26 Aralık 2011 Pazartesi

2010 Gezegenin Geleceği Almanağı - Hayvanlara Dair Haberler - Banu Koç

 Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç

OCAK

Neyse ki Deniz Kaplumbağaları Caretta caretta’lar, mavi yüzgeçli orkinoslardan biraz daha şanslı. Manavgat'ın Kızılot beldesinde, Kaplumbağaları korkuttuğu için havai fişek atmak yasaklanacak. Kızılot, önemli bir deniz kaplumbağalarının üreme ve yaşama alanı. Kızılot Belediye Başkanı Mustafa Keçer, dünyada nesli azalan deniz kaplumbağalarının korunması için belediye olarak Kızılot sahilinde çeşitli önlemler almaya çalıştıklarını söyledi. Keçer, beldede geçen yıl yapılan çalışmalarda, 536 deniz kaplumbağası yuvası ve her yuvada en az 50 yumurta tespit ettiklerini bildirdi. Kızılot beldesinin 7 kilometrelik sahilinin tamamen üreme alanı. Keçer, yaptıkları araştırmalar sonucunda deniz kaplumbağalarının yavrularının havai fişeklerden çok korktuklarını belirlediklerini söyledi. Bu da üreme ve gelişmeleriyle ilgili sorun yaratıyor. Bu nedenle kaplumbağaların geleceğini düşünerek getirilen bu yasak önemli bir adım.

Daha geçtiğimiz hafta, kaplanların tehlike altındaki türlerin başında geldiğinden bahsetmiştik. WWF’in araştırmasına göre, şu anda tüm dünyada yalnızca 3200 kaplan yaşıyor. Kaplanlara bir darbe de Endonezya hükümetinden geldi. Hükümet, kaplanları bir çifti 100000 dolara evcil hayvan olarak satacağını açıkladı. Üstelik, bunu, soyun devamlılığını sağlamak için yapacağını belirtti! Üç kişi, çoktan evinde Kaplan beslemek için başvuruda bulundu bile. Bu kişilerin prestijli olduklarını göstermek için Kaplan istedikleri belirtildi. Greenpeace Orman Kampanyacısı Bustar Maitar, bunun son derece yanlış bir hareket olduğunu söyledi. Maitar, Kaplan satmanın çözüm olmadığını açıkladı. Devlet, bu hayvanların yaşam alanlarını korumalı. Oysa ki, bu yaşam alanlarını yok ederek palm yağı için plantasyonlar oluşturuluyor. Maitar, yakında Çin yılına göre Kaplan Yılı’na girilecek olmasının da halk arasında talebi arttıracağından endişe ediyor.

Bu arada küresel ısınma nedeniyle yaşam alanı değişen türler de doğaya zarar vermeye devam ediyor. 57 ülkede yürütülen Küresel Yabancı Türler Programına göre, 542 çeşit hayvan ve bitki, aslında kendi yaşam alanlarının dışında yaşadıkları için, bulundukları yerdeki ekosistemleri tehdit ediyorlar. Yabancı türler listesinde 316 bitki, 101 deniz canlısı, 44 tatlı su balığı, 43 memeli, 23 kuş ve 15 sürüngen bulunuyor. Bilim insanları, yabancı türlerden kaynaklanan tehlikenin gün geçtikçe büyüdüğünü söylüyor. Çünkü bu türler, yerli türlerle besleniyorlar, onların alanında ürüyor, yaşam alanlarına zarar veriyor, hastalık yayıyor. Ayrıca aynı ekosistemde kendilerine yuva edinmeye çalıştıkları için de yerli türlerle çatışabiliyorlar. Yeni Zelanda’da tam 222 yabancı tür bulundu. Uzmanlar, bu nedenle ülkedeki yabani hayatın bitme noktasına gelebileceğini söylüyor.

WWF’in yeni araştırmasına göre, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir başka tür ise kaplanlar. Dünyanın en büyük Kaplan nüfüsuna sahip alanlarından biri Bangladeş kıyılarında Sundarbans olarak bilinen alan. Ve bu alan, yükselen deniz seviyesi nedeniyle yüzyılın sonunda sular altında kalacak. Kaplanlar, dünyada soyu tehlike altındaki türlerin başında geliyor. Tüm dünyada Kaplan nüfusu 3200 olarak tahmin ediliyor. WWF, Kaplan soyunun tükenmemesi için sera gazı salımının küresel ölçekte ve derhal azaltılması gerektiğini söylüyor. Kaplanlar, çevrelerine kolaylıkla uyum sağlayabiliyorlar. Rusya’nın karlı ormanlarında da yaşayabiliyorlar, Endonezya’nın tropik ormanlarında da. Ancak Sundarbans’ta deniz seviyesinin o kadar çok ve hızlı yükselmesi bekleniyor ki, kaplanların uyum sağlayacak vakti olmayacak.

Bu arada iklim değişikliği, türleri tehdit etmeye devam ediyor. Davis’teki Kalforniya Üniversitesi profesörü Arthur Shapiro, son 30 yılda artan sıcaklıkların, dağ kelebeklerini tehdit ettiğini buldu. Shapiro, 35 yıldır kelebekler üstüne çalışıyor ve dünyanın en geniş kelebek veri tabanına sahip. Veritabanı, yıllar geçtikçe kelebeklerin daha yükseklere çıktıklarını kesin biçimde ortaya koyuyor. Araştırmalar, normalde deniz seviyesinde yaşayan kelebeklerin 215 metre yüksekliğe kadar çıktıklarını gösteriyor. Sıcaklık artışı böyle devam ederse, daha da yükseğe çıkacaklar ve bir gün gidecekleri bir yer kalmayacak…

Via Campesina hareketinin genel koordinatörü Henry Saragih, gıdanın endüstriyel üretimi ile sera gazı salımı arasındaki ilişkiye dair önemli uyarılarda bulundu. Endüstriyel tarım ve küresel gıda sistemi, bütün sera gazı salımının %44 ila %57'sini oluşturuyor. Bu oranın %11-15'ini tarım faaliyetleri, %15-18'ini tarla açmak için ormansızlaştırma, %15-20'sini gıda işleme, paketleme ve nakliyesi, %3-4'ünü ise organik atıkların dekompozisyonu oluşturuyor. Tarım sektörü, kendi başına sera gazı salımının yarısından sorumlu, o zaman gıda güvenliği konusunu nasıl çözeceğiz? Dünya’da açlığın en büyük nedenlerinden biri tarımın dev şirketlerin elinde olması. Via Campesina, endüstriyel tarım yerine küçük ölçekli tarım yapıldığında, küresel sera gazı salımının yarıdan fazlasının azaltabileceğini savunuyor. Açıklamaya göre, organik maddeyi toprak içinde yeniden tutabilmek, yerel pazarları gıda sisteminin ortasına oturtmak, ormansızlaştırmayı durdurmak ve et üretimi yoğunluğunu azaltmak, sera gazı salımını büyük oranda azaltabilir. Via Campesina, buna “gıda egemenliği” (food sovereignty) adını vermiş.
Dünyanın en önemli hayvan çiftliği sağlığı kurumu da, Via Campesina'nın açıklamalarını destekleyecek bir araştırma başlatıyor. Dünya Hayvan Sağlığı Organizasyonu, et üretimiyle iklim değişikliğinin ilişkisini inceleyecek. Araştırma, bağımsız bilim adamları tarafından yapılacak ve rapor, yaza hazır olacak. İklim değişikliğiyle et yemenin ilişkisi gitgide daha çok dikkat çekiyor. Çiftlik hayvancılığının sera gazı salımından sorumlu olduğunu biliyoruz. Bunun nedenlerinden biri geviş getiren hayvanların sindirimle metan gazı salımına sebep olmaları. Diğeri ise otlak yaratmak için ormansızlaştırma yapılması. Bilim adamları, 2020'de artan nüfusun protein ihtiyacını karşılamak için et üretiminde %50 artış olacağını öngörüyorlar, halbuki bu ihtiyaç kolaylıkla btkilerden sağlanabilir. Japonya'da 2007'de yapılan bir araştırmaya göre, 1 kiloluk bir bonfile, evde tüm ışıkları açık bırakıp üç saat araba kullanmaktan daha fazla sera gazı salımına ve kirliliğe neden oluyor.

Doğa Derneği’nin “Urfa’nın Bozkırları” projesi kapsamında koruma altına alınan türler ve doğa korumanın önemi, yeni yılın ilk gününde tüm Şanlıurfa’da Cuma hutbesinde anlatıldı. Hutbeyi, Doğa Derneği, Çevre ve Orman Bakanlığı birlikte hazırladı. Hutbede, Urfa’nın ceylan, sırtlan, kelaynak, çöl varanı, çizgili ishak kuşu gibi koruma altına alınan türlerin öneminden bahsedildi. Ayrıca, herkesin doğayı koruması için çağrıda bulunuldu. Cuma hutbesinde doğa korumanın önemi anlatılırken ”Bölgemizde yaşayan hayvan türlerinden ceylan, sırtlan, kelaynak, çizgili ishak, çöl varanı ve pek çok kuş türünün nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bizler en büyük zenginliklerimizden çevremize, bitkilere ve hayvanlara karşı daha duyarlı olmalıyız. Bölgemizde özveri ile çalışanlara destek verilmeli ve onlarla beraber koruma çalışmalarını desteklemeliyiz. Onların varlık halkasındaki yerlerini ve taşıdıkları önemi kavramalı ve nesillerimize bu şuuru aktarmalıyız.” denildi. Doğa Derneği’nin Şanlıurfa’da yürüttüğü doğa koruma çalışmaları, dört yıldır sürüyor. Bölgedeki köylüler de çalışmalara destek veriyorlar.

Öte yandan hükümet, baraj sevdasından doğaya zarar vermeye devam ediyor. Doğa Derneği’nin yaptığı açıklamaya göre, Edremit Körfezi’nde bulunan Türkiye’nin en önemli yarasa mağarasının girişi Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından kapatıldı. Ayrıca 1995’te yapımına başlanan ve Havran Barajı için de su tutmaya başlandı. Mağara ise, barajın su toplama havzası içinde yer alıyor. Bakanlık, yarasaların yapay mağaraya taşındıklarını söylese de, içeri girişlere izin vermediği için bundan emin olmak mümkün değil. Yani Çevre ve Orman Bakanlığı, taraf olduğu uluslararası Bern Sözleşmesi ve Hayvanları Koruma Kanunu’nu ihlal ediyor. Mağara,10 türden 20 bin yarasaya ev sahipliği yapıyordu.

ŞUBAT
Adana'da engelli hayvanlar için özel bakımevi kuruldu! Hayvan Hakları Federasyonu Ulusal Koordinatörü Nesrin Çıtırık, diğer yerel yönetimleri de engelli hayvanlar için kalıcı engelli bakımevleri yapmaya davet etti. Adana Büyükşehir Belediyesi Doğayı ve Hayvanları Koruma Derneği Hayvan Barınağı’nda oluşturulan özel bakımevinde, görme ve yürüme engelli 300 köpek bakılıyor. Köpeklerin 28’i çevre illerden getirildi. Bakımevinin amacı ise felçli, kör, işkence sonucu ruh sağlığı bozulmuş hayvanlara hizmet vermek. Türkiye’de hayvan haklarının gelişmesi için bu çok önemli bir değişiklik. Emeği geçen herkesi kutluyoruz.

The Guardian gazetesinde yayımlanan bir araştırmaya göre, primat türlerinin yarısı, tropik ormanların yok edilmesi, yasadışı avcılık ve ticaret nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Rapor, soyları tükenmek üzere olan en önemli 25 türü sıralamış. Madagaskar, Afrika, Asya, Orta ve Doğu Amerika'daki primatlar, ciddi risk altındalar. Bazı türlerin toplam nüfusu 60'a kadar düşmüş durumda. Dünyadaki 634 primat türünün %48'i, soyu tehlike altındaki türlerin sıralandığı IUCN'nin yani Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin kırmızı listesinde. Araştırmacılardan Russell Mittermeier, araştırmanın amacının en büyük risk altında olan türleri göstererek kamuoyunun dikkatini çekmek olduğunu açıkladı. Bu şekilde, devletlerin de konuyla ilgili harekete geçmeleri sağlanabilir.

Population Ecology yani Popülasyon Ekolojisi dergisinde yayınlanan başka bir araştırmaya göre ise, iklim değişikliğinin artık ne yazık ki alıştığımız kötü etkilerinden birini gözler önüne seriyor. Araştırmaya göre, ayı sansarı adı verilen bir etobur memeli hayvan, eriyen buzullarla birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Araştırmalar, Kuzey Amerika'da ayı sansarı nüfusunda ciddi bir düşüşe işaret ediyor. Ayı sansarı, İskandinavya, Kuzey Çin, Kuzey Rusya ve Batı Kanada'da yaşıyor. Montana Üniversitesi'nden Jedidah Brodie, iklim değişikliğinin bu tür üstündeki etkilerini inceledi. Araştırma, 1968-2004 yılları arasında Kanada'da buzulların erimesiyle ayı sansarı nüfusunun azalma hızının doğru orantılı olduğunu belirledi.

Deniz Canlılarının Korunması ve İncelenmesi Organizasyonu, Galapagos Adaları'na özgü deniz arslanlarının 1500 km. Yol kat ederek kuzey Peru'da yaşamaya başladıklarını açıkladı. Neden olarak ise, artan deniz sıcaklıkları gösterildi. Yetkililer, Galapagos deniz aslanlarının, ilk kez bölge dışına çıktıklarını belirtti. Son 10 yılda, deniz arslanlarının yeni yerleşim yeri olan Piura'da deniz suyu sıcaklığı 17 dereceden 23 dereceye yükseldi. Galapagos Adaları'nda ortalama deniz suyu sıcaklığı 25 derece ve her geçen gün yükselmeye devam ediyor.

Her yıl binlerce ton çöp denizlere dökülüyor. Spiegel dergisinin ulaştığı gizli bir hükümet raporu, BM ve AB'nin okyanusları korumakta başarısız olduklarını gösteriyor. Her yıl, 20 bin ton atık Kuzey Buz Denizi'ne atılıyor. Bu atıkların sorumlusu çoğunlukla gemiler ve balıkçılık endüstrisi. Bu kirlilik hem ekolojik ve ekonomik problemlere yok açıyor, hem de deniz yaşamı için geri çevrilemez zararlara yol açıyor. Denize atılan atıkların en tehlikelileri ise plastikler. Deniz canlıları, plastik parçacıklarını yuttuklarında zehirlenerek ölüyorlar. Geçen yıl Berlin Charite Üniversite Hastanesi'nin yaptığı araştırmaya göre, plastik partiküller, vücudun hormonal dengesini altüst ediyor. Başka bir araştırmaya göreyse, Kuzey Buz Denizi'nin çevresinde yaşayan ve balıkla beslenen kuşların %80'inin ağzında plastik parçaları bulundu. Aldığımız her iki nefesten biri okyanuslardan geliyor.

Rusya ve 12 Asya ülkesi, 2022’ye kadar Kaplan nüfusunu iki katına çıkarmak için işbirliği yapmak üzere bir bildirge imzaladılar. Özellikle kaplanların yaşam alanına zarar verecek yollar ve köprülerin inşaatını yasakladılar. Ancak soyu tükenmek üzere olan kaplanları korumak için hala bir fon kaynağı yok. Tayland Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Suwit Khunkitti, bugüne kadar kaplanlara kimsenin gereken önemi vermediğine değindi. 20.yy’ın başında 100 bin olan Kaplan nüfusu, bugün tahminen 3200’e indi. Bildirgeyi imzalayan ülkeler ise Bangladeş, Butan, Kamboçya, Çin, Hindistan, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Nepal, Rusya, Tayland ve Vietnam. Kaplanların en yoğun yaşadığı ülkelerin böyle bir anlaşmaya varmaları, soyu tükenmek üzere olan kaplanları yeniden hayata döndürebilir. Darısı diğer türlerin başına...

Bir başka işbirliğinde Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransa’dan bilim insanları, aynı şansın balinalara da tanınmasını sağlamak üzere harekete geçtiler. Grup, Japonya’nın sözde bilimsel gerekçelerle öldürdüğü balinaları aslında öldürmesine gerek olmadığını kanıtlamak için Antartika’ya doğru yola çıktı. 18 bilim insanı, balinalar, beslenmeleri ve birbirleriyle iletişimiyle ilgili araştırma yapacak. Böylece Japonya’nın bilimsel araştırma bahanesiyle katlettiği balinaların aslında hayatta kalabileceğini kanıtlamak istiyorlar. Japonya’nın Antartika’da altı adet balina avcılığı gemisi var. Üstelik bu gemiler, 1986’dan beri süren ticari balinacılık yasağına rağmen Uluslararası Balinacılık Komisyonu’nun izin vermek zorunda kaldığı gemiler. Avustralya ve Yeni Zelanda başta olmak üzere birçok hükümet, bu ayrıcalığın kaldırılmasını ve balina avcılığının tamamen yasaklanmasını istiyor.

Doğa Derneği, nesli küresel ölçekte tehlike altında olan şah kartalların Balkanlar ve Trakya'da hayatta kalma başarılarının düşük olduğuna dikkat çekiyor. Geçen yıllarda yapılan araştırmalarda Trakya’da 19, Bulgaristan’da 17 şah kartal yuvası belirlendi. Bolu’da da 7 çift şah kartal bulunuyor. Ancak bölgede ölüm oranı yüksek. Yani Bulgaristan ve Türkiye, kartalların neslinin devamı için dünyanın en önemli ülkeleri. Bugün Avrupa’da toplam şah kartalı sayısınn 850 çift olduğu tahmin ediliyor. Doğa Derneği’nin açıklamasına göre, şah kartalların korunması için sınır ötesi iş birliklerinin arttırılması ve etkin koruma yöntemleriyle kaçak avcılığın ve tarımda kimyasalların aşırı kullanımının sınırlandırılması gerekiyor. Çünkü şah kartal gibi pek çok yırtıcı ve göçmen kuş, yaşam süreleri boyunca kaçak avcılık, zehir kullanımı, yüksek gerilim hatları gibi insan faaliyetleri sonucu hayatını yitiriyor. Ekosistemlerin varolması için, tüm türlerin sağlıklı biçimde hayatlarına devam edebilmeleri şart. Bugün ise ekonomik etkinliklerimizde işin şirazesini kaçırdığımız için kendimizle beraber gezegenin diğer canlılarının da yaşam hakkını ellerinden alıyoruz.

Kelebeklerle ilgili sevindirici bir haber Kırklareli’nden geldi.. İstanbul Orman Bölge Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, Kelebek-Türk Gözlem Grubu’nun araştırmaları sonucunda, Kırklareli'nde dört endemik kelebek türü belirlendi. Bu kelebek türleri, Türkiye çapında kelebek çeşitliliğini ve dağılımını belirlemeyi amaçlayan www.kelebek-turk.com internet sitesinde de paylaşıldı. Türler, bu alanda çalışmalar yapan entomolog Prof. Dr. Ahmet Koçak tarafından da onaylandı. Bu arada, daha önce Türkiye listesinde olmasına rağmen, Kırklareli'nde varlığı tespit edilmeyen dört farklı kelebek türü de fotoğraflandı. Birçok türün soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıyayken yeni türlerin keşfedilmesi umut verici oluyor.

