya da herhangi başka bir çiftlik kurulmaması taleplerini destekler şekilde, dünyada denizlerin su sporlarına uygun hale getirilmeye çalışıldığını anlatan Kubat "Bizse elimizde olanların değerini bilemiyoruz. Burası orkinos çiftliği için değil, su sporları için uygun. Hiçbir sporcu gelip, pislenmiş bir denizde spor yapmak istemez. Burada orkinos çiftliği kurulacağına, su sporları merkezlerinin yapılması uygun olur." dedi.

2010 PARK(ing) günü otomobil park yerlerini insanların kullanımına açtı. Dünyada birçok kentte, yığınlarca kamu alanı kişisel kullanıma yönelik motorlu araçlarla kaplı. Bu durum bu yıl 17 Eylül'de birkaç saatliğine değişti. 17 Eylül PARK(ing) gününde dünyanın 140 farklı kentinde insanlar park alanlarını geri aldılar ve bu alanları oyun oynayabilecekleri, sanat projeleri gerçekleştirebilecekleri veya sadece oturup sohbet edebilecekleri mini parklara dönüştürdüler. Istanbul’da bütün park yerleri kamusal yeşil alanlara dönüştürülse, toplumsal ve çevresel işlevsel kazandırılsa, çok daha yaşanır bir kent olur. Park bulamayacakları için insanlar toplu taşıma kullanmak zorunda kalır. Yollar boşalır, toplu taşıma hızlanır... öyleyse ne bekliyoruz araba parklarını geri alalım, park yapalım.

Günümüzde kurumların gündeminde, düşük karbon kullanımı, enerji verimliliği, yenilenebilir kaynaklar, ısı tasarrufu, eko-inovasyon ve geri dönüşüm gibi kavramlar var. Şirketler artık iş planlama ve karar verme süreçlerine, hatta günlük faaliyetlerine bu uygulamaları dahil ediyor bunların "Sürdürülebilirlik" için gerek şartı olduğunu artık biliyorlar. Sürdürülebilir gelecek için yeşile odaklanan iş dünyası "Yeşil Tesisler Konferansı"nda buluşuyor. 5 – 6 Ekim"de ikinci kez düzenlenecek olan Yeşil Tesisler Konferansı"nda karbon ekonomisinden enerji verimliliğine kadar geniş bir perspektifte "Yeşil İş Dünyasının Kuralları" masaya yatırılacak. Yeşil Tesisler Konferansı bütün toplantılarda olması gereken şekilde sıfır karbon gerçekleştirilecek. Konferans uluslararası standartlara göre karbon ayak izini ölçecek ve sıfırlanan karbonun doğrulması yapılacak. Konferans, sürdürülebilir bir çevre oluşturmanın yalnızca iyi bir kurumsal birey olmakla elde edilemeyeceğinin, başarının ancak doğal kaynaklarımızın sürdürülebilirliği ile mümkün olacağına içtenlikle inanan tüm tarafları bir araya getirmeyi hedefliyor. Hayırlara vesile olsun diyelim.

Yılda 200 günü güneşli geçen Türkiye, güneş enerjisi kapasitesinin binde 1'inden bile faydalanamıyor. Enerjide dışa bağımlılığı yüzde 72 olan Türkiye’nin yıllık enerji ihtiyacı 200 TWh (Teravat saat). Nükleer enerji için yasaları ardı ardına çıkartırken ve tarihi güzellikler barajlar altında kalırken, Yenilenebilir Enerji Kanunu’ndaki değişiklikler ise bir türlü meclis gündemine giremedi. Türkiye’de güneş enerjisinin kurulu gücü 4 megavatı geçmiyor ve halen bir tane bile güneş enerjisi santrali yok. Oysa ülkemizin yıllık güneş enerjisi potansiyeli 500 TWh, rüzgâr enerjisi potansiyeli ise 450 TWh. Bu alanlara yatırım yapılmasıyla Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı sona erer, ancak böyle bir hedef bile konmuş değil. Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Derneği (GENSED) Yönetim Kurulu Başkanı Levent Gülbahar, Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyelini iyi kullanmadığını söyleyerek Almanya’yı örnek gösteriyor. Güneş enerjisi kullanımında dünyada ilk sırada yer alan Almanya, güneşlenme süresi olarak Türkiye’nin yarısı kadar potansiyele sahip. Oysa 9 bin 380 Mw’lık kurulu güneş enerjisi gücüne, 2010’un ilk üç ayında 3 bin 400 Mw daha eklediler. Yılda 2 bin 738 saatlik potansiyele sahip Türkiye ise ‘güneşin ülkesi, ama gölgede çalışıyor’. Yenilenebilir enerji kaynakları potansiyeli Türkiye kadar yüksek olan bir ülkenin hâlâ fosil yakıtlarda ve nükleerde ısrar etmesine bir anlam veremediğini vurgulayan Gülbahar, “Bu bir kültür eksikliğinin ve en önemlisi dünyamızın, çevremizin ve çocuklarımızın geleceğinin düşünülmediğinin en güzel göstergesi” dedi.

Körfez ülkelerinden Kuveyt, 2022 yılına kadar dört nükleer enerji reaktörü inşa etmeyi planlıyor. Kuveyt Milli Nükleer Enerji Komitesi genel sekreteri Ahmed Bişara, ihtimalleri değerlendirdiklerini ve Ocak ayına kadar nükleer yol haritasının hazır olacağını söyledi. Petrol ihraç eden ülkeler organizasyonu (OPEC) üyeleri arasındaki beşinci en büyük petrol üreticisi olan Kuveyt'in, bin megawatlık dört reaktör inşa edeceği belirtiliyor. Birleşik Arap Emirlikleri geçen Aralık ayında Güney Koreli bir firma ile 20 milyar dolarlık nükleer enerji anlaşması imzalamıştı. Batı’da nükleer tesisler inşa edilmezken niye arap ülkelerine nükleer enerji dayatılıyor, niye güneş santralleri öncelikli değil?

Aslan yelesi denizanası olarak da bilinen Cyanea cappillata, okyanusları ekosisteme büyük zarar veren istilacı bir türden koruyor. "New Scientist" dergisinde yer alan habere göre, okyanusları koruyan zehirli dev denizanası Cyanea cappillata, boyu 30 metreye kadar ulaşan dokunaçlarıyla dünyanın en uzun hayvanları arasında yer alıyor. Bergen Deniz Araştırmaları Enstitüsünden Aino Hosia ve Gothenburg Üniversitesinden Josefin Titelman, Cappillata’nın insana zararı olmayan ancak ekosistemi tahrip eden denizanası görünümündeki Mnemiopsis leidyi adlı taraklının istilasına karşı doğal bir set oluşturarak okyanusları koruyucu şekilde görev yaptığını belirtiyor. Atlantik kökenli Mnemiopsis leidyi, 1980’li yıllarda atık ve molozlarla önce Karadeniz’e yayılmış ve daha sonra da Akdeniz’de görülmeye başlanmıştı.

Afrika'daki ülkelerde cep telefonları kısa sürede moda oldu. Ancak her yerde elektriğin olmadığı bu ülkelerde telefonları şarj etmek önemli bir sorun haline geldi. Bu sorunu çözmek için tasarımcı Andrew Williams, hayal gücünü kullandı ve güneş enerjisi ile dolan özel tasarım cep telefonları hayata geçirdi. Enerjisini güneş ışığından alan bu telefonların diğerlerine oranla yüzde kırk oranında daha da ucuz olduğu da belirtiliyor.

Balina avcılığı yolsuzluğunu ortaya çıkarmak için eylem yapan iki Greenpeace eylemcisi, 3 yıl ertelenen, 1 yıl hapis cezası aldı. Mahkeme kararının haksızlığına vurgu yapmak için Greenpeace eylemcileri Türkiye’de Japonya Büyükelçiliği önünde “aktivizm suç değildir” pankartları ile eylem yaptı. Greenpeace, Japonya'nın Güney Okyanusu'nda sürdürdüğü balina avcılığı programındaki büyük yolsuzluğu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisine verilen, ağır ve adil olmayan kararı kınadı. Hapis cezası alan Toru Suzuki ve Junichi Sato’nun fotoğraflarını taşıyan eylemciler, büyükelçiliğin kapısına üzerinde adaletin terazisinin olduğu siyah kumaşlar astılar. Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası sorumlusu Banu Dökmecibaşı, “Bu karar kamu yararına yapılan bireysel barışçıl eylem yapma hakkının ihlalidir” dedi. Sato ve Suzuki, “Biz hükümetin balina avcılığı programı gerçeğini ortaya çıkardığımız için ceza alırken, kamu parasını amacı dışında harcayanlar özgürce dolaşıyor” dedi.

Japon haber ajansı Kyodo’da yayımlanan bir araştırma, ülkede toplam 29 bin okul kantininden 5 bininin, Nisan 2009 - Mart 2010 tarihleri arasında öğrencilere balina eti verdiğini ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, 60’lı ve 70’li yıllarda okul kantinlerinde yoğun olarak tüketilen balina eti, arz ve talebin azalmasıyla ve balina avcılığına getirilen uluslararası moratoryum sonucu yemek listelerinden çıkarılmıştı. Kyodo, Japonya’nın balina avını artırdığı bir dönemde, balina etinin yeniden okul kantinlerinde öğrencilere verildigini duyurdu. Uluslararası moratoryum sadece ticari amaçlı balina avını yasaklıyor. Japonya’nın, balinaları avlamak için bilimsel nedenler öne sürdüğü, bu çerçevede bir araştırma enstitüsünün balina avını yönettiği ve avlanan balinanın etini belediyeler yoluyla okul kantinlerine pazar fiyatının üçte birine sattığı belirtildi. Haberde, balina etinin okul kantinlerinin yanı sıra balıkçılara ve restoranlara da satıldığı kaydedildi. Bu arada 2008 yılında balina eti yolsuzluğunu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisi tutuklanmış ve haksız yere hapse atılmıştı. Süren dava'nin sonucunda Japon hükümetinin yaptığı balina avcılığını koruyan politik bir kararla, eylemcilere 3 yıl ertelenmiş 1 yıl hapis cezası verildi. Greenpeace eylemcileri Junichi ve Toru Japonya’daki bir balina eti yolsuzluk skandalını ortaya çıkarmış ve balinaların bilimsel amaçlı avlandığı savını çürütmüştü. Aktivism suç değildir diyor, bu politik kararı kınıyorum. Eylemcilere madalya verilmesi gerekirken suçlu bulmak Japon hukuk sisteminin ciddi bir reforma ihtiyaç duyduğunun göstergesi.

Amerikalı, Kanadalı ve Avustralyalı bir grup hayvan hakları savunucusunun, dün Japonya'nın yunus balığı avına son vermesini istemesinin ardından, bugün Taiji Koyu'nda yunus avı yapılmadı. Taiji belediyesinden bir yetkili, Associated Press ajansına yunus avı yapılmadığı yönünde açıklamada bulundu ancak bundan sonra av yapılıp yapılmayacağı konusunda bir bilgi vermedi. Yunus katliamını konu alan, 2010 Belgesel Oscarı'nın sahibi "Koy" (The Cove) filminin yönetmeni Richard O'Barry, Amerikan Büyükelçiliği yetkililerine, Obama'ya verilmek üzere, yunus balığı avının durdurulmasını isteyen ve 150 ülkeden 1,5 milyon kişinin imzaladığı dilekçe iletmişti. Her yıl, Taiji kasabası açıklarında Japon balıkçılar ortalama 2 bin yunus balığı avlıyor. Yakalanan yunuslardan bir bölümü gösteri merkezlerine satılıyor, diğer bölümü ise eti yenmek üzere öldürülüyor.

Küresel ısınma gıdayı etkili bir koz haline getirdi. Tarımsal üretimi güçlü olan ülkelerin küçük bir hareketi bütün ülkeleri etkiliyor. Bazı ülkelerde gıda isyanları başladı bile. Rusya ‘elinde bulunmayan’ buğday ile tüm dünya emtia piyasasını son üç aydır yönetirken, en büyük tüketici Çin alım yapmama tehditleri savuruyor, Mozambik’te binlerce insan zamlara karşı ayaklanıyor. Günden güne artan gıda sıkıntıları zincirinin son halkası yine Moskova’dan gelen haber ile tetiklendi. Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Rusya’nın tahıl ürünleri ihracatına yönelik getirdiği yasağı, gelecek yıl hasadın yapılacağı döneme kadar uzattı. Bunun üzerine de Dünya Gıda Örgütü (FAO) de harekete geçti ve buğday, pirinç gibi temel gıdaları üreten ülkelere acil toplantı çağrısı yaptı... küresel ısınma ile mücadele birinci öncelikli konumuz olması gerekirken, günlük kısa vadeli siyasal gelişmelerin içinde bizi boğuyorlar... dikkat!

Greenpeace eylemcileri, 48 saat boyunca Grönland'ın dondurucu sularının 15 metre üzerinde gerçekleştirdikleri eylemlerini sonlandırdılar. Grönland Güvenlik güçleri 4 eylemciyi gözaltına aldı. Kuzey Buz Denizi'nin ortasındaki petrol çıkarma platformundaki eylemin amacı, enerji şirketlerini Kuzey Kutbu'ndan uzak tutmak ve İngiliz petrol şirketi Cairn Enerji'nin bölgede petrol aramayı durdurup eve dönmesini sağlamaktı. Binlerce kişi, internet üzerinden dünyanın bir ucundaki bu 4 eylemciye destek veriyor. Siz de www.greenpeace.org.tr adresinden eylemcilere Enerji Devrimi İmza kampanyasına katılarak destek olabilirsiniz. Eylemciler Danimarka donanması, deniz komandoları ve Grönland Hükümeti'nin baskılarına rağmen 2 gün platformda kaldılar ve petrol arama çalışmalarını durdurdular. Greenpeace Esperanza gemisinin Kuzey Buz Denizi'nde ve petrole karşı mücadeleye devam edeceğini belirtiyor, bakalım bundan sonraki durak neresi?

Meksika Körfezi'ndeki bir başka petrol platformunda patlama meydana gelmesi ve yangın çıkmasının ardından, bölgede 1,5 kilometreden fazla uzunlukta petrol tabakası görüldüğü bildirildi. Amerikan sahil koruma biriminin, platform görevlilerine dayanarak yaptığı açıklamada, tabakanın yaklaşık 3 metre genişliğinde olduğu ve daha fazla petrol sızıntısı olmayacağı ümidini taşıdıkları belirtildi. Sahil koruma yetkilisi, yangının kontrol altına alındığı ancak sönmediğini bildirdi. Yetkililer, gelen ilk haberlerde platformdaki 13 işçiden birinin yaralandığını, ölen olmadığını açıklamıştı. Mariner Energy'nin sahibi olduğu platformda üretim olmadığı belirtilmişti. Platformun, nisan ayında meydana gelen patlamanın ardından körfeze petrol sızıntısının başladığı, BP'ye ait platformun batı tarafında olduğu bildirildi. Nisan ayında yine Meksika Körfezi’ndeki BP Petrol Platformu’nda meydana gelen patlamada 11 işçi hayatını kaybetmiş ve tarihinin en korkunç petrol faciası meydana gelmişti. Petrol’den vaz geçinceye kadar daha kaç facia olması gerekiyor. Bu facialar bizi vazgeçirmezse faciaların en büyüğü küresel iklim değişikliği ile cayır cayır yanacağız, ama o zaman çok geç olacak.

Avrupa Komisyonu, Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (CIP) kapsamında mali olarak desteklenecek eco-innovasyon (çevre yenilik) projelerine yönelik 35 milyon Euro'luk bir teklif çağrısı var. Bu çağrı özellikle, teknik olarak kanıtlanmış çevre dostu bir ürün, proses veya hizmet geliştirmiş olup halihazırda piyasada yerini arayan KOBİ'lere yönelik. Başvurular için son gün 9 Eylül 2010. Bilgi için gerekli linki Açık Radyo internet sitesinde Gezegenin Geleceği programında bulabilirsiniz.
http://ec.europa.eu/environment/eco-innovation/application_en.htm

Endüstriyel balık avcılığı için avlanma sezonu bu hafta başladı. Sağlıklı bir deniz yaşamı ve zengin balık stokları, ancak sürdürülebillir balıkçılık anlayışıyla mümkün. Greenpeace, yarın da denizlerimizde balık istiyorsak, bugün hemen deniz rezervleri oluşturulmasının ve güçlü bir balıkçılık yönetiminin aciliyetine dikkat çekiyor. 2010 av sezonu için 15 Nisan'da av yasağı başlatıldı ama bir yandan da gırgır ve trol teknelerine uluslararası sularda 15 Haziran'a dek avlanmasına izin verildi. Yani av yasağı süresi fazla kısaltıldı, hem yumurtlama dönemindeki ve hem de henüz yavru balıkların avlanılmasına neden oldu. Stokların iyileşebilmesi ve Türkiye'deki balıkçılığın geleceği için yerine getirilmesi gereken şartlar: Av yasağı döneminin doğru belirlenmesi, gerçek anlamda denetlenmesi, aşırı ve yanlış avlanmanın önlenmesi, pazarda yavru balık satışının önüne geçilmesi ve mutlaka geleneksel kıyı balıkçılığının öncelikle teşvik edilmesi. Greenpeace, dünya denizlerindeki tahribatın durması ve orkinos gibi nesli tehlike altındaki balık türlerinin korunması için, tüm tahrip edici faaliyetlere kapatılmış ve tam koruma altında bir deniz rezervleri ağının oluşturulması için çağrıda bulunuyor.

Greenpeace, Mısır'ın ikinci büyük kenti İskenderiye'nin batısında bulunan El Dabaa'da nükleer santral kurma kararını kınadığını açıkladı… Ortadoğu ülkelerinin kirli, pahalı ve tehlikeli enerji sistemine geçmesi tüm bölge için büyük bir tehdit oluşturacak. Nükleer enerji, yenilenebilir enerjilerin gelişmesi ve iklimin korunmasının önünde de bir engel teşkil ediyor. İklim değişikliği ile mücadele edebilmek için, hükümetlerin yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etmesi gerekiyor. Greenpeace her tür nükleer enerji neslinin, başka bir Çernobil yaratabilecek ölümcül bir karar olduğunu savunuyor. Bilindiği gibi Çernobil felaketi milyonlarca insanı etkiledi ve hala gözle görülür şekilde etkileri devam ediyor. Mısır halkı daha iyi bir enerji çözümünü hak ediyor. Mısır gibi güneş potansiyeli açısından zengin ülkeler, sürdürülebilir ve temiz enerji sistemleri inşa edebilir üstelik hem daha karlı hem de bağımsızlık sağlıyor. Greenpeace tüm dünyada Enerji [D]evrimi raporu ile, nükleer teknolojiye gereksinim duymadan ve karbon salımlarının düşürülebildiği küresel bir sürdürülebilir bir enerji modeli öneriyor.

Almanya, önümüzdeki 12 yıl içinde nükleer enerji santrallerini kapatma planından vazgeçti. Başbakan Angela Merkel, "Teknik olarak bakıldığında makul olanı, nükleer santrallerin 10-15 yıl daha kullanımda kalmasıdır. Başbakan olarak görevim, güvenliği nükleer enerjide en önemli kriter olarak konuşlandırmayı sağlamaktır" dedi. Almanya'da, 10 yıl önce, Sosyal Demokrat Parti (SDP) ve Yeşiller'den oluşan koalisyon hükümeti, 2022 yılına kadar tüm nükleer santrallerin kapatılması kararı almıştı. Ancak Angela Merkel’in başbakanlığındaki muhafazakar-liberal koalisyon hükümeti, bu planı değiştirmek için harekete geçti. Hükümetin, üzerinde çalıştığı yeni enerji politikasını kısa sürede açıklaması beklenirken Başbakan Merkel’in, gelecek dönemde, nükleer ve yenilenebilir enerjiyi birlikte kullanmayı hedeflediği söyleniyor.

Avrupa Birliği’nde 100 watt’lık akkor ampullerin ardından 75 watt’lık ampullere de yasak geldi. Amaç, enerji tasarrufu ve küresel ısınma ile mücadele. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde 75 watt’lık akkor ampullerin üretimi ve ithal edilmesi yasaklandı. Geçtiğimiz yıl 100 watt’lık akkor ampullere yasak getiren AB, 1 Eylül itibariyle bunun kapsamını genişleterek, 75 watt’lık akkor ampulleri de yasakladı. Brüksel’in hedefi, 2012 yılına kadar piyasadaki klasik ampullerin yerini enerji tasarrufu sağlayan modern ampullerin alması. Uzun ömürlü LED ve halojen lambalar, bu ampullere örnek. AB’nin yeni düzenlemesi, küresel ısınmayla mücadeleyi ve enerji tasarrufunu amaçlıyor. AB Komisyonu’nun Enerjiden Sorumlu Üyesi Günther Oettinger, yeni düzenleme sayesinde yılda 40 milyar kilowatt saat tasarruf edileceğini kaydetti. Bu sayede karbondioksit emisyonunun da yılda 15 milyon ton düşürülmesi hedefleniyor. Her bir hanenin enerji tasarrufu sağlayan ampuller kullanması, evlerinin büyüklüğüne ve kullanılan ampul sayısına göre elektrik faturalarına da olumlu yansıyor. Bu sayede, her bir konutta yılda yaklaşık 25 ile 50 euro arasında tasarruf sağlanabiliyor. Ya Türkiye’de bu konuda ne yapıyor?


"Enerji devlerinin gözü Kuzey Buz Denizi'nde" diyen Greenpeace eylemcileri, bu kez dondurucu sularda petrole dur dedi. Danimarka'ya bağlı yarı özerk bir bölge olan ve büyük bir bölümü Kuzey Kutup dairesi içerisinde kalan Grönland'da petrol ve doğalgaz çıkarılması çalışmalarına karşı Greenpeace. Esperanza yani Umut gemisinden yola çıkan Çevre örgütü Greenpeace'in 4 üyesi, Grönland'ın dondurucu sularında Danimarka donanmasının güvenlik önlemlerini atlatarak, botlarla Cairn şirketine ait petrol kuyusuna yanaştı ve petrol arama platformuna tırmandı. Tırmanışçılar, tentelere yerleşti ve birkaç gün asılı kalabilecek kadar malzemeye sahip. Konuyla ilgili yapılan açıklamada, "Eğer kısa bir süreliğine de olsa petrol çıkarma işlemini durdurabilirlerse, işletmeci şirket olan Cairn Enerji'nin petrol çıkarma işlemi hava koşullarının sertleşmesi nedeniyle gelecek yıla sarkacak" denildi.
Kuzey Kutbu denizinde dondurucu soğukta on beş metre aşağıya sarkmış eylemcilerden ABD vatandaşı Sim McKenna, "Enerji şirketlerini Kuzey Kutbu'ndan uzak tutmalıyız ve petrole olan bağımlılığımızdan kurtulmalıyız. Meksika Körfezi'nde yaşanan BP petrol felaketi bize artık petrolün ötesine geçmemiz gerektiğini gösterdi.” dedi.

Sizlere birkaç gün önce, naylon poşet kullanımının yerini artık bez torba kullanımına bıraktığından söz etmiştik. Bunu destekleyen güzel bir haber de İngiltereden… İngiltere'deki büyük süpermarketler tarafından dağıtılan "tek kullanımlık" plastik torba sayısında dört yıldır büyük bir düşüş var. İngiliz Perakende Konsorsiyumu (BRC) 2006 Mayısına göre toplam kullanımın 10,6 milyar tondan 6,1 milyar tona düştüğünü ifade etti. Bu rakam Mayıs 2009'a göre %37 azalma anlamına geliyor. BRC Genel Direktörü Stephen Robertson, "Bu istikrarlı düşüş müşterilerin yeniden kullanılabilir torba alışkanlığına kalıcı olarak uyum gösterdiğinin ifadesi. Yılda kullanılan toplam plastik torba sayısının düzenli olarak azalması, iyileştirme için gereken gönüllülüğün sağlandığını gösteriyor." dedi. Sizde Türkiye’de benzer bir hareket görmek istiyorsanız www.beztorbakullananlar.com internet sitesine uğrayabilirsiniz.

Doğa’ya zarar vermeyen organik gıdayla beslenen çocukların dışkılarında daha az seviyede böcek ilacına (pestisit) rastlandı. İki çocuk annesi Alexandra Ramdin, çocuklarına, böcek ilacı kullanılmadan, sentetik gübre ve hormon katılmadan üretilen organik gıdalardan vermeye karar verdi. Konuyla ilgili bir araştırmaya katılan Ramdin bu kararını şöyle anlatıyor: "O zaman henüz organik gıdaların daha besleyici olduğu kanıtlanmamıştı. Ama organik gıdaları bir denemek istedim." diyor. Araştırma şöyle yapıldı: Üç gün boyunca bir grup çocuk konvansiyonel yöntemlerle (böcek ilacı, sentetik gübre ve hormon kullanılarak) üretilen gıdalarla beslendi. Bir grup çocuk ise üç gün boyunca sadece organik gıdalar yedi. Üç günün sonunda çocukların idrarı test edildi. Washington Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada, organik gıdalarla beslenen çocukların dışkısındaki toksik maddelerin oranı diğer çocuklara göre çok daha düşüktü. Araştırmacılardan Richard Fenske, yiyeceklerdeki böcek ilacı kalıntıları yüksek seviyede olduğunda, çocuklarda beyin kanseri ve lösemi riski yaratabildiğini söyledi.

Uluslararası Hububat Konseyi'nin (IGC) raporuna göre, temmuz ve ağustos aylarında etkili olan aşırı sıcaklar nedeniyle dünya buğday üretim tahmini 2 ay öncesinin 20 milyon ton altına indi. Biz gündemimizi sadece referandum gibi konularla doldururken, iklim değişikliği ile gıda güvenliğimiz tehlikeye giriyor. Gündemde niye enerji politikalarımızı nasıl fosil yakıtlardan bağımsız yapabileceğimiz ve bütün Dünya’da enerjinin temizlenmesi ile ilgili hukuki sürec bir numaralı gündem maddesi değil. Bütün dinleyicileri bu konuda düşünmeye çağırıyorum.

İtalyan mahkemesi, bir çiftçiye yasadışı olarak Genetiği Değiştirilmiş bir mısır türünü yetiştirmesi nedeniyle 25.000 Avro ceza keserek ürünlerini imha etmesini emretti. Fakat çiftçi kararı temyize götüreceğini bildirdi. Italya’da, GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesi yasaklanmış durumda. Ülkede halk GDO’lu ürünlere, sağlıklı olmadığı gerekçesiyle güçlü bir şekilde karşı çıkıyor. Bir savcı, ülkenin kuzey doğusunda Pordenone kasabasında Monsanto’nun MON 810 kodlu mısırının yetiştirildiğini ve yakın toprakların da Avrupa Birliği yasal sınırlarında olmasına rağmen GDO’lu ürün ile kirlendiğini bilimsel inceleme sonrasında belirlemişti. Buna rağmen Avrupa Birliği’nin birçok büyük devleti, Avrupa Birliği üyesi devletlerin her birinin kendi topraklarında GDO’lu üretim yapıp yapamayacaklarına kendilerinin karar vermesi konusundaki muhalefetlerini yineledi. Greenpeace aktivistleri Pordedone bölgesinde ekilen Genetiği Değiştirilmiş mısırların yasaları ihlal ettiğini ve bunu cezasının da 3 yıla kadar hapis veya 51,700 Avro’ya kadar para cezası olduğunu söyleyerek ‘Sonunda Friuli’ye adalet geldi’ dediler ve memnuniyetlerini belirttiler. Türkiye’de ise girişine izin verilecek GDO’lu ürünlere, yapılan yeni düzenleme ile Çevre Bakanlığı’na bağlı bir kurul karar verecek. Çevre Bakanlığı’nın çevre açısından yaptıkları ve söylemleri düşünülünce bu kurulun tamamen bağımsız olması ve özellikle de temknlilik prensibi açısından sadece muhalifleri içermesi gerektiğini düşünüyorum, dahası Italya örneğinde olduğu gibi tamamen yasaklamanın dahi kaçakları önlemediğini düşünürsek, ülkeye hiçbir GDO’lu ürün veya tohum girmemeli. Ülkeye giren onca ton GDO’lu mısırdan ekilen ve sofralarımıza gelen oldu mu acaba?

Eyfel Kulesi karşısındaki alana kara mayını, misket ve bomba kurbanlarına destek için 16.Uluslararası Ayakkabı Piramidi oluşturuldu. Kara mayınları ve misket bombalarının her gün dünyanın bir çok yerinde, 90 dakikada bir kişiyi öldürmesi ya da aralarında çocukların da bulunduğu masum vatandaşları sakat bırakması Fransa'da ayakabı piramidi ile protesto edildi. 1 Mart 1999 Oslo ve 1 Ağustos 2010 Ottawa antlaşmaları ile mayın ve misket bombalarının yasaklayan anlaşmalara rağmen birçok yerde kullanılmaya, insanlar ölmeye veya yaralanmaya devam ediyor. Bunları protesto için Eyfel Kulesi karşısında ayakkabılarda piramit yapan savaş karşıtları yaptıkları açıklamada, "Çok sayıda devlet ve henüz anlaşma imzalamayan devletler, kurbanlara yardım ve mayından etkilenen ülkeler için fon oluşturmayı hayata geçirmeli. Tüm devletlerin görevi sivillere güveni sağlamaktır. Ailelerini geçindirmek için bir tarlada, ya da okul yolunda bomba kurbanları onuruna herkes buraya bir ayakkabı atmalı." dedi. Protestoların yapıldığı piramit yanında protestoculara destek için 45.000 imza toplandı.

Tüm dünya sera gazı emisyonlarını azaltmak için çeşitli yollar üzerinde tartışadursun, Ekvator eşi olmayan bir girişimle basit bir mesaj iletiyor: “Henüz çıkarılmamış petrolü yeraltında bırakın”. Ekvador bu girişimle sadece çok sayıda bitki ve hayvan çeşitliliğini barındıran Yasuni Milli Parkı olarak bilinen vahşi orman rezervlerini korumakla kalmıyor aynı zamanda bu orman rezervinin barındırdığı ve ülkenin sahip olduğu ham petrolünün % 20'sini de korumaya kararlı. Ekvador hükümeti 200.000 hektarlık Yasuni milli parkında sondaj yapılmaması karşılığında zengin devletlerden, vakıflardan ve bireylerden 3.6 Milyar Dolar bağış yapmalarını istiyor. Başkan Rafael Correa, “Eğer Yasuni bölgesindeki petrol çıkartılırsa bu tutarın iki katı fazla kazanç elde edilir” diyerek bunun yeni bir tür koruma girişimi olduğunu belirtti. Yetkililer yeterli destek bulamayabileceklerinin farkındalar ancak eğer bu yöntem işe yararsa, Ekvador, 407 milyon ton karbondioksitin atmosfere karışmasını önleyecek.