Amerika’da soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir tür daha, soyunu devam ettirme umutlarını yitirdi. Federal yetkililer sincaba benzeyen bir tür olan pikanın Soyu Tükenme Tehlikesiyle Karşı Karşıya olan Türler Kanunu’na girmesini reddettiler. Oysa pikalar, artan sıcaklıklar nedeniyle yaşam alanları olan dağlarda artık yaşayamıyorlar. Birçokları, daha yüksek yerlere çıkmaya çalışıyor. Tüm ülkede, pika sayısı tehlikeli derecede azalıyor. Geçmişte bulundukları 25 bölgeden 6 sında artık pika yaşamıyor. Soyu tükenmek üzere olan türler hakkındaki yasal düzenlemelerin, çok daha sıkı olması gerek. Çünkü ne yazık ki, geri dönüşü yok, bir giden bir daha geri gelmiyor. Pikalar da gitmesin...


MART
Kraliyet Botanik Bahçesi, Kraliyet Cemiyeti yani Royal Society, ve Greenpeace’inde içinde olduğu bir çok çevreci kuruluş, Hint Okyanusu’nda bulunan Chagos Adaları’nın çevresindeki ikiyüzonbin km2 bölgenin dünyanın en büyük deniz rezervi olması için kampanya yürütüyor. Chagos Ada takımı 55 adadan oluşuyor. Berrak ve ışıldayan denizi ve bozulmamış mercan kayalıkları ile Chagos Adaları, doğa severler tarafından “Kayıp Cennet” olarak adlandırılıyor. Aynı zamanda biyoçeşitliliği ile dünyaca ünlü. Deniz rezervi gerçekleşirse adalar çevresinde balıkçılık ve mercan çıkarılması yasaklanacak. Kaplumbağa üreme alanlarını ve diğer kıyısal ekosistemleri bozacak avlanma dahil insan etkileri önlenecek. Greenpeace ve ortaklarının yürüttüğü kampanyada ikiyüz değişik ulustan ikiyüzyetmişbeşbinden fazla kişi bu suları koruyabilmek için mesaj gönderdi.

Yeni Zelanda’da dan bir başka haberde hükümet, koruma altında olan bir bölgeyi madenciliğe açma planları yapıyor. Maden açma planlarını 500 kişi Meclis önünde güçlü ve renkli bir şekilde protesto etti. Maden planları yedibinellisekiz hektarlık paha biçilmez doğal alanın koruma altındaki statüsünü kaldırıyor. Doğa yok edilirken altından altın, gümüş, kömür ve diğer mineraller çıkarılacak. Forest and Bird, Greenpeace, Coromandel Watchdog ve Green MP’nin de katıldığı bu protesto Nelson man Joni Bridges tarafından, Facebook sitesini kullanarak düzenlendi. Göstericilerden bazıları doğal alanın sakinleri olan kiwi, kakariki ve puheko hayvanlarının kılığına büründüler.

Tehlikede olan bir canlı da Bal Arısı! Bal arılarının kitlesel olarak ve hızlı bir şekilde ölümü tüm dünyaya yayılıyor. Uzmanlar bunun nedenini bulmak için seferber oldu. Ancak henüz kesin bir sonuca varılamadı. İlk olarak 2006 yılında gözlemlenen ve bilim adamlarını şaşkına çeviren Amerikan arı popülasyonundaki hızlı düşüş devam ediyor. Uzmanlar, milyonlarca yetişkin arının ortadan kaybolmasına ve kovanın yok olmasına neden olan bu fenomeni “koloni çöküş bozukluğu” olarak adlandırıyor. Koloni çöküş bozukluğu Kuzey Amerika’nın dışında, Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerinde de son yıllarda rastlanıyor. Arıların neden ortadan kaybolduğunu anlayabilmek için akla gelen tüm olası nedenleri inceleyen bilim insanları; virüs, parazit, açlık ve çeşitli çevresel faktörleri gözden geçirdi. Yine de arı popülasyonunun azalmanın nedenine dair net bir sonuca ulaşılamadı. Ancak 887 farklı arı, polen ve kovan örneğinde 121 değişik haşere ilacı tespit edilmesi, bu ilaçların arıların durumuyla bağlantılı olabileceğine dair şüpheleri artırdı. Arılar bizimle beraber içinde yaşadığımız kimyasal çorbayı paylaşıyorlar, kim kimyasallara daha hassas anlaşıldı, bakalim insanlık kolonisi ne zaman çökecek.

Avusturalya Su Ürünleri Müdürlüğü son yıllarda genç ıstakozların sayısının azaldığını belirtti. Hint Okyanusu bölgesindeki deniz suyu ısısı, rüzgar ve yağmur seviyesindeki değişiklikler balıkçılığı etkiliyor. Dr Nick Caputi’nin açıklamasına göre, çevresel etkenlerin uygun olmasına rağmen ıstakozların yerleşimi özellikle son iki yıldır düştüğünü ve bu azalmada açıkça başka faktörlerin sebep olduğunu düşündüklerini ve bunun üstünde çalışmaya devam ettiklerini belirtti.

Evinizdeki akvaryum aynen doğa gibi mi olsun istiyorsunuz? Eskiden olduğu gibi bugün de Florida kayalıklarında akvaryumlar için tüplü dalanlara ve balık yakalayanlara sık rastlanır. Şimdi buna bir üçüncü grup eklendi. Yengeç, karides ve diğer omurgasız hayvanları ne yemek için ne de eğlence için yakalayanlar. Tek amaçları akvaryumlar için ticaret. Amerika’da toplamda 700,000 tuzlu su akvaryumu olduğu tahmin ediliyor. Akvaryum sahiplerini tropikal balıklar, bir kaç taş ve plastik dalgıç figürler tatmin etmez oldu, onlar birer minyatür okyanus istiyor. Artık akvaryumlar, canlı mercan, anemon, karides, deniz kestanesi, yengeç ve salyangozlar ile birer canlı eko-sistem. Bunun sonucu olarak gittikçe büyüyen bir pazar oluştu. Ama bilim adamları bu hobinin sonucunun, tam da taklit edilmeye çalışılan ekosistemin kendisini bozduğunu belirtti. Bu akvaryumların temizliği için de revaçta olan ve özde görevleri denizi temizlemek olan omurgasızların azalması, balıkçılığın sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta. Akvaryumlar için doğal yaşamı tehdit etmemek gerek.

Soyu tükenme tehlikesinde olan balinanın doğum yaparken çekilen resimleri ABD Deniz Kuvvetleri sitesinde yayınlandı. Araştırmacılar salı günü gerçekleşen olayın bugüne kadar sadece iki kez fotoğraflanabildiğini belirtti. Bu fotoğraflar deniz kuvvetlerinin atış talimlerinin yapıldığı bölgenin hemen yakınında çekildi. Öte yandan çevreciler denizcilerin planlarının bu balinaların yavrularını doğurmak için her yıl geldikleri Georgia ve Florida sahillerinden göç etmelerine sebep vereceklerini söylüyorlar. Umuyoruz ki dünyada Kuzey Atlantik Balinaları’ndan sadece 400 adet kaldığı söylenen bu sahillerde derhal bir önlem alınır.

Orangutanlara küçük bir mola... Greenpeace’in Çarşamba günkü raporunun ve eylemlerinin ardından Unilever’den sonra dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri olan Nestle de, Endonezya’daki yağmur ormanlarının yok edilmesiyle ilgili Sinar Mas şirketinden palmiye yağı almayı bıraktı. Daha önce İsviçre Nestle şirketi Sinar Mas’ı başka bir şirketle değiştirmişti. Nestle, yağmur ormanlarının yok edilmesini engellemek amacıyla bağlantılı oldukları tüm tedarik şirketlerini sorgulayacaklarını belirtti. Ancak bu Greenpeace taleplerini henüz karşılamıyor.

Bu sabah tüm Avrupa’da yaklaşık 100 aktivist, bazıları orangutan kıyafetleri içinde, Nestle’nin Birleşik Krallık, Almanya ve Hollanda’daki merkez ve fabrikalarında protestolarda bulundular. Bu şekilde Nestle yönetimine ve çalışanlarına, şirketin palmiye yağı kullanmasını durdurmaları için çağrıda bulundular.
Nestle bir çok ürününde palmiye yağı kullanıyor. Buna Kit Kat çikolatası da dahil. Palmiye yağı talebi o kadar arttı ki yağı satan şirketler Endonezya’daki yağmur ormanlarını yıkmaya başladılar. Bizim bu yağmur ormanlarına ihtiyacımız var. İklim üzerinde ve karbondioksit emiliminde ölümcül bir rol oynuyorlar. Yağı satan şirketler dünyamızın ciğerlerini kesmekle kalmayıp, Endonezya’yı Amerika Birleşik Devletler ve Çin’den sonra üçüncü en çok karbon yayan ülke durumuna getirmeye de hizmet ediyorlar. Şaşırtıcı gelebilir ancak ormanlari yok etmek karbon yayılımında bütün arabalardan, kamyonlardan, uçak ve diğer araçların hepsinden daha fazla rol oynuyor. Toplam salımın beşte biri. Ama hepsi bu değil. Ormanları yok etmek aynı zamanda orangutanların doğal ortamlarını yok ediyor. Bu şekilde hali hazırda türü tükenme tehlikesinde olan bu hayvanların sonunu hazırlıyoruz. Bu nedenle bir daha Kit Kat veya başka palm yağı içeren ürünler yemeden önce bir kez daha düşünmeliyiz.

Her yıl Kanada’da yavru foklar, vahşice öldürülerek avlanıyorlar. Her yıl mart sonlarında başlayan fok balığı avı için, Kanada bu yıl da kontenjanını artırdı. Dünya genelindeki protestolara rağmen geçen yıl 338 bin 200 fokun avlanmasına izin veren Kanada, bu yıl kontenjanı 50 bin artırdı ve avlanacak fok sayısını 388 bin 200 olarak açıkladı. Kanada Federal Balıkçılık Bakanı Gail Shea, yaptığı açıklamada, kotanın artırılmasına gerekçe olarak, yine bölgedeki fok sayısının artmasını gösterdi. Devlet avcıların isteksiz olduğunu görünce teşvik açıkladı. Öte yandan avcıların bu yılki av için çok da istekli olmadıkları haberleri geliyor. Bunun nedeni Avrupa Birliği’nin üye ülkelere fok yasağı koyması ve dünyada artan tepkiler nedeniyle, müşteri bulmakta zorlanacaklarını düşünmeleri. Devletin teşviğine rağmen uzmanlar da, av bölgesindeki buzulların durumunun iyi olmadığına dikkat çekerek, avcıların erime yüzünden ciddi sorunlarla karşılaşabilecekleri uyarısında bulundular.

Binalardaki yapay ışıklarin kuşları, plajlardaki ışıklarin da deniz kaplumbağalarını şaşırtıp ve onlari çoğunlukla ölümle biten bir kapana kıstırdıklarını biliyor muydunuz? Uzmanlar, Kuzey Amerika'da en az 100 milyon kuşun -çoğunlukla da alçaktan uçan ötücü kuşların- binalara çarparak öldüğü görüşünde. Kuşların çarparak ölümünün en büyük nedeni, onları gece gündüz demeksizin şaşırtan pencere camları. Bu arada yolunu şaşıran kuşlar da kent labirentinden çıkmak için çabalarken bitkin düşüyor. FLAP (Ölümcül Işık Bilinçlendirme Programı) gönüllüleri tarafından bulunan kuşların ancak yarısı hayatta kalabiliyor ve bu kuşlar yeniden gökyüzünü salınıyor. Öte yandan ışık kirliliği yalnızca kuşları tehdit etmiyor. Deniz canlıları da ışık kirliliğinden nasibini alıyorlar. 95 milyon yıldır yeryüzünde yaşayan deniz kaplumbağaları için "ışık kirliliği" büyük bir tehdit. Çünkü, deniz kaplumbağaları yumurtalarını kumsallara bırakıyorlar. Yumurtadan çıkan yavrular ise, denize kavuşabilmek için içgüdüsel olarak ayışığını ya da sudan yansıyan ışığı izliyorlar. Ama yavruların yuvadan çıktıkları kumsalda başka ışık kaynakları varsa, yavrular denize değil ışığa doğru gidiyor ve yollarını kaybediyorlar. Sonuçta çok büyük bir kısmı denize kavuşamadan ölüyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP, Rusya’yı 2014 Sochi Olimpiyatları için hayata geçirilen projelerin çevresel etkilerini dikkate almadığı için eleştirdi. UNEP son raporunda, projelerin, bölgenin çok özel olan yaban hayatını yok edebileceğini açıkladı. Aktivistler, bölgede ekosistemlerin zaten geri döndürülemez derecede zarar gördüğünü, kuş ve ayıların yaşam alanlarının çoktan yok edildiğini söylediler. UNEP raporunda bu bölgenin ekosisteminin iyileştirilebilmesi için, Sochi Milli Park’ının genişletilmesi, Mzymta’nın daha iyi korunması, Karadeniz kıyıları boyunca korunan alanların arttırılması gibi çözümler gösterdi.

ABD Balık ve Yaban Hayat Kurumu'nun, birçok çevre kuruluşuyla beraber yayımladığı rapor, iklim değişikliğinin sonuçlarıyla ilgili çarpıcı bir gerçeği daha ortaya koyuyor. Iklim değişikliği, kuş türlerini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. ABD İç İşleri Bakanlığı Sekreteri Ken Salazar, en çok göçmen kuşların risk altında olduğunu söyledi. Rapor da, hayatı okyanusa bağımlı kuşların en kırılgan türler olduğunu gösteriyor. Albatros, kutup martısı ve fırtına kuşu başta olmak üzere 67 okyanus kuşu türü, özellikle risk altında. Çünkü bu türlerin yıllık üreme oranları çok düşük. Üstelik yaşam alanları da iklim değişikliğinin etkilerine karşı son derece hassas. Salazar, İç İşleri Bakanlığı’nın sekiz bölgede iklim değişikliğiyle mücadele stratejileri geliştirmek için İklim Bilimi Merkezleri'yle birlikte çalıştığını ifade etti. Türkiye'de hala resmileşmemiş bir strateji belgesi duruyor ancak bu belgede biyolojik çeşitlilik koruma adına hiçbirşey içermiyor. Birilerinin çıkıp yine ağaçlandırma yapıyoruz demesi ise bu konuda cehalet örneği olacak.

İngiltere Tabiatı adlı, hükümete bağımsız danışmanlık yapan kuruluşun "Kaybolan Yaşam" adlı raporu yayımlandı. Rapor, İngiltere'de yaklaşık 500 hayvan ve bitki türünün son iki yüzyılda neslinin tükendiğini gözler önüne seriyor. Soyu tükenenler arasında kelebek türleriyle amfibilerin, yani hem karada hem de suda yaşayan hayvanların başı çektiği belirtildi. Ayrıca hemen hemen 1000 yerli türün geleceğinin belirsiz olduğu ve bunlara korumada öncelikli statüsü verildiği kaydedildi. Raporda biyoçeşitliliğin azalmasında, yaşam alanlarının kaybı, çevre kirliliği, yerli olmayan türlerin baskısı gibi sebeplerin etkili olduğu belirtildi.

“Dinozorlar yok olduğundan bu yana, insanlık ilk kez hayvanları ve bitkileri evrimleşmelerine zaman tanımadan yok ediyor.” Bu açıklama, Uluslararası Doğa Koruma Birliği IUCN’nin Türlerin Hayatta Kalmasına ilişkin Komisyonu’un başkanı Simon Stuart’a ait. Türlerin Hayatta Kalmasına ilişkin Komisyon, dünyada soyları tehdit altında olan ve soyları tükenen türleri resmi olarak açıklama yetkisine sahip tek kuruluş. Uzmanlar, dünyanın şu anda “6. Yokoluş” evresinde olduğunu belirtti. Bu kez, önceki beş evreden farklı olan ise, bunun insane eliyle yapılması. Esas nedenler türlerin doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, avlanma, yabancı türlerin yayılması ve iklim değişikliği. IUCN’nin 2004 yılında dünya biyoçeşitliliğine dair yayımladığı rapor herkesi çok şaşırtmıştı. Çünkü raporda, soyların tükenme hızının, insanlardan önceki dönemlere ait fosillerden elde edilen bilgilere göre 100-1000 kat daha hızlı olduğu açıklanmıştı. O zamandan bu yana resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak Harvard Üniversitesi’nden ünlü biyolog Profesör E.O.Wilson, geçtiğimiz 20 yılda soyların tükenme hızının önceki döneme göre 10 bin kat arttığını söyledi.
Normalde arada bazı soyların tükenmesi evrimin doğal bir parçası ancak bu hızla değil. Dünya üstünde bir dönem yaşamış türlerin yalnızca %2’si bugün hayatta. Ancak fosiller, 3.5 milyar yıllık dönemde her yıl bir milyonda bir türün yok olduğunu gösteriyor. Şu anda ise bu oran yıllık milyonda 100-1000 arasında. En son bu kadar hızlı yok oluşun yaşandığı dönem dinozorların yok olduğu dönemdi, yani 65 milyon yıl önce… Şu anda resmi olarak 208 tür “yok olmak üzere”. Bu türlerin çoğuna yıllardır hiçbir yerde rastlanmadı. 17300 tür ise tehdit altında. Her beş memeliden biri, her sekiz kuştan biri, her üç sürüngenden biri ve her dört mercandan biri, eğer gerekli önlemler alınmazsa soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu yılın sonunda Biyoçeşitlilik Antlaşması taraflar toplantısında, ülkeler 2002’de biyoçeşitlilik kaybı hızını azaltmakla ilgili verdikleri sözü yerine getiremediklerini açıklayacaklar. Ilerisi için ise daha güçlü hedefler belirlemeleri bekleniyor.

Batı Amerika’nın ikonik hayvanı bizon, uluslararası bilim insanlarının hazırladığı yol haritasıyla yine uçsuz bucaksız bozkırlarda özgürce yaşayabilecek. Uluslararası Doğa Koruma Birliği IUCN’nin son raporunu, Meksika, Amerika ve Kanada’dan onlarca bilim insanı ve bizon uzmanı birlikte hazırladı. Rapor, 100 yıl once soyu tükenmenin eşiğinden kurtarılan bu türün soyunun iyileştirilmesi için ikinci bir şans olabileceğini ortaya koyuyor. Ancak başarı, bizonların serbestçe yaşayabilecekleri binlerce, belki milyonlarca hektarlık bozkırların sağlanmasını gerektiriyor. Bu da aslında hukuki düzenlemeler ve hayvanlara dair Amerikan düşünce sisteminin değiştirilmesini gerektiriyor. Amerikalılar, bizonu hala yalnızca “yiyecek” olarak görüyor. Onun dışında batılı çiftçiler ise hayvanları potansiyel hastalık kaynağı olarak algılıyorlar. Her iki algının da değişmesi şart. 20. yüzyıla dek on milyonlarca bison Alaska’dan Meksika’ya kadar serbestçe yaşıyordu. Ancak Avrupa’nın kürk talebini karşılamak isteyen avcılar, bu türü hızla yok etti. Büyük çabalarla tür yok olmanın eşiğinden geri döndürüldü. Şu anda yaban hayatta 31 bin adet bizon bulunuyor. 400 bin bizon ise, Amerika’da özellikle bizon eti sunan restoranlar zinciri için yetiştiriliyor.

Hindistan’da soyu tehlike altında olan tür ise kaplanlar. Uzmanlar, Hindistan’da yabani olarak yalnızca 800 kaplan kaldığını söylüyor. Eğer radikal adımlar atılmazsa, kaplanlar beş yıl içinde yok olacak. Rajastan’da 12 yıl önce kurulan Kaplan izleme komitesi Tiger Watch, bağımsız bir kuruluş. Tiger Watch’ın araştırmalarına göre, 20. Yüzyılın başında Hindistan ormanlarında 45 bin Kaplan yaşıyordu. 1972’de Kaplan avcılığı yasaklandı, çünkü sayıları 2000’e kadar inmişti. Ocak ayında WWF, en büyük tehlike altındaki on türü açıkladı. Kaplan, bu türlerin arasında ilk sırada çünkü tüm dünyada yalnızca 3200 adet kaldığı tahmin ediliyor. Bunun ardından WWF 2010’u Kaplan Yılı ilan etti. Çin takvimine göre de zaten şu anda Kaplan yılındayız. WWF, şimdi 2022’ye dek Kaplan nüfusunu iki katına çıkarmayı hedefleyen global bir kampanya yürütüyor. Dünya liderlerinin bu konuda adımlar atması gerekiyor. Tabii Hindistan’da liderlere daha da çok sorumluluk düşüyor. Çünkü ülkenin simgesi Bengal kaplanlarından yalnızca 800 adet kaldı…

12.500 plastik şişeden yapılan Plastiki San Francisco'dan demir aldı.
Böylelikle Plastiki'nin 7.500 mil sürecek olan yolculuğu da başlamış oldu. Plastiki'nin yolculuğunun Sidney'de son bulması planlanıyor.
Rohtschild, 2006 yılında UNEP tarafından açıklanan bir raporla harekete geçmiş. Raporda plastik atıkların okyanuslardaki yaşamı nasıl olumsuz etkilediğine yer veriliyordu. Rothschild, bugün kullandığımız plastiklerin aslında neredeyse yüzde yüzü geri dönüştürülebilir ürünlerden yapıldığını, ancak bunların sadece yüzde yirmisinin geri dönüştürüldüğünü belirtiyor. Plastiki'nin yolalmak için ihtiyaç duyduğu enerji "yeşil enerji" sistemlerinden elde edilecek. Rothschild, yolculuğunu planlarken çevre sorunlarının artık hayatımızın en temel sorunları olduğuna dikkat çekebilecek bir rotada gitmeye özen gösterdi. Bu rota pekçok insanın kabusu olan Kalifornia ve Hawai arasındaki Doğu Pasifik Çöp Girdabı'ndan geçecek.
Kuzey Pasifik'te yeralan bu girdap hakkında çok az şey biliniyor. Bilinen tek şey bu girdabın dünyadaki çöpleri içine çektiği. Bilimadamlarının hesaplamalarına göre dünya üzerinde üretilen plastiğin % 10'u okyanuslara gidiyor. Bu da her bir deniz milinde 46.000 parça plastik barınıyor demek. Daha da kötüsü her yıl binlerce deniz memelisi ve deniz kuşu bu plastik parçalarını yutarak ölüyor.

Maalesef Avrupa Birliği, üye ülkelerde ilk kez bir GDO’lu tohumun yetiştirilmesine izin verdi. Bu tohum, Alman kimyasal devi BASF’nin ürettiği ve çok tartışmalı olan Amflora patatesi tohumu. 10 yıldır onay için bekleyen tohumların, yalnızca endüstride ve hayvan besini olarak kullanılacağı söylendi. Bu şekilde insan sağlığını koruyorlar gibi görünse de, bu tohumlarla beslenen hayvanların eti ve sütüyle, GDO’lu patates bizim de vücudumuza girmiş olacak. Galiba en iyisi vejeteryan olmak. Ayrıca bu karar, onay için bekleyen diğer 50’den fazla GDO’lu tohum için de kapı açıldığı söylniyor. Özellikle ABD mısır tarımını ele geçirmiş olan Monsanto’nun Roundup Ready mısırları da böylece Avrupa’ya giriş yapabilir. Her Avrupa Birliği üyesi ülke, kendibaşına karar verecek.

Sizlere bugün Washington DC Chinatown’dan sesleniyorum. Dışarıda ambulans sesleri inliyor, ama kaliteli ses cihazım sayesinde bunları umuyorum duymuyorsunuz. Geldiğim Greenpeace Uluslararası Program toplantısında yapacağımız planlar, umuyorum, buraya uçmamın karbon bedelini karşılar, ve gezegen için toplamda hayırlı olur.
Hazır Amerika’dayken buradan bir haberle başlayalım. Bilim insanlarını şaşırtan uzun bir yok oluşun ardından deniz aslanları San Fransisco'ya geri dönüyor. Deniz aslanları, nedeni anlaşılmayan bir biçimde, bir anda göç etmiş, sayıları 1700'e kadar inmişti. Sonra birden San Francisco'da yalnızca bir düzine kadar deniz aslanı kalmıştı. Deniz Memelileri Merkezi'nden Jim Oswald, şu anda sayılarının artmakta olduğunu belirtti. Uzmanlar, göç etmeyen bir tür olan deniz aslanlarının gidişini su sıcaklıklarının ısınmasına bağlamışlardı. Gelecek günlerdeki araştırmalar, göç etmeye başlama nedenlerini daha iyi aydınlatacak şüphesiz.
Okyanus suyu sıcaklıklarının yükselmesi, yalnızca deniz aslanlarını değil, denizdeki tüm hayatı etkiliyor. 2009'da ABD kıyılarında yaşanan köpek balığı saldırılarında ani bir düşüş yaşandı. Bu tabii ki insanlar açısından iyi bir haber gibi görünebilir, ancak bilim insanları aksine işaret ediyorlar. Florida Üniversitesi'nden George Burgess, köpekbalıklarının belirli bir sıcaklığın altında yaşadıklarını, bu nedenle yaşayabilecekleri deniz suyu sıcaklığına sahip alanlara gitmeye başladıklarını açıkladı. Yani kuzeye doğru... 2008'de 41 olan köpekbalığı saldırı sayısı, 2009'da 28'e düştü. Ortalama olarak her yıl 40-50 saldırı yaşanırken, 2009'daki bu ani düşüşün sebebinin de küresel ısınma olduğu düşünülüyor, ancak insan acaba hepsini yüzgeçlerinden çorba yapmak için avladılarda denizleri boşalttılar mı diye düşünmeden edemiyor.

Havaların ısınmasıyla Yaşayan Bahar Kampanyası da başladı! Kampanya, tüm doğaseverleri göçmen kuşların dönüşünü kutlamaya davet ediyor. Kampanyanın Türkiye temsilcisi Doğa Derneği, Leylek, Kırlangıç, Ebabil ve Guguk Kuşunu gözleyeren herkesi “www.springalive.net” adresinde gözlemleri paylaşmaya davet ediyor. Yaşayan Bahar, Türkiye dahil 36 ülkede uygulanan geniş katılımlı bir kampanya. Katılmak için baharın habercisi olarak bilinen Leylek, Kırlangıç, Ebabil ve Guguk Kuşlarını gözlemlemek ve gözlemi www.springalive.net adresindeki web sayfasına kaydetmek yeterli. Doğa Derneği’nden Burcu Arık, böylece gezegeni paylaştığımız kuşları tanıtmanın yanı sıra onların göç yolculuklarında karşılaştıkları sorunları da dile getirdiğimizi söyledi. Kuşlar göç yolları üzerinde beslendikleri ve üredikleri yaşam alanlarını hızla kaybediyorlar. Yaşayan Bahar Kampanyası 2006 yılından beri gerçekleştiriliyor ve katılım her yıl artıyor. 2008 yılında 56.000 olan gözlem kaydı, 2009 yılında 94.000 oldu.

Amerika Maine Körfezi Araştırma Enstitüsü'nün son çalışmasına göre, balinacılık küresel ısınmaya katkıda bulunuyor. Ticari balinacılık, gerçekleştirildiği son yüzyıl boyunca yaklaşık 100 milyon ton karbon diyoksit salımına neden oldu. Bu miktar, 50 bin kilometre karelik bir ormanı yakmakla ya da 128 bin adet büyük spor arabayı 100 yıl boyunca her gün kullanmakla eşit sera gazı salımı anlamına geliyor. Araştırmayı yöneten Andrew Pershing, balinaların 'okyanusların ormanları' olduklarını söyledi. Balinalar, büyük ölçüde karbonu vücutlarında depoluyorlar. Öldürüldüklerinde ise bu gaz açığa çıkıyor. Yani bir balinayı öldürmek, karbon depolama sisteminden bir parçayı çekip, içindeki karbonu atmosfere salmak anlamına geliyor. Büyük balinalar, 9 ton karbon depolayabiliyorlar. Bu kadar karbonu ancak çok büyük ve çok eski ağaçlar depolayabiliyorlar. Vicdani nedenlerin yanında mantıkı olarak da bu bilgilere sahip olan ve gezegenin geleceğini düşünen kimsenin balinaları öldürmeye hakkı yok.

Şanlıurfa'da kelaynaklar geçici olarak özgürlüklerine kavuştular! Valilikten yapılan açıklamaya göre, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu'nda bulunan 99 adet kelaynak kuşu, 2010 üreme dönemi için doğaya salındı. Her yıl şubat aylarında doğaya bırakılan ve yaklaşık 6 ay serbest kalan kelaynaklar, göç hazırlığı yaptıkları temmuz ayında yeniden kafeslere alınıyor. Kelaynakların soyu tüm dünyada tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Sayıları, 1950 yılından itibaren tarım ilaçlarının aşırı kullanılması ve yaşam alanlarının sınırlı hale gelmesi nedeniyle giderek azaldı. Kelaynaklar, Türkiye'de sadece Birecik'te yaşıyorlar. 1997'ye kadar göç etmesine izin veriliyordu. Ancak kelaynakların çoğunluğunun göçten geri dönmemeleri nedeniyle 1998 yılından itibaren göç dönemi başlangıcında Birecik'teki kelaynak üretme istasyonunda kafeslere alınmaya başlandı. Bu sayede doğal kanyonlarda serbestçe üreyebilen ve kışı üretme istasyonundaki kafeslerde geçiren ''yarı-yabani'' bir popülasyon oluşturuldu. Son yıllarda sayıları zaman zaman 100'ün üzerine çıkan kelaynaklardan bir kaç tanesinin tekrar göç etmesine izin verilmeye başlandı.

Birleşmiş Milletler ve İnterpol tarafından yayımlanan raporda, Afrika gorillerinin 2030'a kadar yüzde 90 oranında yok olacağı bildirildi. BM Çevre-Doğa Programı Dairesinin yetkilisi Christiann Nellemann, "Tedbirler alınmazsa, ağaç kesimi, madencilik ve kaçak avlanma yüzünden gorillerin soyları, yaşadıkları Afrika ülkelerinin büyük bölümünde tamamen tükenebilecek" dedi. UNEP'in yetkililerinden Achim Steiner de, ağaç kesimi ve Asya'ya Avrupa'ya ihraç edilen tomruk ürünleri tüccarlarının tuttuğu kaçak avcıların, gorillerin yaşadığı ülkelerdeki mültecilere ve kasaba-kentlere goril dahil "kaçak av eti" sağladığını anlattı. İnterpol polis teşkilatının Doğa Suçları Dairesinin Başkanı David Higgins, "Goriller, çeşitli meslek ve faaliyet kollarında ulusal ve uluslararası yasaları çiğneyenlerin kurbanı oluyor" diye konuştu. Tüm kötü gidişata rağmen Afrika'da alınan önlemle küçük bir alanda etkili koruma ile alçak ova gorillerinin nüfusu 2007'den beri yüzde 12 artarak 750'ye çıktı. Bu durum hala şansımız olduğunun göstergesi.

NİSAN
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Borneo adasının tropikal ormanlarında son üç yıl içinde aralarında akciğersiz kurbağa ve dünyanın en uzun böceğinin de bulunduğu 123 yeni tür keşfedildiğini açıkladı. WWF yayımladığı açıklamada, yeni türlerin "Borneo’nun Kalbi" adı verilen 220 bin kilometrekare yüzölçümündeki yoğun ormanlık alanda keşfedildiğini ve kayda geçirildiğini belirtti. Ayda ortalama 3, son üç yılda 123 ve 15 yıldan bu yana 600 yeni tür keşfettiklerini kaydeden WWF’nin "Borneo’nun Kalbi" programının sorumlusu Adam Tomasek, yeni türlerin Borneo’daki biyoçeşitliliğin zenginliğini gösterdiğini ve kanser, AİDS gibi hastalıkları iyileştirmeye katkı sağlayabilecekleri umudu yarattığını kaydetti. Borneo’nun Kalbi, dünyanın başka yerinde bulunmayan 10 ayrı tür primat, 350’den fazla kuş, 150 sürüngen ve amfibyen ile 10 bin civarında bitkiye ev sahipliği ediyor. Dünya palmiye yağı üretiminin yüzde 85’ini yapan Endonezya ve Malezya’ya Borneo’nun Kalbini ve buradaki eşsiz endemik türleri koruma çağrısı yapıyoruz.

Ancak bu arada Maden Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler, tartışma yarattı. Tasarıda yaban hayatı koruma sahalarında, su havzalarında ve zeytinliklerde maden arama, çıkarma ve maden tesisi kurmaya yönelik izinler verilmesi; madencilikte yerel denetimin önünün kesilmesi eleştiri konusu. Türkiye’deki koruma altındaki alanların toplam yüzölçümü 3 milyon 426 bin 210 hektar. (Milli parklar, tabiatı koruma alanları, özel çevre koruma alanları...) Yaban Hayatı koruma alanını toplamı da 1 milyon 200 bin 926 hektar. Flamingo, ceylan, Anadolu yaban koyunu, dağ keçisi, ayı, ve sırtlan gibi önemli ve tehlike altında türler yaban hayatı koruma alanları içinde yer alıyor. Son yaşam alanları bu sahalar. Buralarda maden aramaları yapılması, son yaban hayatının da neslinin tükenmesi anlamına geliyor. Kendi kendimize soralım: Türkiye'nin tutarlı bir çevre politikası var mı? Maden yasasındaki değişikliklerle Türkiye'deki bir avuç yaban hayatı alanı da madenciliğe mi açılacak?

Bütün Avrupa’yı saran kül bulutu hakkında her gün yeni bir haber çıkıyor. Bunlardan en yenisi ise kül bulutlarının kuşların toplu ölümlerine neden olabileceği. Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi, kuş bilimci Yrd.Doç.Dr.Kaya "Kül bulutları özellikle yüksekten uçan kuşlarda başta solunum sistemi rahatsızlıkları olmak üzere toplu ölümlere de sebep olabilir" dedi. Bu tehlike kül bulutuna maruz kalan tüm kuşlar için geçerlidir diyen Kaya, ayrıca kuşlar için maalesef yapılacak bir şey olmadığını da belirtti. Kuşlar için öncelikle yapmamız gereken yaşam alanlarını koruyarak üremelerinin önüne geçmemek. Türkiye topraklarının en az %20si doğa koruma alanı olarak ilan edilmeli, işte o zaman kuşları korumuş oluruz.

Batı Seattle sahilinde ölü bulunan balinanın karnından koca bir çöplük çıktı. Sahile vurduktan sonra ölen gri balinanın karnından pantalondan golf topuna kadar çeşitli türde çöp çıktı. Cascadia Araştırma Topluluğu’ndan bilim insanları balinayı incelediler, ancak tam olarak neden öldüğünü bulamadılar. Balinanın midesinden çıkan yaklaşık 250 litre çöpün içinde pantalon ve golf topunun yanı sıra 20 den fazla plastik poşet, küçük ebatta havlular, ameliyat eldivenleri, plastik parçalar ve yapıştırıcı bantlar da bulundu. Bu yılın başından beri beş gri balina daha Washington sularında ölü bulunmuştu. Bu kadar çöpü ben yutsam herhalde beni de morgda bulurdunuz.

Atlantik Okyanusu'nda yeni bir çöp girdabı daha bulundu. Atlantik çöp girdabının kilometrelerce uzunlukta olduğu görüldü. Atlantik Okyanusu'ndaki bu yeni çöp girdabı bulunana dek, dünya okyanusları içinde beş tane büyük çöp girdabı olduğu düşünülüyordu. Dünya üzerinde plastik, büyüyen bir sorun haline gelmeye başladı. Denizlerdeki yaşamı etkiliyor. Plastik çöplerin bir kısmı denizlere atılıyor. Denizlerdeki çöpler, büyük akıntılarla biraraya geliyor. Bunlar da okyanuslardaki çöp girdaplarına dönüşüyorlar. Bu girdaptaki plastik çöpler onlarca yıl kalacaklar. Şu anda deniz bilimciler dünya okyanuslarındaki plastik kirliliğinin boyutlarının tam olarak ne olduğunu bilemiyorlar... Deniz memelileri, deniz kaplumbağaları, balıklar... Tüm bu canlılarını vücutlarında artık plastik kalıntıları bulunuyor. Denizde yaşayan canlılar plastikleri yutuyorlar. Bu da bir kısım deniz canlısının ölümüne neden oluyor. Unutmamak gerekir ki, plastik çöpler artık denizdeki yaşama girdi. Peki bunlar yediğimiz deniz canlıları yoluyla bizim bedenimize de girmiyor mu? Atabileceğiniz basit bir adım alış veriş yaparken plastik ambalajlardan uzak durmak.

Bolu İl Özel İdaresince ''Abant Master Planı'' kapsamında Abant Tabiat Parkı'nda ve gölün çevresinde yürütülen, ''yolun yükseltilmesi, genişletilmesi, gölün su seviyesinin yükseltilmesi ve 'Yavru Abant Gölü' oluşturulması'' çalışmaları, çevrecilerin tepkisine neden oluyor. Çevreciler, yapılan çalışmaların Abant'ın doğal yapısını bozduğunu söyleyerek, çalışmaların durdurulmasını istiyor. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Külköylüoğlu ''Abant'taki bu tahribat ve çevre bozukluğu açıkça görülebiliyor. Habitatın hassas olduğu bölgede o kadar farklı tahribat olmuş ki, göl suyuna zarar gelmiş, akarsuların giriş çıkışına zarar gelmiş, gölü besleyen derelere zarar gelmiş, göl içinde ve dışında hayvan ve bitki topluluklarına veya diğer canlı türlere epey bir zarar gelmiş ve gelmeye de devam ediyor'' diye konuştu. Abant'ta en büyük zararlardan bir tanesinin kıyı şeridinin kalmaması olduğu da ayrıca belirtildi. Verilen zararların telafisi mümkün olmadığı için projenin biran önce durdurulması gerekiyor.

Muğla'nın Ortaca İlçesi Dalyan Beldesi'ndeki dünyaca ünlü İztuzu kumsalında üreme sahaları bulunan Caretta Caretta'ların korunması için vakıf kurulacak. Vakfın kurulması çalışmalarına öncülük eden Pamukkale Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Deniz Kaplumbağaları Rehabilitasyon Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. Yakup Kaska, merkezin Çevre Bakanlığı, Pamukkale Üniversitesi ve Dalyan Belediyesi tarafından desteklendiğini söyledi. Vakfın kurucu başkanlığına ise geçen yıl Türk vatandaşı olan İngiliz Kaptan 87 yaşındaki June Haimoff getirildi. Bu tür yerel ve odaklı hedeflere sahip vakıflar sayesinde koruma çalışmaları ve yerel sahiplenme git gide artıyor ve sivil toplum adına bunlar çok değerli gelişmeler.