Greenpeace iklim kampanyacısı Yang Ailun, Çin'in kömürle çalışan santrallerinin Olimpik havuz büyüklüğünde bir alanı her iki buçuk dakikada bir dolduracak miktarda toksik kül ürettiğini açıkladı. Dünyanın en büyük kömür kullanıcısı olan Çin'de kömürle çalışan 1400 adet elektrik santralı her yıl en az 375 milyon ton kül üretiyor. Bu Çin'in halihazırda sınırlı olan toprak ve su kaynaklarını ciddi anlamda tüketirken halk sağlığına ve çevreye de zarar veriyor. Greenpeace yetkilileri aynı zamanda bir çok enerji santralinin kömür külü atıkları konusunda kanunlara uymadığını ve araştırmaları sonucunda ülkedeki 14 santralın atıklarının köylere ve yaşam alanlarına çok yakın alanlara bırakıldığını tespit ettiklerini belirttiler. Bunun yanında, atık noktalarından toplanan bitkiler üzerinde civa, arsenik ve kurşunun da dahil olduğu 20 farklı çeşit zararlı maddeye rastlandı. Rüzgarın savurmasıyla veya suya karışma sonucunda ortaya çıkan kirlilik hem yakınlarındaki köyleri doğrudan etkiliyor hem de gıda zincirine katılarak önemli bir tehdit oluşturuyor. Greenpeace'in raporuna göre kömür külü güçlü rüzgarlarda 150.000 kilometrekarelik bir alana yayılabilir. Yang, “Kömürün külü kömürün çevreye verdiği korkunç zararın sadece bir parçası. Kömürün çevreye, topluma ve sağlığımıza verdiği ölümcül darbeyi sona erdirmek ancak yenilenebilir enerji yönünde gelişmelere katkı vermek ve enerji verimliliği konusuna ağırlık vermekle gerçekleşebilir” dedi

La Via Campesina Dünya’ya harekete geçmek için davet çağrısında bulunuyor. Tüm Dünya’daki toplumsal hareketler, 29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihleri arasında Cancun’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 16. Taraflar Konferansı (COP16) için bir araya geliyor. İklim değişikliğinin yol açtığı sel, su kirliliği, erozyon ve diğer çevre felaketlerinin özellikle kadınları ve bu nedenle iflas etmiş çiftçileri etkilediği ve kırsaldan kente yoğun bir göç olduğuna dikkat çekiyor. La Via Campesina toprak ve orman haklarının savunulması, ve iklim değişikliğinin önlenmesi konusundaki taleplerini Cancun’da kuracakları kampta duyuracak.

Dikkat, University of Reading'den Matthias Zahn'ın yaptığı araştırma küresel ısınmanın Kuzey Kutbu'ndaki kasırgaların sıklığını 2100 yılı itibarıyla yarıya indirebileceğini söylüyor. Bu çalışmanın sonuçları şu anda Kuzey Kutbunda sondaj yapmayı riskli bulan petrol ve gaz şirketlerini cesaretlendirmiş gibi görünüyor. Greenpeace Birleşik Krallık’ta biliminsanı olarak görev yapan Doug Parr, petrol şirketlerinin şiddetli hava koşulları ve buz dağlarının petrol platformlara zarar vermesinden korktuklarını ancak yine de Zahn'ın çalışmasının bölgenin sömürülmek için güvenli olduğu yönünde bir anlayış yarattığı konusunda uyardı. İklim değişip Dünya fakirleşip yok olmanın eşiğine geldiğinde Kuzey Kutbu’nda fırtınalar azaldı diye petrol aramaya devam mı edeceğiz. Bir yerlerde birilerinin aklının şirazesi kaçmış durumda. Bu aptallık çağından kurtulma vakti geldi... harekete geç!

Greenpeace ve yerel halk, Almanya’daki “Krümmel” nükleer santralı yönetimini dava etti. Greenpeace nükleer uzmanı Tobias Rield’e göre Krümmel “Almanya’nın en tehlikeli santralı.” Greenpeace, santralın uçak kazalarına karşı korunmadığını ve bir kaza halinde bunun çok büyük bir nükleer kazaya sebep olacağını söylüyor. Greenpeace’ın kaygılarını yerel halk da aynı şekilde paylaşıyor. Olası uçak kazalarına karşı korunmasız olmaları nedeniyle beş faklı nükleer reaktör için daha işletme lisansı iptali istenmiş durumda.

Bu arada Greenpeace’ın araştırma gemisi “'Arctic Sunrise”, BP petrol platformundaki patlama sonrasında Meksika Körfezi’nde. Tespitlere göre yayılan petrol nedeniyle Körfez’deki planktonlarda ve mavi yengeç larvalarında dikkate değer genetik değişimler var. Arctic Sunrise’dan Steve Sawyer, “Eğer politikacılar, petrolün yol açtığı zararlar karşısında ya Meksika Körfezi gibi felaketlere suç ortağı olacaklar ya da gerçek alternatifleri desteklemek konusunda ciddiyetlerini göstererek çözüme ortak olacaklar dedi.

Genetiği değiştirilmiş Somonlar yüzünden Atlantik Somonu tehlike altında. ABD’de, Federal Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), ilk defa gıda zincirine genetik olarak değiştirilmiş bir hayvanın girmesine izin vermeyi düşünüyor. Genetik olarak değiştirilmiş ve “frankeştayn balık” olarak bilinen bu somon, doğal benzerlerine göre iki kat hızlı büyüyor. Eğer yaban hayata bir şekilde kaçarsa, ekosistemi tahrip eder ve doğal olarak varolan Atlantik somonun soyunun tükenmesine sebep olabilir. Frankeştayn balık aynı zamanda insan sağlığı konusunda potansiyel riskler barındırıyor ve bu riskler sadece onu yiyenlere yönelik değil. Önemli kaygılardan biri, bu balığın üretimi sırasında çok fazla oranda antibiyotik kullanılması. Bu kadar fazla miktarda antibiyotik kullanılmasının ilaca dayanıklı bakteri ve virüslerin hızla artmasına yol açabilecek olması biliminsanlarını korkutuyor. Bu ayın sonunda bir FDA Komitesi frankenştayn balığı ve halkın görüşlerini tartışmak için toplanacak.

İklim değişikliği konusunda devletler düzeyinde dünyayı yoğun iki ay bekliyor. Obama yönetimi Salı günü, sera gazı salımının yüzde 80’inden sorumlu 17 ülkenin temsilcilerinin 20-21 Eylül tarihlerinde New York’ta bir araya geleceğini söyledi. Toplantıda iklim değişikliğine sebep olan zararlı salımların azaltılması yönünde süregelen küresel tartışmalar yer alacak. ABD, İklim Değişikliği Özel Temsilcisi Todd Stern bu toplantının gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin iklim değişikliği ve temiz enerji tartışmalarında yol alabileceği samimi bir toplantı imkanı sunacağını söyledi. Aynı zamanda, İsviçre ve Meksika hükümetlerinin daveti ile 45 ülkenin çevre bakanı da Eylül ayında Cenevre’de buluşacak. Bunun yanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Anlaşmasını imzalamış olan 194 ülkeden müzakereciler ise Ekim ayında hazırlık oturumlarının sonuncusu için Çin’in Tianjin kentinde buluşacaklar. Bu ay içinde New York’ta yapılacak oturumumda ise Avustralya, Brezilya, İngiltere, Kanada, Çin, Avrupa Birliği, Fransa, Almanya, Hinidistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Meksika, Rusya, Güney Afrika, Güney Kore ve ABD’den temsilciler olacak. Cancun’a doğru bu toplantılarda güçlü ve sonuç getiren kararların alınması gerekiyor.

Köpekbalığı türlerinden yüzde 30’unun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu, yüzde 47’sinin ise geleceğinin meçhul olduğunu belirten biliminsanları, köpekbalığının yok olmasının, hassas olan okyanusların ekosisteminin dengesini bozacağı yönünde uyarıda bulundu. Biliminsanları ayrıca, köpekbalıklarının yok olmasının, mercan kayaklıklarındaki hayatın da yok olmasına yol açacağı konusunda uyarıda bulunuyorlar. Köpekbalığı avı için sınır bulunmadığını anlatan Pew Vakfı’ndan Matt Rand, köpekbalıklarının mutlaka korunma altına alınması ve uluslararası düzeyde köpekbalığı avcılığına kota konulmasının gerektiğinin altını çizdi.

Dünya Bankası’nın kömür santrallerine yönelik fon destekleri son 5 yılda 40 kat artarak 2010 yılında 4,4 milyar dolara varan rekor düzeye ulaştı. Bankanın yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine yönelik finansmanı ise kıyas bile kabul etmiyecek kadar az. Christian Aid İklim Baş Danışmanı, Dr Alison Doig, kömürün, yoksulluk içinde yaşayan insanların hayatlarında yıkıcı etkiler yaratan iklim krizini en fazla şiddetlendiren, en kirli fosil yakıt olduğunu söyledi. Bankanın kömür santrallerini destekleyen politikası dolayısıyla, ülkelerin önümüzdeki 40-50 yıl kömür kullanmaya zorunlu kalacakları açık. Vitrin ve yeşile boyama yerine gerçek hareket bekleniyor, BP’nın petrol ötesine geçemediği gibi Dünya Bankası da kömürün ötesine geçemiyor olmasın.


Türk ve Yunan iklim savunucularının ortak etkinliği olan "İklim Treni ile Sınırları Aşıyoruz" yolcuları, Türkiye’de vatandaşlara iklim temalı mesajlarını iletecek. Selanik’ten 17 Eylülde yola çıkacak olan Yunan iklim savunucuları, 18 Eylül’de İstanbul Sirkeci Garı’na gelerek Türk iklim savunucularıyla buluşacak. İklim değişikliği konusunda insanları bilinçlendirmeyi ve farkındalık yaratmayı amaçlayan savunucular, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarında vatandaşlarla bir araya gelerek iklim değişiminin etkilerini anlatacak. Projeyi destekleyen British Council Bilim Projeleri Koordinatörü Esra Saruhan, iklim savunucularının 18 Eylülde Sirkeci Garında 13.00-15.00, Haydarpaşa Garı’nda ise 12.30-14.30 saatleri arasında, iklim değişikliği bilgilendirme noktalarında vatandaşlarla buluşacağını belirtti.

Dünya Bankası, 9 Eylül’de, gelişmekte olan ülkelerdeki alternatif enerji programlarındaki büyümeyi güçlendirme çabalarını yürütmek üzere Kaliforniya Üniversitesi’nde enerji profesörü olan Daniel Kammen’ın yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği konularında baş uzman olarak görev yapacağını belirtti. Ancak bu doğru girişime rağmen, sivil toplum kuruluşları Dünya Bankası’nı Eskom isimli Güney Afrikalı kamu şirketi’ne 3.75 milyar Dolarlık kömürlü termik santrallere yönelik yatırımları için verdiği krediler dolayısıyla eleştiriyor.

Biliminsanları Alaska’da binlerce denizayısının yüzer buz kütlelerinden kıyılara göç etme nedenini araştırıyor. Denizayılarının hareketini uydu radyo dalgalarıyla izleyen US Geological Survey, 10.000 ila 20,000 kadar çoğu anne ve yavrulardan oluşan hayvanın Alaska kıyısının Chukchi Denizi tarafında çok yoğun bir kalabalık oluşturduğunu ve bunun bu türün şu ana kadar gözlenen en büyük göçü olduğunu belirtti. Denizayıları iklim değişikliğinden etkilenen tek tür değil; Kuzey Kutbu dünyanın geri kalanının ortalamasına göre iki kat daha fazla ısınmış durumda ve Kutuptaki denizler, karbondioksit yoğunluğu nedeniyle hızla asidik hale geliyor. Karbondioksitin havada artınca, suda çözünüyor ortaya çıkan karbonik asit denizayılarının ana gıdalarından olan denizkabuklularının kalsiyumlu kabuklarını eritiyor ve sayılarını azaltıyor. Nasıl yumurta kabuğunun içine limon sıkarsak erir, onun gibi. Bir çok balina ve fok türünün yanında, karada yaşayan ren geyiği ve tilki gibi hayvanlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Sera gazı salımlarını büyük oranda düşürmediğimiz takdirde deniz ve karada yaşayan tüm canlıların soylarının hızla tükenme yolunda olduğunu hatırlamamız ve bu yolda harekete geçmemiz zorunlu.
Greenpeace, Merkel’in Almanya’da bulunan nükleer santrallerin çalışma sürelerini 8-14 yıl arasında uzatma açıklamasını kınıyor. Greenpeace “Bütün nükleer reaktörler tehlikelidir ve eskidikçe hali hazırda olduklarından daha tehlikeli hale gelirler. Almanya Başbakanı Merkel, Almanya’daki reaktörlerin operasyonlarını uzatarak büyük bir hata yapıyor. Bu, Alman halkının geleceğini tehlikeye atan ekonomik ve ekolojik bir çılgınlık” dedi. Almanya 2001’de aşamalı olarak nükleerden vazgeçme kararı verdiğinde, yenilenebilir enerjileri destekleyen bir dünya lideri konumuna gelmişti. Eskiyen mevcut santralleri kapatmama kararı, yeşil enerjide bugüne dek çeyrek milyon yeni iş alanı yaratan Almanya’yı liderlik konumundan düşürecek.
Dünya yüzölçümünün üçte biri et üretimi nedeniyle çölleşirken, dünya okyanuslarının yarısından fazlası aşırı avlanma nedeniyle ekolojik çöküş noktasına yaklaşıyor. Et tüketimi, küresel ısınma, çölleşme, yağmur ormanlarının kaybı ve asit yağmurları gibi dünyanın şu an karşı karşıya olduğu büyük çevresel felaketlerin hepsiyle yakından ilgili. Yağmur ormanları büyükbaş hayvanların otlatmasına ayrılmak üzere hızla yok edilmekte. Her bir büyükbaş hayvan günde en az 60 litre metan gazı üretiyor. Öte yandan azot, karbondioksitten 270 kat daha fazla küresel ısınmaya neden olan etkili bir gaz ve büyükbaş hayvan gübresiyle topraklara yayılıyor. Birçok ülkede artık su sıkıntısı çekiliyor. 1 kilogram tahıl üretmek için 200 litre su gerekliyken, 1 kilogram et üretmek için ise, 20.000 litre suya ihtiyaç var. Ete olan talep arttıkça, yeraltı suları büyük ölçüde daha da fazla et üretmek amacıyla tüketiliyor. Bir etobur, 20 vejetaryen insanın beslenmek için kullandığı alan kadar tarla ve mera kullanıyor.


İngiltere’de Londra’daki dünyanın en işlek havaalanlarından Heathrow’un genişletilmesi yine gündemde. İşçi Partisi başkanlığının güçlü adayı David Miliband, Heathrow’a üçüncü pist fikrini tekrar gündeme getirdi. Kendisine yakın kaynaklara göre, Miliband pistin Londra ekonomisini ve iş dünyasını olumlu etkileyeceğine inanıyor ve iklim değişikliklerinin sonuçları dikkate alınarak yapılması gerektiğini düşünüyor. Rakibi ise piste karşı çıkıyor. İş çevreleri ve ticaret odaları, iş olanaklarını ve genel ticaret hacmini arttıracağını iddia ederek güney doğunun hava kapasitesinin arttırılması için uzun süredir lobi yapıyor. Bununla birlikte Greenpeace ulaştırma kampanya sorumlusu, Vicky Wyatt şöyle diyor: “Üçüncü pist konusu, tıpkı Irak savaşı gibi, İşçi Partisi’nin 13 yıllık iktidarının tutarlı olmayan savlarına ve insanların güvenini nasıl kaybettiklerine iyi bir somut örnektir ve başarısız politikalarının sembollerinden biridir”. Hava taşımacılığının iklim değişikliklerine doğrudan etkisi olduğuna dikkat çeken Greenpeace, bu konunun yine gündemde olduğu 2007 yılında da havaalanının genişletilmesine karşı çıkmış ve başarılı olmuştu.

Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerdeki alternatif enerji programlarına yönelik çabalara liderlik etmek üzere Kaliforniyalı bir profesörü atadı. Bankanın açıklamasına göre Kaliforniya Berkeley Üniversitesi'nde enerji profesörü olan Daniel Kamen, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği baş teknik uzmanı olarak görev yapacak. Söz konusu pozisyon gelişmekte olan ülkelerde oluşan daha önce görülmemiş düzeydeki enerji ihtiyacını karşılarken kalkınma ve iklim değişikliği konularının bağlantılı olarak ele alınması için oluşturuldu. İşin sorumlulukları arasında dünyadaki temiz, güvenilir ve ekonomik enerji olanağından yoksun 1,5 milyar insanın enerji ihtiyacını karşılama bulunuyor. Dünya Bankası sürdürülebilir kalkınma başkan yardımcısı Inger Andersen "Şu anda daha önce hiç olmadığı şekilde, müşterilerimiz ve ülkeler kalkınma ve yoksulluğu azaltma politikaları ile birlikte gezegenin gelecekteki ihtiyaçlarını birlikte karşılayacak çözümler arıyorlar" dedi. Dünya Bankası, ormanların yok edilmesini ve sera gazı emisyonunun kesilmesine yönelik projelerin finansmanını sağlama amaçlı girişimleri desteklemek için iklim ve alternatif enerji ekibini güçlendiriyor. Umuyorum en son Afrika’ya verilen milyonlarca dolar kömürlü termik santral kredileri gibi geleceğimizi karartan kararlar bundan sonra alınmaz verilen kararlar ise geri alınır.

British Council Bilim Projeleri Bölümü’nün Türk ve Yunan iklim savunucularıyla ortak etkinliği olan "İklim Treni ile Sınırları Aşıyoruz"un yolcuları, Türkiye’de vatandaşlara iklim temalı mesajlarını iletecek. Selanik’ten 17 Eylülde yola çıkacak olan Yunan iklim savunucuları, 18 Eylülde İstanbul Sirkeci Garı’na gelerek Türk iklim savunucularıyla buluşacak. İklim değişikliği konusunda insanları bilinçlendirmeyi ve farkındalık yaratmayı amaçlayan gruptakiler, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarında vatandaşlarla bir araya gelerek iklim değişiminin etkilerini anlatacak. Bilim Projeleri Koordinatörü Esra Saruhan, yaptığı açıklamada, British Council’in, küresel iklim değişikliği programının Avrupa ayağı olan "İklim Savunucuları" adlı projeyi 2008 yılında 15 Avrupa ülkesinin katılımıyla başlattığını söyledi. Grup, Türkiye’ye seyahatleri sırasında yol boyunca tren içinde ve Selanik, Alexandroupoli-Dedeaağaç garlarında da vatandaşları bilgilendirecek.

BP, Meksika körfezindeki sızıntıyla ile ilgili incelemesini kendi sayfasında yayınladı. Raporda şirket kazada platformu işleten TransOcean ile deniz tabanındaki işlemleri yürüten Halliburton gibi ilgili şirketleri ve farklı çalışma ekiplerini de eleştiriyor. Transocean ekibinin 40 dakika süreyle kuyuda oluşan bir hidrokarbon sızıntısını tespit edemediği, bunun da patlamaya yol açtığı belirtiliyor. BP, 193 sayfalık raporda yer alan tüm tespitleri kabul ettiğini ve tavsiyeleri dünyanın her yerindeki işletmelerinde hayata geçireceğini açıkladı. Greenpeace, BP’nin raporla hedef saptırdığını belirtti. Tüm bunların yaşanmaması içim aslında bir yol var o da derin deniz sondajlarını yasaklamak. Felaketin etkileri sürüyor. Petrol sızıntısı Louisiana, Alabama ve Mississippi kıyıları ulaştı. Körfez sularında oluşan yağ lekeleri bilim adamları tarafından 1200m derinlikte bulundu.

Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, Avrupa’da iklimin ve çevrenin korunması gündeme geldiğinde, sık sık “e-mobilite”den, yani elektrikli ulaşım teknolojisinden söz ediliyor. Bugün büyük miktarda benzin yiyen karbon salan araçların yerini alacak olan elektrikli ulaşım araçlarının geleceğin teknolojisi olduğu belirtiliyor. Çin’de elektrikli bisikletlerin yoğun bir biçimde yaygınlaşmasının nedeni ise devletin havayı büyük ölçüde kirlettikleri gerekçesiyle 90 büyük Çin kentinde hafif ve ağır motorsikletleri yasaklama ya da sınırlandırma kararı alması. Bunun sonucunda üretici firmalar ve tüketiciler de yoğun olarak elektrikli bisiklete yönelmiş. Bunlara bir sınırlama olmadığı gibi, bisiklet şeridini kullanmalarına da izin var ve ehliyet de gerekmiyor. Çin trafiğinde şu an 140 milyon elektrikli bisiklet bulunuyor. Elektrikli bisikletler Türkiye’de de satılıyor, ancak şu anda ne kadar kullanıldığı ile ilgili istatistik ve kullanımı ve üretimi konusunda herhangi bir teşvik bulunmuyor.

Bilim insanları, yanmaz-yapışmaz tavalarda kullanılan PFOA ve PFOS olan perfloroalkil asit adlı bir kimyasal maddenin özellikle çocuklarda kolesterol düzeyinin yükselmesi ile bağlantısı olabileceğinden endişe duyuyor. Konu, bir su kaynağına karışan kimyasal maddeler nedeniyle açılan bir davada taraf olan 12 bin çocuğun durumu ile gündeme geldi. Toksik zehirli bir çorbada yaşamaya devam ediyor ve bunun sağlık problemleri ile boğuşuyoruz. Çözüm ise çok açık, temkinlilik esasına dayalı toksiklerden arındırılmış üretim süreçleri.

Petrol yine can almaya devam ediyor. Dün Meksika’dan üzücü bir haber vermiştik sizlere. Bugünse Çin’den bir haberimiz var. Malou Kasırgası Çin’in doğusundaki açık deniz petrol platformunu yan yatırdı. İki kişinin kaybolduğu açıklandı. Sinopec’in yan kuruluşu olan platform operatörü Shengli Oilfield Şirketi’nden yapılan açıklamada Bohai Körfezi’ndeki sondaj platformunu deviren Malou kasırgasının ardından 34 işçinin kurtarıldığı, ancak iki işçinin hala kayıp olduğunu ifade edildi. Şirket tarafından petrol kulelerindeki vananın kapatıldığını ve sızıntı riskinin olmadığı açıklandı. Kayıp iki kişi ise kurtarma ekiplerince aranıyor.

Kuzey İrlanda'da, sokak kenarlarında dolup taşan çöp kutularına güneş enerjisiyle çözüm bulundu. Sokak kenarlarında, yiyecek artıkları, eski gazeteler ve meyve suyu kutularıyla dolup taşan ve türlü haşereye ev sahipliği yapan çöp kutularına Kuzey İrlanda'daki turistik Lame Kasabasının belediyesi ileri teknoloji yardımıyla bir çözüm buldu. Belediye tarafından kasabanın sahili boyunca 19 noktaya güneş enerjisiyle çalışan çöp kutuları yerleştirildi. Bu son teknoloji ürünü çöp kutularındaki çöp seviyesi belirli bir noktaya geldiğinde, kutunun içinde çöpleri sıkıştıran bir mekanizma harekete geçiyor. Bu işlem, sıkıştırılmış çöp, kutunun yüzde 85'inden fazlasını doldurana kadar tekrar ediliyor.
Daha sonra, çöp kutusundaki bir SIM kart aracılığıyla belediyenin temizlik hizmetleri bölümüne, çöp kutusunun boşaltılması gerektiğini söyleyen otomatik bir elektronik posta ya da kısa mesaj gidiyor. Bu yöntemin kullanıldığı çöp kutuları, normal bir çöp kutusunun altı ila sekiz katı daha fazla çöp alabiliyor. Güneş enerjili çöp kutuları İrlanda Cumhuriyeti’nin bazı yerlerinde ve ABD'nin Boston, Philadelphia ve Baltimore kentlerinde kullanılıyor. Kaş yaparken göz çıkartmayalım... keşke çöpü sıkıştırmak değil azaltmak yönünde teknoloji kullansak ve teknoloji ile istihdamı da bu ekonomik kriz günlerinde kısmasak, demeden edemiyorum.

Kazakistan Enerji ve Mineral Kaynaklar Bakanlığından alınan bilgiye göre, Rusya ve Kazakistan yıl sonuna kadar ortak nükleer enerji santrali kurmak için anlaşma yapacak. Orta ölçekli nükleer reaktörlü VBER 300 santrali için iki ülke arasında yapılan görüşmelerde son aşamaya gelindiğini bildiren yetkililer, sözleşmenin hangi tarihte imzalanacağının ise henüz belirlenmediğini ifade etti. Rusya Ulusal Atom Enerjisi Kurumu Rosatom, ile Kazakistan Ulusal Atom Sanayi Şirketi Kazatomprom’un nükleer enerji ve zenginleştirilmiş uranyum konusunda, başka projelerde de birlikte çalışacakları ve üçüncü ülkelere barışçı amaçlarla kullanılmak şartı ile zenginleştirilmiş uranyum satışını birlikte gerçekleştirmeyi istedikleri kaydedildi. Bütün bu nükleer gelişmeler küresel tehditin ısısını git gide arttırıyor.

ABD’nin saygın üniversitelerinden biri olan UCLA’de Dünya Coğrafyası Profesörü olan Laurence Smith’e göre küresel ısınma güç dengelerini değiştirecek, ‘yeni kuzey’ ülkeleri 2050'de süper güç olacak. Küresel ısınmayla birlikte gelecekte sel, su kıtlığı, sıcak hava dalgaları ve şiddetin hakim olduğu felaket boyutunda değişimler olacak. Oluşacak ‘Yeni kuzey’de yer alan Kanada ve İskandinav ülkeleri ise bu değişimlerden hemen hemen hiç etkilenmeyecek çünkü çözülecek olan geniş buzul kütleleri altındaki verimli topraklar ve madenler kullanılabilir hale gelecek. Profesör Smith’e göre Toronto, Montreal, Vancouver, Moskova, Oslo ve Stockholm geleceğin mega şehirleri olacak, Çin ise ABD’nin yerini alacak. Buzulların erimesiyle Kanada dünyanın en büyük 2’inci petrol üreticisi haline gelirken, Kuzey Amerika, Grönland ve Rusya gibi seyrek nüfuslu bölgeler ise 2050 yılında adeta göç mıknatısı olacak. Yaşanacak erimeler nedeniyle ticaret gemilerinin, Atlantik’ten Uzakdoğu’ya direkt geçişini sağlayacak rotaların açılacağını iddia eden Smith, vahşi hayatın 65 milyon yıl önce dinozorların yok olmasından sonraki en büyük soykırımla karşı karşıya kalacağını savundu. Bu fakir ve insanların acı çektiği dünya’da yaşamak ister misiniz? Çocuklarınıza bırakmak istediğiniz dünya bu mu?

Petrol can almaya devam ediyor. Meksika'da bir rafineride meydana gelen patlamada, ilk belirlemelere göre bir kişi öldü. Petroleos Mexicanos'dan (Pemex) yapılan açıklamada, patlamada bir kişinin öldüğü, 2'si ağır 10 kişinin yaralandığı belirtildi. Şirketin internet sitesindeki açıklamasında, ölen kişinin rafineride görevli 32 yaşındaki bir mühendis olduğu belirtildi. Bazı basın yayın organları ölü sayısını 6-7 olarak açıkladı, ancak bu bilgi doğrulanmadı. Pemex, ülkenin kuzeydoğusundaki Monterrey bölgesinde bulunan Cadereyta rafinerisinde meydana gelen patlamaya kompresördeki kaçağın neden olduğunu, çıkan yangının kontrol altına alındığını belirtti.

WWF ve Küresel Ayak İzi Ağı (Global Footprint Network) işbirliğiyle 1998 yılından bu yana yayınlanan ‘Yaşayan Gezegen Raporu’nda, doğanın sunduğu ve gezegenin her yıl yenilediği varlığı hesaplanıyor. Nüfus, tüketim oranı, küresel gayrisafi milli hasıla ve kaynak ihtiyacı gibi verilerin değerlendirildiği hesaplamalara göre, Ekolojik Ayak İzi ile Biyolojik Kapasite arasındaki fark her yıl daha fazla açılıyor. 2010 yılı için 21 Ağustos tarihi itibariyle, ekonomik faaliyetlerimizi ve yaşamımızı sürdürmek için doğanın sağladığı kaynakları bitirmiş bulunuyoruz. Bu yılın geri kalan kısmında yaşamımızı, gelecek yıldan ödünç alarak sürdüreceğiz, esasında bu bir yerlerde ekolojik yıkım demek, hastalığın ölüme doğru ilerlemesi demek. İnsanlık tarihinin büyük kısmında yaşam, doğanın kendini yenileyebileceği düzeyden daha az zarar vererek sürerken, son 30 yılda gezegenin kırılma noktalarına doğru hızla ilerliyoruz. 2010 yılında dünya nüfusunun, doğal kaynakların %150’sini kullanacağı öngörülüyor. Bu yüzden bugün başımızda küresel ısınma ve biyolojik soykırım var. Gezegen işgal altında, insanın işgali, yağma sürüyor ama gidecek başka gezegen yok.

EKİM
Fransa’dan Almanya’nın Gorleben şehrinde depolanmak üzere nükleer atık konteynerları yola çıktı. İlk beş konteyner trene yüklenecek istasyona getirildi. Greenpeace bu seferki nakliye işleminde ‘aşırı yüksek radyasyon konsantrasyonu’na karşı uyarıda bulunuyor. Greenpeace nükleer uzmanı Yannick Rousselet daha önce de böyle çok sayıda Castor nakliyesinin yapıldığını, ancak bu sefer, nükleer enerjiyi üreten yanma çubuklarının çok uzun bir süre kullanılmış olması nedeniyle, radyasyon oranının çok yüksek olduğunu, sadece nakliyeye eşlik eden güvenlik görevlilerinin değil, katılan herkesin büyük bir tehlike altında olacağını vurguladı. Nükleer enerji karşıtı 240 gruptan 1100 eylemci internet üzerinden anlaşarak Castor güzergahındaki demir yolunun taşlarını temizleyerek nükleer atıkların taşınmasına engel olacak. Lüneburg savcılığı, internet kampanyasına imza atan herkesin taş toplama eylemine katılmasa da suç işlediğini ve beş yıla kadar hapis cezası alabileceğini belirtti. Polis sendikası Gorleben’e nakliyeyi protesto için 50.000’e yakın göstericinin biraraya geleceğini tahmin ediyor. Nakliye boyunca 16.500 polis görev yapacak. Nükleer kabusu Türkiye’ye getirmek isteyenler nükleer atıkların vereceği zararı düşünüyorlar mı?
Almanya’da hükümetin, süresi dolan nükleer santrallerin işletim sürelerini uzatan kararı Greenpeace üyelerini harekete geçirdi. Karara göre bu santrallerin tamamen kapatılması 2036 yılını bulabilecek. Merkel’in liderliğindeki Hristiyan Birlik Partisi Genel Merkezi’ndeki temizlik çalışmalarını fırsat olarak kullanan eylemciler binanın önüne vinç getirdi. Ve binanın çatısına çıkarak dev bir afiş astı. Afişte, Almanya Başbakanı Merkel ile ülkenin en büyük enerji şirketi RWE’nin Başkanı Jürgen Grossman kadeh tokuştururken görülüyor. Yaklaşık 2 saat süren eylem olaysız sona erdi, ancak eylemler nükleer santrallerin tümü kapatılıncaya kadar sürecek.