Nestle dün, Greenpeace’in orangutanların neslinin tükenmesi ile ilgili protestolarından sonra anlaşma çağrısında bulundu. Greenpeace daha önce palmiye yağı kullanımının Endonezya’daki yağmur ormanlarını nasıl yok ettiğini duyurmuştu. Nestle’nin Facebook sitesinde yüzyirmibinden fazla kişi haklı tepkilerini belirtti. Gıda devi yağmur ormanlarını yok eden Sinar Mas şirketinden yağ almayı durdurduğunu açıklamıştı. Ama bir yandan da başka şirketlerden yağ alarak ürünlerinde kullanmaya devam ettiğini de kabul etti. Dün akşam Greenpeace yetkilileri İsviçre’ye gitti ve Nestle’ Operasyon Şefi Jose Lopez ile toplantı yaptı. Bu toplantıların sonunda Enedonezya’daki yasa dışı ticaretin tamamiyle duracağını umuyoruz.

“Conservation Letters” tarafından yayınlanan rapora göre geçtiğimiz 20 yıl içinde milyonlarca deniz kaplumbağası ticari balık avı yüzünden öldü. Yedi kaplumbağa türünün altısının nesli tükenmekte. Rapora göre türlerini en çok tehlikeye atan neden, geniş ağ ve kanca gibi ticari av teçhizatlarına yanlışlıkla yakalanmaları. Bir kere kapana kısıldımı bir daha yüzeye çıkıp nefes alma şanslarını yitiriyorlar. Dünyanın en büyük ikinci sürüngeni olan kaplumbağalar hali hazırda eti ve kabuğu için avlanılıyor olmasına rağmen yanlışlıkla yakalanmak türleri için daha büyük bir tehlike oluşturuyor. Rapor, daha geniş delikli ağ kullanmak gibi farklı balık avlama yollarıyla bu tehlikenin ortadan kalkabileceğini belirtiyor. Ayrıca kaplumbağa göç yollarında mevsimsel avlanma yasağının başlatılmasını da tavsiye ediliyor. Kaplumbağaların en çok, bu tür yanlış avlanmanın geniş ölçüde kullanıldığı yer olan Akdeniz’de tehlikede oldukları ayrıca belirtildi.

MAYIS
Denizdeki küçük hayvanların, toksik bileşikleri emdikleri biliniyor. Toksik maddelerin deniz besin ağından boyunca geçip, balıkçılık ve deniz ekosistemlerinde kalıcı hasara neden olduğu endişeleri gittikçe artıyor. Bilim insanları Meksika Körfezi'nde bulunan petrol sızıntısının deniz yaşamı üzerinde etkisini inceliyorlar. Ortak korkuları ise toksik bileşiklerin balıklar tarafından da emilmesi. Önümüzdeki birkaç ay araştırmacılar Over Gulf Coast’dan gelecek olan 3 çeşit yumuşakça; istiridye, tellinid istiridye ve periwinkles’ların kabuklarına ve vücut dokularına bakacak ve petrol sızıntısından doğan zararlı bileşiklerin hayvanlar tarafından ne kadar hızlı emildiğine bakacaklar. Yumuşakçalar günlük bazda yeni katmanlar ekleyerek büyüdüklerinden kabukları, çevre koşulları için çok değerli bilgiler saklar. Besin ağının tabanına doğru yerleşmiş olarak, plankton ve alg ile beslenirler. Bu nedenle sistemlerinde hidrokarbon ve ağır metal birikimi başlayacak olması muhtemel olan hayvanlar arasında ilk sırada. Bu zararlı bileşikler, sonra kabuklu deniz ürünleriyle beslenen diğer büyük deniz canlılarına geçebilir. Evet, kaplumbağalar, kuşlar ve benzeri hayvanlar sonuçta hem doğrudan hem de dolaylı olarak petrolün toksisitesi yani zehrinden ve tortusal kirlenmeden etkileniyorlar. Petrolün, ekosistemde çok sinsi ve uzun vadeli bir yıkıcı etkisi var ve bu çalışma gerekli verileri ortaya koyacak gibi görünüyor.

Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilen Merkez Av Komisyon toplantısında ülkemizin yaban hayatını olumsuz yönde etkileyecek kararlar alındı. Kara Avcılığı kanunu uyarınca ava açık yaban hayatı türleriyle ilgili av esasların düzenlendiği toplantıya doğa koruma örgütleri alınmadığı gibi ava açık gün sayısı, avlanabilecek hayvanların sayısı gibi esaslar değiştirildi. Bu yıl yapılan toplantıda herhangi bir bilimsel dayanağı olmadan alınan kararlardan en kritik olanı, ördek türlerinin av kotasının arttırılması oldu. Halihazırda yaşam alanlarının bozulması nedeniyle ciddi anlamla tehdit altında olan yaban hayvanlarını küresel iklim değişikliği nedeniyle daha da belirsiz bir gelecek bekliyor. Avcılığın ülkemizde yaban hayatı üzerinde önemli bir tehdit olmasındaki en büyük nedenler, mevzuat dışında yapılan avlanma, türler hakkında bilimsel verilerin yetersiz olması, avcılık ve denetim mekanizmalarının tam olarak oturmamış olması. Türkiye Cumhuriyeti’nin imzalamış olduğu uluslararası Biyolojik Çeşitlilik, Bern ve CITES Sözleşmeleri kapsamında türlerini korumak ve bu türleri gelecek nesillere aktarmak konusunda taahhütü var. Merkez Av Komisyon kararların iptali ve eski haline getirilmesi yaban hayatın korunması için büyük önem taşıyor.


Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Kaya, yabancı meslektaşları ile birlikte Norveç'in kuzeyinde yer alan Svalbard adasında yaşayan bdelloid rotiferleri belirlemek üzere bilimsel bir çalışma yaptıklarını söyledi. Yaptıkları bilimsel çalışmada önemli bulgulara ulaştıklarını belirten Kaya, "Norveç'in kuzeyindeki Svalbard adasında yaşayan bdelloid rotiferleri belirlemek için yaptığımız bilimsel çalışmada 52 tür tespit ettik. Bu türlerden 13 tanesi teşhisi yapılamadığından bunların dünya için yeni türler olacağını tahmin ediyoruz" dedi. Daha önce kutupların biyolojik çeşitlilik bakımından fakir olduğu biliniyordu. Yapılan çalışma beklenenin aksine bdelloid rotifer tür zenginliğinin fazla olduğunu ortaya çıkardı. Bdelloid rotiferler kara yosunu, liken, toprak, ağaç kabuğu ve sucul ortamlarda yaşayan ve eşeysiz üreyen mikroskobik hayvanlar olup, dünya genelinde yaklaşık 450 türünün yaşadığı biliniyor. Dünya genelinde 450 türün yaşadığı göz önüne alınırsa, yılın 11 ayı boyunca kar altında bulunan adadan 52 türün çıkması oldukça fazla. Bu sonuç biyolojik çeşitlilik açısından oldukça önemli. Bildiğiniz gibi ay başında Greenpeace’in ünlü gemisi Esperanza da, doğal hayatı korumak için Svalbard’a doğru yola çıktı.

Amerikan Çevreyi Koruma Dairesi; BP şirketinin, deniz suyuna karışan petrolü çözüştürmede kullandığı kimyevi maddeyi yasakladı. Petrol tabakasıyla mücadelede milyonlarca litre çözüştürücü kullanılmıştı. Resmi makamlar bundan böyle sadece zehirsiz maddelerin kullanılmasına izin veriyor. Petrol temizleme çalışmalarına katılan balıkçıların hastalandığı bildiriliyor. Öte yandan küçük bir sandalla denize açılan Billy Nungesser, parmağını Louisiana sahillerine vuran pas kahverengi katı petrol tabakasına batırdıktan sonra ‘denizdeki petrolle temas eden deniz kaplumbağası, kurbağa ve her türlü canlının sonu gelmiş demektir', dedi. Bölge halkı, BP’nin petrol sızıntısını önlemesi için çareler tükenince artık dua etmeye başladı. Ama denizin dibindeki patlak borunun robot kameralarla alınan görüntüleri sızıntının durdurulmasının kolay olmayacağını kanıtı. Yakın zamanda uygulanacak olan en yeni yöntem yüksek miktarda balçık pompalanıp ağzı da betonla örtülerek çatlağın kapatılmasına çalışılması olacak. Bu yöntemin başarı şansı hakkında kimse tahminde bile bulunmak istemiyor.

Nestlé orangutanları sonunda rahat bırakıyor. Dünyanın en büyük gıda şirketlerinden Nestlé bugün yaptığı açıklamada yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen ürünleri artık kullanmayacağını belirtti. Nestlé’nin KitKat gibi ürünlerinde yağmur ormanlarını yok eden palmiye yağı kullandığını ortaya çıkaran Greenpeace kampanyası 2 aydır devam ediyordu. Greenpeace palmiye yağı ve kağıt hamuru ekim alanlarının genişlemesi Endonezya’daki yağmur ormanlarını ve turbalıkları ve nesli tehlikede olan orangutanları yok olmanın eşiğine geldiğini açıklamıştı. Kampanyanın başladığı andan itibaren binlerce insan yağmur ormanlarının yok edilmesi sonucunda ortaya çıkan ürünleri almayacağını ifade etmek için Nestlé’yle iletişime geçti. Greenpeace Uluslararası Ormanlar Kampanyası Sorumlusu Pat Venditti, “Nestlé'nin bu adımı, Sinar Mas ve diğer tüm palmiye yağı ve kağıt endüstrisinde yer alan şirketlere, yağmur ormanlarının yok edilmesinin küresel pazarda kabul edilebilir bir şey olmadığı konusunda açık bir mesaj veriyor. Bu şirketler üzerlerindeki lekeyi temizlemeli ve yağmur ormanlarının yok edilmesi ve turbalıkların tam koruma altına alınması konusunda kesin bir kararlılık göstermelidir. Greenpeace Nestlé’nin bu planını yakından takip ederek hızlı bir şekilde uygulamaya geçilmesini sağlayacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.

Kaliforniya Üniversitesi'nden Barry Sinervo ve ekibinin yaptığı araştırma, iklim değişikliği nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin 2080'e kadar tükenebileceğini ve bunun ekosistem ile besin zincirini olumsuz etkileyeceğini ortaya koydu. Kertenkele nesli ve özellikle 1975'den bu yana sıcaklığın artmasının bu hayvanlar üzerindeki etkisinin incelendiği geniş çaplı bir araştırmanın verilerine dayanarak bilgisayar ortamında bir model oluşturan bilim adamları, 34 kertenkele ailesinin neslinin tükenebileceğini ve bunun iklim değişikliğiyle bağlantılı olduğunu belirttiler. İklim değişikliği nedeniyle Meksika'daki kertenkelelerin yüzde 12'sinin neslinin tükendiğine dikkati çeken bilim adamları, sıcak havayı seven bu hayvanların bile dayanma sınırının sonuna geldiğini, sıcaklığın artması nedeniyle gölgede kalmayı tercih etmeleri ve bu durumun da yiyecek bulma olasılığını azaltması nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin tükenebileceğini kaydettiler. Ünlü "Science" dergisinde yayımlanan araştırmada, kertenkelelerin neslinin yaklaşık yüzde 6'sının 2050'de tükenebileceği ve bunun önlenemeyeceği, ancak iklim değişikliğini azaltmaya yönelik büyük çabalarla 2080 senaryosunun değiştirilebileceği ifade edildi. Yaşam zincirinin halkaları birer birer kopmadan harekete geçme zamanı geldi de geçiyor.

Biyolojik Çeşitlilik Merkezi adlı grup, ABD hükümetine karşı, çevreye etkilerini araştırmadan, Meksika Körfezi’nde yüzlerce petrol sondajına izin verdiği gerekçesiyle mahkemeye başvurmaya hazırlanıyor. Grup tarafından hükümete gönderilen ihtar yazısında, ABD İçişleri Bakanı Ken Salazar’ın 2009’da göreve geldiği tarihten itibaren, Meksika Körfezi’nde 100 sismik araştırma ve 300 sondaj çalışmasına, çevre ile ilgili gerekli izinler alınmadığı halde izin verdiği ileri sürüldü. Açıklamaya göre izinler verilirken, "Deniz Memelilerinin Korunması" ile "Tehlike Altındaki Türler" yasası ihlal edildi. Grup sözcüsü Miyoko Sakashita da yaptığı açıklamada, "İçişleri Bakanlığı’nın böylece Meksika Körfezi’nde hukuksuz bir alan oluşturduğunu" ileri sürdü. Yasa gereği gönderilen bu ihtar yazısına yanıt vermesi için İçişleri Bakanlığı’nın 60 günlük süresi bulunuyor. Öte yandan petrol sızıntısının önlenmesi ile ilgili olarak, BP’nin yaptığı açıklamada hala en az bir hafta ila on güne ihtiyaçları olduğunu söyledi. Felaket gün geçtikçe büyümeye devam ediyor.

Bugünlerde karanlık insana daha da bir karanlık geliyor ve Dünya eskisi kadar muhteşem görünmüyorsa, muhtemelen öyledir. Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'da ateşböceği sayılarında çarpıcı düşüşlere tanık olunuyor. Işık yayan böceklerin giderek kaybolduğu yerlerden biri de Tayland. Ateşböcekleri, yüzyıllarca, Tayland'ın nehir boylarında müthiş bir senkronizasyonla yanıp söndüler. Yabancı ziyaretçiler ateşböceklerinin ışığını şamdanlara veya Noel mumlarına benzetirdi. Yerli halk, onların ışığıyla balık tutabilirdi. Ama bu ışıltı sanki giderek sönüyor. Taylandlı böcekbilimci Watana Sakchoowong, "Yirmi yıl önce ortalık ateşböceği kaynıyordu,"diyor. "Ama artık hiç kalmadı." Bilimsel sayımlar daha yeni başlıyor. Popülasyonlarındaki düşüşlerin nedenini henüz belirleyen olmadı, ama uzmanlar, yaşam alanı kaybından ve ışık kirliliğinden şüpheleniyor. Tayland'da, larvaların salyangoz yiyerek beslendiği nehir kıyıları ya betonla kaplanmış ya da turist teknelerinin oluşturduğu dalgalar ile oyulmuş durumda. Öte yandan, sahildeki yapılaşmadan gelen yapay ışık, erişkin ateşböceklerinin değişik gösteren gecede birbirlerini bulup çiftleşmelerini zorlaştırıyor. Dünya üzerinde iki binin üzerinde ateşböceği türü var.

Aksaray Üniversitesi ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin işbirliğiyle "Ekoloji 2010 Sempozyumu"na katılan Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Zooloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dürdane Kolankaya, iklim değişikliğinin yaban hayatını olumsuz etkileyeceğini ve türlerin yok olacağnı belirtti. Araştırmalara göre ortalama sıcaklığın yalnızca 1,5 derece artması, bugün bilinen türlerin üçte birinin yok olmasına yol açacak. Ekosistem içerisindeki bazı türlerin yok olması bekleniyor. Defenders of Wildlife verilerine göre, küresel ısınmadan en çok etkilenecek canlıların başında geyikler, arktik foklar, kutup ayıları, penguenler, gri kurtlar, deniz kaplumbağaları ve alabalıklar geliyor. İklim değişikliğinin deniz kaplumbağaları üzerindeki etkisi hali hazırda başladı. Akdeniz kıyısındaki kumsallara yumurtasını bırakan deniz kaplumbağaları artık 10 gün erken yumurtluyor. İklim değişikliğinin ülkemizde Akdeniz kıyısındaki kumsallara yumurtasını bırakan deniz kaplumbağalarının üreme dengesini bozacağı, sıcaklık artışıyla birlikte yumurtadan çıkan dişi yavru sayısı artarken erkek yavru sayısının da azalacağı bildirildi.

Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısının oluşturduğu petrol tabakasının ABD'nin Louisiana eyaleti açıklarında Chandeleur takımadalarına ulaştığı açıklandı. Breton Doğal Hayatı Koruma Bölgesi'nin bir parçası olan ve insanların yaşamadığı takımadalardaki pelikanlar ve diğer bazı kuşların petrole bulandıkları belirlendi. ABD Ulusal Denizcilik Kurumu'ndan bir yetkili, adanın petrol kaplanmakta olduğu uyarısında bulundu. Sızıntının olduğu kuyuyu kapatmak üzere inşa edilen dev huni denize indirilmeye başlandı. Chandeleur takımadalarının bir parçası olan Freemason Adası, petrolun kıyılarına vurduğu ilk kara parçası oldu. Chandeleur takımadası, Amerika Birleşik Devletleri'nin en eski doğal rezervlerinden. Adalar ayrıca sayısız çeşitlilikte canlılara evsahipliği yapan bir kuş cenneti. Karides avlamakta kullanılan teknelerin kaptanları geçim kaynaklarını sağladıkları yerlerin büyük hasar gördüğünü belirtti.

Muğla'nın Söğüt Köyü açıklarındaki 8 balık çifliğinden 7'sinin taşınırken bıraktığı atıklar denizin dibini çöplüğe çevirdi. Biyolog Nesem Öztürk, temizlik yapılmaması durumunda deniz tabanının canlılığını kaybedeceğini söyledi. Söğüt Köyü Zeytinadası Koyu'nda da balık ölümleri başladı. Balık çiftliklerinin faaliyet gösterdiği bölgede dalış yapıp görüntü çekenler bölgede çok ciddi anlamda temizlik yapılması gerektiğini gözler önüne serdi. Balık çiftliklerinin yarattığı tahribat oldukça fazla. Kirlilik sadece balıkları etkilemeyip, düşen parçalar deniz tabanındaki bitki ve hayvan yuvalarını örterek onların ölümüne de sebep oluyor. Bir başka tahribat ise ‘hayalet avcılık’ ! Atılan, düşen, bırakılan ve suyun altında kalan ağ ve misina parçaları kendi kendine avlanmaya devam ediyor. Bu nedenle çok sayıda balık yaşamını yitiriyor. Zeytinadası ve Söğüt koyları bir an önce temizlenmeli. Bu koylarda balıkçılık yasaklanmalı.

Ünlü Science dergisinde yayınlanan bir araştırma aslında çevrecilerin bir süredir bildiği bir gerçeği doğruladı. Kapsamlı çevre araştırmasına göre, 2010 sonuna dek doğadaki türlerin tükenmesinin önüne geçilmesi hedefine ulaşamayacak. Çalışmaya göre tüm türler ve ekosistemlerdeki azalmayla doğal yaşam üzerindeki baskı da devam ediyor. 2010 hedefi üzerinde, 2002 yılında uluslararası bir uzlaşma sağlanmıştı. Ancak çalışmayı gerçekleştiren bilimadamları, bu hedefi yaşama geçirme sürecinin 'sıkıntılı' olduğunu belirtiyor. Çalışmada, türler ve ekosistemlerle ilgili 30 farklı gösterge incelendi. Bu göstergeler, bitkilerle deniz ve kara hayvanlarından oluşuyor. Araştırmada bu göstergelerden çok azında biyolojik çeşitlilikteki azalmanın yavaşladığına işaret ettiği sonucuna varıldı. Buna karşın, yaşam alanı kaybı, iklim değişikliği ve dışarıdan gelen zararlı türlerin artışı gibi sorunların tümünde artış olduğu belirtildi. Çalışmada ayrıca, biyolojik çeşitliliğin azalmasını önlemeye yönelik politikaların işe yaramadığı kaydedildi. 1970'den bu yana hayvan nüfusunu yüzde 30 azalttık, mangrovlar ve deniz yosunlarını yüzde 20, mercan adalarındaki yaşamı da yüzde 40 oranında yok ettik ve bu kayıpların sürdürülemeyeceği de açık. Artık insanın dünyayı gitgide daha fazla işgalinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da ancak baskin sosyo-ekonomik paradigmadan vazgeçilerek yeni bir var oluş biçimine geçişle ancak mümkün.