Yarın İstanbul'da yaşayanlar ya da İstanbul'a yakın olan herkesi saat 17:00'da Göztepe Parkı Kuzey (Bağdat Caddesi), İzmir'de yaşayan ya da yakın olanları yine saat 17:00'da İzmir - Konak Meydanına bekliyoruz. Çünkü yarın, motorlu araçların protesto edildiği, trafikte bisikletlilerin de bulunduğu, trafikte saygının ön planda olduğu bir gün olacak. Çünkü yarın, Critical Mass günü...

İran devlet televizyonu, ülkenin ilk nükleer tesisi olan Buşehr reaktörüne yakıt yüklenmeye başlandığını bildirdi. Rus ve İranlı mühendisler en son Ağustos ayında Buşehr'deki ana reaktöre yakıt nakletmeye başladığında bu çalışma durdurularak ertelenmişti. İran'ın güneyinde yer alan tesisi, nükleer yakıt sağlayan ve atıkları alan Rusya işletecek. İran, tesisin 2011 başlarında elektrik üretmeye başlayacağını söylüyor. Buşehr nükleer tesisinde inşaat adımı ilk kez 1975 yılında Alman mühendisler tarafından atılmıştı. Daha sonra Rusya'nın devreye girdiği proje çok yavaş ilerledi. Bundan ayrı olarak nükleer silah yapımı süreçlerinden biri olan uranyum zenginleştirme programı da yürüten İran bu nedenle Birleşmiş Milletler yaptırımlarına tabi tutuluyor. Iran Buşehr tesisinde kullanılan uranyumun zenginleştirilme düzeyinin silah yapımında işe yaramayacak kadar düşük olduğunu iddia ediyor. Nükleer silahlarda kullanılan uranyumun yüzde 90'a aşkın oranda zenginleştirilmiş olması gerekiyor. İran, ise bu aşamada tıbbi araştırma reaktöründe kullanmak üzere uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirecek bir pilot programa başladığını da açıkladı.

??Newsweek dünyada çevreci uygulamaları değerlendirdiği raporun ikincisini yayınladı. IT sektöründen Dell, 100 üzerinden 100 puanla zirvede yer aldı. 99 puanla HP, IBM ve Johnson & Johnson ve 97 puanla Intel listede ilk beş sırada yer alıyor. Apple'ın, IDC ve Greenpeace'den aldığı övgülere rağmen 20. sırada kendine yer bulabildiği de dikkat çekiyor. Apple, Green IT felsefesini bütüncül bir yaklaşımla oluşturduğunu ileri sürerken, Dell ve HP gibi firmaların ise yalnızca ofiste kağıt kullanımı, ambalajlamada çevre dostu ürünlerin kullanılması gibi basit noktalar etrafında yoğunlaştığını ileri sürüyor. Daha kapsamlı olan Greenpeace değerlendirmesine ise www.greenpeace.org/electronics ‘den ulaşabilirsiniz.

Dünyada ilk kez elektrik motorlu bir otomobil ara şarja ihtiyaç duymadan 600 kilometre yol kat ederek rekor kırdı. Rekor denemesinde kazanılan tecrübelerin elektrikli otomobile geçişi hızlandıracağı kaydedildi. Rekor denemesi Berlin'deki Ekonomi Bakanlığı önünde tamamlandı. Almanya'da elektrikli otomobillerin geleceğiyle ilgili deneme seferlerinin yapıldığı sekiz bölge bulunuyor. Deneme sürüşlerinde kullanılan 2 bin 800 elektrikli otomobil için 2500 özel şarj istasyonu kuruldu. Hükümet, 2020 yılına kadar Almanya'da bir milyon elektrik otomobilin trafiğe çıkabileceğini tahmin ediyor. Bu elektrik yenilenebilir rüzgar ve güneş enerjisinden gelirse o zaman iklim değişikliğini önleme konusunda da yardımcı olmuş olacak.

Portekiz son yıllarda, bulunduğu coğrafya’nın iklim özelliklerini sadece turizm açısından değerlendirmiyor. Geçtiğimiz sene, Ekonomi Bakanı Manuel Pinho; “Nasıl Finlandiya mobil telefon, Fransa hızlı trenler, Almanya endüstri ile biliniyorsa, yakın bir gelecekte Portekiz yenilenebilir enerji ile bilinecek” dedi. Sadece beş sene önce, ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisinin sadece %17 kadarını yenilenebilir kaynaklardan karşılayan Portekiz, bu rakamı bugün %45 seviyelerine çıkarmış durumda. Geçmiş olan bu kısa sürede, sadece karasal rüzgar enerjisi gücü 7 katına çıkmış. Portekiz’in kararlı uygulamaları, Uluslararası Enerji Kurumu tarafından da takdir edilmekte ve 2010 yılı bütçe açığı konusunda işe yaramaya başlamış bile. Cari açığı her geçen gün büyüyen Türkiye ise dışa bağımlı nükleer santraller, ithal kömür, petrol ve gaz üstüne kurmuş enerji planlarını. Protekiz ve Yunanistan G20 içindeki Türkiye’yi enerji atılımları ile geçti bile.

Yok olmaya yüz tutan kelaynakların sayısı, yapılan çalışmalar neticesinde 42'den 112'ye ulaştı. Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada; günümüz itibariyle sadece Fas ve Türkiye'de koloniler halinde yaşayan kelaynak kuşlarının, nadir bulunan kuş türü olduğu belirtildi. Açıklamaya göre; dünya üzerinde nesli tehlike altında olan, Birecik'te 1950 yılından itibaren zirai mücadele ilaçlarının aşırı kullanılması ve yaşama alanlarının azalması yüzünden sayıları giderek azalan kelaynak kuşlarının, 1990 yılına kadar göçe gitmesine izin veriliyordu. Ancak kuşların göçten geri dönmemeleri dikkate alınarak, kuşlar Birecik'teki kelaynak üretme merkezinde kafeslere alınmaya başlandı. Tekrar göç etmelerine izin verildiğinde ise Suriye’de yeni koloniler keşfedildi.

4-5 Aralık 2010 tarihlerinde Meksika Cancun'da gerçekleştirilecek Dünya İklim Zirvesi öncesinde Türkiye'nin durumunu değerlendirmek ve yapılacakları bir kez daha gözden geçirmek üzere İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu Toplantısı, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Lütfi Akça başkanlığında yapıldı. Akça, geçen hafta Yunanistan'da yapılan Akdeniz İklim Değişikliği Girişimi toplantısını da değerlendirdi. İmzalanan deklarasyonla, Akdeniz Bölgesi'nde düşük karbonlu, verimli kaynak kullanımını sağlayan, iklim değişikliğine dayanıklı ekonomiler oluşturulmasının hedeflendiğini belirtti. Dünya İklim Zirvesi'nde beklentilerin, bu yıl yapılan toplantıların ışığında çok yüksek olmadığını belirten Akça, ''Bütün ümitler Cancun zirvesine taşınmıştı ancak burada kapsamlı bir anlaşmaya varılma ihtimali çok düşük olarak değerlendiriliyor. Bununla birlikte dengeli bir karar paketinin oluşturulması ve 2011 yılı içinde yapılacak toplantılarla netleştirilecek bir kararın ana ilkelerinin, temel kavramlarının ortaya konması beklentiler arasında. Bu doğrultuda da diğer ülkeler burada alınacak kararlara ilişkin çalışmalarını hızlandırdı. 4-9 Ekim 2010'da Çin Tianjin'de bir iklim değişikliği toplantısı yapıldı. Burada pek çok ülke, iklim değişikliği müzakereleriyle ilgili hazırlıklarını, taslak kararlarını sekretaryaya gönderdi. Bu arada bu toplantıda ülkemiz açısından çok önemli bir gelişme yaşandı ve ülkemizin özel şartlarına bağlı olarak hazırlanmış taslak karar metninin Cancun'da sunulmasına karar verildi.'' Dedi.

İran nükleer programında yeni bir aşamaya geçiliyor. Buşehr kentindeki nükleer santralin reaktör çekirdeğine nükleer yakıt yüklenecek. İran, reaktöre ağustos ayında yakıt yüklemeye başlamıştı, ancak bir bilgisayar virüsünün santrali etkilemesi nedeniyle üretim birkaç ay daha gecikmişti. Yetkililer, santralin 2011'in ilk döneminde enerji üretmeye başlayacağını belirtiyor. 1000 megavat kapasiteli santral, İran'ın enerji gereksiniminin sadece yüzde 2,5'ini karşılayacak, ama beraberinde yaratacağı risk ve tehlike çok büyük.

ABD’de, Türk bilim adamı Mehmet Arık başkanlığındaki bir ekip elektrik tüketimini yüzde 70 azaltan yeni nesil bir aydınlatma cihazı geliştirdi. Ampulün ilk etaptaki satış fiyatı 50 dolar. Minik LED ampullerin yan yana konulduğu ve 100 Watt’lık ampullere eşdeğer ışık verebilen bir yeni nesil aydınlatma cihazı ürettiklerini belirten Arık, “Bu teknoloji sayesinde elektrik faturaları büyük ölçüde azalacak ve 2011 yılından itibaren başta Amerika olmak üzere tüm dünyadaki evlerin aydınlatılmasında bu teknoloji kullanılmaya başlanacak” diye konuştu. Büyük ölçüde ısı da üreten LED teknolojisi sistemini kullanan ampullerin soğutulmasında, jet motorlarının soğutma sistemleri baz alınarak hazırlanan soğutma sistemlerini kullanılıyor ve 20 yıl ömürü var.

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Greenpeace eylemcileri BNP Paribas Banka Şubeleri önünde eylem yaptı. Radyoaktif yatırımların durdurulmasını talep eden eyleme, Greenpeace Akdeniz de, BNP'nin yüzde 50'sine sahip olduğu Türkiye Ekonomi Bankası (TEB) önünde bir protesto gerçekleştirdi. TEB'in Fındıklı'daki Genel Merkez binası önünde "TEB, radyoaktif yatırımları durdur" yazılı pankart açan Greenpeace eylemcileri, yaptıkları basın açıklamasında bankanın, Brezilya'daki tehlikeli bir nükleer reaktör olan Angra 3'ün de aralarında bulunduğu radyoaktif yatırımlarını durdurmasını istedi. Dünyada nükleer projelere yatırım yapan ticari bankalar arasında ilk sırada yer alan BNP Paribas, Rio de Janeiro'nun sadece 150 km. uzağına kurulacak olan Angra 3 adlı nükleer reaktör için önemli derecede finansal kaynak sağlamayı planlıyor. Görüşmeleri süren desteğin miktarının 1,1 milyar Avro olduğu bildirildi. TEB müşterileri, paralarının nükleer santral finansmanı gibi tehlikeli ve kirli bir alanda kullanıldığını bilme hakkını savunan Greenpeace müşterileri, bankanın politikalarını değiştirme ve onlardan radyoaktif yatırımları durdurmaya çağırdı. Greenpeace’e göre Brezilya'nın daha fazla nükleerden elde edilen elektriğe ihtiyacı yok çünkü ülkenin zengin rüzgâr, su ve biyokütle varlığı mevcut.

 Meksika Körfezi’nde 20 Nisan 2011’de başlayan ve tam 5 ay boyunca devam eden petrol sızıntısının sorumlusu BP, Haziran 2011’de yargılanmaya başlayacak. ABD Bölge Yargıcı Carl Barbier, BP’ye ait “Deepwater Horizon” petrol platformundaki patlamanın sonrasında yaşanan çevre felaketine ilişkin şahsi ve kurumsal davaların Haziran 2011’de görülmeye başlanacağını söyledi. 1990 tarihli Çevre Kirliliği Anlaşması’na göre, BP’nin herhangi bir çevre davasıyla ilgili olarak ödemekle yükümlü olduğu meblağın, en fazla 75 milyon dolar olarak sınırlandırıldığı öne sürülüyor. BP, her ne kadar “haklı davalarda bu sınırı aşabileceklerini” vurgulamış olsa da, maliyeti kimi tahminlere göre 30 milyar dolar olarak hesaplanan felakete ilişkin olarak yapacağı ödemenin çok sınırlı kalabileceği belirtiliyor. Meksika Körfezi sızıntısı nedeniyle şirketin yaptığı harcamalar ve hisse senetlerinin değer kaybı nedeniyle milyarlarca dolarlık zararı olan şirketin davaları en az tazminatla tamamlamak gibi bir yol izleyeceği bekleniyor. Artık yapılması gereken bu olaydan ders alarak ve iklim değişikliğini durdurmak için petrol yatırımlarını durdurmak.
Bugün size Yunanistan’in başkenti Atina’dan sesleniyorum. Akdeniz İklim Değişikliği Girişimi Konferansında Greenpeace adına bir konuşma yapmak üzere geldim. Konferans olumlu bir gelişme, iklim değişikliğine karşı yürütülen küresel mücadeleye katkısı olacağını umud ediiyoruz. Akdeniz bölgesinde yeşil kalkınma işbirliğinin geliştirilmesi bölgede barışın inşa edilmesinde de önemli bir role sahip. İklimle mücadele barış ve bölge güvenliği için kaçınılmaz bir gereklilik. Barış ve güvenlik ise ancak ortak çabalarla tesis edilebilir. Bugüne dek farklı medeniyetlerin beşiği olan Akdeniz, aynı zamanda zengin bir biyoçeşitliliğe de ev sahipliği yapıyor. İnsanlığın geleceği ve çocuklarımız için Akdeniz’in korunması büyük önem taşıyor. Bu nedenle Greenpeace, Akdeniz havzasında yer alan hükümetlerden “iyi niyetli görünmenin” ötesine geçerek bir an önce somut adımlar atmalarını talep ediyor. Ancak ne yazık ki, özellikle Türkiye ve Yunanistan’da, liderlerin politik söylemi ve hükümetlerin planları arasında büyük çelişkiler bulunuyor. Şu anda Türkiye’de, çoğu ithal kömürle çalışan 50’nin üzerinde kömürlü termik santral projesi var. Dahası, Türkiye’nin bugünkü enerji stratejisinde öncelik linyit ve Karadeniz’deki petrol aramalarına veriliyor. Bu sorumsuz politikalar nedeniyle Türkiye, tüm dünyada karbon salımları en hızlı artan ülkelerden biri arasında yer alıyor. Bu yıl Rusya ile yapılan, dört nükleer reaktör inşa edilmesine yönelik anlaşma da yenilenebilir enerji sektörünün gelişmesi konusundaki tüm umutları boşa çıkardı. Türkiye’nin oldukça zayıf durumda olan yenilenebilir enerji düzenlemesi, teknoloji ve kaynak farkı gözetilmeden yalnızca 5,5 Avro sent’lik bir alım garantisi sunuyor. Henüz yenilenebilir enerjilerin toplam enerji talebi içindeki payına dair herhangi bir hedef yok. Aksine rüzgâr enerjisi kapasitesi 8 GW olarak sınırlandırılmış durumda ve hâlihazırda kurulu olan rüzgâr türbinlerinin kapasitesi 1 GW’ın çok az üzerinde. Fotovoltaik (PV) ve ısıl güneş enerjisi teknolojilerinin durumu ise teşvik eksikliği nedeniyle çok daha kötü bir noktada. Yunanistan’da ise yeni çıkan yenilenebilir enerji yasası Yunanistan’ın sonunda ülkenin zengin yenilenebilir enerji potansiyelinden yararlanabileceğine ve böylece çevresel ve ekonomik krizle mücadelede önemli bir adım atılacağına ilişkin umutların yeşermesine neden oldu. Greenpeace Yunanistan Genel Direktörü Nikos Charalambides, “Bizler yeşil politikaların uygulamaya geçmesini beklerken, hükümet şiddetle, bazı tehlikeli yatırımları savunmakta. Yeni linyit madeni sahalarının açılarak daha fazla termik santrale kapı aralanması bu tür tehlikeli yatırımlar arasında. Dahası enerji verimliliğini geliştirmek ve enerji tüketimini azaltmak adına da çok az adım atıldı. Eğer bu kirli planlar gerçekleştirilirse Yunanistan, yeşil kalkınma yolundaki tüm fırsatları kaçırmış olacak” dedi. Hem Türkiye hem Yunanistan yeşil iş olanakları yaratmak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için en etkili yol olan yenilenebilir enerji kapasitesini yükseltmeli. Her iki ülke 2020’de toplam enerjinin en az %20’sinin yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılmalı. %20 enerji verimliliği hedefi koymalı. AB’nin de hedefi olan bu rakam. Dolayısıyla Türkiye tarafından bu hedefler yasal olarak benimsenmeli. Bu çerçevede tüm kömür ve nükleer enerji santrali planlarının durdurulması ve son kullanma tarihi dolmuş bu türden endüstrilere verilen teşviklerin kesilmesi gerekli.

Bir başka önemli toplantı da İsviçre’de gerçekleşti. BM’nin Kalıcı Organik Kirleticileri Gözden Geçirme Komitesi’nden 31 bilim adamı, İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan panelde, endosülfanlı tarım ilaçlarını ele aldı. Panele ev sahipliği yapan BM Çevre Programı’nın sözcüsü Michael Stanley-Jones da zehirli kimyasallarla ilgili Stockholm Sözleşmesine imza atan ülkelerin, 2011 yılının Nisan ayında yapılacak toplantıda sözleşmenin tavsiyelerine uyup uymayacaklarına karar vereceklerini ifade etti. Stanley-Jones, şimdiye kadar 60 kadar ülkenin endosülfanı yasakladığını, bu ülkeler arasında Stockholm Sözleşmesi’nin tarafı olmamasına rağmen ABD’nin de bulunduğunu vurguladı. Zirai üretimde kullanılması son derece zararlı olmasına rağmen bağcılıkta, salamura yapraklarda bu ilacın bileşenlerine yoğun olarak rastlanılıyor. Tarımda endosülfan kullanımı, böbrek ve mesane kanserine yakalanma riski artırıyor. Kaybolmayan ve toprakta biriken endosülfanın doğadan arınması uzun yıllar alıyor. Endosülfan sulama suyuna karıştırıldığı için bitkilerin köklerine, damarlarına, yapraklarına işliyor ve yıkamakla temizlenmiyor.

Türkiye ile ABD arasındaki model ortaklığın “Stratejik Ekonomik ve Ticari İşbirliği Çerçevesi” kapsamında ilk eşbaşkanlar toplantısı Washington’da yapıldı. Görüşmelerde ABD heyetinin, Türkiye’nin yenilenen GDO yönetmeliği ve Türkiye’ye ilaç satan şirketlerin Sağlık Bakanlığı yetkililerince yerinde denetlenmesi konularında bazı kolaylıklar istediği ifade edildi. Türkiye ise özellikle Bursa siyah inciri ve nar gibi bazı tarım ürünlerinin ABD pazarına girişi önündeki engellerin kaldırılması konusunu masaya getirdi. Türk tarafı, iş konseyinin ilk toplantısının kasım-aralık ayında Türkiye’de yapılmasını önerdi.

Dünya basınının hala en önemli gündem maddesi Türkiye'ye yerleştirilmesi yönünde planlar yapıldığı belirtilen füze kalkanı. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Türkiye'den bu konuda destek beklediklerini söylerken, İngiliz Daily Telegraph gazetesinde Türkiye'nin bu projeye itiraz ettiği öne sürüldü. ABD Savunma Bakanı Robert Gates, NATO’nun füze savunma sisteminde yer alması için Türkiye’ye baskı yapmadıklarını ancak Ankara’nın füze kalkanı planına uyacağını umduklarını belirtti. Washington, oluşturulmak istenen kalkan sisteminin İran’ın balistik füze saldırı tehdidine karşı gerekli görüyor ancak Ankara, plana şiddetle karşı çıkan Rusya’yı da öfkelendirmek istemiyor. NATO’nun görüş birliği içinde hareket etme politikası altında, Türkiye’nin füze sisteminde yapacağı resmi itiraz, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne füze savunma sistemleri koyma planını bozabilir. Diğer yandan, uzun menzilli füze geliştiren İran’ın sergilediği saldırgan dış politika İsrail ve Güney Avrupa ülkelerine karşı bir tehdit oluşturuyor. NATO üyeleri, füze kalkanı planını konusunda bir karara varmak için Kasım ayında Lizbon’da bir araya gelecek.

Macaristan'daki bir alüminyum tesisinde meydana gelen kaza sonucu çevreye yayılan kimyasal kızıl çamura, humuslu toprakta yoğun olarak bulunan humik asitle müdahale edilebileceği belirtildi. Humik asitin krom, arsenik, kadmiyum ve cıva gibi zehirli ağır metalleri absorbe ederek çevre felaketini azaltmada yardımcı olabileceği kaydedildi. Humik Madde Derneği Başkanı ve Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Organik Kimya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tutar, humik asitin bitkilerin ölmesi ve çürümeye başlamasıyla oluşan humus toprağında yoğun olarak bulunan ve zehirli ağır metalleri absorbe edici özelliği bulunan organik bir bileşik olduğunu söyledi. Tuna Nehri'ne karışan Kızıl çamurun asıl ciddi etkileri uzun süre sonra anlaşılacağını söyleyen Profesör Tutar ağır metaller içeren atığa Karadeniz'e karışmadan önce, akış güzergahında müdahalede yapılabilir dedi.

İngiliz Maplecroft Enstitüsü'nün 170 ülkeyi kapsayan araştırmasının sonuçları açıklandı. Güney Asya ve Afrika’nın doğusunun iklim değişikliğine bağlı risklerden en fazla etkilenecek bölgeler olduğu bildirildi. İngiliz Maplecroft Enstitüsü’nün 170 ülkeyi kapsayan araştırmasında, 30 yıl içinde, iklim değişikliğinin etkilerine en fazla Bangladeş ve Hindistan’ın maruz kalacağı ortaya çıktı. Araştırmaya göre, bu ülkeleri Madagaskar, Nepal ve Mozambik izleyecek. Araştırmada, en fazla nüfus yoğunluğuna sahip, yoksullukla boğuşan ve ekonomisi tarıma dayanan, iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele edebilecek bir hükümete sahip olmayan Bangladeş’te, kuraklık ve açlık riskinin çok fazla olduğu vurgulandı. Bangladeş’in dışında Pakistan ve Nijerya’nın da bu etkilerle mücadele etme gücünün az olduğu belirtilirken, iklim değişikliğinin 30 yıl içinde doğal kaynakları az, ciddi sağlık sorunlarının bulunduğu ve ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan yoksul Hindistan’ı fazlaca etkileyeceği kaydedildi. Akdeniz iklim kuşağında olan Türkiye gibi ülkelerde ise kuzeyde seller artarken güneyde kuraklık baş gösterecek. Ancak bütün bunlar bilinirken Dünya halen harekete geçmiş değil. Akdeniz ülkeleri ise Akdeniz İklim İnsiyatifi adı altında bu Cuma Atina’da bir araya gelerek ortak bir açıklama yapacaklar. Ben de şu anda bu toplantıyı izlemek üzere Atina’da bulunuyorum. Bakalım başbakanların açıklaması ile hali hazırdaki politikalar ne kadar örtüşecek.

İngiltere’de dört Greenpeace eylemcisi dün, Maliye Bakanı George Osborne'dan "yeşil banka" istemek için Hazine binasına çıktı. Greenpeace üyeleri, böyle bir girişimin binlerce kişiye yeni iş sağlayacağını savunuyorlar. Greenpeace, dört üyelerinin Westminster'deki binaya sabah saat 6'da tırmandığını ve üzerinde "Hatırla George, Yeşil banka = Yeni iş" yazan bir afiş açtığını bildirdi. Eylemcilerden biri olan 41 yaşındaki Emma Gibson verdiği demeçte "Maliye Bakanından yeşil banka için yatırım yapmasını istiyoruz, bu sayede binlerce yeşil iş imkanı oluşacak. Bu zaten George Osborne ve diğer bazı bakanların bahsettiği bir konu, Hükümet sadece yeşil projeler için harcanmak üzere bir miktar para ayıracak ve özel yatırımcıları bu projeler için teşvik edecek. Bu ekonomik canlanmada önemli rol oynayabilir." dedi.

Greenpeace’in, Viyana Üniversitesi’ne gönderdiği Macaristan’daki kızıl çamurdan örneklerin araştırma sonuçları geldi. Sonuçlar, kızıl çamurda çok yüksek risk içeren 2 mikrondan daha küçük parçacıkların bulunduğunu gösteriyor. Analize göre, çamurun yüzde 70'i, iki mikrondan küçük tehlikeli tanecikler içeriyor. Eğer bu zerrecikler yutulursa, insan sağlığı için büyük tehlike arz ediyor. Parçacıklar ne kadar küçük olursa, solunum sisteminde o kadar çok etkili olabilir. Toksik maddeler içeren çamurun içerisinde arsenik gibi başka bir tehlike daha bulunuyor. Kızıl çamur kuruduğu zaman, arsenik, toz şeklinde havaya karışacak ve bu zehirli madde solunum yoluyla insan vücuduna ulaşacak. Greenpeace, mevcut risklerin ve uzun dönemde sonuçların belirlenmesi için bağımsız bir araştırma için çağrıda bulunuyor. Aynı zamanda, Greenpeace Macaristan hükümetinden, güvenli olduğuna dair uluslararası ve bağımsız bir komisyonun kararına kadar Ajka'daki aluminyum fabrikasının kapalı kalmasını istiyor.

Çin’de kızıl devrimden sonra yeşil devrim yaşanıyor. Dünya atmosferini en fazla kirleten ülke olan Çin, Almanya'yı geride bırakarak yenilenebilir enerjide dünyanın en büyük pazarı haline geldi. Çin'in yenilenebilir enerji üretme kapasitesi henüz ABD'nin gerisinde dünyada ikinci sırada. Ancak Çin rüzgâr, güneş ve su gibi doğal varlıklardan elde edilen yenilenebilir enerji sektöründe en hızlı büyüyen ülke. Geçtiğimiz yıl Çin’de toplam 14 bin megavat güce sahip rüzgâr türbinleri kuruldu. Çin 2009 yılında rüzgâr gücü kapasitesini 25,8 gigavata yükselterek Almanya’yı geride bıraktı. 2008’de Çin’in rüzgâr gücü kapasitesi henüz 12,02 gigavattı, yani bir yılda ikiye katladı. Aynı zamanda Çin güneş enerjisi sistemlerinde de Almanya’yı geçmış durumda. Türkiye ise yenilenebilir enerji kanununda bir değişikliği bile gerçekleştirememişken, Ruslara verilmiş nükleer kapitülasyon taahütlerini yerine getirmeye çalışıyor.

Japonya'nın başkenti Tokyo'da, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin, yani yaşamın varlığını sürdürmesini sağlamak amacıyla BM toplantısı düzenleniyor. 190'dan fazla ülkenin heyetlerinin katıldığı, iki hafta sürecek BM Biyolojik Çeşitlilik Toplantılarında, heyetlerden, gelecek on yılda türlerin yok olmasını ve doğal yaşamın zarar görmesini engellemek ya da yavaşlatmak için 20 hedef belirlenmesi istenecek. Bilim insanları, insanların türlerin korunması için daha fazla çaba göstermemesi halinde türlerin hızla yok olacağı ve arılar örneğini vererek, bir türün yok olmasının tüm sistemi çökerteceği uyarısında bulunuyor. Bilim adamaları, türlerin tarihi ortalamalara göre 100 ila 1000 kat daha hızla ve çok tükendiğine de dikkati çekiyor. Rio de Janeiro'da 1992'de yapılan Dünya Zirvesinde ortaya çıkan Biyoçeşitlilik Antlaşması, biyoçeşitliliği koruma konusunda 2002 yılında koyduğu 8 yıllık hedeflerine ulaşamadı.

Tarihin en büyük çevre felaketlerinden biri olan Deepwater Horizon petrol platformunda yaşanan patlamanın yol açtığı hasarı tespit etmek üzere kurulan ABD Ulusal Araştırma Komisyonu, Obama yönetiminin sistematik biçimde çevre felaketinin gerçek boyutlarını saklayacak açıklamalarda bulunduğunu ortaya çıkardı. Rapordaki çarpıcı örneklerden birkaçı şöyle:
- Patlamanın birkaç gün sonrasında açıklamada bulunan Beyaz Saray, Meksika Körfezi’nde bir sızıntı olduğunu yalanladı.
- Mayıs ayında sızıntının gerçek boyutları üzerine bir rapor yayınlamak isteyen Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi’nin (NOAA) bu girişimini askıya alan Obama yönetimi, kurumun raporu yayınlamasına ancak Temmuz ayında izin verdi. Raporda, sızıntı rakamının günde 5 bin varilin çok üstünde; günde tam 60 bin varil olduğu belirtiliyordu.
- Obama yönetimi, sızıntının tüm dünyanın gündemine oturduğu ve BP’nin prestijinin yerlerde süründüğü Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada, sızıntı sonucu Körfez sularına karışan petrolün %75’inin “yok olduğunu” iddia etti. İddia, sonrasında uzmanlar tarafından yalanlandı.

Güneş enerjisinin önde gelen savunucularından Hermann Scheer, 14 Ekim'de 66 yaşında öldü. Alman ekonomist ve siyasetçinin, Almanya'nın yenilenebilir enerji konusunda bir güç merkezi olmasında önemli payı oldu, hatta dünyanın pekçok yerinde güneş enerjisinin yaygın kullanımı konusunda çalıştı . Scheer, Alman Parlamentosu'nun 30 yıldır üyesiydi ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Derneği EUROSOLAR'ın da başkanıydı. 1999 yılında, güneş enerjisini dünya çapında destekleme konusunda yorulmak bilmez çalışmalarından dolayı Right Livelihood ödülünü kazanmıştı. Ödülü töreninde, güneş enerjisini insanların enerjisi diye tanımlamıştı. Bundan sonrası için bize önümüze konan insanlığı güneşle beslemek hedefini gerçekleşirmek düşüyor.

Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA), balık ve kabukluların tüketim riski oluşturmadığını gösteren testlerin ardından yeniden avcılığa açılan bölümün, Alabama ve Florida eyaletleri kıyıları açığında 17 bin 800 kilometrekarelik bir alanı kapsadığını, bu kararla federal suların toplam yüzde 30'luk bölümünün yeniden avcılığa açıldığını belirtti. Deepwater Horizon petrol platformu, 20 Nisandaki bir patlamayla batmış, 11 çalışan yaşamını yitirmişti. O günden sonra Meksika Körfezi'ne 4 milyon varilden fazla ham petrol akmasının ardından BP, deniz dibi seviyesindeki kuyunun ağzına bir kapak koyarak ve ardından kuyuyu çimentoyla doldurarak, 15 Temmuzda sızıntıyı durdurmayı başarmıştı. Ancak Çevre felaketin yıllarca sürecek, son olarak Manta’ların yaşamlarının tehlike altında olduğu ortaya çıktı.