Tam da bu sırada Greenpeace Amerika’da çevre katliamı hakkındaki raporunu açıkladı. Greenpeace.org.tr sitesinden detaylı olarak okuyabileceğiniz raporda sızıntının sonuçları her açıdan değerlendiriliyor. Bugün öncelikle sizlere körfezin etrafındaki yaban hayatın nasıl etkileneceği ile ilgili biraz bilgi vereceğim:
Petrol sızıntısından etkileneceklerin başında kuşlar geliyor. Risk altındaki türlere ABD’nin Louisina eyaletinin simgesi henüz geçen sene Amerika’nın Nesli Tükenmekte Olan Hayvanlar listesinden çıkardığı kahverengi pelikan da dahil. Pelikanlar sahile çok yakın olan adacıklara yuvalarını yapar ve kıyıya yakın yerlerden beslenir, ve üreme mevsimleriyse henüz başladı. Bildiğiniz gibi kuşlar petrole bulandığında tüyleri havayı yakalama ve suyu tutma yeteneğini kaybediyor. Sonuçta kuşlar sıcaklıklarını koruyamıyor ve hipotermi oluyor. Sıcaklığını korumak içinse kuşlar metabolizmasını hızlandırıyor bu da daha çok enerjiye ihtiyaç duydukları anlamına geliyor. Ne yazık ki kuşların petrole bulanmış tüyleri onların suyun üstünde durmalarını imkansız hale getiriyor ve kuşlar ne beslenebiliyor ne de yüzebiliyor. Özellikle petrol kıyıya gelirse bu durumun üstesinden gelemeyecek türler arasında Amerikan istridye kuşu ve yağmurkuşu da bulunuyor.
Sızıntıdan etkilenecek bir diğer tür de balıklar. Meksika Körfezi’nin kuzeyi nesli tükenmekte olan orkinoslar için bu mevsimde bir yumurtlama bölgesi. Orkinosların yumurtaları suyun yüzeyine yakın yerlerde yüzer ve larvalarıysa yumurtalarından ilk çıktıklarında da suyun yüzeyinde kalır. Bu sebeple petrol sızıntısı orkinosların hayat döngüsü için son derece kritik bir zamanda meydana geldi. Greenpeace Amerika’nın Okyanus Mücadele yöneticisi John Hocevar böyle bir sızıntının hayatta kalabilecek orkinos larvalarının sayısını önemli oranda azalttığını söyledi. Meksika Körfezi’nin daha çok eti ve yağı için yetiştirilen ringa balığı yetiştirme bölgesi Greenpeace Örgütü’ne göre Amerika’nın üçüncü bazı mevsimlerdeyse ikinci en büyük balık yetiştirme çiftliği. Ringa balıkları sudaki bazı organik materyalleri süzerek beslendikleri için süzme sistemlerinden kirli suyu geçirirken petrolden etkilenebilir. Kayıplar Louisiana’nın karides ve istiridye endüstrisini de vurabilir. İstiridyeler sudaki bazı organik materyalleri süzerek beslenirler ve kaygan petrol birikintilerinden yüzerek kaçamaz. Louisiana’nın en önemli istiridye toplama sezonuysa 1 Mayısta başlar.
Sadece kıyıda yaşayan türler yani kuşlar ve balıklar etkilenmiyor petrol sızıntısından. Petrol okyanusta yayılmaya devam ettikçe birçok hayvan daha bu petrolle karşılaşacak. Kanatlı balinalar, kaşalotlar ve yunusların da risk altında olabileceğini belirtti. Körfez’de ilerleyen pek çok tür deniz kaplumbağalarının baharda yuva yapma mevsimleri yaklaştığı ve nefes almaları için suyun yüzeyine çıkmaları gerektiği için sayılarında bir azalma olabilir. Greenpeace deniz kaplumbağalarının karaya yumurtlamaya geleceklerine ve yavru kaplumbağaların denize ulaşabilmek için bu petrol tabakasını aşmak zorunda kalacaklarına ayrıca işaret etti.
Öte yandan ABD Başkanı Meksika Körfezi'nde batan petrol platformunun neden olduğu çevre kirliliğinin temizlenmesinin masraflarını platformun sahibi BP'nin karşılayacağını söyledi. Biz de sormak istiyoruz “Ya doğal hayatı öldürmenin bedeli ne?”

BM tarafından yayınlanan bir raporda, "devletlerin hemen harekete geçmemeleri halinde, biyolojik çeşitliliği sağlayan ekolojik sistemlerin çökme riskiyle karşı karşıya olduğu" bildirildi. Dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, özellikle kurbağa ve diğer amfibilerin (hem karada hem de suda yaşayanlar) yok olma riskindeki grubun başında geldiği, mercan kayalarının en hızlı yok olan tür olduğu ve tüm bitki türlerinin neredeyse dörtte birinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bildirildi. Raporda ayrıca Amazon yağmur ormanlarının ve tatlı su göllerinin hızla azaldığından da bahsedildi. Rapor, tüm bu olumsuz gelişmelerin nedenleri arasında "çevre kirliliğinin, iklim değişikliğinin, kuraklığın, ormanların yok oluşunun, ruhsatsız ve fazla avlanmanın ve yangınların" geldiğini vurguladı. Rapor eylül ayında, 192 üyeli BM Genel Kurulunun üst düzey toplantıları sırasında ele alınacak. Ancak bizi ve doğayı yok oluşa götüren gerçek nedenin vahşi büyüme temelli ekonomik sistemin olduğunun sanki hala farkında değiliz ve aynen sızmaya devam eden petrole karşı yaptığımız gibi çürüyen kolumuza, yara bantları yapıştırmaya devam ediyoruz.


HAZİRAN
Doğa Derneği, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın Edremit Körfezi Havran'da gerçekleştirdiğini söylediği yarasa katliamını protesto etti. Geçtiğimiz haftalarda Çevre ve Orman Bakanlığı Havran'daki mağaralara yarasaların geri döndüğünü açıklamıştı. Bu açıklamanın yerinde yapılan araştırmalarla doğru olmadığının ispatlanması üzerine, Doğa Derneği Havran'daki yarasa soykırımına dikkat çekmek için altı metre kanat açıklığındaki dev yarasa kuklasını, İstiklal Caddesi'nde uçurdu. Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde 22 Haziran saat 19.00'da başlayan eyleme yarasa kostümleri ve "Yarasa Soykırımına Hayır" dövizleriyle katılan aktivistler, altı metrelik dev yarasa kuklasıyla yürüdü. Eylem, Galatasaray Lisesi'nin önünde basın açıklamasıyla sona erdi. Çevre ve Orman Bakanlığı, Havran Barajı'yla sular altında kalan doğal mağaradaki 20 bin yarasayı zorla yuvalarından çıkararak yapay bir mağaraya taşımaya çalışmıştı. Bunun sonucunda 18.000 yarasanın öldüğü ifade ediliyor.

Yapılan bir araştırma sonucunda, Güney Okyanusu'nda yaşayan ispermeçet balinalarının küresel ısınmayla mücadelede önemli bir ortak oldukları ortaya çıktı. Balinalar, dışkıları sayesinde her yıl 40 bin otomobilden çıkan miktara eşit karbondioksit (CO2) emisyonunu yok ediyor. Avustralyalı biyologlar, 12 bin bu tür balinanın her birinin denize her yıl dışkılama yoluyla 50 ton demir bıraktıklarını ortaya koydu. Demir, yüzeye yakın yerlerde yaşayan planktonlar tarafından yeniyor ve fotosentez yoluyla atmosferdeki CO2'yi emiyor. Dışkılamanın sonucu olarak, balinalar her yıl 400 bin ton karbonu yok ediyor. Bu, solunumla saldıkları CO2 miktarın iki katı. 200 bin ton karbondioksit, neredeyse 40 bin otomobilden çıkan emisyona eşit. Balinaların dışkıları çok etkili, çünkü sıvı formda ve deniz yüzeyine yakın yerde yayılıyorlar. Güney Okyanusu balinalarını da tehdit eden balina avcılığı bu anlamda, küresel ısınma ile mücadelede doğanın kendisinde var olan önemli bir parçayı da yok etmiş oluyor. Tabii sadece 40.000 arabayı nötralize eden balinalara güvenmek yerine araba almamak ve toplu taşıma kullanmak gerçek çözüm.

Guardian gazetesinin haberine göre, Güney Afrika Ulusal Parklar Sözcüsü, alışılmadık soğuk havanın yağmur ve hissedilen sıcaklıkla bir araya gelerek, nesli tükenmekte olan 600 penguenin ölümüne yol açtı. Güney Afrika Ulusal Parklarından yapılan açıklamada, penguenlerin, Eastern Cape bölgesinde Algoa Körfezi’nde yer alan Bird Island’da, son 2 günde soğuk ve nemli hava nedeniyle öldüğü belirtildi. Sözcü, penguenlerin birkaç haftalık ve en fazla 2 aylık olduklarını, bu nedenle az olan tüylerinin hayvanları soğuk havadan korumak için yetersiz kaldığını kaydetti. Afrika penguenlerinin, 1956 yılında yapılan sayımda 150 bin çift olduğu, geçen yıl yapılan sayımda ise sayılarının yüzde 80 azalarak 26 bin çifte düştüğüne dikkat çekildi

Greenpeace ABD Okyanus Kampanyacısı John Hocevar, Louisiana Büyük Ada’dan bildiriyor: Büyük Ada, körfezdeki çevre felaketinde malesef “ağır yağlı” olarak sınıflandırılan bölgelerden biri. BP’nin örtbas etme çabalarına rağmen burada delil topluyoruz. Dün bir gel-git düzlüğünde onbinlerce ölü pavurya gördük. Biliyorum tarihimizin en büyük çevre felaketini yaşarken sadece pavuryaların ölmesini bahsetmek garip gelebilir. Bu felaket deniz kuşları, kaplumbağlar hatta balinalar gibi bir çok türün ölmesine yol açıyor. Bir kaç ölü pavuryayı kim niye düşünsün? Problem herşeyin birbiri ile bağlantılı olmasında. Pavuryalar kumun içinde yaşar. Dipde petrol biriktikçe pavuryaların kabuğuna da dolmaya başlar. Yani pavuryalar ölüyorsa, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: kumun üstü tamamen petrol ile kaplanmış durumda ve burada bakteriler dışında hiçbir canlı yaşayamaz. Tabi bununla bitmiyor. Nurse köpekbalıkları, dilbalığı ve diğer dip balıkları gibi kaşık gaga ve akbalıkçıl gibi deniz kuşları da pavurya ile beslenir. Bu canlılar ya petrollü pavuryaları yiyip petrol kimyasallarıyla zehirlenirler veya felaketten dolayı başka hiç yiyecekleri kalmadığı için aç kalırlar. Yani anlayacağınız pavuryaların ölümü sadece pavurya ile bitmiyor.

Cumartesi günü ‘Dünya Çıplak Bisiklete Binme’ etkinliği kapsamında Mexico City, Londra ve Amsterdam’da çırıpçıplak halde bisiklet süren aktivistler, hem bisikletli yaşama hem de hayvan haklarına dikkat çekti. Üç ayrı şehirde aynı anda yapılan etkinliğin katılımcıları üzerlerine kıyafetleri yerine renkli boyalarla yazılmış sloganlar giydi. Bir kısmı vücudunu boyayarak kedi, fil, kuş, domuz kılığına giren aktivistler vücutlarında ‘Çıplak doğduk’, ‘Beni yeme’, ‘Vücuduma ihtiyacım var’, ‘BP bizi öldürüyor’ gibi sloganları taşıdı. Cumartesi günkü protesto, hayvan haklarına dikkat çekmenin yanı sıra dünyanın en kalabalık ve en kirli kentlerinde çevreci ve sağlıklı bir ulaşım aracı olarak bisikleti yaygınlaştırmayı hedefliyordu. Petrol, otomobiller ve kirli fosil enerji gibi doğaya zarar veren her tür şey, protestocuların hedefiydi. Üç şehirde de bisikletli eylem, en işlek cadde ve meydanlardan geçilerek yapıldı.

Gemlik Körfezin'de, denizde geniş kahverengi şeritlerin oluşması, balıkçıları ve halkı endişelendiriyor. Gemlik Balıkçılar Derneği Başkanı Hüseyin Dalarel, yaptığı açıklamada, denizin renginde endişe verici değişiklikler meydana geldiğini söyledi. Dalarel “İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri ile yaptığımız görüşmelerde renk değişimlerinin üreme döneminde olan midyelerden ve diğer canlı türlerinin çoğalmasından kaynaklanabileceğini öğrendik. Mayıs ve Haziran ayları, midyelerin üreme dönemidir. Ayrıca 'alg' denilen tek hücreli canlıların ani çoğalmasının da etkili olduğu belirtiliyor.”dedi. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk ise denizdeki bu durumun, sudaki “fitoplankton”denilen organizmaların renk değiştirmesiyle ilgili olabileceğini belirterek, “Bu renk geçen hafta domates rengindeydi. İzmit Körfezi'nde ve Adalar açıklarında görüldü. Buna 'red tide' deniyor. Sebebi kara kökenli kirlenmedir ve bunun sonucunda denizde çözünmüş oksijen azalmasıdır” dedi.

Balıkesir’in Havran İlçesi’nde 1995’te yapımına başlanan Havran Barajı’nda yarasa rötarı nedeniyle su tutma işlemi uzun süre ertelenmişti. Yaklaşık 20 bin yarasanın yaşam alanı olan mağaraların sular altında kalacak olmasına DSİ, 350 metrelik yapay mağaralar yaptırarak çözüm getirmeye çalışmıştı. Eski yaşam alanlarından çıkan binlerce yarasa ortadan kaybolunca bölgedeki duyarlı çevreciler duruma sert tepki göstermişti. Zeytin ağaçlarına musallat olan zararlı böcekleri yiyerek doğanın dengesini koruyan yarasalar için yapay mağaralar yaptıklarını söyleyen DSİ Bölge Müdürü Dr. Şahin Durukan ise, proje aşamasında büyük ve haksız eleştiriler aldıkları görüşünde. 20 bin yarasadan 2 bininin bu mağaralara dönüş yaptığını ve yavrulamak için kullandığını söyleyen Durukan, yarasaların bu mağaraları kullanmadığı eleştirilerine karşı da mahkeme kanalıyla tespit yaptıracaklarını belirtti. Durukan, yarasaların yaz kolonisi olduğunu, önümüzdeki yaz daha fazla yarasa geleceğini, müdürlük olarak yapay mağaralardaki yarasa kolonilerini fotoğraflayarak 2 bine yakın yarasa olduğunu belirlediklerini ifade ediyor. Bakalım Durukan’ın yaz kolonisi olarak adlandırdığı 18 bin yarasanın ne kadarı Havran’a geri dönecek... ayrıca herşeyin yapayını yapa yapa yapay bir dünyada yaşayacağız pek yakında...

Küresel iklim değişikliğinin etkilerine en çarpıcı kanıtlardan biri, üç kıtada (Avrupa, Afrika ve Avustralya) yapılan araştırmanın sonuçlarıyla geldi. Alanında bir ilk olan araştırmaya göre, son 10 yılda, farklı yılan türlerinin sayısında alarm verici düzeyde azalma tespit edildi. Uzmanlar, bu sonuçlardan yola çıkılarak dünyada tüm sürüngen türlerinin azalmış olabileceğiyle ilgili endişelerinin arttığını söylüyor. Araştırmacılar çalışmayı, “Coğrafi izolasyon yöntemiyle birbirleriyle çiftleşmelerine izin verilmemesine rağmen, sekiz yılan türünde de benzer bir azalma görülmesi endişe verici. Bu da iklim değişikliğinin etkili olduğunu düşündürüyor” diye açıklıyor. Azalmada rol oynayan başka faktörler de var. En önemlileri doğal yaşam alanlarını kaybetmeleri, kirlilik, hastalık ve yiyecek veya ticaret için aşırı derecede öldürülmeleri. Uzmanlara göre yılanların sayısında böyle bir azalma olması, ekosistemde ciddi sonuçlar doğmasına neden olacak. Önceden yapılan çalışmalar Akdeniz havzası gibi bazı bölgelerde belli türlerde azalma olduğunu gösteriyordu, yeni çalışma tropik bölgelerdeki yılanların da tehlikede olduğunun kanıtı. Azalma oranları kıtaya ve yılanların cinsiyetine göre değişiyor. Dişi yılanlar erkek yılanlara göre daha hızlı bir şekilde yok oluyor. Hareketsiz bir şekilde yatıp av bekleyen yılanların sayısı da, aktif bir şekilde av arayanlardan daha süratli azalıyor. Dünyanın değişik noktalarında kısa sürede azalmaysa iklim değişikliği sorununa işaret ediyor.

Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında, Bitlis’in Tatvan ilçesine 13 kilometre uzaklıktaki dünyanın 2. büyük krater gölü olan Nemrut krater gölünde Çevre ve Orman Müdürlüğü ekipleri ile birlikte temizlik yaptı. Nemrut’un, dünyanın 2. büyük krater gölü olduğunu, buranın daha güzel değerlendirilmesi ve bakımının yapılması gerektiğini ifade eden Vali Nurettin Yılmaz, gölde rüzgar sörfü yapılmasının planlandığını belirtti. Bilinmeyen ise gölün Kadife Ördek için en güneydeki üreme alanı olduğu. Sörf yapılsın diyenler, doğal varlıkların farkında mı acaba?

Koyu milliyetçi olmalarıyla bilinen Japon gruplar Oskarlı “The Cove” “Koy” filmini, filmin distribitörünün ofisinin dışında filmin Japon karşıtı olduğunu söyleyerek protesto ettiler. Bir takım tehdit, protesto ve bilinmeyen sabotaj olaylarından sonra Japonya’da bazı sinemalar filmi gösterime sokmamayı seçtiler. Bildiğiniz gibi film her yıl binlerce yunusun bir koyda nasıl katledildiğini gösteriyor. Protesto eden grup, “Bu film bilinçli olarak Japonların yemek kültürünü bozacak ve bu da bir çok insanın duygularını incitecek” dedi. Protestolar ülkede 23 sinemanın filmi gösterimini durdurmasına sebep oldu. Filmin distribütörü Unplugged’ın başkanı Takeshi Kato “Koy kesinlikle Japon karşıtı bir film değildir. filmin içeriği hakkında derin ve yapıcı tartışmalar yapılmasının gerekli olduğuna inanıyorum.” dedi.

Ohio Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre yüksek yoğunlukta olan şehir ve merkezlerde yeşil alanların korunmasının göç eden kuşların yiyecek bulmaları için çok önemli olduğunun altını çizdi. Araştırmaya göre kentlerdeki küçücük bir yeşil alanın bile göçmen kuşlara yardım edeceği belirtiliyor. Ohio araştırması Kanada’nın kutupaltı ormanlarına doğru göç eden kuşların kentlerdeki küçük yeşillik alanlarda bir kaç gün durup dinlendiklerini belirtiyor. Göçmen kuşlar soğuk havanın hakim olduğu yerlerden üremek için sıcak yerlere göç etmek üzere uçarken büyük kent ve merkezlerde barınak ve yeterli yiyecek bulmakta zorlanıyorlar. Bu nedenle şehirlerdeki yeşil alanlar göçmen kuşlar için çok değerli.

Balinaları Kurtarın! Dün 200 kişi “Balinaları Kurtarın” mesajı ile bu ay sonunda toplanacak olan (IWC) Uluslararası Balina Komisyonu’nda balina avcılarının değil balinaların korunmasında hükümete destek vermek amacıyla eyleme katıldı. Greenpeace Yeni Zelanda Okyanus Kampanya Sorumlusu Karli Thomas, 53,000 kişinin imzaladığı dilekçenin Yeni Zelanda hükümetine balina avı hakkında açık bir mesaj gönderdiğini belirtti. Komisyon türü tehlikede olan Güney Okyanus Balinası’nın avlanmasını da içeren ticari balina avcılığını meşrulaştırma teklifini hayata geçirmeyi düşünüyor. Dünya Hayvanları Koruma Derneği’nden Bridget Vercoe şunları ekledi: Bu teklif komisyonun günümüz değerleriyle ne kadar ters düştüğünün göstergesidir. Patlayıcılı zıpkınlar ile yüksek bilinç düzeyine sahip hayvanların iç organlarının patlatılaral öldürülmesi tamamen insanlık dışı bir eylemdir. Ticari balina avı zalim, tarihin utanç sayfalarına yazılmış ve gereksizdir ve 21. Yüzyılda yeri yoktur. Dünyadaki ölmüş balina avcılığı endüstrisi diriltmek için yapılan bu öneri, genel olarak hayvanların refahı ve korunması konusunda geriye doğru dev bir adım olur.

Bıldırcın ve üveyikler için 16 yıldır haftada üç gün olan avlanma süresinin bu yıl sürpriz şekilde dört güne, ördek, kaz ve su kuşları için av kotasının günde dörtten altıya çıkarılmasına tepki büyük: Kararın, silah sektörünün baskısıyla alındığı düşünülüyor. Asli görevi çevreyi, doğayı, tabiatı, hayvanları, yaban hayatı korumak olan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu yıl av limitlerini ve avlanma sürelerini artırması, bazı sorular ve iddiaları da beraberinde getirdi: Av hayvanlarının sayısı mı arttı da bu karar alındı? Oldu bittiye getirilen kararın ardında silah sektörünün baskısı mı var? Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı, Bakanlık ile avcı kuruluşların temsilcilerinden oluşan Merkez Av Komisyonu’nun (MAK), 26 Mayıs’ta yürürlüğe giren kararıyla, bıldırcın ve üveyikler için 16 yıldır üç gün olan avlanma süresi bu yıl dört güne çıkarıldı. Ördek, kaz ve su kuşları için de av kotası genişletildi. Karara tepki yağmuru var. Komisyonun kararları, kainatın sessiz kurbanları ‘av kuşlarının’ katliamı anlamına geliyor. Mahkemenin bu kararları iptal edip, öldürülecek milyonlarca kuşu özgürlüğe uçurması gerekir. Av yasağına ekonomik açıdan bakacak olusak her yıl 8 ton çinko sülfat fare için, 350 bin ton ilaç süne için sarf ediliyor. Edirne’den Ardahan’a kadar aralıksız sıralanmış kamyonlar dolusu zehir demek. Bu zehirden insanlar ve yaban varlıklar etkileniyor. Halbuki bıldırcın, keklik gibi av hayvanları çoğaltılırsa bu ilaçlara gerek kalmayacak.

Malezya’da bir bakan, bir Hint şirketinin Malezya’da ilaçların hayvanlar üzerinde deneneceği laboratuar inşa etme planıyla ilgili olarak, "Allah’ın hayvanları deney için yarattığı" yorumunu yaptı. Malezya’nın Malacca eyaletinden sorumlu bakan Muhammed Ali Rüstem, hükümetin Vivo BioTech şirketinin eyalette kurmayı planladığı biyoteknoloji merkezine onay verdiğini belirterek, ilaç yapımı için hayvanların denek olarak kullanılması gerektiğini söyledi. "Allah, maymunları ve fareleri insanların hayrına deneyler için yarattı" diyen Rüstem, hayvan hakları savunucuları ve kuruluşlara, söz konusu laboratuarda suiistimal olmayacağı ve uygun prosedürlerin izleneceği güvencesini verdi. Rüstem, "Hayvanların etini yemek de zalimce görülebilir, ancak bu, yaygın bir biçimde kabul ediliyor" diye konuştu. Laboratuvarın kurulması planı, Malezya’nın hayvan araştırmaları konusunda düzenlemeleri olmaması ve hayvanların suiistimale açık hale getirilebileceği gerekçesiyle eylemcilerin tepkisini çekmişti.

TEMMUZ
114 kilometrekarelik yüzey alanıyla Van Gölü'nden sonra bölgenin ikinci büyük gölü olan Erçek Gölü'nde son günlerde nedeni belirlenemeyen kuş ölümleri görülüyor. Göl kıyısında incelemelerde bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı ve Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Erçek Gölü'nün Van Gölü havzasındaki en önemli sulak alanlardan biri olduğunu söyledi. Sarı, “Neredeyse her bir metrede ölmüş kuşlara rastlıyoruz. 2-3 kilometrelik alanda yaklaşık 250-300 dolayında kuş ölüsüyle karşılaştık. Bunlar arasında martı, kılıçgaga, uzunbacak ve angıt gibi kuş türleri var. Herhangi bir analiz yapmadan kuşların ölümüne neden olan faktörler hakkında konuşmamız yanlış olur.'' dedi. Kuş ölümlerinin gerçekleştiği bölgede tarımsal ilaçlama yapıldığına yönelik söylentiler olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Sarı, göl çevresinde yaptığı incelemede, tarım ilacının kullanılması gereken herhangi bir tarım faaliyetine rastlamadığını ifade etti. Sarı; “Bazı köyüler çocukların can çekişen kuşları topladığını ve bunları kesip yediklerini söylüyor. Böylesi bir durum başka hastalıklara neden olabilir. Köylülerin kesinlikle bu hayvanları yememesi gerekiyor.'' dedi.

Daha önce ''Urfa Doğası Projesi'' kapsamında çeşitli çalışmalar gerçekleştiren Doğa Derneği, şimdi de ''Birleşmiş Milletler GEF Küçük Destek Programı'' desteği ve Birecik Esnaf Kefalet ve Kredi Kooperatifiyle ortaklaşa hayata geçirilen ''Çizgili Sırtlan ve Çöl Varanı Köylülere Emanet'' projesiyle, bu iki türün korunmasına yönelik özel çaba sarf ediyor. Bu kapsamda köylülerle işbirliği yapılan çalışmalarda, ''Urfa bozkırları''na özgü çizgili sırtlan ve çöl varanı gibi türlerin yaşam alanlarının belirlenmesi, bu türlerin yöre insanı tarafından daha çok tanınması ve korunması hedefleniyor. Doğa Derneği, Avrupa'da sadece bu bölgede yaşadığını belirttiği çizgili sırtlan ve çöl varanının korunması ve tanınmasını amaçladıklarını belirtti.

Amerika'daki Ulusal Kar ve Buz Verileri Merkezi (NSIDC)'nin verdiği bilgiye göre, Kuzey Kutup Denizi'ndeki buzlu alanın, 1979'dan itibaren alınan uydu kayıtlarından bu yana hiçbir haziran ayında bu kadar küçülmediği tespit edildi. Araştırmaya göre deniz buzu geçen haziran ayında günde ortalama olarak 88.000 kilometrekare küçüldü. Normalde haziran için ortalama erime hızı günde yaklaşık olarak 53.000 kilometrekare. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) bu gelişme yüzünden, Kuzey Kutbu Denizi’ndeki kutup ayıları için endişeleniyor ve özellikle de Kanada’nın Curchill bölgesindeki Batı Hudson Körfezi’ndeki kutup ayılarının durumu tehlikede diyor. Bu bölgede şu sıralar gün içindeki hava sıcaklığı normalde 12 derece olması gerekirken, 17 derece civarında. Tahminlerine göre kutup ayıları, değişen iklim koşulları yüzünden neredeyse yüz altmış gün aç kalmak zorunda. Oysa ayılar bu kadar uzun bir açlık dönemini atlatabilecek durumda değil. Bazı ayılar buzun erken erimesi yüzünden bu yıl şimdiden on sekiz gün daha fazla aç kalmış. Eğer sular geçen yıl gibi geç donarsa, ayıların birçoğu hayatta kalamayacak.

Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Bülent Topkaya, deterjan üreticilerinin Avrupa'da yüzey sularında, canlıların yok olmasına neden olabilen fosfatı kullanmamalarına rağmen Türkiye'de aynı marka deterjanları fosforlu ürettiklerini öne sürdü. Fosfatın, sulak alan ekosistemlerini bozarak burada yaşayan kuş, balık ve diğer canlıların azalmasına ya da yok olmasına neden olabileceğini dile getirdi. Yapılan analizlere göre evsel arıtma atıksu tesislere giren suda bulunan fosfatın yaklaşık yüzde 50’sinin deterjanlardan kaynaklanıyor. İtalya’da da benzeri bir tespitin yapılmasının ardından fosfat kullanımı yasaklanmış. Topkaya, “Binlerce arıtma tesisine, maliyeti çok yüksek olan, fosfat uzatma tesisi yapacağımıza, Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi, fosfatsız deterjan üretelim ve kullanalım” dedi.

Dünyanın en nadir kelebeklerinden biri olan ve 10 yıldır izine rastlanmadığı için yok olduğu düşünülen Mezopotamya Çokgözlü Kelebeği yıllar sonra Malatya'da bulundu. Doğa Koruma Merkezi adına gözlem yapan kelebek gözlemcileri Süleyman Ekşioğlu ve Didem Ambarlı 10 Temmuz'da Malatya'da efsane kelebeği fotoğrafladı. Uzmanlar, ilk olarak 1892 yılında keşfedilen bu nadir kelebeğin yaşadığı alanların ya tahrip olduğu ya da iklim değişikliği nedeniyle yok olduğundan endişe ediyordu. Kırsal bölgelerin boşalmasıyla beraber yer yer tarımdan ve aşırı hayvancılıktan kurtulan doğa geri dönme mücadelesi veriyor.

Hatay'ın Samandağ ilçesi sahilinde, başına kesici aletle vurularak kafatası kırılmış halde bulunan ve nesli tükenmekte olan Caretta caretta türü deniz kaplumbağası, Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesinde tedavi altına alındı. Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Enes Altuğ, yaptıkları klinik muayenede deniz kaplumbağasının bilincinin yerinde olmadığını tespit ettiklerini söyledi. Son bir yıl içerisinde fakültelerinde kafatası kırılmış 4 kaplumbağayı yaşama döndürdüklerini kaydeden Altuğ, nesli tükenmek üzere olan bu hayvanlara karşı daha duyarlı olunmasını, özellikle balıkçıların deniz kaplumbağaları konusunda çok dikkatli davranmaları gerektiğini belirtti.

Amerika'daki Doğa Tarihi Müzesi'nden ve Fish Biology dergisinden bilim insanları, yarasa balıklarına ait iki yeni canlı türünün keşfini yaptı. Yeni keşfedilen bu türler kısmen ya da tamamen, yakın zamanda sızıntının yaşandığı Meksika Körfezi'nde bulunuyorlar. Yarasa balıklarının 70 türü var ve bu türler genellikle okyanus tabanında, karanlık bölgelerde yaşıyorlar. Ancak bu yeni bulunan türler daha sığ ortamlarda bulunuyor ve şaşırtıcı şekilde karaya çıktıklarında, kollara benzeyen kanatlarıyla yürüyebiliyorlar. Bilim insanları, zaman zaman yeni türlerin ortaya çıkışını ile ilgili olarak "Körfezde bile hala yeni türleri bulabiliyorsak, daha bilmediğimiz ne kadar çeşitlilik bulunuyor bir düşünün." yorumunu yapıyorlar. Ancak hepsi bizim petrol bağımlılığımız yüzünden tehlikede.

Türkiye genelinde havuzlarda tutulan yunusların özgürlüğüne kavuşturulması için “Özgür Yunuslar, Özgür Dalgıçlar” adı altında organizasyon düzenlendi. Bodrum’un Gümbet koyunda toplanan dalgıçlar, yaklaşık 22 metre uzunluğundaki "Motif" isimli tekneyle Büyük Rif açıklarına geldiler. Yunus parklarına gitmeyin" yazılı tişörtler giyen dalgıçlar, "Yunuslara özgürlük" diye slogan atarak, havuzlarda gösteri amaçlı tutulan yunusların serbest bırakılmasını istedi. Dalgıçlar daha sonra "Yunus parklarına gitmeyin" yazılı pankartı su üstünde ve altında açarak, "Özgür Yunuslar, Özgür Dalgıçlar" adıyla protesto dalışı gerçekleştirdi. Protesto dalışına katılan dalgıçlar, yunusların ticari amaçlı olarak havuzlara konulmasını ve üzerlerinden para kazanılmasını protesto ettiklerini söylediler.

TÜBİTAK destekli bir çalışma sonucunda Akdeniz sahilinde tespit edilen 129 türden 95’inin, Türkiye’de ilk defa kayıt altına alındığı, 7’sinin ise bilim dünyası için yeni olduğu belirlendi. Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Süphan Karaytuğ’un yürütücülüğünü üstlendiği proje kapsamında, Samandağ’dan Kalkan’a kadar Akdeniz sahili tarandı. Karaytuğ, yeryüzünde şu ana kadar tanımlanmış tür sayısının 1,5 milyon civarında olduğunu, sanayileşme, çevre kirliliği gibi birçok nedenle henüz keşfedilemeyen birçoğunun ise yok olacağını söyledi. Silifke ilçesine yakın bir kumlu sahilden keşfedilen canlı türüne Mersin şehrine atfen ’Ciplakastacus mersinensis’ adı verildi. Bu yeni tür Journal of Natural History adlı dergide yayınlanarak bilim dünyasına tanıtıldı. Uzmanlar taramalar için hedeflerinde şimdi Ege sahilinin bulunduğunu ifade ediyorlar.

Hayvan çeşitliliği açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden Türkiye'de Van kedisinden, yılan, kurbağa ve geyik böceğine kadar birçok tür, yabani hayvan toplayıcılarının hedefi durumunda. Dünyada 13 binin üzerinde memeli ve kuş, binlerce sürüngen, balık, milyonlarca omurgasız hayvan bulunduğunu belirten yetkililer, son yıllarda birçok hayvan ve bitki türünün yok olmasını insana bağlıyor. Evcil hayvan talebini karşılamak için milyonlarca hayvan ticarete konu ediliyor. Yıllık milyarlarca dolar değerindeki uluslararası yaban hayatı ticareti birçok hayvan türünün hızla azalmasına neden oluyor.
 
Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketinin, BP şirketine şimdiye kadarki maliyeti 3,12 milyar doları buldu. BP şirketi yürüttüğü temizlik operasyonuna 44 bin 500 kişinin katıldığını bildirirken, petrol akışının durdurulması için yeni yöntem arayışını sürdürüyor. "Balina" adlı Tayvan bandıralı dev bir tankerle Meksika Körfezi'ndeki suyu temizleme çalışmalarına başlandı. İngiliz basınında yer alan haberlere göre, dev tanker, petrollü suyu çekip temizleyecek ve tekrar körfeze bırakacak. Deneme aşamasındaki aracın günde 80 milyon litre deniz suyunu arıtabileceği bildiriliyor. Benzeri araçlar halen kullanılmakla birlikte bu kadar büyüğü ilk kez denenecek. Kıyı şeridinde de temizlik görevlileri özellikle plaj ve bataklıklara yayılan zift topaklarını ayıklamaya çalışıyor.
Körfezde, petrolü temizleme çalışmalarının yanısıra orada yaşayan canlıları da kurtarmak için büyük bir mücadele var. Çünkü Meksika Körfezi'nde yaşayan birçok hayvan nesli tükenme riski altında. Kurtarma ekipleri, binlerce kuş, kaplumbağa ve yunus balığını Körfezdeki petrol sızıntısından kurtarmayı başardı. Oceana adlı hayvanları koruma örgütüne göre 20 Nisan’dan beri 300 kaplumbağa ölü ya da yaralı olarak bulundu. Yetkililer, Meksika Körfezi’nde beş kaplumbağa türünün yaşadığını, bunlardan üçünün neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. Ölen canlılar arasında şişe burunlu yunuslar da var. Çok sayıda kuş da ne yazık ki hızla ölüyor. Körfezdeki birkaç ada, 3 bin 400 kuşun doğal yaşam alanı; ilkbahar ve sonbaharda da 1 milyon 800 bin kuşun göç yolları bu adalar üzerinde.

İçişleri, Çevre ve Tarım Bakanlıkları’nın ortak bir genelgeyle pitbull ve benzeri köpeklerin toplanmasına karar vermesi yeni bir tartışma başlattı. Genelge, pitbull ve benzeri köpekleri bulunduranlara 3 bin 434 TL para cezası kesilmesini öngörüyor. Belediye ekipleri, cezadan korkan köpek sahiplerinin sokağa terk ettiği pitbull’ların peşinden koşmaya başladı bile. Peki bu uygulama ne kadar doğru? Yoksa sorunun tespitinde bir yanlış mı var? Toplumda insanın insana şiddetinin had safhada olduğu günümüzde, bu genelge ile pitbulları dövüştüren, farklı amaçlarla kullanan insanlarla doğru şekilde mücadele yerine, cezayı suçsuz hayvanlara kesiyoruz. Bakamayacağımız ev hayvanlarını alıp sonra sokağa kaderine terk etmek suçtur ve hiçbir vicdana sığmaz.

Brezilya'da yüzlerce ölü penguen sahillere vurdu. Bilim insanları, olayın nedeninin tam olarak bulunamadığını, yapılan otopsilerde kuşların midelerinin hemen hemen boş olduğunun görüldüğünü belirtti. Sao Paulo eyaletindeki Peruibe, Praia Grande ve Itanhaem plajlarına son 10 gün içerisinde yaklaşık 500 ölü penguen vurdu. Penguenlerin büyük bölümünün, Arjantin, Şili ve Falkland Adaları’ndan, sıcak sularda yiyecek bulmak için kuzeye göç eden Magellan penguenleri olduğu belirtildi. Bilimciler bu olaya kuvvetli akıntıların mı, suların ısınmasının mı, insan faaliyetlerinin mi yol açtığını araştırıyor.



AĞUSTOS
Dünyanın en büyük nükleer kazasının meydana geldiği Çernobil'de çalışan bilim adamları DNA'larındaki değişikliğe bakarak, hangi canlı türlerinin radyoaktiviteden daha fazla etkileneceğini belirlemenin mümkün olduğunu ortaya çıkardılar. Buna göre, bazı canlıların DNA'sı çevre felaketlerinden daha kolay etkileniyor. Bu da, ileride hangi canlı türlerinin azalacağı, hatta neslinin tükenebileceği konusunda fikir veriyor. On yıldan fazla süredir Çernobil'de araştırma yapan bilim insanları, bulgularını eski nükleer santral civarında, radyoaktif kirlenme oranı yüksek olan bölgede inceledikleri böcek, kuş ve memeli hayvanlara dayandırdı. Araştırma için canlı türlerinin DNA'sı ile ilgili mevcut veriler kullanıldı. Uzun mesafe kateden gözalıcı renklerdeki göçmen kuşlar, etkilenme olasılığı yüksek türler arasında. Bunun nedenlerinden biri, bu türlerin DNA'larını tamir yeteneğinin az olması. South Carolina Üniversitesi'nden Profesör Tim Moussou ile Paris'teki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'nden Dr. Anders Moller öncülüğündeki araştırmanın sonuçları, evrim biyolojisini konu alan Journal of Evolutionary Biology dergisinde yayımlandı.