"Nükleer silahlardan arındırılmış bir dünyada barış içinde yaşamak istiyoruz. Anlaşmazlıkların şiddetsiz çözülmesini sağlamak için yola çıktık." ; Bunlar Almanyalı çift Wolfgang Schlupp - Hauck ve Brigitte Schlupp - Wick'in sözleri. Schlupp çifti, nükleer silahların yasaklanması ve mevcut silahların imha edilmesi için hükümeti Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Sözleşmesi'ne uymaya çağırıyor. Almanya'nın Stuttgart kentinden iki ay önce bisikletle yola çıkıp Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gelen çift, iki bin kilometreden fazla yol yaptı. Geçtikleri ülkelerde Mayors for Peace yani Barış için Belediye Başkanları üyesi belediyelerle görüştüklerini, üye olmayan belediyelere ise birliğe katılım çağrısı yaptıklar. Barış için Belediye Başkanları, merkezi Hiroşima'da olan nükleer silahların kullanımına karşı, 1984'ten beri faaliyet düzenleyen belediye başkanlarından oluşan bir birlik. Birliğe 144 ülkede dört bir 207 kent belediyesi üye. Schlupp çifti, ABD'nin Adana İncirlik Üssü'ndeki 90 kadar nükleer silah başlıklarını geri çekmesini ve Türkiye'nin 2020'ye kadar tüm nükleer silahların imhasını öngören BM sözleşmesine uymasını istiyor. Çiftin bisiklet üstünde Türkiye'den sonraki durakları İtalya olacak.

Çevre Bakanlığı, Macaristan’ın Ajka kentindeki alüminyum fabrikasından Tuna’ya yayılan zehirli kızıl çamurun ‘20-30 gün içinde’ Karadeniz’e ulaşacağını açıkladı. Bakanlık yetkilileri Karadeniz’i zaten sürekli izlediklerini, zehirli çamur denize ulaştıktan sonra da laboratuvar incelemelerini yapacaklarını açıkladı. Tarım Bakanlığı’nın da konuyla ilgili üniversitelerden bir çalışma talep ettiği öğrenildi. Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı: “Atığın Karadeniz’e etkisi, Tuna Nehri’ndeki kadar olmayacaktır. Nehirdeki akışla birlikte atığın yoğunluğu biraz dağılacaktır. Karadeniz’deki etkisi daha uzun bir zamana yayılacak. Ağır metaller sonuçta suda çözülmüyor ya da doğada yok olmuyor” dedi. Bakanlık yetkilileri ise atığın Karadeniz’e ulaştıktan sonra yapılan test sonuçlarını açıklayacaklarını ve bu sonuçlara göre yol haritası belirleyeceklerini söyledi.

Greenpeace tarafından yapılan bir araştırmaya göre Almanya’da 1950 ile 2010 yılları arasında nükleer enerji için devlet tarafından 204 milyar Avro teşvik verilmiş. Planlanmakta olan nükleer santral işletme haklarının yaklaşık 12 yıl uzatılması gerçekleşmese bile önümüzdeki yıllarda devletin nükleer enerji sektörüne 100 Milyar Avro daha teşvik ödeyeceği bildirildi. Greenpeace araştırma için Ekolojik Sosyal Ekonomi Piyasası isimli bir kurumu görevlendirdi. Kurum bir sene önce yapılan araştırma sonuçlarını bir senelik gelişmelere göre güncelledi. Devletin nükleer enerji ekonomisine katkıları ve nükleer atıkların depolandığı Asse 2 ve Morsleben için harcadığı paraların toplamı belirtilen meblağı buluyor. Ayrıca devletin nükleer enerji sektörü için uyguladığı vergi muafiyetleri ve hesaplanması çok güç olan rekabetsiz çalışma hakları da bu miktarın dışında tutulmuş. Devletin, nükleer ve kömür santralleri için bu kadar yüksek teşvikler verdiği halde, yenilenebilir enerjinin maliyetleri konusunda şikayette bulunmasını ve gerekli teşvikleri vermemesi akıl dışı, küstah ve toplumla alay etmek olarak niteleniyor.

Dünyanın atom bombası atılan iki kenti Hiroşima ve Nagazaki'nin belediye başkanları, kısa bir süre önce Nevada Çölü'nde nükleer deneme yapan ABD'yi protesto etti. Amerikan hükümetinin geçen ay çölde yerin altında deneme yaptığını açıklamasının ardından, ABD'nin Tokyo Büyükelçiliği'ne bir protesto mektubu gönderen Hiroşima Belediye Başkanı Tadatoshi Akiba, ''A(tom) bombasından kurtulanların umut ve beklentilerini alaya alma biçiminiz beni çileden çıkarmıştır. A bombası kurbanı Hiroşima Kenti adına, sizi şiddetle protesto ederim'' ifadesini kullandı. ABD'nin ise protestolara herhangi bir yanıt vermediği belirtiliyor. Atom bombasının atılmasının 65. yılında, ABD'nin Tokyo Büyükelçisi John Roos Hiroşima ve Nagazaki'de düzenlenen törenlere katılmıştı. ABD'nin Nevada Çölü'nde yaptığı son deneme, kendini nükleer silahlardan arınmış bir dünyanın ''avukatı'' olarak tanıtan ve bu tutumundan dolayı Nobel barış ödülüne layık görülen ABD Başkanı Barack Obama'nın görevi dönemindeki ilk deneme oldu.

World Wildlife Fund (WWF) tarafından yayınlanan ‘2010 Yaşayan Gezegen Raporu’nda, son 40 yılda dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yüzde 30 azaldığı belirtiliyor. Raporda, ekolojik limitlerin de aşıldığı belirtilerek, son 50 yılda karbon emisyonlarının 11 kat artmasının, küresel iklim değişikliğinin başlıca sebebi olduğuna vurgu yapılıyor. Yaşayan Gezegen Raporu, dünyanın biyolojik kapasitesi yani arzı ile Ekolojik Ayak İzi’ni yani insanların talebini ölçerek, gezegenin durumu hakkında önemli sonuçlara ulaşıyor. Rapora göre dünyamız kırmızı alarm veriyor, çünkü Yaşayan Gezegen Raporu, biyolojik çeşitlilikte en hızlı düşüşün gelir seviyesi düşük olan ülkelerde olduğunu gösteriyor. Bu düşüş, gelişmiş ülkelerin tüketim biçimlerinin bir sonucu. Kişi başına düşen ekolojik ayak izi sıralamasında Türkiye, 154 ülke arasında 63. sırada yer alıyor. Kişi başına düşen Ekolojik Ayak İzi sıralamasında ilk on ülke: Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Danimarka, Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Estonya, Kanada, Avustralya, Kuveyt ve İrlanda. Bir Amerikalı’nın Ayak İzi 43 Afrikalı’nınkine eşit. Zenginlik ve başarı tanımımızın ve kriterlerimizin değişmesi gerektiğini vurgulayan rapor, kriterlere İnsani Gelişme Endeksi, Gini katsayısı, Yaşayan Gezegen Endeksi, ekosistem hizmetleri endeksleri ve Ekolojik Ayak İzi gibi göstergelerin eklenmesini öneriyor.

Dişi bir kambur balina, dünya çevresinin yaklaşık dörtte birini yüzerek rekor kırdı. Habere konu olan balina, biyolog Peter Stevick ve ekibi tarafından ilk olarak Brezilya sahillerinde tespit edilmiş, derisinden doku örneği alınmış ve fotoğraflanmış. Aynı birey, iki yıl sonra bir turist tarafından Madagaskar’da görüntülenmiş. Balinaların insandaki parmak izi gibi bireye özgü bir desene sahip olan kuyruk altı beneklerini inceleyen Steve ve ekibi, iki fotoğrafın aynı bireye ait olduğunu anlamışlar. Kambur balinaların göç davranışı yalnızca katedilen mesafe açısından değil, bir çok üreme bölgesini içermesi ve okyanusun neredeyse bütününün geçilmesi nedeniyle de oldukça ilgi çekici. Bu balinalar tipik olarak, yüksek enlemli beslenme bölgeleri ve düşük enlemli üreme bölgeleri arasında göç ederler. Fakat bu tip geniş çaplı göç davranışının genellikle erkek bireylerce yapılması ve dişilerin aynı üreme bölgesi çevresinde kalmayı tercih etmesi, dişi bir birey tarafından kırılan bu uzun mesafe rekorunu daha da ilginç hale getiriyor.

Macaristan'da 4 Ekimde bir alüminyum fabrikasındaki setin yıkılmasıyla çevre felaketine yol açan kimyasal kızıl çamurdan ölenlerin sayısı 9'a ulaştı. Macaristan Afet Dairesi tarafından yapılan açıklamada, kazada yaralanan ve şimdiye dek hastanede tedavi altında olan bir kişinin daha hayatını kaybettiği bildirildi. Kimyasal zehirli kızıl çamur kazasının en son kurbanı olan bu kişinin, Kolontar köyünde ikamet ettiği, halen hastanelerde yaklaşık 40 kişinin tedavi altında olduğu belirtildi. Macaristan'ın Ajka şehrine bağlı Kolontar köyünde faaliyet gösteren alüminyum fabrikasında, içinde 1 milyon metreküp kimyasal zehirli kızıl çamurun bulunduğu 9 ve 10 numaralı depolarının duvarları yıkılmış, etrafa yayılan zehir çevre felaketine yol açmış ve ölen 9 kişinin yanı sıra 200 kişi de yaralanmıştı. Belki de temizlenmezse binlerce yıl kalacak bu zehirli çamur bölgeyi yaşanmaz kılacak, temizlenirse, nereye temizlenecek, temizlik kovasını tuvaletten aşağı mı dökecekler? Artık tek çözüm zehir üretip ötelemek yerine, zehiri baştan üretmemek ve temiz üretim ilkelerini benimsemek.

ABD Savunma Bakanlığı'nın Avrupa ve NATO politikasından sorumlu üst düzey yetkilisi Jim Townsend, "balistik füze tehditlerinin nereden gelebileceğine baktığımızda, bize göre Türkiye çok fazla ön cephelerde yer alıyor. Dolayısıyla coğrafi açıdan, Türkiye, füze savunma sisteminin bazı bölümlerine ev sahipliği yapmada iyi bir yer olabilir" dedi.
ABD'deki düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi'nde düzenlenen toplantıda da bir soru üzerine Townsend, Türkiye'nin, sistemin bazı unsurlarına ev sahipliği yapma konusunda isteksiz ya da kararsız olduğunu düşünmediğini söyledi. Türk yetkililerin konu üzerine derinden kafa yorduğunu düşündüğünü ifade eden Townsend, Türkiye'nin birçok açıdan çok özel bir konumda yer aldığına dikkati çekerek, Ankara'nın siyasi bağlamda bir karar alırken, coğrafi konumu, komşuları, komşularıyla olan derin tarihi ve ticari ilişkileri gibi hususları da hesaba katmak durumunda olduğuna işaret etti. Evet, bu sayede ölüm ve şiddet araçlarını başka ülkeler için barındırmamız ve bu konuda tereddüt etmememiz için bir mesaj verilmeye çalışılmış gibi görünyor.

Macaristan'ın Ajka şehrinde faaliyet gösteren bir alüminyum fabrikasında pazartesi günü meydana gelen çevre felaketi nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 8'e yükseldi. Avrupa Birliği tarafından kaza bölgesine gönderilen 5 bilim adamının da incelemelere başladığı açıklandı. Fabrikanın 10 numaralı deposunda bulunan 1 milyon metreküp kimyasal zehirli kızıl çamurun depolandığı kuzey duvarındaki 25 metrelik yarığın her geçen dakika ilerlediği, bu duvarın arkasına 600 metre uzunluğunda yeni bir setin yapımının devam ettiği de bildirildi. Yeni setin bitmek üzere olduğunu açıklayan Macar yetkililer, önlem olarak Kolontar köyünün tamamen, Devecser köyünün ise kısmen boşaltıldığını açıkladı.

İran, Amerika’nın İsrail’e zenginleştirilmiş uranyum taşıdığını ve bunu kanıtlayabileceğini iddia etti. İran’ın baş nükleer görüşmecisi Said Celili, İsrail’in Nükleer Silahsızlanma Anlaşması uyarınca bu tarz silahlara sahip olmasının önlenmesi gerektiğini açıkladı. İranlı yetkili, İsrail’in nükleer programının Amerikan malzemesiyle beslendiğine dair belgeleri yayınlamayı planladıklarını da belirtti. İsrail nükleer silah sahibi olduğunu resmen açıklamasa da Ortadoğu’daki tek nükleer güç olduğuna inanılıyor. İran ise, nükleer programının askeri amaçlı olmadığını savunuyor. Tahran hükümeti, nükleer silahlarından dolayı ilk önce İsrail’in sorgulanması gerektiğini ileri sürüyor.

Obama, ABD Başkanlık konutunda güneş enerjisi kullanılmasına karar verdi. 2011 baharında kurulacak panellerle önce sıcak su, daha sonra Beyaz Saray'ın elektrik ihtiyacının bir bölümünün karşılanması planlanıyor. Güneş panelleri gelecek yıl bahar aylarında konuta yerleştirilecek. Yenilenebilir enerjiyi savunan Obama, güneş enerjisini kullanmada öncülük etmesi için çevre örgütlerinden baskı görüyordu. Küresel iklim değişikliğiyle mücadele eden 350.org eylemcileri geçtiğimiz ay, Beyaz Saray yetkilileriyle görüşmüşler ancak bir taahhüt alamadan ayrılmışlardı. 350.org, ülke liderlerinin kendi konutlarında güneş enerjisi kullanması için küresel bir kampanya yürütüyor.

AB'de Genetiği Değiştirilmiş yani GDO’lu ürünlerin üretimini dondurmak için başlatılan yasal girişimde bir milyondan fazla imza toplandı. Brüksel'den bir görevli Çarşamba günü şikayetin "siyasi" danışmanlara iletileceğini söyledi. Greenpeace ve Avaaz, ruhsatları askıya almak için hedeflerine ulaştıklarını ve Avrupa Birliği Lizbon Anlaşması altında oluşturulan yeni bir sistem olan bu dilekçe verme mekanizmasını işlettiklerini söylediler. Lizbon Anlaşmasına göre eğer bir milyon AB vatandaşı bir yasanın değişmesi için adlarını verirse Avrupa Komisyonu itirazı birliğin günlük icraatleri arasına almak zorunda. Greenpeace'den Jorgo Riss "Komisyon artık bunu göz ardı edemez" dedi.

Macaristan’da, ABD’de Meksika Körfezi’nde olduğu gibi tarihin büyük çevre felaketlerinden biri olmasından korkulan kimyasal atık sızıntısında devlet kanadından gelen haberlerde Tuna Nehri’ndeki zehirli atık seviyesinin düştüğünü açıkladı. Bir alüminyum fabrikasından sızan zehirli atığın konsantrasyonunda düşüş, zehirin yayıldığını gösteriyor. Bu arada artan ısıyla birlikte kuruyan zehirin havaya karışabileceği kaygısı devam ediyor. Uzmanlar şimdi de ısınan havaların yaratabileceği sorunlara dikkat çekiyor. Şu ana kadar yağmur, zehirli çamurun ıslak kalmasını sağladı. Macaristan, zehirli çamurun kontrol altına alınması konusunda Avrupa Birliği’nden de yardım istedi. AB Krizle Mücadele Komisyonu üyesi Kristalina Georgiave’ye göre, “Bu tür felaketler ülke sınırlarında durmuyor, dolayısıyla en verimli yardımın yapılabilmesi için Avrupa’nın ortak müdahalesi şart.” Tuna Nehri’nin geçtiği hat boyunca uzanan Hırvatistan, Sırbistan ve Romanya acil durum planları yapıyor. Yetkililer kirlilikle mücadele için nehirlere kil ve asitten oluşan bir karışım döküyor.
Bölgeye ilk ulaşan, felakete tanıklık eden Greenpeace örnekler alarak bunların tahlillerini yaptırdı. Greenpeace Akdeniz’den Banu Dökmecibaşı, “Macar hükümeti kamuoyunu yeterince bilgilendirmiyor. Kızıl atığın Tuna’ya ulaşmasını engelleyemediler. Numuneler özellikle krom, arsenik ve civa gibi ağır metallerin değeri kabul edilebilir oranların çok üzerinde çıktı. Arsenik oranı 110 mg, civa 1.3 mg, krom 660 mg (kilogramda), arsenik miktarı litrede 0.25 mg tespit edildi. Arsenik miktarı AB standartlarında içme suyunda olması gerekenin 25 katı kadar fazla. Bu olay ani balık ölümlerinin yanı sıra uzun vadede de sorunlar yaratacak. Tuna boyunca sualtını etkileyecek. Ağır metaller, balık türlerinde yağ dokularında birikecek. Tuna boyunca ne kadar ilerleyecek, diğer bileşenlerle nasıl bir etkileşim olacak bilmiyoruz. Maddeden etkilenen vatandaşlar bölgeden çıkarıldı ancak nasıl tedavi edileceği bilinmiyor.” dedi.

Almanya’nın Gorleben Nükleer Atık Deposu’na doğru yol alan ve tehlikeli radyoaktif madde taşıyan özel trene karşı protesto sürüyor. Fransa’dan yola çıkan Castor adlı nükleer atık yüklü 11 konteynerde, 123 ton nükleer atık taşınıyor. Greenpeace eylemcileri, kendilerini raylara bağlamak dahil çok sayıda eylem düzenleyerek Fransa’dan Almanya’ya radyoaktif madde taşıyan trenin yolunu değiştirtmeyi başardı. Trendeki yük, tarihin en büyük nükleer atık transferi olarak niteleniyor. Doğaseverlerin tepkisine rağmen nakli gerçekleştiren şirket ise bunun rutin bir operasyon olduğunu savundu. Nükleer atık taşıyan trenin Fransa’dan Almanya'ya ulaşması üzerine binlerce kişinin katılımıyla düzenlenen protesto gösterilerinde Başbakan Angela Merkel hükümetinin nükleer enerji politikaları protesto edildi. Dannenberg kentinde ve trenin güzergâhında bulunan birçok noktada göstericiler eylemlere traktörlerle katıldı ve tren rayları üzerinde barikatlar kurdu. Bir grup Greenpeace üyesi, tren rayının altına çukur kazmak isteyince polis müdahale etti. Yaklaşık 150 protestocu, cop ve göz yaşartıcı bomba kullanılarak dağıtılmaya çalışıldı. Protestolarda, Sol Parti ve Yeşiller Partisi’nin önde gelen siyasetçileri de yer aldı. Greenpeace Uluslararası Direktörü Kumi Naidoo nükleer enerji üreten şirketlerle işbirliği yapmak yerine hükümetin yenilenebilir enerjiye ağırlık vermesi gerektiğini söyledi.

Dünya denizlerindeki canlı türlerinin sayımı için 10 yıldır 80 ülkeden 2 bin 700 bilim insanının katıldığı çalışmada 250 bin tür canlı tespit edildi. Dünya denizlerinde ilk kez yapılan ve 540 ayrı bilimsel seferde toplam 9 bin gün süren Deniz Yaşamı Tür Sayımı tamamlandı. Dalhousie Üniversitesi'nden Biyoloji Profesörü Boris Worm, çalışmanın tanıtımı dolayısıyla yaptığı açıklamada, dünyanın ilk denizaltı biyolojik çeşitlilik haritasında tek hücreli canlılardan, dev balinalara kadar sayımı yapılan türler arasında yaklaşık 6 bin yeni potansiyel türün tespit edildiğini, bunların içinde 1200'den fazlasının tanımlandığını belirtti. Araştırmacılar, Avustralya sularında 50 milyon yıl önce yok olduğu düşünülen Jura dönemine ait bir karidesin keşfedilmesine karşılık, denizdeki besin zincirinin ilk halkası planktonların ise yaklaşık yüzde 40'ının son 50 yılda ortadan kalktığını, bunun da okyanusların giderek ısınmasıyla açıklanabileceğinin altını çizdiler. Bilim adamları, bazı bölgelerde köpekbalıklarının yüzde 99'unun yok olduğu uyarısında da bulundular.

Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, merkezi Japonya'da bulunan 'Barış İçin Belediye Başkanları' adlı uluslararası birliğin nükleer silahlara karşı yürüttüğü çalışmalar kapsamında 80 gün önce Almanya'dan yola çıktı. Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gelen Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, önce Kadıköy belediyesini ziyaret etti, sonra yolunda devam etti. İncirlik 10'uncu Tanker Üs Komutanlığı'nın bulunduğu Adana'nın merkez Sarıçam ilçesi bağlı İncirlik'e uğradıktan sonra Sarıçam Belediyesini ziyaret ederek Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu ile bir süre görüştü. Alman çift, tüm nükleer silahlarının ortadan kaldırılmasına yönelik imzalanan anlaşmanın hayata geçirilmesi ve nükleer başlıklı silahların dünyadan kaldırılması amacıyla bisikletle eylem yaptıklarını anlattı. "İncirlik'in bulunduğu Sarıçam Belediyesini ziyaret etmek bizim için çok önemli. Tüm insanların nükleer silahlara karşı duyarlı olmasını istiyoruz. Bunun için yola çıktık." dedi. Sarıçam Belediye Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu da tüm dünyanın nükleer silahlara karşı bilinçlenmesi gerektiğini belirterek, İncirlik üssünün de bir savaş üssü olarak algılanmasını ve kullanılmasının Sarıçamlıları üzdüğünü, Sarıçam'ın bir savaş üssü ile değil barış üssü ile anılması gerektiğini belirtti.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Başkanı Akın Öngör, Odak Kurumsal tarafından düzenlenen 2. Yeşil Tesisler Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmada, insanın doğanın bir parçası olduğunu, doğadaki zincirin bozulmasının eninde sonunda insanları veya sonraki nesilleri etkileyeceğini ifade etti. İnsanoğlunun yaptığı kullanımların sonucunda doğaya yaptığı etkiye ''ayak izi'', doğanın kendisini yenileyebilme kapasitesine de ''biyokapasite'' denildiğini söyleyen Öngör, ''İnsanoğlu öyle bir ayak izi bırakmaya başladı ki yeryüzünün biyokapasitesini aşıyor. Biz doğanın sermayesinden yiyoruz. Sürdürülemez bir noktaya gidiyoruz'' diye konuştu. WWF Raporuna göre günümüzde bir yıl yani 12 ayda tüketilen kaynakların doğa tarafından yenilenmesi 18 ay alıyor, bunu daha fazla sürdürmek mümkün değil. Dünya’da en büyük ayak izini bırakanlar başta ABD, sonra Çin ve Hindistan. Bıurada Avrupa’nın tek bir ülke olarak değerlendirilmediğini eklemek gerek. Ancak Dünyadaki herkes bir ABD'li gibi yaşasa 5 tane yerküreye ihtiyaç var. Dünyadaki herkes bir Türk vatandaşı gibi yaşasa 2 tane yerküreye ihtiyaç var. Yeryüzünde herkes Türkiye'deki insanlar gibi dahi yaşasaydı, dünya bize yetmeyecek, bir gezegene daha ihtiyacımız olacak.
Siz de ayak izimizi azaltmak için bir şeyler yapın ve 10.10.10’da harekete geçin, 350 Hemen Şimdi Eylemcesine sadece 4 gün kaldı! Eylemce için detaylı bilgi www.350.org ve www.350hemensimdi.org adresinde. Sende katıl.

Meksika'daki iklim zirvesi öncesi, liderler Çin'de bir araya geldi. İklim yetkilileri, bir kez daha bağlayıcı bir iklim sözleşmesi üzerinde çalışıyor. Üstelik toplamda en fazla enerji tüketen ve en fazla çevreyi kirleten Çin'de. Bunun nedeni Çin’in ihracatı ve Çin’in kişi başı sera gazı salımları hala düşük. Geçtiğimiz yıl Danimarka'nın Kopenhag kentinde düzenlenen ve hayal kırıklığı ile sonuçlanan iklim zirvesinin ardından, görüşmeler Almanya'nın Bonn kentinde devam etmişti. Ancak iklim yetkilileri, hala 2012 yılında süresi dolacak Kyoto Protokolü'nün yerine geçecek bağlayıcı bir sözleşme üzerinde uzlaşamadılar. Çin'in Tianjin kentinde başlayan iklim görüşmeleri ise, Meksika'daki iklim zirvesi öncesinde uluslararası düzeydeki son buluşma. Çin'in Tianjin kentinde biraraya gelen iklim yetkililerinin hedefi, Cancun zirvesi öncesinde ana hatlar üzerinde uzlaşmak. Ancak Çin'in iklim delegasyonun başkanı ve başmüzakerecesi Xie Zhenhua, Çin'de ve hatta Meksika’nın Cancun kentindeki iklim konferansında yeni bir iklim sözleşmesinin hazırlanabileceğine dair pek ümitli olmadığını belirtti. Zhenhau, 2011 yılı sonunda Güney Afrika'da düzenlenecek iklim zirvesine kadar sözleşmenin hatlarını belirlemek için çaba sarfetmeleri gerektiğini vurguladı. Bakalım daha ne kadar geri atacaklar sözleşmeyi, geciken her gün insanlar daha fazla acı çekecek.

Vahşi yaşam uzmanı Andy Derocher, iklim değişikliği nedeniyle ısınan havalar yüzünden kutup ayılarının aç kaldığını söyledi. Kanada'nın kuzeyindeki Hudson Koyu'nda yaşayan kutup ayılarını inceleyen Derocher, denizden beslenen ve özellikle de fok balığı avlayan yüzlerce kutup ayısının buzulların ilkbaharda erken erimesi ve okyanus sularının sonbaharda geç donması nedeniyle zor durumda olduğunu söyledi. Derocher, kutup ayılarının vücut ağırlıklarının ortalama olarak 27 kilo düştüğünü de dile getirdi. Böyle giderse önce kutuplar sonra bozkır, yani sırada biz varız.
Onun için 10.10.10’da harekete geç, 350 Hemen Şimdi Eylemcesine sadece 5 gün kaldı! Eylemce için detaylı bilgi www.350.org ve www.350hemensimdi.org adresinde. Sende katıl.

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvan Haklarını Koruma Günü. Hayvan hakları savunucuları, dün "hayvanlara yönelik şiddeti" protesto etmek amacıyla Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde oturma eylemi yaptı. "İnsan düşünen hayvandır" yazılı pankart açan grup, Galatasaray Lisesi önünde toplandı. Yüzlerce hayvan hakları savunucusu hayvana yönelik şiddetin kabahat değil suç sayılmasını istediklerini belirterek “5199 sayılı yasanın değişerek, hayvana yapılan şiddetin, işkencenin cüzi bir para karşılığı geçiştirilmemesini, hayvanlara karşı işlenen suçların ceza hukuku kapsamına alınmasını, şiddet uygulayan suçluların mahkemelerde yargılanarak gerekli cezaları almalarını istiyoruz" dedi.

Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg şu sıralar gezegeni düşünenlerin hedefi haline geldi. Facebook, ABD'nin Oregon Eyaleti'nde kömürle üretilen elektriği kullanan bir veri merkezi kuracağını ve sonrasında da bu depolama tesisinin kapasitesinin iki kat artacağı ve böylece kömüre bağımlılığın da iki kat fazla olacağı açıkladı. Mark Zuckerberg, güneş ya da rüzgar gibi temiz enerjiler yerine kömürü tercih edince, Greenpeace bir facebook kullanıcısı olarak bu konuda sessiz kalamazdı. 1 Eylül 2010'da, Mark Zuckerberg'e yazdığı mektupla Greenpeace Uluslararası Direktörü Kumi Naidoo endişelerini şu şekilde dile getirdi: "Tüm dünyada tanınan bir şirketin yöneticisi, şirketin çevreye olan etkilerinin, o şirketin hem ününe hem de mali durumuna etkilerinin büyük olacağını bilmeli. Yarım milyon Facebook kullanıcısı Zuckerberg'i daha sağlıklı bir karara döndürmek adına yenilenebilir enerji kaynaklarını tavsiye ettiler. Ne yazık ki Facebook'un cevabı, bu sosyal ağın halen bir taahhüt altına girmek istemediğini gösteriyor."
Greenpeace, Facebook’un,kömürle olan ilişkisini bitirebilmek için sanal eylem başlattı. www.greenpeace.org.tr adresinden bu eyleme katılabilir, atacağınız bir imzayla siz de Facebook’a “dur!” diyebilirsiniz.

Kuzey Denizi'nde uçak yakıtı taşıyan Yunan bandıralı bir tankerle, Kıbrıs Rum kesimi bandıralı bir konteyner gemisi çarpıştı. Yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir delik açılan tankerden denize uçak yakıtı sızıyor. Çarpışma Hollanda'nın Scheveningen sahiline 30 kilometre uzaklıkta gerçekleşti. Bir süre önce de bir kimyasal madde tankeri Manş Denizinde bir başka gemiyle çarpışmıştı. Gemi 6 bin ton benzen adlı bir sıvı kimyasal çözücü ile yüklenmişti. Denizleri insanlığa ait tehlikeli kargo ile yükledik ve her an bir başka felaket duymak için bekliyoruz.

ABD’ de bal arılarının nesli tükeniyor. Araştırmacılar, ABD genelinde balarılarının esrarengiz şekilde yok olmasının sorumlusunun virüs ve mantar olabileceğini belirledi. PLoS ONE dergisinde yayımlanan bir araştırma, arıların yok olmasının, birçok bitkinin polenlerinin taşınamaması ve bu yüzden döllenmenin meydana gelemeyişine yol açtığına dikkati çekti. Bu durumdan etkilenen kovanlardan örnekler alan araştırmacıların, arılarda virüs ve mantara rastladığı, sendromdan etkilenmeyen örneklerde ise bu iki sorunun var olmadığını tespit ettikleri belirtildi. Montana Üniversitesi’nden Jerry J. Bromenshenk, "koloni çöküşü bozukluğu"(CCD) adıyla tanımlanan sendroma, belirlenen iki nedenin mi sebep olduğunun yoksa CCD sendromuna yakalanan arıların virüs ve mantar oluşumuna yatkın hale mi geldiklerinin henüz kesinlik kazanmadığını kaydetti. Yeni araştırma, şüpheli virüsün, 20 yıl önce ilk kez Hindistan’da belirlenen, renk değişimine yol açan bir virüsle benzerlik gösteren, böceklerde rastlanan bir virüs olduğunu ortaya koydu.

Macaristan'da alüminyum fabrikasının atık havuzunun taşması sonucu yaşanan felaket çevreyi olduğu kadar bölge halkının sağlığını da tehdit ediyor. Şu ana kadar dört kişi hayatını kaybetti. Atık yayılmaya devam ediyor. Macaristan'daki felaket, pazartesi günü Ajka'daki alüminyum fabrikasında atık maddelerin toplandığı dev havuzun bentlerinin çökmesiyle başladı. Açığa çıkan zehirli çamur tabakasının tüm hızıyla civardaki köylere aktığı, evlerin dakikalar içinde metrelerce yükseklikteki çamur tabakasıyla kaplandığı, insanların da evlerinde mahsur kaldığı bildirildi. Yaşlı bir Macar kadın, yaşadıklarını “Kızıl çamur, göğüslerime kadar tüm vücudumu yaktı. Korkunç acılar çekiyorum" sözleriyle dile getirdi. Macaristan İçişleri Bakanı Sandor Pinter de etrafa yayılarak insanların vücudunda hasara yol açan çamurun tehlikelerine dikkat çekerek “Çamur çok tehlikeli. Cilde bulaştığı zaman, yanıklara neden olabiliyor. Gözlere ulaştığında ise insanları kör edebilir. Yani söz konusu olan çok tehlikeli bir madde“ dedi. Alüminyum fabrikası, yaşanan felaket sonrası hükümet talimatıyla geçici olarak kapatıldı. Fabrika işçilerinin açıklamaları, felaketin aslında uzun süredir geliyorum dediğini ortaya koyuyor. Fabrika işçisi, “Biz, alüminyum fabrikası işçileri olarak bir süredir bentteki bazı noktaların yumuşadığını ve sızıntının başladığını fark etmiştik" şeklinde konuştu. Felaket nedeniyle şu ana kadar dört kişi hayatını kaybederken, 100’den fazla kişi yaralandı. Hızla yayılan atığın, Hırvatistan, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna üzerinden Karadeniz’e kadar uzanan Tuna Nehri’ne ulaşmasından endişe ediliyor. Afetle mücadele ekipleri ise kızıl renkli zehirli çamur tabakasını sulandırmaya ve kireç dökerek durdurmaya çalışıyor. Yetkililer, bölgedeki ürünlerin tüketilmesini ve hasadını, aynı zamanda avcılık ve balıkçılığı da yasakladı. Bu geçen gün gördüğüm bir reklamı hatırlattı – aluminyum doğa dostu doğrama... artık sadece kötünün iyilerine mi kaldık!

Doğanın ve canlı yaşamın korunması için mücadele edenleri, kaynakları korumak için savurganlığa karşı olanları, sürdürülebilir yaşamı savunanları teşvik etmek ve bu anlayışı dünyada yaygınlaştırmak amacıyla verilen yıllık 'Right Livelihood' (Doğru Yaşam) Ödülleri bu yıl çevrenin ve insan sağlığının korunması için mücadele eden örgüt ve kişiler arasında paylaştırıldı. 200 bin avroluk teşvik ödülü için Brezilya, Nijerya, İsrail ve Nepal’den iki kişi ile iki örgüt seçildi. İsrail’den 'İnsan Hakları İçin Doktorlar Örgütü', İsrail ve Filistin’de herkesin sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanma hakkını savunduğu için "alternatif" Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Nijerya’dan ödüle layık görülen çevre eylemcisi Nnimmo Bassey, petrol üretiminin insan ve çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine karşı çevre hareketini güçlendirici çalışmalarıyla tanınıyor. Brezilya’dan Erwin Krautler de, 1980’den bu yana yerli halkın, insan ve çevre haklarını savunduğundan dolayı ödüle layık görüldü. Krautler aynı zamanda, iklim üzerinde olumsuz etkisi olacağı gerekçesiyle Güney Amerika’nın en büyük barajı Belo Monte’nin yapımına da karşı çıkıyor. Nepal’den 'Sapros' adlı organizasyon ile eylemci Shrikrishna Upadhyay da, siyasi baskı ve şiddet sürerken, uzun zamandır bölge halkını yoksulluğa karşı mücadele için harekete geçiren çalışmaları nedeniyle ödüllendirildiler.

Almanya'nın Stuttgart kentinde ana tren istasyonunun yeraltına kaydırılmasını öngören “Stuttgart 21” adlı projeye karşı düzenlenen protesto gösterisine polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etti. Kurtarma ekiplerinin verdiği bilgiye göre, yaklaşık 300 kişi gözlerine temas eden gaz sonucu hafif şekilde yaralandı. Buna tepki gösteren muhalefet partileri soruşturma istiyor. Projenin, kentin çehresini olumsuz yönde değiştireceği ve çevredeki ağaçlık alanların yok edilmesine neden olacağı gerekçesiyle haftalardır düzenlenen protesto gösterisine sivil toplum örgütleri de destek veriyor. Polisin ön uyarı yapmadan göstericilerin barikatını dağıtmak için şiddete başvurmasıyla gelişen olaylar Berlin'de büyük yankı buldu. Yeşiller partisinin meclis grup başkanı Volker Beck, yaptığı açıklamada, göstericiler arasında yaşlılar ve çocuklar da bulunduğuna dikkat çekerek “Bir devlet çocuk ve yaşlılarla birlikte çoğunluğa karşı tazyikli su ve biber gazı ile mücadele ediyorsa, çizgiyi aşmış demektir, bu şekilde demokratik hukuk devletine zarar veriliyor” dendi. Kaynaklar ve yeşil azaldıkça devletlerin otoriterleşeceği görülüyor... şiddet ve sansür dolu bir geleceğin resmi çizilirken biz ne yapmayı düşünüyoruz? Atacak adımınız yok mu?

KASIM
Nükleer atıkların Gorleben’e naklinde binlerce kişi protesto gösterileri yaparken Alman hükümeti gelecekteki üç Castor seferinin Rusya’ya yapılması için hazırlıklara başladı. ‘Süddeutsche Zeitung’ gazetesinin verdiği bilgiye göre Doğu Almanya Cumhuriyeti DDR’den kalma, Rossendorf’taki nükleer araştırma merkezinin nükleer atıkları Güney Ural’daki Majak atom tesislerine nakledilecek. Nükleer atıklar 2005 yılından beri Ahaus’da depolanıyor. Nakliyenin kesin tarihi henüz belli değil, ancak nakliye izninin Nisan ayına kadar verileceği bildirildi. Alman hükümeti Rusya’ya nükleer atık nakliyesi kararını, ABD ile Rusya arasında yapılan, Sovyetler’den kalma yanıcı nükleer elementlerin geri alınması antlaşmasına dayanarak verdi. Varşova paktına üye birçok ülke bu antlaşmayı değerlendirerek nükleer atıklarını Rusya’ya nakletti. Çevreciler ve Yeşiller, Rusya’ya nakil kararını sert bir şekilde eleştirerek, hükümeti ucuza maletmeyi emniyete tercih etmekle suçladılar. Yeşillerin nükleer enerji sözcüsü Sylvia Kotting-Uhl, ‘Bu nakliyat yapılamaz.’ dedi. Rus Çevre lobisi Ecodefense adına konuşan Wladimir Sliwjak, Majak atom tesislerinin güvenli olmadığını, uçak düşmelerine karşın yeterince korunmadığını belirtti. Bütün bu sorunlara rağmen Türkiye hala nükleer kabusta israrcı... atık sorununu dahi çözmemiş dünyanın en pahalı enerjisi ülkemize sokulmaya çalışılıyor. Halbuki rüzgar ve güneş bize yeter.

Nükleer programıyla ilgili krizin aşılması için Batılı güçlerle yeniden masaya oturmaya hazır olduğunu açıklayan İran, müzakereler için Türkiye'yi teklif etti. Yarı resmi Mehr ajansı, İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki'nin, nükleer görüşmelerin yeni turunun başlangıcı için muhtemel tarih olarak 15 Kasımı belirlediğini duyurdu. Gerçekleşirse İran ile Batılı güçler arasında yapılacak nükleer görüşmelere, İran ile 5 + 1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) katılacak. Türkiye de bu görüşmelere ev sahipliği yapmaya olumlu yanıt vermişti.

Bazı bitkilerin yeryüzünü ısınmayı engelleyerek serinlettiği tespit edildi. İngiltere’nin Bristol Üniversitesi araştırmacıları bazı bitkilerin yaz sıcaklıklarını ayrıca 1 derece santigrat düşürebileceğini tespit etti. Bitkiler parlak yüzeyleri ya da çok ince kılcıklarıyla güneş ışınlarını yansıtarak enerjinin bir kısmını bulundukları çevreden uzaklaştırabiliyor. Örneğin Aloe Vera bitkisinin yüzeyi güneş enerjisini büyük ölçüde yansıtma gücüne sahip bulunuyor. Araştırma grubundan Joy Singarayer, bazı tahıl türlerinin de aynı özelliğe sahip olduğunu söyledi. Araştırmacılar büyük alanlara dikilecek bu tür bitkilerin bazı bölgelerdeki aşırı sıcakları aşağıya çekebileceğini düşünüyor. Küresel ısınmaya çare olmasa da biraz serinlemek isteyenlere tavsiye...

‘‘Nükleer mi, hayır teşekkürler.” Bu cümle son zamanlarda Almanya’da en çok tekrarlanan slogan haline geldi. Hükümetin nükleer santrallerin süresini uzatmak istemesi nükleer karşıtlarının Federal Meclis’te protesto gösterileri düzenlemelerine neden oldu. Angela Merkel liderliğindeki muhafazakar-liberal hükümetin ay başında alelacele aldığı karar halkın büyük bölümünün ve nükleer karşıtlarının büyük tepkisini çekti. Karara göre 2021’de kapatılması planlanan 17 nükleer santralin kullanım süresi 2035’e kadar uzatıldı. Böylece 2001’de eski şansölye Gerhard Schroeder ile Yeşiller arasında yapılan ve santrallerin adım adım kapatılmasını planlayan anlaşma da tarihe karışmış oldu. Yeşiller ve nükleer karşıtlarıysa bu anlaşmanın tekrar yürürlüğe sokulması için mücadeleye devam ediyor. Greenpeace, Yeşiller ve pek çok başka gezegen dostu kuruluş Gorleben’de olduğu gibi nükleer karşıtı eylemlerine devam ediyor. 1980’li yıllarda başlattıkları değişim politikasını Yeşiller başarıyla uygulamaya devam ediyor. Alman halkının güvenini kazanan Yeşiller, son yıllarda Federal Hükümet’te de dengeleri sarsabilecek bir unsur haline dönüştü ve yoklamalar oy oranının sosyal demokrat partileri geçtiğini gösteriyor.

Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemal Zehir, ''Kişi başına su miktarı bin metreküpten az olan ülkeler, su kıtlığı olan ülkelerdir'' dedi. Doç. Dr. Zehir, Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezi'nde düzenlenen, ''Küresel ısınma, su sorunları Türkiye ve Ortadoğu'ya yansımaları'' konulu konferansta, küresel ısınma ve suyun dünya için önemi hakkında bilgiler verdi. Küresel ısınmanın, son 10 yılda dünyada en fazla konuşulan konuların başında geldiğini ifade eden Zehir, Birleşmiş Milletler tahminlerine göre 2050 yılında dünya nüfusunun 9.1 milyara ulaşacağını ve nüfusla birlikte suyun öneminin de artacağını söyledi ve ekledi “Özellikle sanayileşmiş ülkelerde su, endüstri ve tarım çalışmalarında daha çok kullanılmaktadır. Kişi başına su miktarı, bin metreküpten az olan ülkeler su kıtlığı olan ülkelerdir. 3 bin metreküpten az olan ülkeler ise su yoksulu ülke statüsünde yer alır. Özellikle Ortadoğu ülkeleri, su kıtlığı yaşayan ülkeler arasındadır. Irak'ta kişi başına su miktarı 2 bin 110, Türkiye'de bin 683, Suriye'de bin 420, İsrail'de 350, Ürdün'de 250 ve Filistin'de ise 100 metreküptür. Su bakımından zenginliğin ölçütü ise kişi başına yıllık 10 bin metreküptür.''
Bu şekilde rakamlarla ortaya çıkarmak güzel, ancak benim merak ettiğim Türkiye ne zaman gri su sistemleri kuracak, ne zaman suyun %90’ını geri dönüştürüp yeniden yeniden kullanacak. Bunu yapmadığı takdirde insanimiz değil doğamız susuz kalacak, kaldı bile...

Fast food lokantalarında satılan sağlıksız çocuk menülerinin yanında artık bedava oyuncak verilemeyecek. Çocukları sağlıksız beslenmeye teşvik ettiği iddia edilen çocuk menüsü uygulamasına San Francisco’da bazı sınırlamalar getirildi. San Francisco Yönetici Heyeti tarafından kabul edilen tasarı 1 Aralık’ta yürürlüğe girecek. Benzeri bir tasarı bu yıl içinde Amerika’da Santa Clara’da da onaylanmış ve belli besin değerine sahip olmayan menülerin yanında oyuncak verilmesi engellenmişti. Amerikan Ulusal Lokantalar Birliği ve McDonald’s alınan bu karara büyük tepki gösterdi. McDonald’s adına konuşan Danya Proud, menülerle verilen oyuncakların eğlencenin bir parçası olduğunu söylerken, tasarıyı onaylayan San Franciscolu yetkili Eric Mar ise, “Çocuklarımız hasta. San Francisco ülkede çocuk obezite oranlarının en yüksek olduğu bölgelerden biri” dedi. McDonald’s tarafından 1979’da başlanan Çocuk Menüsü uygulaması son yıllarda büyük tepki çekmeye başlamıştı. Umarız aynı aklı başında kararlar çocuklarımızı koruma için ülkemizde de alınır.Örneğin okul kantinlerinde aşırı şekerli yiyecekler ve gazlı içecekler yasaklanır.

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu'nun, 1-2 Kasım günlerinde İstanbul'da 'Avrupa'daki Türkiye' adıyla düzenlediği toplantıya katılan gruplar, TBMM gündeminde bulunan Tabiatı ve Biyolojik Varlıkları Koruma Yasası tasarısının yasalaşması halinde olası sonuçlarına dikkati çeken bir mektup sundu. Aralarında Antalya, Isparta, Burdur Dereleri Gönlünce Aksın Çevre Platformu ile Allianoi Girişim Grubu'nun da bulunduğu 10'un üzerindeki çevreci kişi ve kuruluş, kendilerini Yaşam Savunucuları olarak tanıtarak, ortak imzayla bir yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, tasarının yasalaşmasının, korunacak tabiat ve kültür varlıklarının belirlenmesi ile doğal sit alanı ilan etme yetkisinin bağımsız kurullardan alınarak siyasal iktidarın yetkisine bırakacağı dile getirildi. Toplantılar sırasında Yeşiller Grubu Eş Başkanı Daniel Cohn-Bendit ve öteki yetkililer ile de bir araya gelindi. Yasanın geri çekilmesi için çabaları sürecek.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ile Çin arasında yeni bir işbirliği paradigması doğduğunu söyledi. EXPO’nun kapanış törenlerinde BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Afrika Birliği Başkanı ve Avustralya ve Danimarka Dışişleri Bakanları ile görüştüğünü ifade eden Davutoğlu, İran’ın nükleer programı konusunu da detaylı şekilde ele aldıklarını belirterek, Tahran bildirisi öncesi ve sonrasında da Yang ile konuştuğunu, Çin tarafının bu konudaki görüşlerinin Türkiye’nin görüşlerine çok yakın olduğunu ve bu konuyu daha yakından takip etmeye karar verdiklerini kaydetti. Davutoğlu, "Çin ile nükleer enerji konusunda da daha yakın bir işbirliği olması konusunda karar aldık" dedi.
Türk dış politikasında bugünlerdeki en önemli konulardan biri İran’ın nükleer programı. Konu o kadar kritik ki, Türk-ABD ilişkilerini de, Türkiye-NATO ilişkilerini de etkileyecek düzeyde. Türkiye’nin 19 Kasım’da Lizbon’da yapılacak NATO zirvesinde, NATO’nun füze savunma sistemi konusunda alacağı tavır, bir yanda İran, bir yanda Batı ile ilişkilerine yeniden yön verecek. Nükleer konuların dış politika tavan yaptığı bu dönemde, Türkiye’ye nükleer tehlike geldi ABD’den. ABD’nin ilk nükleer denizaltılarından USS Providence, 30 Ekim’de Marmaris’teki Aksaz üssüne yanaştı. Denizaltı, 30 Ekim’den itibaren bir hafta boyunca Aksaz’da olacak. 1984 yılında denize indirilen USS Providence, o zamandan bu yana ABD’nin Irak operasyonu dahil Dünya’ya güvensizlik ve atıklarıyla radyasyon saçmaya devam ediyor.

Sinemanın "Terminatör"ü Arnold Schwarzenegger, siyasi kariyerine başladığı valilik görevinden bir "İklim Kahramanı" olarak ayrılıyor.
Ünlü aktör Schwarzenegger, valilik görevini iki dönem üst üste sürdürdüğü için bu seçimlerde aday olamadı. Yerini 72 yaşındaki Emekli Başsavcı Jerry Brown'a devretti. Eyaletini çevre konusunda öncü hale getiren Scwarzenegger, zararlı gazların azaltılması için en sert yasaları çıkardı ve yenilenebilir enerjilere büyük yatırımlar yaptı. Bu sayede, güneş ve rüzgar enerjisi alanında Kaliforniya’yı yabancı şirketler için cazip bir yere dönüştürdü. 2006 yılında atmosfere zarar veren gazların azaltılması için "AB 32" adlı yasayı çıkartan Schwarzenegger, yaklaşık 1 milyon çatıya güneş enerjisi sistemi kurabilmek için de 3 milyon dolarlık bütçe ayırdı. Ayrıca Kaliforniya Güneş Enerjisi İnisiyatifi CSI, her alanda yenilenebilir enerji kullanılması için teşvikler sundu. San Diego'da binaların çatılarına güneş enerjisi sistemini kuran Adroit şirketinden Jim Backman, bu sistem sayesinde karbondioksit salımının yüzde 60 azaltıldığını ifade etti. Kaliforniya’da bugün, ABD’nin en büyük güneş ve rüzgar enerjisi santralleri yer alıyor. Eyalette sadece güneş enerjisinden ek 3 bin megawatt elektrik elde ediliyor. Kaliforniya Eyaleti’nde mülk sahipleri, güneş enerjisi sistemi sayesinde ısınma masraflarından yılda yaklaşık 10 bin dolar tasarruf ediyor. Acaba Kadir Topbaş veya Melih Gökçek belediye başkanlığından ayrıldıklarında geriye nasıl bir güneş ve iklim bilançosu bırakacaklar.

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’nun AB-Türkiye ilişkilerini tartışmak amacıyla 2 gün boyunca İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlediği konferans son buldu. Konferansın ilk gününde yeni HES’lerin yapılabilmesi adına SİT alanlarının Çevre Bakanlığı’na devri konusu gündeme geldi. Yeşiller grubu Eşbaşkanı Rebecca Harms Ilısu Barajı’na ilişkin tartışmaların devam ettiğini hatırlatarak, Yeşiller olarak çevre konusunda çalışma yapıp hükümete sunmak kararı aldıklarını belirtti. Daniel Cohn-Bendit de çevre konuları ile ilgili bir rapor hazırladıklarını ve birkaç ay içinde hükümete bazı çevre yönetmelikleri sunacaklarını, hükümetin planına karşı olduklarını ve bu konuda hükümetle tartışabilmeyi umduklarını söyledi. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun sit alanları ile ilgili yeni yasanın AB ile uyum adına atılmış bir adım olduğunu söylediği kendisine iletilince “Bu bir tartışma konusu. Onun söylediği kadar kolay değil bu iş” dedi.

Çin yönetimi, uzun süren görüşmelerden sonra Kanada'ya 25 yıl sonra 6 panda daha vermeye razı oldu. Çin ile varılan anlaşma kapsamında, Kanada'nın dünyaca ünlü Toronto Hayvanat Bahçesine yerleştirilecek olan bir çift panda yola çıkarıldı. 2012 yılından itibaren Calgary ve Quebec eyaletindeki Granby Hayvanat Bahçelerine de yaşları 18 ay ile 2 arasında değişen birer çift panda getirilecek. Kanada Çevre Bakanı Jim Prentice, pandalar için Çin'e herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı şeklindeki soruları yanıtsız bıraktı. Çin, Kanada'ya ilk pandayı 1985 yılında vermişti. Nesli tükenmekte olduğu için Çin Hükümeti ve Dünya Doğayı Koruma Vakfınca koruma altında olan pandalardan, dünyada 1600 kadar olduğu sanılıyor. Çin, pandaların ülke dışına çıkarılmaması konusunda sert önlemler uyguluyor.

Uluslararası araştırma şirketi Synovate ve Deutsche Welle’in işbirliğiyle gerçekleştirilen bir araştırma, iklim değişikliği ve küresel ısınma konularında insanların bakış açısını net bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye’nin de yer aldığı 18 ülkeden 13 bin kişinin katılımıyla yapılan araştırmanın en ilgi çekici sonucu, yaşanan felaketler ve gelecekteki kötü senaryolar için şirketlere yüklenen sorumluluk… Araştırmaya katılanların yüzde 88’i iklim değişikliğini en aza indirmenin sorumluluğunun şirketlerde olduğunu söylüyor. Türkiye ise bu oranın en yüksek olduğu ülkeler arasında üst sıralarda. Çinli tüketiciler yüzde 98’le bu sorumluluğu şirketlere yüklerken aynı oran Fransa’da yüzde 94, Türkiye’de ise yüzde 81 olarak belirlendi. Tüketicilerdeki genel beklenti ise şirketlerin iklim değişikliğinin önüne geçecek enerji tasarrufu ve atıkların azaltılması yönünde bir an önce harekete geçmesinden yana. Türkiye’den araştırmaya katılanlar ise iklim değişikliğini önlemek adına şirketlerden beklentilerini şöyle sıralıyor: Doğaya saygılı, doğru yeşil yaklaşımların uygulanması için ekipler oluşturulmalı, yeşil teknolojilere yatırım yapılmalı, yeşil ürün ve servisler için ekstra ücret talep edilmemeli ve gereksiz iş seyahatleri yasaklanmalı… Her iki kişiden biri ise iklim değişikliği ve küresel ısınmayla mücadele konusunda mutlaka devletin yaptırım ve teşviklerinin olması ya da artırılmasından yana görüş bildiriyor. Türkiye’de yüzde 92 iklim değişikliğinin farkındayken, yüzde 8’lik bir kesim ise iklim değişikliği konusunda hiçbir endişe taşımadığını, bunun doğal olaylar döngüsünün bir parçası olduğu görüşüne sahip.

Birleşmiş Milletler 16. İklim Konferansı Meksika’nın Cancun şehrinde dün başladı. Beni şaşırtan bu konunun yazılı, görsel ve sesli medyada neredeyse hiç yer bulmaması, halbuki konferans çocuklarımızın geleceğini konuşuyor. Konferans öncesi Greenpeace Dünya’ca ünlü Chichen Itza piramidi üstünde iklimi kurtar balonu uçurarak politikacılara seslendi. Ne yazık ki Kopenhag’dan sonra Cancun Konfernasında çok büyük gelişmeler beklenmiyor, fakat konferans yine de bağlayıcı, adil ve yüksek hedefli bir antlaşmaya doğru mutlaka başarılı geçmesi gereken bir toplantı. Bu yüzden Meksika Devlet Başkanı Felipe Calderon'un sert uyarısıyla başlayan iki haftalık konferansa 15 bin bilimadamı ve gönüllüler katılıyor. Calderon, Yukatan Yarımadası ucunda Karayib Denizi-Atlas Okyanusu'na nazır Cancun'daki açılış toplantısında, "Dünya atmosferi; devletlerin egemenliğinden tamamen bağımsızdır" diyerek, atmosferi korumanın mutlaka dünya çapında işbirliğine bağlı olduğunu bir kez daha hatırlattı. Olağanüstü güvenlik önlemleri ve kötü bir lojistik planlama ile başlayan toplantıda delegeler 3 saat konferans salonuna girebilmek için bekledi, umalım bu konferansta sabırsızlıklarını körüklemez. Sizlere Cancun gelişmelerini sunmaya devam edeceğiz.
Hint Okyanusu'ndaki yeşil cennet Maldiv Adaları, 10-15 yıla kadar iklim değişikliğinin kurbanı olarak tamamen sular altında kalabilir. Hükümet, şimdiden hayatta kalma stratejileri geliştiriyor. Birleşmiş Milletler iklim uzmanlarının son hesaplamalarına göre önümüzdeki 90 yıl içinde, kutuplardaki buzulların erimesiyle denizler, 60 cm yükselecek. Bu da, Hindistan'ın güneyindeki ada ülkesi için felaket anlamına geliyor. Bu bölgedeki adalardan bin 200'ü Maldiv'e ait ve adaların 200'ünde insanlar yaşıyor. Adaların en yüksek tepesinin denizden yüksekliği ise sadece 1 buçuk metre kadar. Maldiv Adaları'nın Devlet Başkanı Muhammed Naşit, gelecekten duyulan endişenin ülkesinde çok büyük olduğunu belirterek, “Burada yaşayanlar balıkların azalmasından, içme suyunun tükenmesinden ve denizin adayı sular altında bırakmasıyla yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmaktan korkuyorlar” diyor.

Çin, son dönemde özellikle kendisinin de mücadele ettiği sera gazı salımı ve iklim değişikliği konusunda dünyaya çağrılarda bulunurken, başlattığı "yeşil enerji hamlesiyle" bu sektördeki yatırımları artırıyor.
Çin'de 2006 yılında yürürlüğe giren "Yenilenebilir Enerji Yasasının" ardından, yenilenebilir enerji sektöründe yatırım her yıl yüzde 20 artıyor.
Ülke genelinde başlatılan alternatif enerji üretimi için, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden Şanghay'a kadar birçok bölgede rüzgar enerjisinden faydalanarak elektrik üreten yel değirmenleri ve güneş alan bölgelerinde ise fotovoltaik enerji santralleri kuruluyor. Çin'in 2050 yılına kadar toplam enerji üretiminde yenilenebilir enerji payı konusundaki hedefi ise bu payı yüzde 40'a çıkarmak. Çin'in şu anda enerji üretimindeki yenilenebilir enerji payı yüzde 9 olarak belirtiliyor. Türkiye ise yenilenebilir enerji kanununu çıkartmamakta ve bu sektörü desteklememekte israrcı.

AB ülkeleri 2011 yılının Mart ayında besleme biberonlarında polikarbon üretimini, Haziran 2011'de de polikarbon ithal ve satışını yasaklayacak. AB'nin Sağlık ve Tüketici Politikası Komiseri John Dalli, polikarbon bileşimi Bisphenol A'nın (BPA) kullanılmaması kararının AB hükümetlerinin çoğunluğu tarafından desteklendiğini söyledi. Yapılan yeni araştırmaların, kesin olmayan bazı alanlarda BPA'nın gelişme, bağışıklık ve tümör büyümesinde etkili olduğunu gösterdiğini söyleyen Dalli, bebek besleme biberonlarının BPA içermeyeceğini vurguladı. Alınan karara göre, AB ülkeleri 2011’de önce besleme biberonlarında polikarbon üretimini, ardından polikarbon ithal ve satışını yasaklayacak.

Avrupalı şehirler, iklim değişikliğiyle mücadele programı kapsamında karbon emisyonlarını düşürecekleri sözünü verdiler. Bu girişim 21 Kasım’da Meksika’da gerçekleşen konferansta başlatıldı. Meksika'da gerçekleşen ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın yeni başkan seçildiği Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Teşkilatı toplantısında Avrupalı kentler iklim değişikliğiyle mücadelenin yollarını masaya yatırdı. Kent yöneticileri iklim değişikliğiyle mücadele programı kapsamında karbon emisyonlarını düşürecekleri sözünü verdiler. Yeni girişimde Barselona, Bordeaux, Brüksel, Köln, Kopenhag, Cenevre, Lyon, Malmö ve Paris gibi önemli şehirler yer alıyor. Paris Valisi Bertrand Delanoe yaptığı konuşmada ülkelerin somut adımlar atmasının ve sera gazlarının azalımı konusunda bir anlaşmaya varmaları gerektiğinin önemine değindi. Peki Kadir Topbaş Istanbul’da iklim değişikliği ile mücadele için ne yapacak? Umuyoruz ağaç dikip arkasına yaslanmayacak!

Dört Greenpeace eylemcisi, Meksika’nın Veracruz eyaleti açıklarındaki “Centenario” petrol platformunu işgal etti. Platformda 39 metre yüksekliğe tırmanan eylemciler derin denizlerde petrol aranmasına bir son verilmesini istedi. Eylemcilerin işgal ettiği platform PEMEX tarafından kiralanmış durumda ve şu anda jeofizik ve jeoteknik araştırmalar gerçekleştirdiği gibi derin denizlerde petrol arama teknolojilerini de deniyor. 2011 başına kadar bu platforma Bicentenario adlı bir yenisinin daha eşlik etmesi planlanıyor. Bu yıl Nisan ayında patlayan BP'ye ait Deepwater Horizon petrol platformu derin denizlerde petrol aramanın tehlikelerini açıkça gözler önüne sermişti. Ancak yaşanan felakete ve yaban hayatı için oluşan tehditlere rağmen Meksika Körfezi'nde petrol aramalarına bir yasak gelmedi ve petrol bağımlılığımızı besleme çabası aynı hızda devam etti. Eğer BP Deepwater Horizon'dakine benzer bir felaket daha gerçekleşirse Meksika Körfezi kıyıları, Körfez sularında yaşayan balinalar, yunuslar ve diğer canlılar daha da büyük bir tehdit altına girecek. Oysa bunların hiçbirinin yaşanması gerekmiyor. Artık Enerji [D]evrimi'ni başlatarak, fosil yakıtlara verilen desteği sona erdirerek, temiz enerjilere verilen desteği artırıp güçlü politikalar geliştirerek petrole olan bağımlılığımızdan kurtulabiliriz. Tüm bunlar için gereken tek şey, bunu yapacak siyasi irade.

Türk ve İskoç araştırmacıların önderliğinde yapılan DNA analizi, Akdeniz'de bulunan büyük beyaz köpekbalıklarının kökenlerinin Avustralya olduğunu ortaya çıkardı. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü, İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu ve İskoçya Aberdeen Üniversitesi’nden araştırmacıların oluşturduğu ekip, Akdeniz’de balıkçı ağlarına takılan 4 büyük beyaz köpekbalığının DNA analizlerini yaptı. Buna göre 450 bin yıl kadar önce beyaz köpekbalıklarının Avustralya’ya geri dönmek yerine, o dönemde küresel iklim değişikliği dolayısıyla bugünkünden daha da güçlü olan Agulhas halkalarını izleyerek batıya doğru yollarına devam ettiği ve Cebelitarık’tan Akdeniz’e girdiği düşünülüyor. İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu’ndan Hakan Kabasakal, genetik kanıtların yüz binlerce yıl önce kurulan ve iklim değişimleri nedeniyle sürdürülememiş okyanus ötesi bir akrabalığa işaret ettiğini söyledi.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) başkanı Yukiya Amano, son raporunda, ''İran'ın, BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen uranyum zenginleştirme faaliyetlerini genişleterek sürdürdüğünü'' bildirdi. Amano, İran’ın Natanz nükleer tesislerinde ek üniteleri devreye sokarak zenginleştirilmiş uranyum elde ettiğinin saptandığını belirtti. İran'ın nükleer programının askeri boyutunun da somut olarak açıklığa kavuşturulamadığını belirten Amano, raporunda Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT) ile Güvence Denetimleri (Safequard) antlaşmalarına taraf olan İran’ın,yükümlülüklerini yerine getirmesi ve nükleer tesislerinde ani denetimleri öngören ek protokolü onaylaması çağrısını da yineledi.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun (UNFPA) 2010 Ülkeler Dünya Nüfusu Raporu’ndan yaptığı derlemeye göre, petrol ve doğalgaz da yüksek oranda dışa bağımlı Türkiye'nin enerji tüketiminde alacağı çok yol var. Petrol, kömür, linyit, doğalgaz, hidrolik, jeotermal, elektriği kapsayan birincil enerji tüketiminde,19 bin 504 kg petrol eşdeğeri kişi başı tüketimi ile petrol zengini Katar, har vurup harman savurarak 186 dünya ülkesi içinde ilk sırada yer alıyor. Neyseki Türkiye 69. sırada ve daha onurlu bir konumu var. Ancak bu sırayı verimliliğe yatırım yaparak korumaalı ve enerji bakanlığı planlarında öngörüldüğü gibi radyoaktivite, kömür ve petrol canavarı olmamalı.