Yeni Zelanda'da 58 balina kıyıya vurarak öldü. Jonah Projesi adlı balina yardım örgütü başkanı Kimberly Muncaster, Yeni Zelanda’nın ıssız kuzey sahiline vuran 15 balinayı kurtarmak için seferber olan gönüllülerin bölgeye ulaştıklarında, daha önce sahile vurarak öldükleri belirlenen 58 balina bulduklarını söyledi. Muncaster, hayatta kalan 15 balinanın ise "oldukça kötü durumda" olduklarını belirtti. Yeni Zelanda, dünyada sahile vurma sonucu meydana gelen balina ölümlerinde birinci sırada yer alıyor. Yeni Zelanda Hayvanları Koruma Daire Başkanlığı verilerine göre Yeni Zelanda sahilinde 1840 yılından beri 5 binden fazla balina ve yunus sahile vurarak öldü.

Endonezya'nın en büyük hayvanat bahçesinde, birçoğu nesli tükenmekte olan türlerden olan hayvanların tümünün hayatı tehlikede. Hükümet tarafından denetim için görevlendirilen Hayvanat Bahçeleri Birliği’nin yetkilisi Tonny Sumampouw, Surabaya hayvanat bahçesinde, önlem alınmazsa ihmal ve yolsuzluk nedeniyle tüm hayvanların 5 yıl içinde öleceğini kaydetti. Yetkililer, Surabaya’da son günlerde de 17 yaşındaki bir Afrika aslanı ve 6 yaşındaki bir Avustralya kangurusunun öldüğünü ve bu şekilde her yıl yüzlerce hayvanın öldüğünü, diğerlerinin de açlık, stres ve kafeslerdeki nüfus yoğunluğu ile mücadele ettiğini, dar ve kirli kafeslerde tutulan 14 Sumatra kaplanının büyük bir risk altında olduğunu ve 20 Komodo ejderi yavrusunun yoğun bakımda olduğunu bildirdiler.

Kolombiya’da yeni bir Amazon maymunu türü keşfedildi. Kolombiya Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi 13 yeni tür grubunu gözlemledi. Ekip, yeni maymun türüne Peru yakınlarındaki Caqueta eyaletinde rastladığı için ‘Caqueta’ adını verdi. Araştırmacılar bu küçük, izole maymun popülasyonunun evleri olan ormanlar kesildiği için risk altında olduklarını söylüyor. Yani yeni keşfettiğimiz bu canlı türünü de kaybetmek üzereyiz.
Kanada'nın Saskatchewan eyaletindeki Grasslands Ulusal Parkı'nda bir çayır köpeğinin vebadan ölmesi, yetkilileri alarma geçirdi. Vebanın parkta koloniler halinde yaşayan diğer çayır köpeklerine de bulaşmış olabileceğini kaydeden Grasslands Ulusal Parkı Doğal Hayat Uzmanlarından Pat Fargey, önlem alındığı için çok düşük ihtimal olmasına rağmen, hastalığın enfekte olmuş hayvanlarla temas eden insanlara geçme riskinin bulunduğunu hatırlattı. Yetkililer, kusma, ishal, grip belirtileri ve karın bölgesinde ağrı hissedenlerin en yakın sağlık merkezine gitmeleri önerisinde bulunuyor. Tehlikenin tamamen ortadan kaldırılması için ne tür bir yol izleneceği açıklanmazken, parkta geniş çaplı bir hayvan itlafının yapılması bekleniyor. Öte yandan en büyük riskin, veba bulaşmış fareler olmasından korkuluyor. Farelerin, vebayı daha geniş bir bölgeye taşıma riski, yetkilileri düşündürüyor.

Peru’nun Amazon bölgesinde kuduzlu yarasalar 500’den fazla kişiye saldırdı, kuduz salgınında 4 çocuk öldü. Peru Sağlık Bakanlığı, kuduzlu yarasaların, ülkenin kuzeydoğusundaki Urakusa köyünde, Aguajun yerlilerine saldırdığını belirtti. Bakanlık yetkilisi Jose Bustamente, Aguajun kabilesine aşı ve gerekli diğer malzemelerin gönderildiğini söyledi. Bustamente, kuduzlu yarasaların ısırdığı 508 kişinin yüzde 97’sinin aşılanmaya başladığını ifade etti.

Türkiye, AB’nin de desteği ile son 2 yılda şap ile mücadelede büyük başarı kazanmış olmasına karşın, şapa neden olan virüsün genetik değişime uğraması ve aşılamaya rağmen biyogüvenlik önlemlerine yeterince dikkat edilmemesi nedeniyle, bu yıl görüldüğü alan sayısında, "patlama" olarak nitelendirilebilecek bir artış yaşandı. Bakanlık verilerine göre, geçen yılın tamamında sadece 214 alanda şap görülürken, bu yılın ilk yarısında sayı 700’ün üzerine çıktı. Türkiye, şap ile mücadelede etkin rol oynamasına karşın, İran, Irak gibi hayvan hareketlerinin tam kontrol edilemediği ülkelerden kaynaklanan hastalıklar nedeniyle bu mücadelede tam başarı sağlayamıyor. Belki tam başarı sağlamanın yolu beslenme alışkanlıklarımızı vejeteryan ağırlıklı olarak değiştirmek olabilir.

Doğa Derneği, Avrupa ölçeğinde "en nadir yırtıcı" olarak nitelendirilen ve nesli tükendiği düşünülen Balık Baykuşunu Toroslar'da buldu. Doğa Derneği kuş uzmanlarının 3 farklı bireyi belirleyerek fotoğraflamayı başardığı belirtilirken, bölgede daha çok bireyin olduğunu tahmin ettikleri de kaydedildi. Avrupa’da sadece Türkiye’de yaşayan Balık Baykuşunun sayısının 10 çiftten daha az olduğu tahmin ediliyor. Uzmanlar, yapılan çalışma sırasında, özellikle yapım aşamasında olan hidroelektrik santrallerin, kuşların yuvalama alanlarını olumsuz etkilediği için türü tehdit ettiğini belirterek, Balık Baykuşunun bulunduğu alanlarda avcılığın da önemli bir sorun olduğuna dikkati çekti. Anadolu ve Avrupa’da etrafı ormanlarla kaplı vadi sistemlerinde nehir ve çaylarda Balık Baykuşunun Avrupa’daki tek yaşam alanının Türkiye’nin güneyi boyunca uzanan Toros Dağları silsilesi olduğu bilinmesine rağmen, türe dair gözlem olmadığı için neslinin tükendiği sanılıyor.

Çin'in güneybatısındaki Sichuan eyaletinde, doğal ortamda yaşayan pandaların sayısı son 30 yılda yüzde 33 artarak 1206'yı buldu. Sichuan’daki dağlarda yaşayan bu pandalar tüm ülkedekilerin yüzde 76’sını oluşturuyor. Bunun yanı sıra Wolong ve Çengdu’daki araştırma merkezlerinde 246 panda bulunuyor. Çinli uzmanlar, "utangaç" oldukları için soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan pandaların suni döllenmesinde ve yetiştirilmesinde son yıllarda başarı kaydedildiğini ifade etti. Çin Ormancılık İdaresi, 2004 yılında 1590’ı doğal ortamda, 161’i ise koruma altında olmak üzere Çin’de 1751 panda bulunduğunu açıklamıştı.

Van’a 30 kilometre uzaklıkta bulunan Erçek Gölü’nde bir süre önce, yüzlerce kuşun ve ördeğin öldüğünü duyurmuştuk. Ölümlerin kuş gribinden olduğu yönünde büyük bir panik yaşanırken, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi heyeti inceleme başlattı. Yetkililer, ördeklerin ölüm sebebinin göçmen kuşlar tarafından taşınan bakteriler olduğunu belirttiler. Yetkililer “Göçmen kuşların bünyesi çok daha dayanıklı. Ölen ördekler göçmen değil Van Gölü havzasında yerleşik bir yaşam sürüyor. Bu yüzden göçmen kuşların taşıdığı bakterilere karşı bağışık değiller. Ancak ölümlerde etkili diğer sebeplerle ilgili araştırmalar sürüyor” dediler.

Hayvan Hakları Federasyonu'nu (HAYTAP) "Havuzlardan okyanuslara... Yunuslara özgürlük" adı altında bir eylem gerçekleştirildi. Suadiye Sahilinde düzenlenen eyleme Greenpeace, Doğa Derneği, Buğday Derneği ve İstanbul Dalış Merkezleri Derneği gibi birçok dernek de katılırken Leman Sam gibi ünlü sanatçılar destek verdi. Amaçlarının tüm yunus parkları ve akvaryumlarının kapatılması olduğunu söyleyen hayvan hakları savunucusu Öykü Yağcı, bu akvaryum ve parkların hukuka, hayvan hakları kanunlarına ve aynı zamanda tüm uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade etti. Yunus terapisi kisvesi ardına saklanarak bu canlılar üzerinden ticari kazanç sağlayan kuruluşların sayısı ve dolayısıyla tutsak yunusların sayısı da her geçen gün artmaktadır" denilen eylemde, doğal yaşam ortamlarına tamamıyla aykırı koşullar altında tutsak edilen yunusların sağlığını yitirdiğini ve ortalama yaşam sürelerinden çok daha kısa sürelere indiği ifade edildi. Karada, pankartlarıyla eylem yapan hayvan severlere Greenpeace de denizden botlarla destek oldu.

Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı, Karadeniz petrollerini taşıyan tankerlerin geçen yıl Marmara Denizi’ne 1.5 milyon ton balast suyu (gemilerin boşken yada bazen yük aldıktan sonra, yükün ve geminin dengesini sağlamak için baş ve yan bölmelerine aldıkları deniz suyu) deşarj ettiğini, balast sularıyla taşınan kırmızı alg türlerinin ekosistemi tehdit ettiğini açıkladı. İstanbul Boğazı’ndan 2009’da 51 bin 422, Çanakkale’den 49 bin 453 gemi geçti. Bu trafiğin beşte birlik bölümünü tehlikeli kargo ve petrol taşıyan gemiler oluşturdu. Tankerlerin okyanuslardan getirdiği ve Boğazlar'a boşalttığı deşarj suları ve zehirli atıklar nedeniyle Boğazlar'da yabancı balık, zehirli deniz anası ve kırmızı alg türleri oluşuyor ve bu kırmızı alg türleri, Marmara denizinde toplu balık ve deniz canlısı ölümüne neden oluyor.

Türkiye’den bir de güzel haber verelim. Sincapların, Doğu Toroslar'daki popülasyonunun her geçen gün arttığı, gömdükleri kabuklu yiyeceklerle yörenin bitki çeşitliliği ve coğrafi dağılımlarına olumlu katkı sağladıkları bildirildi. Çukurova Üniversitesi Botanik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Atabay Düzenli, Doğu Toroslar'da, Mersin'in Çamlıyayla ilçesinde yaptıkları incelemeler sırasında, sincapların kış hazırlığı için topladıktan sonra toprağa gömdüğü ceviz, meşe palamudu, fıstık ve benzeri yiyeceklerin fidana dönüşmesiyle bitki çeşitliliği yarattığını ve bunların dağılım alanlarını genişlettiklerini belirlediklerini kaydetti. Atabay Düzenli; “Doğu Toroslar, iklim ve yetişen ürün çeşitliliği nedeniyle sincaplar için en ideal yer. Akdeniz iklimine sahip bulunması, soğuk dönemler ile karlı günlerin çok kısa olması yanında meyve çeşitliliğinin ve çam ağaçlarının çok olması, sincapların Çamlıyayla ve çevresinde yaşamayı tercih etmesine yol açıyor.'' dedi.

Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Severler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, yaptığı yazılı açıklamada, zengin bir biyoçeşitliliğe sahip olan Azap Gölü’nde, çevresindeki tarım arazilerinden ve Menderes Nehri’nden gelen kirlilikle meydana gelen balık ölümleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan taban kirliliği ve metan gazı oluşumuyla ekosistemin bozulduğunu belirtti. Sürücü "Ölen balıkları kuşlar yiyor. Bunun sonucunda göldeki doğal dengenin en üst basamağını oluşturan kuşlar da ölmeye başladı. Kuşların ölmeye başlaması çok vahim bir durumu göstermektedir. Gölde şu anda ekosistem çökmüştür. Çevresinde yaşam devam ediyor. Ancak gölden su içen hayvanları, göl suyundan sebzelerini, tarlalarını sulayanları neler beklediği konusunda kimsenin bir fikri yok. Azap Gölü’ne acil dikkat çekiyoruz, göle bu kadar ’azap’ çektirmeyin diyoruz." dedi. Bu haberi umuyorum Çevre Bakanlığı Sulakalanları Koruma Dairesi bir ihbar olarak alır ve gerekli çalışmalara başlar.

Antalya'da yapılan kuş halkalama çalışmalarıyla, göçmen kuş türlerinin popülasyonları ve göç hareketleriyle ilgili değişimleri belirleniyor. Özel Çevre Koruma Kurumu'nun desteklediği Boğazkent Kuş Halkalama Projesi kapsamında Boğazkent ve Titreyengöl bölgesinde bugüne kadar 236 kuş türünün tespit edildiği, 48 türden binin üzerinde kuşa halka takıldığı bildirildi. Proje yürütücüsü Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Erdoğan, yaptığı açıklamada, halkalama çalışmalarıyla göçmen kuş türlerinin popülasyonları ve göç hareketleriyle ilgili değişimlerin belirlendiğini söyledi. Bu çalışma sayesinde dünyada çok sayıda bilim adamı ve kuş gözlemcisinin dikkatinin bölgeye yöneldiği bildiriliyor. Umuyoruz kuş gözlemcileri aynı zamanda doğanın korunması için aktif birer vatandaş olarak da çalışır. Şu and en önemli sorun Doğa’yı koruyacak denen Doğa’yı koruma yasasının Doğa’yı bozacak olması. Bütün doğa alanında çalışan öğretim üyelerini bu konuda aktif olmaya çağırıyoruz. http://tabiatkanunu.wordpress.com/ adresinden bu harekete katılabilirler.

Kara öküz Afrika'nın güneybatısındaki Zimbabwe'nin en tehlikeli hayvanlarından biri olarak bilinir. Vahim bir kazada yaralı bir kara öküz, tecrübeli çevre koruma elemanlarından Steve Kok'u boynuzlayarak öldürdü. 71 yaşında olan Kok, kendini vahşi hayvanların kaçak avcılar tarafından avlanmasını engellemeye adamıştı. Kok gönüllü bir doğa korumacı olarak, yasak bölgelerde avcılığa karşı mücadele yürütmüş, binlerce hayvanı işkenceli ölümlerden korumuştu. İnsan hiçbir zaman ihtiyatı elden bırakmamalı, erken ayrılması aramızdan mücadele için önemli bir kayıp. Kendisini hep şükranla anacağız.


EYLÜL
Göçmen kuşlar tedavi edilmesi güç enfeksiyonların yayılmasında önemli bir rol oynuyor olabilir. Bilim insanları, göçmen kuşların 'süper bakteri' olarak da bilinen antibiyotiklere karşı dirençli bakterileri taşıdıklarını belirledikten sonra bu yönde kaygılarını dile getirdi. Portekizli araştırmacılar, martılara ait kuş pisliklerinden alınan 57 örneği inceleyerek yaptıkları tahliller sonucunda martılarda bulunan her 10 bakteriden birinin, vankomisin adlı yaygın bir antibiyotiğe karşı dirençli olduğunu belirledi. Uzmanlara göre martılar, enfeksiyonu büyük olasılıkla insan çöplerinden yedikleri kırıntılardan kapıyor. Antibiyotiğe karşı dirençli bakteriler, sağlıklı insanları genellikle etkilemiyor ama zayıf ve dayanıksız kişilerde ciddi enfeksiyonlara yol açabiliyor. Bilim insanlarını asıl kaygılandıran ise bu dirençli bakterilerin, diğer antibiyotiklerin etkilerini yok edip tedavisi çok daha güç enfeksiyonların oluşmasına sebep olabilmesi ihtimali.

Yeni Zelanda'nın kuzey kıyısına bir ay içinde ikinci kez balina sürüsü kıyıya vurdu. Balinalardan 25'i telef oldu. Kıyıya vuran 49 balinanın ise hala hayatta olduğu belirtiliyor. Kıyıdan hemen uzakta da 50 civarında balina tespit edildi. Balinaların yeniden yüzdürülmesi için çaba sarf eden gönüllülerin karşısında mücadele etmeleri gereken güçlü dalgalar ve şiddetli rüzgar var. Bir başka kıyıya da geçen ay vuran 58 pilot balinadan sadece 9’u kurtarılabilmiş ve yeniden yüzmeleri sağlanmıştı. Bilim adamları, balinaların toplu halde kıyıya vurmalarının nedenini henüz tam olarak tespit edemedi.

Yeni bir araştırma, çağın vampiri tahtakurusunun, dünyanın dört bir yanına giderek yeniden yayıldığını ortaya koyuyor. Kentucky Üniversitesi ve Amerikan Ulusal Böcek İdaresi Derneği'nin birlikte önayak olduğu araştırma, tahtakurusu nüfusundaki patlamanın sadece ABD'de değil, küresel anlamda bir salgına dönüştüğünü gösteriyor. Yakın zaman içinde İngiltere'de de bu gözlemi doğrular nitelikte veriler yayımlandı. ABD'de tahta kurusu sorunu en çok New York'ta kendini gösteriyor. Hiç uyumayan New York'ta hiç uyutmayan tahta kurularının istilasına uğrayan bazı iş yerleri, sinemalar ve dükkanlar kapatılmak zorunda kaldı. ABD'nin Çevre Koruma Dairesi, ''Acı verecek derecede kaşındıran, alerji dahil bir dizi sağlık sorununa yol açabilen tahta kurularının kaygı verici boyutta arttığı'' uyarısını yayınladı. İngiliz böcekbilimci Clive Boase'e göre, iklim değişikliğinin ve ulusararası seyahat trafiğindeki artışın da tahta kurularının yeniden hortlamasında rol oynadığını düşünüyor.

İzmir’den Edirne’ye, Edirne Çevre ve Orman Müdürlüğü, Afrika'dan Trakya'ya göç eden ve üreme için Edirne'de yuva yapan leyleklere yönelik, ''Leylek Yuva Gözlem Takip'' projesini hayata geçirdi. Bölgede bulunan bine yakın yuvada toplamda 754 yetişkin, 1083 yavru leylek sayıldı. Direk, baca, çatı ve ağaçlara yuva yapan leyleklere yöre halkı dokunmuyor, leylekler huzur içinde yavrularını büyütüyor.

Aslan yelesi denizanası olarak da bilinen Cyanea cappillata, okyanusları ekosisteme büyük zarar veren istilacı bir türden koruyor. "New Scientist" dergisinde yer alan habere göre, okyanusları koruyan zehirli dev denizanası Cyanea cappillata, boyu 30 metreye kadar ulaşan dokunaçlarıyla dünyanın en uzun hayvanları arasında yer alıyor. Bergen Deniz Araştırmaları Enstitüsünden Aino Hosia ve Gothenburg Üniversitesinden Josefin Titelman, Cappillata’nın insana zararı olmayan ancak ekosistemi tahrip eden denizanası görünümündeki Mnemiopsis leidyi adlı taraklının istilasına karşı doğal bir set oluşturarak okyanusları koruyucu şekilde görev yaptığını belirtiyor. Atlantik kökenli Mnemiopsis leidyi, 1980’li yıllarda atık ve molozlarla önce Karadeniz’e yayılmış ve daha sonra da Akdeniz’de görülmeye başlanmıştı.

Balina avcılığı yolsuzluğunu ortaya çıkarmak için eylem yapan iki Greenpeace eylemcisi, 3 yıl ertelenen, 1 yıl hapis cezası aldı. Mahkeme kararının haksızlığına vurgu yapmak için Greenpeace eylemcileri Türkiye’de Japonya Büyükelçiliği önünde “aktivizm suç değildir” pankartları ile eylem yaptı. Greenpeace, Japonya'nın Güney Okyanusu'nda sürdürdüğü balina avcılığı programındaki büyük yolsuzluğu ortaya çıkaran iki Greenpeace eylemcisine verilen, ağır ve adil olmayan kararı kınadı. Hapis cezası alan Toru Suzuki ve Junichi Sato’nun fotoğraflarını taşıyan eylemciler, büyükelçiliğin kapısına üzerinde adaletin terazisinin olduğu siyah kumaşlar astılar. Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası sorumlusu Banu Dökmecibaşı, “Bu karar kamu yararına yapılan bireysel barışçıl eylem yapma hakkının ihlalidir” dedi. Sato ve Suzuki, “Biz hükümetin balina avcılığı programı gerçeğini ortaya çıkardığımız için ceza alırken, kamu parasını amacı dışında harcayanlar özgürce dolaşıyor” dedi.

Amerikalı, Kanadalı ve Avustralyalı bir grup hayvan hakları savunucusunun, dün Japonya'nın yunus balığı avına son vermesini istemesinin ardından, bugün Taiji Koyu'nda yunus avı yapılmadı. Taiji belediyesinden bir yetkili, Associated Press ajansına yunus avı yapılmadığı yönünde açıklamada bulundu ancak bundan sonra av yapılıp yapılmayacağı konusunda bir bilgi vermedi. Yunus katliamını konu alan, 2010 Belgesel Oscarı'nın sahibi "Koy" (The Cove) filminin yönetmeni Richard O'Barry, Amerikan Büyükelçiliği yetkililerine, Obama'ya verilmek üzere, yunus balığı avının durdurulmasını isteyen ve 150 ülkeden 1,5 milyon kişinin imzaladığı dilekçe iletmişti. Her yıl, Taiji kasabası açıklarında Japon balıkçılar ortalama 2 bin yunus balığı avlıyor. Yakalanan yunuslardan bir bölümü gösteri merkezlerine satılıyor, diğer bölümü ise eti yenmek üzere öldürülüyor.

Bu arada Greenpeace’ın araştırma gemisi “'Arctic Sunrise”, BP petrol platformundaki patlama sonrasında Meksika Körfezi’nde. Tespitlere göre yayılan petrol nedeniyle Körfez’deki planktonlarda ve mavi yengeç larvalarında dikkate değer genetik değişimler var. Arctic Sunrise’dan Steve Sawyer, “Eğer politikacılar, petrolün yol açtığı zararlar karşısında ya Meksika Körfezi gibi felaketlere suç ortağı olacaklar ya da gerçek alternatifleri desteklemek konusunda ciddiyetlerini göstererek çözüme ortak olacaklar dedi.

Köpekbalığı türlerinden yüzde 30’unun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu, yüzde 47’sinin ise geleceğinin meçhul olduğunu belirten biliminsanları, köpekbalığının yok olmasının, hassas olan okyanusların ekosisteminin dengesini bozacağı yönünde uyarıda bulundu. Biliminsanları ayrıca, köpekbalıklarının yok olmasının, mercan kayaklıklarındaki hayatın da yok olmasına yol açacağı konusunda uyarıda bulunuyorlar. Köpekbalığı avı için sınır bulunmadığını anlatan Pew Vakfı’ndan Matt Rand, köpekbalıklarının mutlaka korunma altına alınması ve uluslararası düzeyde köpekbalığı avcılığına kota konulmasının gerektiğinin altını çizdi.

Biliminsanları Alaska’da binlerce denizayısının yüzer buz kütlelerinden kıyılara göç etme nedenini araştırıyor. Denizayılarının hareketini uydu radyo dalgalarıyla izleyen US Geological Survey, 10.000 ila 20,000 kadar çoğu anne ve yavrulardan oluşan hayvanın Alaska kıyısının Chukchi Denizi tarafında çok yoğun bir kalabalık oluşturduğunu ve bunun bu türün şu ana kadar gözlenen en büyük göçü olduğunu belirtti. Denizayıları iklim değişikliğinden etkilenen tek tür değil; Kuzey Kutbu dünyanın geri kalanının ortalamasına göre iki kat daha fazla ısınmış durumda ve Kutuptaki denizler, karbondioksit yoğunluğu nedeniyle hızla asidik hale geliyor. Karbondioksitin havada artınca, suda çözünüyor ortaya çıkan karbonik asit denizayılarının ana gıdalarından olan denizkabuklularının kalsiyumlu kabuklarını eritiyor ve sayılarını azaltıyor. Nasıl yumurta kabuğunun içine limon sıkarsak erir, onun gibi. Bir çok balina ve fok türünün yanında, karada yaşayan ren geyiği ve tilki gibi hayvanlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Sera gazı salımlarını büyük oranda düşürmediğimiz takdirde deniz ve karada yaşayan tüm canlıların soylarının hızla tükenme yolunda olduğunu hatırlamamız ve bu yolda harekete geçmemiz zorunlu.

Flamingoların üreme alanlarından biri olan Tuz Gölü'nde, 8 ayda toplam 86 flamingo şüpheli şekilde öldü. Binlerce flamingonun dünyaya gözlerini açtığı Tuz Gölü’nde bu yıl gerçekleşen şüpheli flamingo ölümlerinin nedeni, alınan su ve çamur örneklerinin incelenmesiyle açıklığa kavuşacak. Doğa Derneği Bilim Koordinatörü Dr. Özge Balkız Anadolu’da ‘allı turna’ adıyla bilinen flamingoların üreme alanlarında çok seçici olduklarını belirterek, Akdeniz Havzası’nda özellikle Tuz Gölü’ne düzenli olarak geldiklerini ve 1970’ten bu yana göldeki flamingo varlığının bilindiğini söyledi. Balkız, 2007’de aynı bölgede kuraklıktan kaynaklanan flamingo ölümlerinin yaşandığını hatırlattı. Göl çevresinde inceleme yapan Doğa Derneği Tür Sorumlusu Ferdi Akarsu da, ölümlerin nedeninin hastalık, susuzluk veya açlık olabileceğini belirterek, ölen 86 flamingodan sadece bir tanesinin yetişkin olduğunu diğerlerinin yavru iken öldüklerini açıkladı. Tuz Gölü’ndeki flamingo ölümleriyle ilgili olarak Çevre ve Orman Bakanlığı yerel yetkilileri de bilgilendirildi.

Hatay Kırıkhan’a bağlı İncirli Köyü’nde, Hatay Akpınar Madencilik tarafından kurulmak istenen çimento fabrikasına yerel halk tepki gösteriyor. Amik Gölü’nü yok eden zihniyetin bu kez sulak alanları değil, bölgedeki doğal alanları ve tarım alanlarını hedef aldığı dile getirildi. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Hatay Şubesi’nden yapılan açıklamada, endemik Hatay Dağ Ceylanı’nın ve kurutulmuş Amik Gölü’ne kaynaklık eden Gölbaşı’nın bulunduğu topraklara sahip İncirli’nin verimli tarım arazilerinin gelecek nesillere bırakılması adına bu fabrikaya karşı çıkıldığı bildirildi. Yapılan toplantıda sulu tarıma elverişli 1.sınıf tarım arazileri için, tarıma elverişsiz raporu verildiğinin gözlendiği belirtilerek, Suriye sınırındaki İncirli’nin başlıca geçimini tarım ve hayvancılıktan sağladığı, ayrıca Türkiye memeli listesine en son eklenen tür olan Hatay Dağ Ceylanı’nın tek yaşam alanının da bu bölge olduğu ifade edildi.

Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nde yaralı, hasta ve öksüz yaban hayvanlarına anında müdahale edilebilmesi ve ihbarların en kısa sürede değerlendirebilmesi için kullanılacak ilk yardım ve nakil aracı hizmete girdi. Uzman veteriner hekim tarafından kullanılacağı belirtilen nakil aracında, ilk yardım müdahaleleri için gerekli ekipman bulunacak. Ekipman içinde anestezi amaçlı narkotik tüfek, anestezi ilaçları, ameliyat malzemeleri ve hayvan nakillerinin yapılabilmesi için taşıma kutuları yer alıyor. Böylece yardıma muhtaç yaban hayvanlarına uluslararası standartlara uygun müdahalede bulunulabilecek. Türkiye’de ilk defa başlatılan uygulamayla da vatandaşlar ve kamu kurumlarından gelen ihbarların www.milliparklar.gov.tr web sitesi aracılığı ile alınmasıyla, yaban hayvanları için bakım ve rehabilitasyon hizmeti sunulacak.

EKİM
Düzce'nin Gölyaka ilçesi sınırları içinde bulunan Efteni Gölü Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ve Kuş Cenneti, mevsim itibarıyla göçmen kuşları ağırlamaya başladı. Alınan bilgiye göre, 764 hektar alana sahip Efteni Gölü Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ve Kuş Cenneti, her yıl 80'i aşkın kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Her yıl 30 binin üzerinde ördek ve kaz türü gelen Kuş Cenneti'nin denetim ve kontrolü, Düzce Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğünce yapılıyor. Özellikle kışın göç alan göle ziyaretçilerin bilgi alabileceği tanıtım merkezi de kuruldu.

Yok olmaya yüz tutan kelaynakların sayısı, yapılan çalışmalar neticesinde 42'den 112'ye ulaştı. Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada; günümüz itibariyle sadece Fas ve Türkiye'de koloniler halinde yaşayan kelaynak kuşlarının, nadir bulunan kuş türü olduğu belirtildi. Açıklamaya göre; dünya üzerinde nesli tehlike altında olan, Birecik'te 1950 yılından itibaren zirai mücadele ilaçlarının aşırı kullanılması ve yaşama alanlarının azalması yüzünden sayıları giderek azalan kelaynak kuşlarının, 1990 yılına kadar göçe gitmesine izin veriliyordu. Ancak kuşların göçten geri dönmemeleri dikkate alınarak, kuşlar Birecik'teki kelaynak üretme merkezinde kafeslere alınmaya başlandı. Tekrar göç etmelerine izin verildiğinde ise Suriye’de yeni koloniler keşfedildi.

Dişi bir kambur balina, dünya çevresinin yaklaşık dörtte birini yüzerek rekor kırdı. Habere konu olan balina, biyolog Peter Stevick ve ekibi tarafından ilk olarak Brezilya sahillerinde tespit edilmiş, derisinden doku örneği alınmış ve fotoğraflanmış. Aynı birey, iki yıl sonra bir turist tarafından Madagaskar’da görüntülenmiş. Balinaların insandaki parmak izi gibi bireye özgü bir desene sahip olan kuyruk altı beneklerini inceleyen Steve ve ekibi, iki fotoğrafın aynı bireye ait olduğunu anlamışlar. Kambur balinaların göç davranışı yalnızca katedilen mesafe açısından değil, bir çok üreme bölgesini içermesi ve okyanusun neredeyse bütününün geçilmesi nedeniyle de oldukça ilgi çekici. Bu balinalar tipik olarak, yüksek enlemli beslenme bölgeleri ve düşük enlemli üreme bölgeleri arasında göç ederler. Fakat bu tip geniş çaplı göç davranışının genellikle erkek bireylerce yapılması ve dişilerin aynı üreme bölgesi çevresinde kalmayı tercih etmesi, dişi bir birey tarafından kırılan bu uzun mesafe rekorunu daha da ilginç hale getiriyor.

Dünya denizlerindeki canlı türlerinin sayımı için 10 yıldır 80 ülkeden 2 bin 700 bilim insanının katıldığı çalışmada 250 bin tür canlı tespit edildi. Dünya denizlerinde ilk kez yapılan ve 540 ayrı bilimsel seferde toplam 9 bin gün süren Deniz Yaşamı Tür Sayımı tamamlandı. Dalhousie Üniversitesi'nden Biyoloji Profesörü Boris Worm, çalışmanın tanıtımı dolayısıyla yaptığı açıklamada, dünyanın ilk denizaltı biyolojik çeşitlilik haritasında tek hücreli canlılardan, dev balinalara kadar sayımı yapılan türler arasında yaklaşık 6 bin yeni potansiyel türün tespit edildiğini, bunların içinde 1200'den fazlasının tanımlandığını belirtti. Araştırmacılar, Avustralya sularında 50 milyon yıl önce yok olduğu düşünülen Jura dönemine ait bir karidesin keşfedilmesine karşılık, denizdeki besin zincirinin ilk halkası planktonların ise yaklaşık yüzde 40'ının son 50 yılda ortadan kalktığını, bunun da okyanusların giderek ısınmasıyla açıklanabileceğinin altını çizdiler. Bilim adamları, bazı bölgelerde köpekbalıklarının yüzde 99'unun yok olduğu uyarısında da bulundular.

Türkiye'deki yaban hayvanları için DNA bankası kuruluyor. Karaca, ceylan, kızıl geyik, alageyik, yabankoyunu, yabankeçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, çizgili sırtlan, karakulak, vaşak, kurt ve bozayı türlerini kapsayan proje bu ay başlayacak, 48 ayda tamamlanacak. Ulusal Biyolojik Çeşitliliğin ve Gen Kaynaklarının Korunması Hedefleri Doğrultusunda Büyük Memeli Türlerinin Araştırılması, Korunması ve Yönetimi projesi, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi ve Selçuk Üniversitesi işbirliğinde hazırlandı. Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Yaşar Dostbil “Bu, Türkiye’de yaban hayatı konusunda bugüne kadar yapılan en geniş bütçeli ve en kapsamlı proje” dedi.

Vahşi yaşam uzmanı Andy Derocher, iklim değişikliği nedeniyle ısınan havalar yüzünden kutup ayılarının aç kaldığını söyledi. Kanada'nın kuzeyindeki Hudson Koyu'nda yaşayan kutup ayılarını inceleyen Derocher, denizden beslenen ve özellikle de fok balığı avlayan yüzlerce kutup ayısının buzulların ilkbaharda erken erimesi ve okyanus sularının sonbaharda geç donması nedeniyle zor durumda olduğunu söyledi. Derocher, kutup ayılarının vücut ağırlıklarının ortalama olarak 27 kilo düştüğünü de dile getirdi. Böyle giderse önce kutuplar sonra bozkır, yani sırada biz varız.
Onun için 10.10.10’da harekete geç, 350 Hemen Şimdi Eylemcesine sadece 5 gün kaldı! Eylemce için detaylı bilgi www.350.org ve www.350hemensimdi.org adresinde. Sende katıl.

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvan Haklarını Koruma Günü. Hayvan hakları savunucuları, dün "hayvanlara yönelik şiddeti" protesto etmek amacıyla Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde oturma eylemi yaptı. "İnsan düşünen hayvandır" yazılı pankart açan grup, Galatasaray Lisesi önünde toplandı. Yüzlerce hayvan hakları savunucusu hayvana yönelik şiddetin kabahat değil suç sayılmasını istediklerini belirterek “5199 sayılı yasanın değişerek, hayvana yapılan şiddetin, işkencenin cüzi bir para karşılığı geçiştirilmemesini, hayvanlara karşı işlenen suçların ceza hukuku kapsamına alınmasını, şiddet uygulayan suçluların mahkemelerde yargılanarak gerekli cezaları almalarını istiyoruz" dedi.

ABD’ de bal arılarının nesli tükeniyor. Araştırmacılar, ABD genelinde balarılarının esrarengiz şekilde yok olmasının sorumlusunun virüs ve mantar olabileceğini belirledi. PLoS ONE dergisinde yayımlanan bir araştırma, arıların yok olmasının, birçok bitkinin polenlerinin taşınamaması ve bu yüzden döllenmenin meydana gelemeyişine yol açtığına dikkati çekti. Bu durumdan etkilenen kovanlardan örnekler alan araştırmacıların, arılarda virüs ve mantara rastladığı, sendromdan etkilenmeyen örneklerde ise bu iki sorunun var olmadığını tespit ettikleri belirtildi. Montana Üniversitesi’nden Jerry J. Bromenshenk, "koloni çöküşü bozukluğu"(CCD) adıyla tanımlanan sendroma, belirlenen iki nedenin mi sebep olduğunun yoksa CCD sendromuna yakalanan arıların virüs ve mantar oluşumuna yatkın hale mi geldiklerinin henüz kesinlik kazanmadığını kaydetti. Yeni araştırma, şüpheli virüsün, 20 yıl önce ilk kez Hindistan’da belirlenen, renk değişimine yol açan bir virüsle benzerlik gösteren, böceklerde rastlanan bir virüs olduğunu ortaya koydu.

Kars'ta 58 türden 24.800, Iğdır'da 84 türden 5.800 ve Ardahan'da 24 türden 1000 kuş sayıldı. Kuzeydoğa Derneğinden alınan bilgiye göre 26 kişilik ekip, 2 Ekimde, söz konusu illerde bulunan 7 doğal alanı 4 kişilik gruplar halinde ziyaret ederek kuşları saydı. Dünya Kuş Gözlem Günü kutlamaları kapsamında düzenlenen etkinlikte, yağmurlu havaya rağmen Türkiye'deki 465 kuş türünün yaklaşık dörtte birine rastlandı.
En çok görülen 3 kuş türü sakarmeke, angıt ve sığırcık oldu. Etkinlikte 12.800 sakarmeke, 4.100 angıt ve 4000 sığırcık kuşu görüldü. En çok kuş görülen yer 63 türden 52.028 kuşla Iğdır'da Ağrı Dağı'nın eteklerindeki koruma statüsü olmayan Aralık-Karasu sulak alanı oldu.

KASIM
Tarım Bakanlığı, pet shop'lardaki uygunsuz hayvan satışlarına gelen tepkiler üzerine mevzuatı değiştirmek için harekete geçti. Tarım Bakanı Mehdi Eker, “Şikâyet çok. Mevzuatı bu doğrultuda değiştiriyoruz” açıklamasını yaptı. Denetim ayağından sorumlu taraf olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da “Satan kurallara uyacak” dedi. 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri ile ilgili kanunda haziran ayında değişiklik yapıldığını hatırlatan Mehdi Eker, şimdi de buna uygun olarak yönetmeliğin değişeceğini açıkladı. Haziran ayında ilgili kanunda yapılan değişiklik, hayvan sahibine de sorumluluk getirecek. Bulaşıcı hayvan hastalığını ya da sebebi belli olmayan hayvan ölümlerini bakanlığa bildirmeyen hayvan sahipleri ve muayene eden veteriner hekimlere para cezası uygulanacak.

Çin yönetimi, uzun süren görüşmelerden sonra Kanada'ya 25 yıl sonra 6 panda daha vermeye razı oldu. Çin ile varılan anlaşma kapsamında, Kanada'nın dünyaca ünlü Toronto Hayvanat Bahçesine yerleştirilecek olan bir çift panda yola çıkarıldı. 2012 yılından itibaren Calgary ve Quebec eyaletindeki Granby Hayvanat Bahçelerine de yaşları 18 ay ile 2 arasında değişen birer çift panda getirilecek. Kanada Çevre Bakanı Jim Prentice, pandalar için Çin'e herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı şeklindeki soruları yanıtsız bıraktı. Çin, Kanada'ya ilk pandayı 1985 yılında vermişti. Nesli tükenmekte olduğu için Çin Hükümeti ve Dünya Doğayı Koruma Vakfınca koruma altında olan pandalardan, dünyada 1600 kadar olduğu sanılıyor. Çin, pandaların ülke dışına çıkarılmaması konusunda sert önlemler uyguluyor.

Türk ve İskoç araştırmacıların önderliğinde yapılan DNA analizi, Akdeniz'de bulunan büyük beyaz