Google'a aramak istediğiniz sözcüğü yazıp “enter” tuşuna basın... İşte sadece bu küçücük işlemle bile, çevreye zararlı karbondioksit gazı salımına neden oluyoruz. Arama motorları büyük sunucular üzerinden çalışıyor. Söz konusu sunucular ciddi oranlarlarda elektrik tüketiyor, bu da tabii karbondioksit salımına neden oluyor. Sunucuların çoğu ekolojik elektrikle değil, yüksek miktarda karbondioksit salan kömür gibi fosil enerji kaynaklarıyla çalışıyor. İşte tam da bu nedenle sadece 26 yaşındaki Christian Kroll çevre dostu yeni bir arama motoru geliştirdi. Çevreci yeni arama motorunun adı Ecosia. Ecosia, arama yaparken Yahoo ve Bing gibi sitelerin tekniğini kullanıyor. ancak o sitelerden farklı olarak gelirinin beşte dördünü çevrenin korunması için harcıyor. Gelir, uluslararası çevre örgütü Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın WWF (World Wide Fund For Nature) Brezilya'nın Amazon bölgesindeki yağmur ormanlarını koruma projesine aktarılıyor. Christian Kroll, böylece arama motoru sayesinde üretilen karbondioksitin, atmosferde dengelenmesini sağlamaya çalışıyor. Bir yıllık bir geçmişi olan siteyi, şimdiden günde 100 binin üzerinde kullanıcı ziyaret ediyor. Bu sayede Ecosia Dünya Doğayı Koruma Vakfı'na 130 bin euro kaynak sağlayabilmiş. Ecosia, bu sayıları her gün sitede düzenli olarak da yayınlıyor.

Sizlerle paylaşmak istediğim bir takım yeni rakamlar var. Yıllık olarak atmosferdeki karbon salımı 1.6 ppm yani milyonda parçacık. Şu anda sadece Karbondiyoksit olarak 387, diğer gazlarla ise 440 ppm’e ulaştık. Halbuki bunun gezegenin kurtulması için 350 ppm olması gerekiyor en fazla. Geçen yıl ilk kez fosil yakıtlardan salımlar yüzde 1.3 azaldı ama bunun nedeni çevreci davranış ve önlemlere değil ekonomik krize bağlanıyor. Kömür hala en büyük salım kaynağı ve tarihteki en büyük değer, 1990 salımlarına göre ise yüzde 37 daha fazla. 2007 ve 2009 yılları arasındaki kömür salımlarındaki artışın yüzde 92’si Çin ve Hindistan’da olmuş... Türkiye’de ise 45 kömürlü termik santrali planı var. Gezegenin geleceği için kömürden artık vaz geçmemiz gerekiyor.

Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Örgütü toplantısı, yani orkinos avına uygulanan kotaların da belirlendiği ve ilgili 48 ülkenin katılımıyla düzenlenen uluslararası toplantı, Greenpeace örgütünün protestosuna hedef oldu. Paris'teki toplantının düzenlendiği otele dev bir pankart asan Greenpeace üyeleri, bazı ülkelerin, mavi yüzgeçli orkinos türüne uygulanan kotaların arttırılması önerisine karşı çıktı. Greenpeace Fransa sorumlusu Francois Cartier, basına yaptığı açıklamada, AB Komisyonu'nun kotanın 6 bin tonda kalmasını 10 gün önce önerdiğini hatırlatarak, bazı ülkelerinin bunun arttırılmasında ısrarcı olmasını eleştirdi. Denizlerdeki mavi yüzgeçli orkinosun 1957 yılından bu yana yüzde 75 azaldığını belirten yetkililer, bu balık türünün tamamen yok olmasından endişe ediyor. Greenpeace, Akdeniz ülkelerinin balıkçı filoları tarafından yürütülen korsan orkinos avının, yasal kotaların çok üzerine çıktığını belirterek, kotaların arttırılması önerilerine sert tepki gösteriyor.
Avrupa Birliği’nin (AB) balıkçılık politikası doğaseverlerin tepkisiyle karşılaştı. Hedefte bu kez balıkçıların kotalarını aşmamak için çöpe attığı balıklar var. Kuzey Denizi balıkçılarının her yıl yakaladıkları balıkların yarısından fazlasını çöpe attıklarını belirten kampanyacılar bunu kronik bir yiyecek israfı olduğu söylüyor ve topladıkları 25 bine yakın imza ile AB’nin Ortak Su Ürünleri Politikası’nın reformunda atık konusunu ön plana çıkarmayı hedefliyor. Her yıl bir milyona yakın ölü balığın çöpe atıldığını savunan kampanya temsilcileri, bu balıkların büyük çoğunluğunun küçük veya farklı türlere ait oldukları için yakaladıkları teknelerde yok edildiğini, böylece teknelerin kotalarının dışına çıkmamış sayıldığını söylüyor. Ünlü şef ve kampanya katılımcısı Hugh Fearnley-Whittingstall bu korkunç israfı öğrendikten sonra bunun yasaklanması için imza kampanyası başlattı. İki gün içerisinde 24 bin kişinin attığı imzalar, kampanya dahilinde Avrupa Birliği Su Ürünleri Komiseri Maria Damanaki’ye gönderilecek mektupta yer alacak.

Sizlere bir süre önce, yapılan bir araştırma sonucu son on yıl içinde yaklaşık bin 200 kaplanın öldürülmüş olduğunun tespit edildiği ve doğal hayatta yaklaşık 3 bin kaplanın kaldığının tahmin edildiği ile ilgili bir haber aktarmıştık. Bu konuyla ilgili bir haberimiz daha var; Rusya'nın St. Petersburg kentinde kaplanların geleceğiyle ilgili yapılan uluslararası zirveye katılan uzmanlar, yaşam alanlarını korumak için ülkelerin harekete geçmemesi ve kaçak ava karşı mücadele etmemeleri halinde, kaplanların neslinin 12 yıl içinde tükenebileceğini ifade etti. Dünya Doğayı Koruma Vakfı yetkilileri ve uzmanlar, bir asır önce kaplan sayısının 100 bin olduğunun tahmin edildiğini belirterek, şimdi ise vahşi ortamdaki kaplanların sayısının 3 bin 200'e indiğine dikkati çekti. Koruma önlemleri alınmadığı takdirde, Çin takviminde kaplan yılı olan 2022'de kaplanlar yeryüzünden silinebilir. Uzmanlar, ormanların kesilip inşaatlar yapılarak kaplanların yaşam alanlarının yok edildiğini, hayvanların, derileri ve Çin'deki geleneksel ilaçlar için avcıların hedefi olduğunu kaydetti. Zirvede, kaplan nüfusunun bulunduğu 13 ülkenin hükümetlerinin desteğiyle kaplanların nüfusunun 2022 yılında iki katına çıkarılmasını hedefleyen geniş kapsamlı bir program da kabul edildi.

‘AB Enerji 2020 Stratejisi’ hakkında bir açıklama yapan Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, AB Komisyonu’nun taraflı önerileri ve aldatıcı analizleri karşısında ciddi bir hayal kırıklığına uğradıklarını belirtti. Avrupa Birliği Komisyonu, 2020 Enerji Stratejisiyle ilgili politikalarını kamuoyuyla paylaşmıştı. Yeşil Avrupa Parlomentosu milletvekilleri ise komisyonun strateji belgesinin hatalı analizlere dayandığı ve kamuoyunu aldatıcı nitelikte olduğu düşüncesinde. Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı’nın enerji konusundaki eşsözcüsü ve Lüksemburg parlamenteri Claude Turmes rapor hakkında şu yorumu yaptı; “Komisyon’un enerji konusunda bugüne dek gösterdiği ilk stratejik vizyon hazırlama çabası olan bu rapor aldatıcı bilgilerle dolu ve raporda nükleer enerji konusunda şaşırtıcı derecede güçlü bir yandaşlık, bir lobicilik söz konusu. Raporun tamamı hatalı analizlerle dolu ve AB’deki enerji sektöründe çok büyük öneme sahip enerji verimliliğiyle yenilenebilir enerji konularını ikinci plana itmeye gayret ediyor”. Turmes, komisyon raporunda, Avrupa’nın fosil yakıtlar bağımlılığından nasıl kurtulacağı konusunda ciddi bir önerinin yer almadığını ve nükleer enerjinin AB’li tüketicilere bir nimetmiş gibi gösterilmeye çalışıldığını da söylüyor. Turmes, “Komisyonun bu raporunu en iyi ihtimalle AB yurttaşlarıyla dalga geçmek, ama daha muhtemelen bir hakaret olarak algılıyoruz.” diyor.

Geri dönüşümlü çevre dostu ilk cips paketi, fazla ses çıkardığı gerekçesiyle ABD'de raflardan çekildi. Bir Amerikan şirketinin bitki ve polilaktik asitten ürettiği geri dönüşümlü cips paketi sinemada film izlemeyi kabusa dönüştürdüğü gibi gerekçelerle geçen ay ABD'de raflardan kaldırıldı. Sosyal paylaşım sitesi Facebook'da "çevre dostu" paketlerin piyasadan çekilmesini isteyen on binlerce kişi talepte bulundu. Ürün ABD’de piyasaya sürülmesinden 18 ay sonra geri çekildi. Ancak şirket Kanada'da satışların düşmemesi için başka bir yola başvurdu. Video paylaşım sitesi Youtube'da şirketin Kanada'daki müdür yardımcısı Anne-Marie Renaud, doğrudan tüketicilere seslendi ve şöyle dedi: "Merhaba Kanada. Paketin çok fazla ses çıkardığını düşünüyorsanız internette bizi ziyaret edin ve bunu dile getirin. Kulaklarınız için bir çift tıkaç göndermekten memnuniyet duyarız". Tüketim ve yeni teknolojiler konusunda bir kitaba imza atan Kanada'nın Quebec Üniversitesi'nden Profesör Benoit Duguay'a göre bu pazarlama yöntemi "çok kurnazca". ?Duguay, bu yöntemin, olumsuz bir durumu olumlu hale çevirdiği ve iyi işlediği görüşünde. Doğa dostlarının da beğenisini toplayan paket, 14 haftada doğada kayboluyor. Daha gürültüsüz paketler için araştırmalar sürüyor. "Az ses çıkaran" paketlerin bir yıla kadar piyasaya sürülebileceği belirtiliyor.

Doğadaki biyolojik çeşitliliğin azalmasında, yaşam alanı kaybı ve iklim değişikliğinin yanı sıra yabancı türlerin etkileri de büyük rol oynuyor. Almanya’daki Senkenberg Araştırma Merkezi’nden Dr. Carsten Nowak, çoban değneği adlı bitkinin oldukça geniş ve saldırgan bir yapıya sahip olduğuna işaret ediyor. Esasında bitki tabii ki saldırgan değil, sadece ona alışık olmayan yeni yaşam alanında bitkinin yayılmasına engel olacak başka destek bitki ve hayvanları mevcut değil. Umuyorum Dr. Nowak gibi bilim adamları bu saldırganlık söylemi dışına zaman içinde çıkabilirler. Dr Nowak’a göre: " Japon çoban değneği Almanya’da görülen en zararlı ve istilacı bitkilerden biri. Avrupa’ya iki yüz yıl kadar önce bir süs bitkisi olarak getirildi. Şimdi ise nehir yataklarını kaplıyor ve yerli bitkileri yerlerinden ediyor. Kökleri 3 metre derine kadar uzanabiliyor. Bozuk kökler yeniden baş verdiğinden, bu bitkiden kurtulmak neredeyse imkânsız.” Burada suçu bitkide bulmak kolay ancak esas suçlu bitkiyi anavatanından koparıp getiren insan. Bu arada hayvanat bahçeleri için anavatanından koparılan ama kaçmayı başaran bir başka tür de Mısır kazı isimli kuş. Mısır kazının uzun vadeli etkilerini bilim adamları da tam olarak kestiremiyorlar. Bazen yabancı bitki ve hayvanlar, nüfus patlamasına yol açabiliyor. Yabancı türlerin neden olduğu zararlar Alman tarımına her yıl yaklaşık 25 milyon euroya, Avrupa’ya ise 12 milyar euroya mal oluyor. Daha başında bu zararın önüne geçmek, masrafları azaltıp, doğal hayatın korunmasına yardımcı olabilir. Bunun yolu da yabancı dediğimiz türleri anavatanından koparp getirmemek.

Meksika’da yapılmakta olan El Zapatillo Barajına karşı, zarar gören Temaca halkına destek olmak için pekçok ülkede Meksika temsilcilikleri önünde eylem yapıldı. Türkiye’de de benzer mücadeleleri yürüten Doğa Derneği dünyanın bir başka ucunda diğer baraj mağdurlarına destek olmak için İstanbul’daki Meksika Fahri Konsolosluğu önünde hazırladıkları pankartı açtı ve barajın durdurulması için dilekçeleri konsolosluğa teslim etti. Farklı ülkelerden tüm destekçilerin pankartlarında aynı cümle yer aldı: “Los Ojos De Mundo Estan Puestos En TEMACA” -Dünyanın Gözleri TEMACA’nın Üzerinde- ve “Temaca Vive, La Lucha Sigue” -Temaca Yaşıyor, Mücadele Sürüyor-!

Türkiye’de enerji yatırımlarında pek umursanmayan ekolojik etkenler ve halkın tercihinin, komşumuz Bulgaristan için önemli olduğunu gördük. Çünkü Bulgaristan, ekolojik tahribat ve halkın karşı durması nedeniyle Rusya’nın topraklarından geçirmek istediği Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattından vazgeçme noktasına geldi. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattı inşaatının Bulgaristan bölümünü ekolojik nedenlerden dolayı askıya aldıkları açıkladı. Rus haber ajansı RİA Novosti, Borisov'un bölgedeki yaban yaşam alanlarının flora ve faunalarına zarar verebileceği gerekçesiyle bu kararı aldığını açıkladığını duyurdu. Boru hattından yayılabilecek petrol, AB tarafından izlenen ve Natura 2000 olarak bilinen Avrupa ekolojik ağı çerçevesindeki bölgede, yaban yaşam alanlarının flora ve faunaları için risk taşıyordu. Aynı zamanda Burgaz kentinde 17 Şubat 2008 tarihinde yapılan referandumda halkın yüzde 96'sı da projeye ''hayır'' demişti. Bulgaristan, Rusya ve Yunanistan'ın ortak olduğu proje Bulgaristan'ın Karadeniz sahilindeki Burgaz limanından Yunanistan'ın Dedeağaç limanına 285 kilometrelik petrol boru hattı döşenmesini ve bu hatla yılda 100 milyon ton ham petrol taşınmasını öngörüyordu.

‘Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu’, 17-27 Kasım tarihleri arasında Paris’te toplanıyor. Mavi yüzgeçli orkinosların aşırı avlandığını ve hem Akdeniz’de hem de Doğu Atlantik’te azalmakta olduğunu belirten Greenpeace Fransa, türün korunmasından önce ticari balıkçılık çıkarlarını ön plana alan Fransa Hükümetine tepkili. Greenpeace eylemcileri, Atlantik’teki mavi yüzgeçli orkinosların tükenmesine dikkat çekmek için Fransa Tarım ve Balıkçılık Bakanlığının ana girişini, üzerinde “Kurtar Beni” notu taşıyan bir otomobilin üzerine yerleştirdikleri dev bir orkinos balığı maketi ile engelledi. Bakanlığa giren insanlar, başka kapıları kullanmak zorunda kaldı. Japonya ve diğer Asya Ülkeleri, Mart Ayında, mavi yüzgeçli orkinosların uluslar arası ticaretine etkili bir şekilde yasaklar koyacak olan BM’nin ‘tehlike altındaki tür’ duyurusunu engellemişlerdi.

İngiltere'de bulunan Uluslararası Trafik adlı örgütün Dünya Doğayı Koruma Fonu (WWF) ile beraber yaptığı araştırmada yasadışı avlanmada Hindistan'ın birinci sırada geldiği ortaya çıktı. Yasa dışı yollardan ticareti yapılan kaplan parçalarının incelenmesi sonucu, 2000-2010 yılları arasında 1.069 ila 1.220 kaplanın avlandığının anlaşıldı.
Bunun yılda 104 ila 119 kaplan avına eş geldiği belirtilen raporda, sayının, söz konusu ticaretin sadece küçük bir bölümünü oluşturduğu, gerçek rakamın daha fazla olduğu kaydedildi. Asya’daki kaplan popülasyonu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Doğal hayatta 3.500 kaplanın kaldığının tahmin ediliyor. Kaplanların kürkleri, kemikleri, etleri, pençeleri, dişleri, cinsel organları ve vücutlarının diğer parçaları satılıyor.
Bazı kültürlerde kaplan parçalarının iyi şans getirdiğine inanılıyor.

Kızılhaç Afrika Direktörü Alasan Senghore, küresel ısınmaya bağlı doğal afetlerin Afrika ülkelerinde daha sık görüldüğünü belirterek, önceki yıllara oranla daha çok kuraklık ve sel vakalarının olduğunu bildirdi. Senghore, sadece bu yıl, üç ay içinde altıdan fazla sel vakasına müdahale ettiklerini, yıkımın ciddi boyutlarda olduğunu ifade etti. Kızılhaç direktörü, yoksul Afrika ülkelerinde meydana gelen doğal afetlerin, hükümetlerin bin yıl kalkınma hedeflerine ulaşma amaçlarını daha zor kılacağını vurgulayarak, küresel mali krizin, bağışçı ülkelerin fonlarını etkilediğini ve önceliklerini değiştirmeye neden olduğunu belirtti.
İngiliz zoologlarla ekoloji uzmanları, balinaların, bilhassa Meksika Körfezi ve California Yarımadası açığında aşırı güneş radyasyonuna maruz kaldıklarını bildirdi. Bozulan iklim, kentler, sanayi kesimi ve bilhassa motorlu araçlar, atmosfer kirliliğinin giderek mahvettiği stratosferdeki ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi yüzünden balinalar, çıplak ve önlem almadan güneşlenen insan gibi güneşten zarar görüyor. 10 km yüksekliğe çıkan atmosferin ilk tabakası troposferden sonra ozon tabakasını içeren stratosfer tabakası başlıyor ve 50 bin metre (50 km) yükseğe gidiyor. Ozon, doğayı güneşin zararlı radyasyonundan koruyor. Londra Üniversitesi ve Deniz Memelileri Laboratuvarı’nın araştırmacıları Laura Martinez-Levasseur, balinalarda endişe verici güneş yanığı bulgularının Meksika Körfezi ve California Yarımadası açıkların da saptandığını bildirdi. Doğada sayıları çok az kalan ispermeçet balinaları ve büyük kılıç kuyruk çift yüzgeç balinalarının güneşin morötesi ışınımından çok kötü etkilendikleri de saptandı.

Çin'de, çocukları sütten zehirlenen ebeveynlerle protesto gösterileri düzenleyen Zhao Lianhai, iki buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Zhao Lianhai, binlerce çocuk kimyasal madde karışmış süt içip hastalandıktan sonra düzenlediği protesto gösterileriyle, ailelerin tazminat taleplerini dile getirmişti. Zhao Lianhai ayrıca çocukları etkilenen aileleri bilgilendirmek için bir internet sitesi oluşturmuştu. Zhao, kamu düzenini bozmak suçundan ceza aldı. Zhao'nun avukatı yaptığı açıklamada cezanın çok sert olduğunu, "getirilen suçlamaların sıradan vatandaşların haklarını savunmak için yaptıklarından fazlası olmadığını" söyledi. Çin'de 2008 yılında gerçekleşen olayda, sütün protein oranını yüksek göstermek için katılan melamin adlı endüstriyel bir kimyasal dolayısıyla en az altı çocuk ölmüş, yaklaşık 300 bin çocuk da rahatsızlanmıştı. Bu olay, Japonya'nın Güney Okyanusu'nda sürdürdüğü balina avcılığı programındaki büyük yolsuzluğu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisi için verilen hapis kararıyla da benzerlik gösteriyor. Birey ve topluluklara yapılan haksızlıklara, özgürlüklere karşı işlenen suçlara, doğaya karşı işlenen suçlara karşı ses çıkarmanın engellendiği, hatta bu suçlara barışçıl yöntemlerle engel olmanın cezalandırılmaya kalkıldığı ülkelerde demokrasiden ve bireysel özgürlüklerden bahsedilemez.


Bu yıl yangınlar, seller ve fırtınalar ile dolu en sıcak yıl rekorunu yaşadı dünya. Buna rağmen G20 liderleri geçen yıl verdikleri sözleri tutmadılar. Bir yıl önce iklim değişikliğini durdurmak, fosil yakıt sübvansiyonlarını kesmek ve yeşil ekonomilere geçişi başlatmak için verdikleri sözlere rağmen liderler gerekli adımları atmadı. Üstelik Seul’de gerçekleştirilen G20 zirvesi iklim için daha önce verilen sözlerin de gerisinde kalacakmış gibi görünüyor. Greenpeace’den Patricia Lerner, "Bu yılki G20 görüşmeleri Cancun'da gerçekleştirilecek iklim görüşmelerini destekleyecek nitelikte olmalıydı ama bir yıl önce verilen taahütler bile verilmeyecek gibi görünüyor" dedi. G20 liderlerinin dünya adına karar vermek için Seul'de yapması gereken dört şey var: Liderler verdikleri sözleri tutup sıcaklık artışını 2C derecede sabitlemek için gerekli salım azaltımlarını yapmalılar, fosil yakıt endüstrisine verilen sübvansiyonlardan vazgeçilmeli, yeşil ekonomilere geçiş için finans sağlanmalı ve gelişmiş ülkeler önceliklerini fosil yakıt yatırımlarına değil iklim fonlarına çevirmeli. Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı: "Türkiye şu anda enerji yatırımlarını kömür ve petrol gibi fosil yakıtlara yönelik gerçekleştiriyor. Ancak fosil yakıtlar dünyanın kaderini bir felakete doğru sürüklüyor. Seul'da hükümetler dünyanın kaderine ilişkin kararlar alıyorlar. Türkiye hükümeti de yapılacak görüşmelerde iklimin tarafını seçmeli ve yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliğine öncelik vermelidir" dedi. Evet yenilenebilir enerji kanunundaki değişiklikleri birisi yiyor ama kim... bu gidişle dünya bizi çiğ çiğ yiyecek. G20 hadi ama! Zaman kalmadı...

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) başkanı Yukiya Amano, Suriye'nin tartışmalı nükleer tesisini incelemeyeceklerini ifade etti. Amano, Suriye’nin nükleer faaliyetler yürüttüğünden şüphelenilen Dair Alzour bölgesindeki tesislerini denetleme konusunda çekimser kaldı. İsrail’in 2007’de bombaladığı ve harabeye dönen tesislerin UAEK tarafından en son denetlendiği tarihin üzerinden iki yıldan fazla süre geçti. ABD, tesisin Kuzey Kore tasarımına sahip olduğunu ve nükleer bomba geliştirmek için inşa edildiğini savunmuştu. Yukiyo Amano, tesis için gelecekte özel bir denetimin gerçekleştirilebileceğini ancak şu an için Suriye’ye karşı sert bir tutum içinde olmadıklarını, aksine Ortadoğu ülkesiyle işbirliği yapmak istediklerini belirtti. Bu gidişle nükleersiz Ortadoğu değil nükleer batağa saplanmış her an patlamaya hazır bir Ortadoğu ile karşı karşıya kalacağız.

Almanya’nın Gorleben Nükleer Atık Deposu’na doğru yol alan ve tehlikeli radyoaktif madde taşıyan özel trene karşı protesto sürüyor. Fransa’dan yola çıkan Castor adlı nükleer atık yüklü 11 konteynerde, 123 ton nükleer atık taşınıyor. Greenpeace eylemcileri, kendilerini raylara bağlamak dahil çok sayıda eylem düzenleyerek Fransa’dan Almanya’ya radyoaktif madde taşıyan trenin yolunu değiştirtmeyi başardı. Trendeki yük, tarihin en büyük nükleer atık transferi olarak niteleniyor. Doğaseverlerin tepkisine rağmen nakli gerçekleştiren şirket ise bunun rutin bir operasyon olduğunu savundu. Nükleer atık taşıyan trenin Fransa’dan Almanya'ya ulaşması üzerine binlerce kişinin katılımıyla düzenlenen protesto gösterilerinde Başbakan Angela Merkel hükümetinin nükleer enerji politikaları protesto edildi. Dannenberg kentinde ve trenin güzergâhında bulunan birçok noktada göstericiler eylemlere traktörlerle katıldı ve tren rayları üzerinde barikatlar kurdu. Bir grup Greenpeace üyesi, tren rayının altına çukur kazmak isteyince polis müdahale etti. Yaklaşık 150 protestocu, cop ve göz yaşartıcı bomba kullanılarak dağıtılmaya çalışıldı. Protestolarda, Sol Parti ve Yeşiller Partisi’nin önde gelen siyasetçileri de yer aldı. Greenpeace Uluslararası Direktörü Kumi Naidoo nükleer enerji üreten şirketlerle işbirliği yapmak yerine hükümetin yenilenebilir enerjiye ağırlık vermesi gerektiğini söyledi.

Japonya’nın Nagoya kentinde 193 ülkenin katılımıyla yapılan toplantıda, kara ve okyanuslarda ekosistem ve biyoçeşitliliğin korunması için yol haritası üzerinde anlaşma sağlandı. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği'nin (IUCN) verilerine göre, dünyada her sekiz kuş türünden biri, her beş bitkiden biri ve her dört memeli hayvan türünden biri yok olma tehdidiyle karşı karşıya. İşte böylesi ciddi tehditler karşısında, Nagoya’daki konferansın önceliği 2020 yılına kadar geçerli olacak bağlayıcı önlemler kararlaştırmaktı ve bu kez başarı sağlandı. Kopenhag'daki başarısız iklim konferansının ardından da iklim konusunda aylardır yeni bir sözleşme belirleyemeyen devletlerin, canlı türlerinin yok olmasıyla nasıl mücadele edebileceği tartışma konusu olmuştu. Ancak beklenenin aksi gerçekleşti ve 193 devletin temsilcileri, 20 hedef üzerinde uzlaşı sağladı. 2020 yılına kadar belirlenen hedeflere göre, dünya genelindeki toprakların yüzde 17'si ve okyanusların yüzde 10'u koruma altına alınacak. Balıkçılığa kota getirilecek ve türü tükenen balıkların avlanması yasaklanacak. Verimli tarım arazilerinin kaybedilmesi önlenecek. Bunlar doğru adımlar ancak okyanuslarda korunması gereken alanın %40 olması gerekiyor... yine karar almak yetmiyor, şimdi bunu uyguamaya koymak gerekiyor.

ARALIK

Cancun’da toplam 190 ülke, Birleşmiş Milletler önderliğinde sera gazı salımlarını azaltacak antlaşmanın sonuca ulaşması için çabalıyor. Ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında 1997 Kyoto Protokolü'ne yönelik anlaşmazlıklar henüz tam olarak çözülemedi. Japonya, Rusya ve Kanada, Kyoto Protokol'ün 2012'de sona erecek karbon kullanımı kısıtlamalarını yenileri için anlaşmaya varmaya yanaşmıyor. Meksika'nın Cancun kentinde BM İklim Zirvesi devam ederken; Greenpeace, TckTckTck ve 350.org kuruluşları üyeleri, iklim değişikliğine karşı acilen harekete geçilmesi gerektiğinin altını çizmek amacıyla su altına yerleştirilen insan heykelleri etrafında günlük giysileri ile dalış gerçekleştirdi. "Gerçek İnsanlar su altında yaşayamaz" mesajını veren eylemciler, ilgililere bu şekilde ulaşmayı umuyor. Greenpeace kampanyası katılımcısı, Brady Bradshaw, "Su altında yapılan bu heykellerle birlikte dalmamızın nedeni, gerçek insanların su altında yaşayamayacağına dikkat çekmek. Şu anda 100 milyon, hatta daha fazla insan su seviyelerinin yükselmesinin yarattığı tehlike ile karşı karşıya ve burada Cancun'da bir araya gelen hükümetler iklimi ve insanları korumak için doğru seçimi yapmalılar" diye konuştu. 350.org'un kampanyasına katılan Vanessa Dalmau da, " Dominik Cumhuriyeti'nde şu anda deniz seviyesinin yükselmesiyle karşı karşıyayız ve bizim için milyonda 350 parçaya inmek çok önemli. Eğer bunu başaramazsak Dominik Cumhuriyeti bu tarz tehditlerle karşı karşıya kalmaya devam edecek" dedi.

BM İklim değişikliği zirvesinde konuşan Virgin Group’un kurucusu ve CEO’su Richard Branson "En kısa zamanda enerji tasarrufu yapmaz ve alternatif enerji kaynaklarını kullanmaya başlamazsak, petrol fiyatlarında uçuk denebilecek hızlı bir yükselişin yaşanması kaçınılmaz" dedi. Branson ek olarak, küresel çapta hükümetlerin petrol gibi fosil yakıtlara alternatif olarak yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmayı yeterince teşvik etmemesi durumunda, inanılmaz derecede sancılı ekonomik sonuçlarla karşı karşıya kalabileceklerini söyledi. Aynı zamanda İngiltere'nin en zengin insanları arasında yer alan Branson, karbon kullanımını ücretlendirme çabalarının geçen yıl Senato engeline takıldığı ABD için de kötümser tahminlerde bulundu. Branson ABD’de işsizliğin rekor seviyelere çıkmaya devam edebileceğine işaret etti.

Greenpeace Uluslararası Direktörü Kumi Naidoo, Dünyada sadece 2010’da yaşanan olayların bile politikacıların çocuklarımız ve torunlarımızın geleceği üzerinde poker oynandığının göstergesi olduğunu söyledi. Naidoo, iklim değişikliğinde en büyük sorumluluğu almayan yanaşmayan ABD’de, kamuoyunu etkilemek için milyonlarca dolar saçan fosil yakıt kullanan sanayilerle, bunlara destek veren medya arasındaki gizli ittifaka karşı bir mücadele verdiklerini söyledi. Çevreye en çok zarar veren ve iklim değişikliğine neden olan şirketlerin Amerika’dakiler olduğunu kaydeden Naido, “Örneğin, Kor petrol grubu. Bunlar iklim konusunun önündeki en büyük engellerden biri. Veya dev bir gıda şirketi olan Cargill, soya üretimi yüzünden Amazon ormanlarının yok olmasındaki en önemli aktörlerden biri. Fakat ürünlerini doğrudan halka sunmadıkları için bu şirketlere karşı savaşmak çok daha zor olabiliyor” dedi. Greenpeace’in Mahatma Ghandi veya Martin Luther King gibi isimlerin mirasından birçok ders çıkardığını, barışçıl mücadele ve sivil direniş gibi yöntemlerle insanların ellerindeki gücün farkına varmalarını sağladığını belirten Naidoo, “Bilim değişmez ama politika değişir. Örneğin iklim konusunda politikaları değiştiremiyorsak, o zaman politikacıları değiştirmeli. Bu mesaj belki de onların artık gerçek ve yapıcı kararlar almalarına neden olabilir” dedi.

Almanya'da göçmenlerin topluma uyumu konusunda çalışmalar yapan 4’ü Türkiye, 2’si Fas, 1’i Etiyopya ve 1 Lübnan kökenli 8 kişiye uyum madalyası verildi. Göç ve uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer, uyum madalyalarının ilk kez verildiğine dikkati çekerek, göçmenlerin başarılı bir şekilde topluma uyum sağlayabilmesi için sosyal alanda çaba harcayanları ödüllendirmek istediklerini belirtti. Berlin'deki Türk-Alman Merkezi'nde (TDZ) çevre konusunda çalışmalar yapan Dr. Turgut Altuğ da madalyanın sahibi oldu. Kendisini kutluyoruz.

Meksika Cancun'da yapılan iklim zirvesi sürerken, sivil toplum kuruluşları da görüşmelerde zorluk çıkaran ülkelere "günün fosili ödülü" veriyorlar...
Meksika'nın Cancun şehrinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 16. Taraflar Toplantısı yapılıyor. İklim değişikliğinin önlenebilmesi için ortak adım atılıp atılmayacağını bu toplantılar belirliyor. Resmi toplantıların yanısıra dünyanın dört bir yanından gelen iklim aktivistleri ve sivil toplum kuruluşları da özel toplantılar düzenliyorlar. Bu toplantıların bir geleneği de "günün fosili ödülü"... Bu ödül resmi toplantılarda, iklim değişikliğinin önlenmesi için adım atılmasında zorluk çıkaran ülkelere veriliyor. Cancun'daki toplantıda ilk ödül Kanada'ya verildi. Kanada "günün fosili ödülü"nde birincilik, ikincilik ve üçüncülük ödüllerinin tamamına birden layık görüldü. Nedeni ise Kanada'nın toplantılar sırasında zorluk çıkarıcı bir rol oynaması... İkinci gün ise ödülü Japonya almıştı.

İklim çözümlerine yönelik iş dünyasında önemli adımlar atıldığını söyleyen Coca-Cola Başkanı CEO’su Muhtar Kent “Artık iş dünyasının, hükümetlerin ve sivil toplumların yeniliklere öncülük edip, dünyayı ekonomik gelişmeyi destekleyen daha düşük karbonlu bir geleceğe taşımasının zamanı geldi” dedi. Meksika Cancun’da düzenlenen “Dünya İklim Zirvesi”nde konuşan Kent, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu noktada iyi olan haber, pek çok çözümün zaten hazır olması. Ancak başarıya ulaşabilmek için özel sektör yatırımları ve yenilikler için koşulları oluşturmamız gerekiyor” dedi. Peki Coca Cola ortaklarının kömür yatırımları yaptığının farkında mı? Kömür ise iklim düşmanı. Umuyorum Coca Cola ortaklarını güneşe yatırım yapanlardan seçer, kömğr değil.

BM'ye bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 2010 yılının şimdiye kadar kayıtlara geçmiş en sıcak 3 yıldan biri olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu duyurdu. Dünya İklim Zirvesi'ne ev sahipliği yapan Cancun'da açıklanan WMO verilerinde, 2001-2010 yılları arasındaki küresel ısı derecelerinin de iklim kayıtlarının başladığı 1850'den bu yana en yüksek seviyelere ulaştığı 10 yıllık dönem olduğu da vurgulandı. WMO Genel Sekreteri Michel Jarraud, 2010 yılının kayıtlara geçen en sıcak yıl olması ihtimalinin de büyük olduğunu söylerken, kasım ve aralık ayına ilişkin verilerin 2011 yılının başlarında değerlendirileceğine de dikkat çekti.
Kayıtlara geçen diğer iki yıl ise 1998 ve 2005 olmuştu. Ben Istanbul’da aralık ayında hiç böyle sıcaklar görmedim... gerçi iklim değişikliği sadece sıcakların artması değil hava düzensizliklerinin ve ekstrem olayların da artması demek. Bir hafta sonra havalar soğuyunca hemen rahat nefes almayın... fosil yakıt bağımlılığı ortadan kalkmadıkça bu işin çözümü yok.

Bu arada Israil’de var olan zaten avuç içi kadar ormanlar cayır cayır yanmaya başladı kuraklık nedeniyle... kıyamet alametleri bunlar diyenlere hak vermemek elde değil ama işte kıyametse de getiren biziz başımıza. Türkiye iki söndürme uçağı göndermiş diye duyduk ne güzel ancak gerçekten dünya ya yardım etmek istiyorsak yapacağımız kömürde ve petrolden vazgeçmek ve güneşe yönelmek olmalı. Yoksa o güneş işte cayır cayır yakacak...

Cancun iklim konferansının ikinci gününde, Kyoto Protokolü’nün ikinci taahhüt dönemiyle ilgili olarak Japonların Kyoto’nun ikinci taahhüt dönemini asla kabul etmeyeceklerini açıklaması, gelişmekte olan ülkelerce Kyoto Protokolü’nü etkisiz kılma yönündeki bir adım olarak nitelendi. AB’nin iklim finansmanı ile ilgili hızlı bir fon sağlamak için 2010 ile 2012 arasında fakir ülkelere kısa vadede 6 milyar euro’luk kaynak sağlanmasını öngören önerisi ise tepkiye yol açtı. Çevreciler yardımların sadece birtakım kredileri kapsadığı eleştirisinde bulundu. Öte yandan dünya ülkelerinin iklim birlikteliğinde ortak çözümlere varması yönünde umutlar fazla değilken en ilgi çekici çağrı minik adalar ülkesi Tuvalu’dan geldi. Cape Verde Adaları Büyükelçisi Antonio Lima, Küçük Ada Devletleri İttifakı sözcüsü olarak, küresel sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılmasında anlaşma sağlanması gerektiğini söyledi. Kutup buzlarındaki hızlı erimeden kaynaklanan okyanuslardaki su seviyesinin yükselmesinin, en yüksek noktası 6 metre olan Tuvalu gibi adalar için yok olma tehdidi oluşturduğunu kaydeden Lima, 21.yüzyılın kendileri için zamanın sonu olabileceğini belirtti. En az kirleten ama en fazla tehlikeyle karşı karşıya olanlar olarak Lima, kendi halkını korumak için bir 'iklim değişikliği sigorta fonu' çağrısında bulundu. Meksika, Cancun’dan haberler böyle, dönelim Türkiye’ye...

Wikileaks’in açıkladığı belgeler, Türkiye, Almanya, Hollanda ve Belçika’da ABD’nin taktik nükleer silahlarının bulunduğunu doğruladı. ABD’nin Berlin Büyükelçiliği’ne ait 12 Kasım 2009 tarihli görüşme kaydının yer aldığı belgede, Almanya’da hükümet anlaşmasındaki tüm nükleer silahların kaldırılması planıyla ilgili konuşmalar bulunuyor. Belgelere göre ABD Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Philip Gordon, ABD’nin Almanya Büyükelçisi ile Almanya’nın Ulusal Güvenlik Danışmanına, “Almanya ile birlikte Belçika ve Hollanda’dan da bu silahların geri çekilmesi halinde Türkiye için kendininkileri tutmaya devam etmesini politik olarak çok zor olacağını” söylüyor. Bu dört ülkede ABD’nin nükleer silahları bulunduğu yönündeki söylentilerin doğrulanması anlamına gelen belgeye dün NATO sert bir tepki gösterdi. NATO Sözcüsü Oana Lungescu, bu belgenin sızdırılmasının “yasa dışı ve tehlikeli” olduğunu söyledi. Peki bu nükleer silahlar yasal ve tehlikesiz mi? Dünya tersine mi dönmeye başladı?

Meksika’nın Cancun kentinde başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı sürüyor. Dünya genelinde sera gazlarının atmosfere bırakılmasını azaltmayı amaçlayan Kyoto Protokolü’nün 2012 yılında sona erecek olması ve yeni bir anlaşma sağlanması gerekliliğine karşın, Washington Post, Amerika’nın geçen yıl Kopenhag’da yapılan iklim görüşmelerinde verdiği sözleri hala yerine getirmediğini hatırlatıyor. Greenpeace de, Cancun’da bir araya gelen hükümetleri güçlü bir iklim anlaşması için gerekli adımları atmaya çağırıyor. ABD ya benim dediğim olur ve gelişmekte olan ülkeler de yükümlülük altına girer yoksa ben toplantıyı terk ederim havasında. Cancun'da hükümetlerin alabileceği çok önemli kararlar varken, en önemli sorunlar ABD'ye odaklanıyor. ABD'nin karbon salımı konusunda lider olması ve olası bir küresel anlaşmada mutlaka yer alması gerektiği düşüncesi diğer hükümetler tarafından harekete geçmemek için mazeret olarak görülüyor. Ancak ABD'yi beklemek, iklim değişikliğinin yaratacağı sosyal ve ekonomik sonuçları kabul etmek anlamına geliyor. Cancun, hükümetlerin temiz bir gelecek için gerekli adımı atmaları gereken yer ve ABD katılmak istemese de diğer ülkeler yola devam etmeli. Greenpeace, iklim değişikliğinin önüne geçmek için hükümetler karbon salımlarını azaltma konusunda hukuki bağlayıcılığı olan bir anlaşmaya imza atmalı, endüstrileşmiş ülkeler yoksul ülkelerde iklim değişikliği ile mücadele için fon sağlamalıdır diyor.

Cancun İklim Zirvesi’ne katılan Bölgesel Çevre Merkezi - REC Türkiye Direktör Yardımcısı Kerem Okumuş, düşük karbon ekonomisinin liderlerinin bir araya geldiği ve dünya ekonomisine yön veren 800 iş dünyası temsilcisinin, kısa-orta ve uzun dönemli küresel iklim politikalarının geleceğini tartıştığı zirvede Türkiye’den herhangi bir iş insanını görememenin üzüntü verici olduğunu belirtti. Okumuş, en ilgi çeken katılımcılardan olan Birleşmiş Milletler Vakfı’nın kurucusu ve CNN’in sahibi Ted Turner’ın, iş dünyasının sürece liderlik etmesi gerektiğini ve iklim değişikliği konusunda daha fazla liderin sorumluluk almasını arzu ettiğini belirten sözlerine dikkat çekti. Türkiye açısından ise kişi başı karbon salımında gelişmiş ülkelere göre düşük ama dünya ortalamasından yüksek oranlara sahip olduğumuza dikkat çeken Okumuş, “Türk ekonomisinin rekabet avantajını kaybetmemesi için acilen düşük karbonlu ekonomi modelini benimseyecek sektörel bir eylem planını hayata geçirmesi gerekiyor. Diğer ülkelerde özellikle yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği kapsamında yapılan teknolojik yatırımlar, üretim maliyetlerinde önemli bir düşüş ve rekabet avantajı sağlıyor. Okumuş, Figueres’in, “iklim değişikliği ile mücadelenin boyutları o kadar büyük ki sadece hükümetlerin insiyatifine bırakılamaz” sözüne katıldığı belirtti.

Meksika’nın Cancun kentinde devam eden iklim zirvesinde üzerinde anlaşma sağlanan ilk konu herkesi şaşırttı. Gündemin ilk sıralarında olmayan ve Dominik Cumhuriyeti delegesinin gayrı resmi bir öneri olarak sunduğu 6. madde üzerinde uzlaşmaya varıldı. 6. madde, iklim değişikliği hakkında resmi ve gayrı resmi eğitimin geliştirilmesini, farkındalık yaratma çalışmalarını ve gençlik örgütlerinin sürece katılımını düzenliyor. Karar yoğun bir kampanya yürüten gençlik örgütlerinin başarısı olarak kabul ediliyor. Dominik Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı Omar Ramirez ise bu uzlaşmanın Cancun’da pek çok konuda anlaşma sağlanabileceğinin işareti olduğunu söyledi. Gençlik örgütleri (YOUNGO), 6. maddenin kabulünü Cancun’daki öncelikli amaçları olarak belirleyerek, maddenin formüle edilmesinde özel rol oynamışlardı. Kabul edilen talepler arasında gençlerin önemli paydaş olarak kabul edilmesi ve bununla ilgili delegasyonlarda yer almalarının kolaylaştırılması, eğitim çalışmaları ve bunlar için finansman sağlanması bulunuyor.

Tahran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi’nin talebi üzerine Cenevre’de 6 dünya gücünün temsilcileri toplantılarını bitirdi. Görüşmelerin yeni turunun ise 2011’in ocak veya şubat aylarında Türkiye’de yapılması öngörülüyor. Cenevre’de İran, uranyum yakıt takas anlaşmasıyla ilgili Türkiye’nin gelecekte müzakere süreçlerine dahil olmasına dair öneride bulundu. Öneri, Türkiye’nin önemli bir rol üstlenmesi açısından olumlu olarak değerlendirildi. Ancak bu durumun AB önderliğindeki görüşmelerde P5+1 (ABD, Çin, İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya) Türkiye’nin aktif rol sağlama olasılığı düşük olarak görülüyor. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ise İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması gerektiğini söyleyerek, bunun nükleer müzakerelerde ilerleme elde edilmesine yardımcı olacağını belirtti. ABD’nin İran’a yönelik nükleer silahlar için nükleer programın sürdürüldüğüne dair bir korku yaratmaya çalıştığını öne süren Tahran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayı reddediyor.

 Bugün size İsrail’den sesleniyorum, isterseniz bu nedenle buradan bir haberle başlayalım. Yakın Doğu ve Hindistan arasında yaşayan 'oryantal eşek arıları,' günün en sıcak saatlerinde hareketli olurken, diğer arı türlerinin ise en hareketli oldukları zamanın sabah saatleri olduğu belirtiliyor. Bilim adamları uzun süredir yuvalarını yer altında yapan bu arı türünü inceliyordu. Keşfi yapan ise İsrail ve İngiltere'den araştırmacıları bir araya getiren bir grup oldu. Tel Aviv Üniversitesi'nden Doktor Marian Plotkin'in önderliğindeki grup, bu eşek arısı türünün midesindeki özel bir yapı sayesine güneş ışığını yakaladığı ve daha sonra pigmentler aracılığıyla enerjiyi kullandığı keşfetti. Bu keşif aynı zamanda böceklerin metabolizmasına dair mevcut varsayımları da değiştiriyor. Çünkü, bugüne kadar böceklerin metabolizmasının karın çevresinde depolanan yağlar ile çalıştığı düşünülüyordu. Biyomimikri (Biomimicry) yani doğayı taklid çalışmaları ile belki bu buluşu güneşten daha iyi yararlanmak için kullanma yolumuz açılabilir.
Gelelim en önemli gündem maddemize. Cancun’daki iklim müzakerelerinin sonuna doğru Çin’den gelen öneri hayret uyandırdı. Çin, iklim müzakerelerinde ilk defa BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi düzeyinde gönüllü azaltım hedefi bildirmeyi teklif etti. Çin’in Baş Müzakerecisi Xie Zhenhua, daha sonra “İklim alanında atılan adımların uluslararası çabanın bir parçası olabilmesi için bu hedefin sözleşme kapsamında resmi olarak bağlayıcı bir kararla oluşmasını sağlayabiliriz ve bunun şeklini de tartışabiliriz ” dedi. Çin Dışişleri Bakanlığı İklim Değişikliği Özel Temsilcisi Huang Huikang ise yapıcı ve pozitif bir yaklaşımla uzlaşıya hazır olduklarını belirtti. Ancak Huikang, Kyoto hattında yapılan müzakerelerde ise taviz vermeyeceklerini dile getirdi.
Sera gazı salımlarının azaltılması ve küresel iklim değişikliğinin önlenmesi amacıyla Cancun'da yapılan zirveye gelen 15 bin kadar delege ve çevrecinin Meksika'ya uçuşu, transferleri, otel ve yemeklerinin yol açtığı sera gazı salımının, ortalama bir Afrika ülkesinin iki haftalık sera gazı emisyonuna eşit olduğu belirtiliyor. Konferansı düzenleyenler, bu emisyonu telafi etmek için çiftçilere ormanları korumaları için fon sağlanacağını açıkladı. Bunun yanı sıra, 43 milyon dolara mal olan ve 10 Aralık'ta sona erecek konferansa katılanlardan arta kalan atıkların dönüştürüleceği belirtiliyor. Ancak bunların en yakın atık dönüştürme tesisine gönderilmesi için 1300 kilometre yol kat etmesi gerekiyor. Kopenhag'da geçen sene yapılan iklim konferansında atmosfere salınan karbondioksit miktarı, 5 bin ton olmuştu. Tabii bu miktarlar konu Amerika Birleşik Devletleri ve Çin salımları olunca bahis konusu bile değil.
İşte bu salımlardan dolayı Kuzey Pasifik Okyanusu'nda bulunan bir adalar topluluğu devleti olan Marshall Adaları kaçınılmaz sona doğru ilerliyor. Bir zamanlar ABD'ye ait olan bu adalar küresel ısınmanın kaçınılmaz sonu olarak çok da uzak olmayan bir gelecekte sular altında kalacak. Marshall Adaları geçmişte de talihsizdi. 1984'e kadar Amerika Birleşik Devletleri'nin işgalinde olan bu topraklar 1954’te ABD'nin hidrojen bombası denemesine maruz kalmıştı. Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombaları, bu hidrojen bombasının yarattığı etkinin yanında el bombası gibi kalıyor desek, sanırız durumu anlatmış oluruz. Bu bahtsız ada topluluğunun kötü kaderi iklim değişikliğinin de etkisiyle sürüyor. Yükselen deniz seviyesiyle birlikte 61 bin kişinin yaşadığı adalar korkunç sonlarına doğru yaklaşırken, umutsuz bir hazırlık yapılıyor. Kıyılara barikatlar kuruluyor, evler kuvvetlendiriliyor. Ancak Marshall adaları bugün var, yarın yok. Durumu inceleyen Greenpeace, özellikle adalardan Majuro'nun durumunun kötü olduğunu belirledi. Burada şu ana kadar kıyı bölgelerinde okyanus karaya doğru 50 ila 100 metre arasında girmiş durumda. Cancun’da ise liderler ayak sürümeye devam ediyor, Türkiye hala 47 kömürli termik santral planından vazgeçmedi, petrole dayalı kalkınmacı model süregidiyor, sular yükselirken.
Gelelim bizimle gezegeni paylaşan canlılara. WWF’in de logosu olan pandaların üremesine dair yöntemlerin artık kusursuz işlediği ve koruma altında 300 panda hedefine ulaşıldığı bildiriliyor. Çin'deki Chengdu Panda Üreme Araştırmaları Merkezi'nin başarısı sonrasında, 15 yıl içerisinde ilk pandanın doğal yaşama bırakılacağı düşünülüyor. Soyu tükenen hayvanı korumak amacıyla, bilim adamları 1963 yılından beri tutsak pandaların üremesi üzerine çalışılıyor. Ancak pandaların esir tutuldukları için üreme ihtimallerinin düştüğünün anlaşılması üzerine, araştırmacılar doğal ortamı hatırlatan metotlarla üreme davranışlarını cesaretlendirmeye çalıştı. Sonunda, en çok işe yarayan yöntemin "ikiz değiştirme" olduğuna karar verildi. Pandaların yarısından çoğunun ikiz yavruları oluyor. Ancak yağ depolayamadıkları için bu yavrulardan yalnızca birine bakabilecek süt ve enerjiye sahip oldukları düşünülüyor. Chengdu araştırma merkezinde terk edilen yavrular küvözlere yerleştirildi ve küvözdeki yavruyu değiştirmek suretiyle anne pandaların ikizleri büyütmesi sağlandı. Bu yöntemle yavruların hayatta kalma oranı yüzde 98'e çıkarıldı. Önemli olan tabii esarete üretim değil, doğal habitatların korunarak türlerin nesillerinin tehlike altına sokulmaması.

Dünya genelinde yenilenebilir kaynaklar arasında en fazla benimsenen rüzgar endüstrisi, sektörün gözbebeği oldu, dünya genelinde 2009 yılında 38 GW’dan fazla kapasiteye sahip 23 bin türbin devreye sokuldu. Sektör -finansal krize rağmen- güçlenmeye devam etti. Avrupa 2009 yılında “en büyük rüzgar enerjisine sahip kıta” ünvanını yitirirken, ABD, yatırımlarını geçtiğimiz yıla göre yüzde 11.3 oranında artırarak 2009 yılında küresel kapasitenin yüzde 30’una sahip oldu. Avrupa’da ise bu oran yüzde 28.2’de kaldı. Asya ise yüzde 59 oranında bir büyüme sergileyerek yıl boyunca küresel yatırımların yüzde 41’lik bölümüne sahip oldu. Arz tarafına bakıldığında da 2009 yılının Asya için güçlü bir yıl olduğu görüldü. Özellikle üç Çin şirketi, dünyanın önde gelen 10 tedarikçisi içerisine girerek pazardaki büyüklerin pazar kayıpları yaşamasına neden oldular. Peki Türkiye niye rüzgârı bıraktı nükleer peşinde koşuyor?

Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Birliği (EPIA) üyesi, Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği’nin (GENSED) organize ettiği birinci kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında dünyada ve Türkiye’de sektörün durumunu konu alan bir çalıştay düzenlendi. 100’ün üzerinde sektör profesyoneli ve akademisyenin katıldığı çalıştayda değerlendirilen EPIA’nın birkaç gün önce açıkladığı 2010 yılsonu raporlarının verileri, Türkiye’nin Avrupa ülkelerinin ne kadar gerisinde kaldığını gözler önüne serdi. Buna göre, Türkiye’de, toplam güneş enerji santralı kurulu gücü sadece 4 MW iken; Almanya 18 GW, İspanya 4 GW, atağa kalkan İtalya 1,5 GW, Çek Cumhuriyeti 625 MW seviyesine ulaştı. Türkiye’nin güneş enerjisinde atağa kalkması için yapılması gerekenlerin tartışıldığı çalıştayın sonunda; Yenilenebilir Enerji Kanunu’nda (YEK) yapılacak garantili alım fiyatı revizyonunda güneş enerjisi için verilecek fiyatın yatırım için cazip olmasının kilit konumunda olduğu kaydedildi. Sonuç bildirgesinde; yenilenebilir enerji politikasında açıklık, yerli sanayinin teşviki, son kullanıcılara vergi avantajının sağlanması, 500 kW’dan büyük güçler için EPDK’nın mevzuatı belirlemesi, 500 kW’dan küçük sistemlere özel teşviklerin verilmesi, TEDAŞ’ın şebeke bağlantıları ile ilgili yönergeleri belirlemesi, standartlara uygunluğun güvence altına alınması, ‘yapılması gerekenler başlığı’ altında sıralandı. Greenpeace de bu sonuç bildirgesini tamamen destekliyor, ve artık hükümetin ve Enerji Bakanın nükleer ile vakit kaybetmeyi bırakıp güneşe yönelmesini talep ediyor.

Bilim kurgu filmlerine de konu olan gelecekteki yakıt sorununa çare bulunmuş gibi gözüküyor. Güneş enerjisini benzine çevirebilen şaşırtıcı bir proje gerçekleştirildi. Amerikan ve İsveçli bilim adamları, güneş enerjisinden benzin elde edebilecek bir cihaz üzerine çalışıyor.
Ceria adı verilen sadece yüzde 0.7 güneş enerjisi kullanıyor. Projenin yöneticilerinden Kaliforniya Üniversitesi Profesörü Sossina Haile, cihazın gerekli kimyasal ayrışmaları başarıyla gerçekleştirdiğini açıkladı ancak, Ceria’nin ‘şimdilik’ hiç de çevre dostu olmadığını sözlerine ekledi.

Amerika Birleşik Devletler’inde dev rüzgâr enerjisi projesi hayata geçiyor. Atlantic Wind Connection adı verilen proje Orta Atlantic kıyısı boyunca Atlas Okyanusu’nda, kıyı ötesi rüzgar potansiyelini kullanmak için yapılacak devasa rüzgar santrallerini içeriyor. New Jersey’den Virginia’ya uzanacak ve kıyıdan görünemeyecek uzaklıkta inşa edilecek 6 bin megawatt’lık türbinlerle, 1.9 milyon haneye karbon ayak izi taşımayan enerji verilebilecek. Projenin 5 milyar dolara mal olması bekleniyor, yani Türkiye’ye kurulacak nükleer santralin 20 milyar dolar, dörtte bir maliyetle yarısı kadar enerji üretilecek! Biz pahalıya nükleer tehlikeye yatırım yaparken, gelişmiş ülkeler ucuza rüzgâra yöneliyor. Projeye ilk yatırım maliyetine katılan Good Energies ve Google, yüzde 37.5’er ve Japon Marubeni Firması yüzde 15’lik pay için ortaya milyon dolarlar koydu. Kurulumun ilk aşamasının 2016’da ve tüm projenin 2020’de bitirilmesi bekleniyor. Orta-Atlantic bölgesinin dış kıta sahanlığının 60,000 MW’dan daha fazla kıyı ötesi rüzgar potansiyeli olduğunu açıkladı. Ekonomi danışmanı Brattle Grup’un çalışmasına göre proje, binlerce kişiye istihdam, hızlı bir ekonomik büyüme yaratabilir, devletlerin yenilenebilir enerji kullanmasını ve sera gazı azaltımı hedeflerini karşılayabilir ve yüksek maliyetli bölgelere düşük maliyetli enerji vererek enerji maliyetlerini azaltabilir. Biz ise çok daha az istihdam olanağın bulunan nükleer ve kömüre yönelelim. Herkes gider Mersin’e biz gidelim tersine.
Ekim 2009’da Kanada Fort Saskatchewan’daki Shell Scotford kompleksinde eylem yapan Greenpeace aktivistleri, bölge mahkemesinde eylemleri kabul ederek para cezasına çarptırıldı. Kopenhag uluslararası iklim değişikliği görüşmelerine denk getirilen eylem, bir dizi Greenpeace protestosunun üçüncüsüydü. Eylemciler, kompleksteki üç duman bacasına ve bir vince tırmanmış, afiş ve pankartlar açarak seslerini duyurmuşlardı. Yaşları 18 ile 46 arasında değişen, Alberta, Ontorio, İngiliz Kolombiyası, İsveç, Hollanda ve Fransa’dan eyleme katılan12 Greenpeace aktivisti, Sherwood Park Bölge Mahkemesi’nde bunları yaptıklarını kabul etti. Greenpeace sözcüsü Mike Hudema aktivistlerin protestonun olası yasal sonuçlarının farkında olduklarını fakat endüstrinin çevre sorunlarını ortaya çıkarmak istediklerini söyledi. Atmosfere saldığı karbondiyoksit ile küresel iklim değişikliğine neden olup geleceğimizi karartan ve hala yatırımlarını yenilenebilir enerjiye kaydırmayan Shell Kanada’nın sözcüsü yasal süreçle ilgili konuşmayı reddetti.
BM'ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), Sırbistan'da faaliyette olmayan bir reaktörden tonlarca nükleer atığın Rusya'ya gönderildiğini bildirdi. Kurumun eşgüdümünde yürütülen operasyonla ilgili bir yetkili, Rusya'ya gönderilen nükleer atıkta, nükleer savaş başlığı yapabilecek düzeye yakın miktar olan 13 kilogram zenginleştirilmiş uranyum da bulunduğunu belirtti. Sırbistan'ın Vinca reaktöründen Rusya’da bir tesise aktarılan 2,76 ton nükleer atığın, bu tür malzemelerin geri gönderilmesiyle ilgili uluslararası program uyarınca bugüne kadar tek seferde nakledilen en yüksek miktar olduğu kaydedildi. UAEK, bu nükleer atığın Rusya'da yeniden işleme tesisine ulaştırılmasının bir ayı aşkın süre aldığını bildirdi. Ancak bu yeniden işleme tesilerinin de doğru düzgün çalışmadığı biliniyor.

Ford Focus yeni modellerinde geri dönüştürülmüş kot pantolonlardan sağlanan pamuk kullanıldığı bildirildi. Ford son yıllarda yastık minderlerinde soyadan üretilmiş sünger, gövde altı sistemlerinde geri dönüştürülmüş reçine, koltuk döşemelerinde geri dönüştürülmüş iplikler ve iç mekan parçalarında doğal-fiber plastik gibi metal olmayan biyolojik bazlı malzemeler kullanmaya başladı. Bu tercihle kot pantolonları çöpe atmak yerine değerlendiriliyor, ihtiyaç duyulan işlenmemiş pamuğu elde etmek için gereksiz su, gübre ve toprak kullanılmıyor. Bir otomobilde kullanılan geri dönüşümlü kot pantolon miktarı bir çift orta beden kot pantolona denk iken, öte yandan bir kot pantolon üretmek için kilolarca pamuğa ihtiyaç duyuluyor. Bunun Ford'un kapsamlı çevre stratejisinin bir parçası olduğu ifade edildi, ancak Ford’un ve diğer araba şirketlerinin esas kapsamı petrolsüz bir gelecek olmazsa, ne o arabayı alacak müşteri ne de o kot pantolonları giyip sonra dönüştürecek insan kalmayacak. Kapsamlı çevre stratejisi henüz kapsaması gereken petrol alanının dışında.

"Dünyanın karşılaştığı tüm trajediler karşısında, en üzücüsü medeniyetin temiz enerjiyi anlamaması ve uygulayamaması olacak" diyen alternatif enerji yazarı ve danışmanı Craig Shields'in "Renewable Energy-Facts and Figures" isimli kitabına elektronik ortamda ücretsiz olarak ulaşmak mümkün. Kitap, yenilenebilir enerjiler konusunda dünyanın önde gelen araştırmacıları, analistleri ve sanayi liderlerinden derlenen 25 söyleşiyi bir araya getiriyor. Uzmanlar, teknoloji transferi, ekonomik uygulamalar ve siyasi konulara yönelik gerçekleri masaya yatırırken, fosil yakıt bağımlılığını azaltmanın yollarını arıyorlar. Kitabın ana başlıkları şöyle: Petrol kaynaklarının durumu; petrol bağımlılığı; küresel ısınma; hükümetlere düşen görevler; umut vadeden teknolojiler; hidrojen ekonomisi; geleceği hangi enerji teknolojileri belirleyecek; 22. yüzyıl. Craig Shields, 314 sayfalık kitabının en fazla satılan kitaplar arasına girmesinin ardından, vermek istediği mesajı daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla, kitabının elektronik kopyalarına ücretsiz ulaşma imkanı sağladı. Shields'in "Yenilenebilir Enerji-Gerçekler ve Rakamlar" isimli kitabını http://2greenenergy.com adresinden ücretsiz indirebilirsiniz.

Şarkıcılar, atletler ve eski devlet bakanları Greenpeace Akdeniz ile birlikte alternatif enerji kaynaklarını teşvik etmek için kendilerini kömüre gömdüler. Israil Parlementosunda açılan sergiden sonra Greenpeace Akdeniz gelecek hafta Tel Aviv‘de İsrail’deki kömür tesislerini protesto amaçlı “Kömüre Gömülü” isimli bir sergi açıyor. Greenpeace, serginin “kömür yakarak enerji üretmenin korkunç tehlikesini resimleyebilmek için” kömüre gömülmeye gönüllü olmuş ünlülerin fotoğraflarına yer verildiğini açıkladı. Israildeki elektriğin çoğu kömür yakarak üretiliyor ve Greenpeace’e göre “Elektrik şirketi (İsrail’i) güneyde bir başka kömür tesisi kurmaya zorluyor”. Greenpeace Akdeniz “Sergi, İsrail’de başka bir kömür tesisi kurulmasını engellemesi için başbakana seslenmeyi ve temiz enerji alternatiflerini teşvik etmeyi amaçlıyor” diyor. Sergiye katılan ünlüler arasında süpermodel Bar Refaeli, Eurovision sanatçıları Mira Awad ve Ahinoan Nini, eski eğitim bakanı Yossi Sarid ve İsrail Ulusal Basketbol Takımı antrenörü Oded Katash bulunuyor. Temmuz ayında, Greenpeace Akdeniz Hadera’ya giden bir kömür gemisini ele geçirmiş ve durdurmuş bunun üzerine Israil Donanması ve Deniz Polisi, kömürleri santrale götürebilmek için müdahale etmek durumunda kalmıştı.
Greenpeace, Nijer’de, Somair’in uranyum maden işletmesinden 200,000 litre metreküp radyoaktif atık sızdığını bildirdi. Aghir in’Man adlı bir Sivil Toplum Örgütü adına tesisi inceleyen Almoustapha Alhacen, tesisin 11 Aralık’tan bu yana iki hektarı kirlettiğini doğruladı. Nükleer reaktör üreticisi Paris merkezli Areva 2009’da dünyanın en büyük uranyum madencisiydi. Geçen yıl şirket, nükleer yakıt olarak işlenmek üzere 8,626 ton radyoaktif madde çıkardı. Areva’nın sitesine göre, Somair Areva’nın 2009’da 1,808 ton uranyum üretmiş olan bir alt şirketi. Somair’in üretiminin 2012’de 3,000 tona çıkartılması planlanıyor. 200,000 litre metreküp radyoaktif atık sızarken Fransız Areva şirketinin basın-yayın müdürü Patricia Marie konu hakkında ilk etapta bir yorum yapmaktan kaçındı. Nijer hükümet sözcüsü Laoli Dandah da yine konuyla ilgili sorulara yanıt vermedi.
Meksika’nın orta bölgelerindeki San Martin Texmelucan kentinde petrol boru hattında yaşanan dev patlama şehri savaş alanına çevirdi. Patlamada arabalar, evler, ağaçlar alevler içinde kalırken, ilk belirlemelere göre 28 kişi hayatını kaybetti. Alev alan petrolün sızdığı sokaklar, şehrin alevden nehirlerle kaplanmasına yol açtı. Yetkililer, patlamanın beş kilometre genişliğindeki bir alanı etkilediğini ve beş bin kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığını belirtti. Evlerinden çıkamadan alevler içinde kalan insanların birçoğunun cesetlerine henüz ulaşılamadı. Güvenli ve temiz yenilenebilir enerji kaynakları dururken petrol kâbusunda israr niye? Diye sormadan edemiyor insan.
Rusya, Mısır'ın inşa etmeyi planladığı dört üniteden oluşacak ilk nükleer santral inşaatı ile ilgili ihaleye girmeye hazırlanıyor. Santralin tüm hisselerinin Rusya'ya ait olup olmaması ile ilgili belirsizlik sürerken, Kahire Moskova'nın nükleer santralle ilgili teklifini olumlu karşıladı. 2025'e kadar inşa sürecini tamamlamayı planlayan Mısır, ilk üniteyi ancak 2019'da aktif hale getirebilecek. Çernobil'de meydana gelen kaza sonrası 1986'da nükleer programını durduran Mısır, her nedense bu tehlikeli planlara yeniden başladı. Bu arada tehlikeli planlar Türkiye’de de devam ediyor. Moskova Mersin-Akkuyu'ya inşa edilecek 4,8 GW gücündeki nükleer santral için iç hukuki sürecini tamamladı. Rusya Türkye’deki lisans ve izinleri alabilirse 2013'te inşaat çalışmalarına başlamayı bekliyor. Türkiye kanunlarını ve yönetmeliklerini alt etmeyi becerebilse bile nükleer santral ancak 2021'de çalışmaya başlayacak.
Cambridge Üniversitesi ile büyük şirketlerden oluşan Galler Prensliği İklim Değişikliği Liderleri Grubu’nun, Meksika’nın Cancun kentinde düzenlediği Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi öncesinde hazırladıkları Cancun bildirisi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Cancun bildirisi, İklim Değişikliğine karşı daha etkin mücadeleye yönelik uluslararası işbirliğinin arttırılması uyarısında bulunuyor, ayrıca hükümetlere yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde düşük karbon ekonomisinin hayata geçirilmesi konusunda çağrı yapılıyor. Cancun’da hükümet temsilcilerine sunulan bildiriyi 35 ülkeden farklı sektörlerde faaliyet gösteren 384 şirket imzalarken, Akbank Cancun Bildirisi’ne imza atan tek Türk bankası oldu. Akbank Genel Müdürü Ziya Akkurt, Türkiye’de sürdürülebilirliğin öncüsü olarak, ülkemiz ve dünyamız için gerekli tedbirleri almanın sorumluluğunu taşıyoruz. Akbank olarak daha yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir bir çevre için iklim değişikliği ile küresel mücadeleye dikkatleri çeken ve duyarlılığı artıran bu bildiriye destek vermekten gurur duyuyoruz” dedi. Ancak biz Akbank’tan imza ve laf değil gerçek adımlar bekliyoruz, Hasankeyf projesinden çekilmesi gibi.


Asya’da yoğun olarak kullanılan ağaçtan yapılan yemek çubukları, anavatanı Çin’de protesto edildi. Greenpeace üyesi bir grup Çinli tarafından Başkent Pekin’de düzenlenen eylem için 84 bin kullanılmış yemek çubuğu toplandı ve bu yemek çubuklarıyla ağaçlar yapıldı. Protestocular, Çin’de her yemekte yeni ağaç çubukların kullanılmasıyla milyonlarca ağacın katledildiğini söyledi. Eylemde, tek sefer kullanılan bu yemek çubukları için çok sayıda ağacın kesildiğini belirtilerek, yıkanıp tekrar kullanılabilen yemek çubuklarının kullanılması gerektiğini dile getirildi. Sadece 2009 yılında Çin’de 57 milyar çift yemek çubuğu imal edildiği belirtildi. Bunun için de yaklaşık 4 milyon ağaç kesildiği tahmin ediliyor.

İngiliz petrol şirketi BP'nin Meksika Körfezi'ne sızıntı yapan petrol kuyusunu kapattığını ve sızıntıyı durdurduğunu açıklamasının üzerinden beş ay geçmesine rağmen, petrole bulanan hayvanları kurtarma çalışmaları devam ediyor. 20 Nisan tarihinden beri 2 bin 79 kuşun, 456 deniz kaplumbağası ve iki yunusun petrolden temizlendiği çevre felaketinde, 2 bin 263 kuş, 18 kaplumbağa ve dört yunus kurtarılamadı. Daha yüzbinlercesi denizde yitip gitti. New Orleans'taki Aubudon Su Merkezi, hâlâ hayvanları temizleyerek geri denize bırakıyor. Merkezin sözcüsü Meghan Calhoun, "Rehabilitasyon çalışmaları çerçevesinde yaptığımız harcamalar 500 bin dolara ulaştı" dedi. Petrol çıkarmanın maliyeti bunla da sınırlı değil şüphesiz. Savaşlar, ikim değişikliği ve buna bağlı olarak yitip giden bizim ve çocuklarımızın geleceği.

Güney Kore, kurmayı hedeflediği dev deniz üstü rüzgar çiftliği için 8.3 milyar dolarlık bir yatırım yapmayı planlıyor. Proje kapsamında toplam 2 bin 500 MW enerji üretilmesi planlanıyor ve on yıl içinde tamamlanması öngörülüyor. Güney Kore Bilgi Ekonomisi Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, bu proje kapsamında 500 rüzgar türbinine ihtiyaç duyulacak. Bu enerji bir ay boyunca 3.5 milyon kişinin enerji ihtiyacını karşılayabilecek. Yetkililere göre bu dev projenin ardından tüm dünya Kore teknolojisi ile yakından ilgilenmeye başlayacak ve Güney Kore’nin artan alternatif enerji talebini karşılamaya başlayacağını söylüyor. Bilim adamları rüzgarın çok daha büyük bir potansiyele sahip olduğunda birleşirken Türkiye Enerji Bakanı Korelilerle Nükleer pazarlık yapıyordu. Ne zaman yenilenebilir kaynaklara gereken ilgiyi göstereceğiz, yoksa yine mi geride kalacağız diye, düşünüyor insan.

Gezegenin Geleceğinde zaman zaman hayvan hakları konusunda da haberler verdiğimi dinleyiciler biliyorlar, çünkü şayet bize en yakın canlılara saygı duymasını bilmezsek, onlara köle gibi davranırsak, o zaman bütün Doğa’ya da bizim hizmetkarımız gibi bakmamıza şaşmamak gerek. Uzun vadede gerçek doğa koruma ancak toplumda akılcı hayvan hakları kavramının içselleştirilmesi ile mümkün olabilir. Güzel bir haberle başlayalım Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 18 sincap maymununa zararlı düzeyde radyasyon verilerek yapılacak deneyi durdurduğunu açıkladı. NASA’dan yapılan açıklamada, New York’taki Brookhaven Ulusal Laboratuarı’nda yapılacak 1,75 milyon dolar tutarındaki deneyin gözden geçirilmek üzere durdurulduğu belirtildi. Sincap maymunları, yüksek düzeyde radyasyona tabi tutulduktan sonra Belmont’taki McLean Hastanesi’ne nakledilecek ve burada hayatlarının sonuna dek Harvard Tıp Fakültesi araştırmacılarınca gözlem altında tutulacaktı. Maymunlara verilecek radyasyon, üç yıl sürecek uzay seyahatine eşdeğer miktarda olacak ve böylece uzun uzay yolculuklarında astronotlar için güvenli radyasyon düzeyi belirlenecekti. Deneye karşı kampanya yürütenler arasında yer alan, hayvan hakları savunucusu PETA örgütü, NASA’nın kararından memnun olduklarını açıkladı.

Alman kamuoyunun hassas olduğu nükleer yakıt transferi, yeniden gündemde. Kamuoyunda büyük tepki toplayan nükleer atık yüklü konteynerler, yine Fransa’dan Almanya’ya naklediliyor. Almanya’da nükleer atık taşıyan özel tren nedeniyle olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Castor adı verilen nükleer atık yüklü konteynerler, Fransa'nın Aix-en-Provence şehrinden yola çıktı. Nükleer atık yüklü trenin bugün Mecklenburg-Vorpommern eyaletindeki Lubmin’e ulaşacağı tahmin ediliyor. Almanya’ya ait Karlsruhe Nükleer Tesisleri ve nükleer enerjiyle çalışan Otto Hahn gemisinin 2 bin 500 yakıt çubuğundan oluşan nükleer yakıtı yıllardır Fransız nükleer tesislerinde depolanıyordu. Kasım ayı başında da Fransa’dan Almanya’nın Gorleben kentine nükleer atık nakledilmesi protesto gösterilerine neden olmuştu.

İklim değişikliği insan sağlığını olumsuz etkiliyor. 2003 ve 2006 yıllarındaki aşırı sıcaklar çok sayıdaki kişinin tansiyon ve kalp yetmezliğinden ölmesine yol açtı. Alman çevre örgütü Germanwatch 2010 Küresel İklim Risk Raporu'nun verilerine göre, son 20 yılda kayıt altına alınan 14 bin aşırı hava durumu, 650 bin can aldı. Alman Meteoroloji Genel Müdürü Paul Becker, çevre felaketlerinin başlıca nedeninin, iklim değişikliği olduğunu söylüyor. Becker, "İkisinin arasında mutlak bir bağlantı var. Almanya, hatta tüm dünyada aşırı sıcaklar daha sık görülmeye başlandı. Bu durumda sıcak geçen gece ve gündüzler artıyor ve sıcaklık 20 derecenin altına düşmüyor. Biz buna tropikal hava şartları da diyoruz. Bu hava insan vücudunu olumsuz etkiliyor" şeklinde konuşuyor.
İklim değişikliğine dikkat çekmeye çalışanlar sadece çevre örgütleri değil; Fransız bilim adamları da, iklim değişikliğine bağlı olarak şarabın son 30 yılda alkol oranının giderek artmasının önüne geçmeye, bu arada da şarabın aromasını muhafaza etmeye çalışıyor. Çünkü iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan aşırı sıcaklar, azalan yağış, aşırı buharlaşma, üzüm bağlarında ve üretilmiş olan şarapları değiştiriyor. Önemli şarap üretimi kapasitesine sahip Fransa'nın güneyinde 80'li yıllarda üretilen şarap ortalama yüzde 10 ila 11 alkol içerirken, bu oran bugün yüzde 13 ila 14, hatta daha sıcak hasat bölgelerinde yüzde 15'e kadar çıkıyor. Aşırı buharlaşma nedeniyle su kaybeden üzümler, böylece daha şekerli bir karışıma sahip oluyor, fermantasyon sırasında da şeker alkole dönüşüyor. Bunun önüne geçmek ve daha düşük şeker oranına sahip ürün almak için şarap üreticileri, üzümü daha erken hasat ederken, bu yöntem sadece beyaz ve roze şaraba uygulanabiliyor ve şarabın aromasını sağlayan olgun meyveyi garanti etmiyor. Kürsel iklim değişikliği bu şekilde tarımı da etkiliyor, e şaraba su katmak da olmaz.

Kömür endüstrisini Avustralya’da finanse eden ANZ Bankası’nın Avustralya’daki Brisbane müdürlüğüne dev bir pankart asan dört Greenpeace eylemcisi mahkeme karşısına çıktı ve hüküm giymedi. Eylemciler, mahkemede ANZ’yi Avustralya’daki en kirli banka diye afişe etikleri eylemi yaptıklarını kabul ettiler, fakat Sulh Hakimi Linda Bradford-Morgan buna rağmen eylemcileri mahkum etmedi, sadece cüzzi bir para cezası verdi. Greenpeace sözcüsü Trish Harrup hakimin bu dörtlüyü beraat ettirmesinin Greenpeace’nin protesto eyleminin doğruluğunu kanıtladığını belirtti. Harrup, “Bence mahkemenin beraat kararı iklim değişikliği gibi hayati bir konuda protesto hakkını tanımaktır” diye konuştu. 21 Ekim’de ANZ binasının ön cephesine yukardan iple inen eylemciler, üzerinde “ANZ: Dünyanızı Kirletiyor” yazan pankartı açmış 5 saat sonra polislerin nezaretinde eylemi sona erdirmişti. Greenpeace Eylül ayında ANZ’yi kömür santrallerinden son beş yılda yaklaşık 1.6 milyar dolar kazanması nedeniyle Avustralya’nın en kirli bankası olarak nitelendiren bir rapor yayımlamıştı.

Brezilya’da bu yıl ülke kıyılarında yüksek sayıda kambur balinanın karaya vurduğu bildirildi. Folha de Sao Paulo gazetesinin haberine göre, Brezilya'da ocaktan kasım sonuna dek en büyüğü yaklaşık 14 metre boyunda ve ortalama 25 ton ağırlığında olan 96 kambur balinanın kıyıya ölü veya canlı vurduğunu belirten bilimadamları, bu olayın nedenini bilmediklerini kaydetti. Bu rakamın en yüksek sayının yaşandığı 2007 yılına oranla yüzde 123 daha fazla olduğunu bildiren Brezilyalı araştırmacılar, ülke kıyılarında birçok balina türünün yaşadığını, ancak sadece kambur balinaların karaya vurduğunu söyledi.

Karadeniz'deki büyük balıklar yok oluyor. Ukrayna Güney Denizler Biyoloji Enstitüsü Genel Müdür Yardımcısı Yuri Tokarev, Karadeniz'de sadece 3 çeşit ticari balık türü kaldığını ve önlem alınmaması halinde, Karadeniz'deki büyük balıkların tamamıyla yok olma tehlikesi yaşadığını söyledi. Karadeniz'de eskiden Mersin balığı, lüfer ve kefal bulunduğunu da kaydeden Tokarev, "Şimdi ise Karadeniz uskumrusu bile yok. Karadeniz'deki balık stokunun yüzde 90'ını hamsi ve çaça türü küçük balıklar oluşturmakta" dedi. Siz de balık stoklarının kurtarılmasını desteklemek için kacsantim.org adresinden imza kampanyasına katılabilirsiniz.

Meksika Cancun sonrası yansımalar devam ediyor. Neredeyse bütün tarafar iklim değişikliği tehlikeli sınıra gelmeden devletlerin anlaşmasının hâlâ zor olduğu ancak artık imkansız olmadığı görüşünde. Cancun’da hükümetler, bilimsel verilere uygun olarak 2020’ye dek yüzde 25-40 salım azaltımına gitmeleri gerektiği konusunda hemfikir. Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ve ormansızlaşma ile mücadele etmeleri için bir iklim fonu oluşturulması ve tropikal ormanları, yerli halkların haklarını ve biyoçeşitliliği koruyan bir mekanizmanın kabulü, olumlu gelişmelerdi. Cancun’da bir ivme yakalandığını ama, hedefe henüz ulaşılmadığı değerlendirmesini yapan Greenpeace Akdeniz sözcüsü Emel Türker, gelecek yıl Güney Afrika’da Durban’da yapılacak görüşmelerde, ülkelerin yeşil bir ekonomi oluşturmalarını ve dünyayı kirletenlerin sorumlu tutulmalarını sağlayacak küresel bir anlaşma imzalanması gerektiğini söyledi. Türk Delegasyonu Baş Müzakerecisi Rende ise istediklerini elde ettiklerini iddia ederken, Türker görüşmeler süresince Türkiye hükümetinin binde 4’lük sera gazı salımı ile tarihsel sorumluluk sahibi olmadığını belirtmesiyle, görüşmelerdeki olumlu havanın dışında kaldığının altını çizdi ve, “Şu anda sera gazı salımlarında 194 üyeli BM ülkeleri içinde 19. kirletici ülke olduğumuzdan, bundan sonraki ‘tarihsel sorumluluk’ sürecinde en sorumlu ülkelerden olacağımızdan söz edilmedi. Türkiye bir an önce sorumluluklarının farkına vararak iklim politikasını değiştirmelidir” dedi.
Hükümetler Honolulu'da, Batı ve Merkez Pasifik Balıkçılar Komisyonunda (WCPFC), Pasifik ton balığı stoklarının geleceğine karar vermek için toplandı. Bu arada Greenpeace, Alman, Avusturyalı ve Avustralyalı perakende satıcıların, Pasifik kümeleme araçları (FAD) kullanılmadan yakalanan ton balıklarının konservelerini satma kararını alkışladı. FAD destekli gırgırlarda sadece hedeflenen ton balığı yakalanmıyor. Küçük ton balıkları, köpekbalıkları, kaplumbağalar ve diğer hayvanlar da ağa takılıyorlar ki bu da, deniz yaşamını yok ediyor. Greenpeace birçok perakende satıcıyla görüşme halinde ve bunların yakın gelecekte FAD kullanılmış ürünleri satmamaları bekleniyor. Greenpeace’den Sari Tolvanen, “Perakende satıcıların düzgün yakalanmış sürdürülebilir ton balığı satmaları gerekiyor ve burada Honolulu’da Pasifik ton balığı stoklarını kurtarmak için harekete geçilmezse yapılan tahrip edici balıkçılık ton balığını yer yüzünden silecek” diyor.

Cancun Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin cuma günü sona ermesi beklenen sonuç oturumu Cumartesi sabaha karşı sona erdi. Delegeler sabahın erken saatlerine kadar heyecanla bir sonuç çıkması için müzakereye devam etti. Sonuç rahatlatmadı ama derin bir nefes aldırdı. İklim kurutlmadı ama Birleşmiş milletler süreci hayatta kaldı. Türkiye dahil 194 ülkeden sadece Bolivya karar metnini kabul etmedi. Bolivya delegasyonu, belgeleri Kyoto Protokolü`nü gerçekleştirmeye dönük ikinci bir girişim içermedikleri ve 4 derecenin üzerinde bir küresel ısınmaya izin verdikleri yönünde eleştirdi. Buna ek olarak Bolivya, sera gazı salımının net olarak ne kadar azaltılacağının açık olmadığına, ayrıca Kyoto Protokolü`ne dönük ikinci bir çabayı kimse istemezken, Kyoto`da kabul edilen esnek piyasa mekanizmalarının sürdürüleceğine dikkat çekti. Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez de, anlaşma taslağına itirazları olduğunu belirtti ama sonunda kabul etti. Birincisi sera gazı salımına dair açık ve yeterli hedefler konulmadı. İkincisi, Kyoto Protokolü`nü gerçekleştirmeye dönük ikinci bir girişim dönemi bu süreçte yaşamsal görünüyor, ancak bu da karara bağlanamadı. Üçüncüsü, mali katkı ve kaynakların dağılımı konusunda sorunlar var - daha kaynaklar hakkında somut bir öneri yapılmış değil. Rodriguez, `En tartışmalı konulardan biri Dünya Bankası destekli bir Yeşil Fon oluşturulması oldu. Diğer Bretton Woods mali kurumları gibi bu da özel koşullar, ayrımcılık ve dışlama ile sonuçlanabilir,` dedi. Fona yıllık 100 milyar dolar ayrılması hedefleniyor. Önemli olan bu fonun eski fonların yeniden paketlenmesi değil artı ve yeni bir 100 milyar dolar olması. Sonuç olarak bütün sivil toplum kuruluşları son metni yeterli bulmadı ancak umudumuz hala canlı.
Bilim insanları, uzun süredir aradıkları dünyanın en nadir ve sıradışı görünümlü sineğinin yerini Kenya'da buldu. Uzmanlar, sineği 'korkunç tüylü sinek' Mormotomyia hirsuta olarak adlandırdı. Bilim insanları bu sarı tüyleri olan sinekle ilk olarak 1933 yılında, daha sonra ise 1948’de karşılaştı. Araştırmacılar, o tarihten sonra Thika ve Garissa şehirlerine defalarca sineği bulmak için gitti, ama bulamadı. Bir santimetre uzunluğunda olan sinek tüylü bacaklarıyla örümceğe benziyor. Ukazi vadisinde yarasaların bulunduğu yarıklarda yaşıyor, uçamıyor ve yarasa dışkısıyla besleniyor.

Artık tamamlanmakta olan birinci gündem maddemiz, Meksika’daki Cancun BM İklim Zirvesi. Iklim fonu üzerine görüşmeler ABD tarafından sekteye uğratılmışa benziyor. Çin’den istedikleri şeffaflık ve bağlayıcılık taahhütlerini alana kadar görüşmeleri geciktirirlerken, yeni bir fonun kurulmasıyla ilgili farklı yasal problemlerden söz ediyorlar. İklim fonu bazı müzakerecilerce hala Cancun’dan çıkabilecek bir şey gibi görülüyor olsa bile, bakanların tıpkı Kopenhag’da olduğu gibi, önümüzdeki yıl boyunca fonu oluşturacaklarını söylemenin dışında bir şey yapmayacakları güçlü bir olasılık. Ancak hükümetlerin tartışmasına sunulan yeni metinde bazı ilginç gelişmeler var. Bu metinde, yalnızca gelişmiş ülkeleri ilgilendirmesine rağmen, gezegeni kurtarmak için doldurulması gereken giga ton boşluğundan açık olarak söz ediliyor ve Kopenhag vaatleri hem Kyoto Protokolü dahilinde hem de Kyoto dışındaki sınırlarıyla bağlanıyor. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin şeffaf olmasının gerekliliği belirtilirken, gelişmiş ülkelerin tarihi sorumluluğuna da atıfta bulunuluyor. İklim Zirvesi'nde sonuç aşamasına yaklaşılırken gigaton boşluğuna yapılan atfın kalıp kalmayacağı, gelişmiş ülke güvencelerinin KP kararlarına dayandırılıp dayandırılmayacağı hususu gibi belirsiz. Bağlayıcı bir anlaşma konusunda beklentiler düşük. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, ülkelere "Elinizi çabuk tutun" çağrısı yaptı. Meksika’daki buluşmaya Kopenhag’da olduğu gibi çok sayıda hükümet ve devlet başkanı katılmadı. Yaklaşık 30 ülkenin devlet ve hükümet başkanı zirveye iştirak etti. Diğer ülkeler ise bakanlar düzeyinde temsil ediliyor. Ancak Cancun'daki iklim müzakereleri oldukça zorlu sürmeye devam ediyor. Uluslararası toplum, süresi 2012 yılında dolacak olan Kyoto Protokolü’nün yerini alacak bir anlaşma üzerinde uzlaşma sağlamaya çalışsa da şu ana dek önemli bir adım atılamadı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, kaybedilen her anın, ekonomik, ekolojik ve insanî açıdan ek masraflar doğurduğu uyarısında bulundu. Ban Ki Moon, “İklim değişikliği bir gecede yaratılmadı. Bir gecede de çözülmeyecektir. Ancak her ülke çözümün bir parçası olmalı, her ülke bir rol oynamalıdır" dedi.
Yine yaratıcı bir eylemle Greenpeace, iklim değişikliğinin oluşturduğu tehlikeye dikkat çekmek için dünyanın çeşitli yerlerindeki önemli yapıların modellerini Meksika'da denize batırdı. Meksika'nın Cancun kentindeki Birleşmiş Milletler (BM) İklim Konferansı'nın son günlerinde Greenpeace üyeleri, aralarında, Özgürlük Anıtı, Tac Mahal ve Eyfel Kulesi'nin de bulunduğu dünyaca ünlü yapıların modellerini suya batırdı. Çevre örgütü, yarısı suya batmış yapılarla, eğer tedbir alınmazsa karşı karşıya kalacağımız tehlikeyi bir kez daha hatırlattı. Türkiye de suların yükselmesinden etkilenecek ülkeler arasında. Eğer yeterli düzenlemeler yapılmaz ve önlem alınmamaya devam ederse İstanbul'da da Beylerbeyi Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi, Kız Kulesi gibi tarihi yapıların sular altında kalacağı belirtiliyor. Eylemle ilgili konuşan Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naido, "Greenpeace, liderlere iklim değişikliğinin şu anda gerçekleşmekte ve yüzlerce insanın yaşamına mal olan etkilerini hatırlatıyor. Liderlerin bir iklim fonu oluşması, ormanlarımızın korunması ve hukuki bağlayıcılığı olacak adil bir anlaşmanın oluşturulabileceği bir sonraki zirve için acilen harekete geçme şansları var." dedi

Eskiyen yılın son gününe korkunç bir istatistikle başlayalım. Dünyada her yıl 500 milyar ile 1 trilyon arasında plastik poşet kullanıldığı tahmin ediliyor. İyi haber, bazı ülkeler 2008 yılından beri naylon torbalara getirilen vergi sebebiyle kullanım oranında azaltma uygularken, bazı ülkelerdeki mağazalarda plastik poşetler ücretle satılıyor. Bangladeş, Ruanda, Avustralya gibi ülkelerde kullanılması yasak olan plastik poşetlere bir destek de İtalya'dan geldi. İtalya, yılbaşından itibaren plastik poşetlerin yasaklandığını açıkladı. İtalya Çevre Bakanı Stefania Prestigiacomo "Sürdürülebilirlik, bize herhangi bir maliyeti olmayan ve gezegenimizi kurtaracak olan yaşam tarzımızdaki küçük değişikliklerden yapılmıştır" dedi. İtalyanlar, Avrupa Birliği'nde üretilen tek kullanımlı plastik poşetlerin yüzde 25'ini kullanıyordu. Bu da bir senede yaklaşık 20-25 milyar poşet çanta anlamına geliyor. İtalyan Çevre Bakanı "Sürdürülebilir bir yaşam için sadece hayatımızda küçük değişiklikler yapmamız yeterli. Bu küçük değişikliklerle gezegeni koruyabiliriz."iyor. Her ne kadar biz bunu bu kadar basit ve mümkün görmesek de yapmadan olmaz... sizi özelikle bu haberle birlikte http://www.beztorbakullananlar.com/ sitesini ziyaret etmeye çağırıyoruz. Artık Türkiye'de de plastik torbaları tamamen yasaklama vakti geldi de geçiyor. En iyisi bunu bir yılbaşı dileği yapalım.
Fas'ın güneyinde kurulacak Güneş Enerji Sistemi için yaptılan ön elemede 19 Gruptan 4’ü seçildi. Seçim Ouarzazate güney şehrinde termal güneş enerji üretim sistemini tasarlayacak, finanse edecek, yapılandıracak ve sürdürecek bağımsız enerji üreticilerinden yeterli uzmanlık sahibi olanları belirledi. Planlara göre Ouarzazate ünitesinin 125 MW’lık bir üniteyle başlatılması ve ardından 2015’e kadar derece derece 500MW’a çıkarılması öngörülüyor. Fas bu adımları atarken henüz termal güneş enerjisi konusunda Türkiye de atılmış hiçbir adım bulunmuyor. İspanya gibi ülkeler ise hali hazırda zaten almış başını gidiyor.
Bu arada Tanzanya 120 Milyon $’lık 50MW Rüzgar Enerjisi Projesi Planlıyor. Üst düzey bir hükümet yetkilisinin Salı günkü açıklamasına göre, Tanzanya, Doğu Afrika’nın ikinci en büyük ekonomisindeki açığı kontrol altına alabilmek için gelecek yılın başında 120 Milyon $’lık rüzgar enerjisi projesi başlatacak böylece petrol ve kömüre bağımlılık azalacak. Tanzanya'da hidroelektrik santrallerindeki uzun süredir devam eden kuraklık ve artan petrol fiyatları akut enerji açığına sebep olup devlet işletmelerini enerji kesintileri yapmaya zorluyor. Devletçe işletilen Ulusal Kalkınma Kurumu (NDC) projenin %51’lik paydaşıyken özel bir kuruluş, geri kalan payın sahibi. Rüzgâr santralinde 15 ay içinde 50MW’lık elektrik 2012 itibariyle üretilmeye başlanacak ve ondan sonra 300 MW’a çıkartılabilecek kapasitesi olacak. Ayrıca, çalışmaları ulusal enerji akımı boyunca Singida bölgesindeki rüzgar kaynaklarının 500MW’a kadar artırılabilir kapasitesi olduğunu gösteriyor. Rüzgâr bakımından Avrupa'nın ikinci zengin ülkesi Türkiye'de ise bu konuda bir seferberlik görmek mümkün değil, galiba biz cari açığımızla mutluyuz, yeni yılda sürmemesi gereken bir mutluluk bu.


Sınıflandıran: Banu Koç















Hiç yorum yok: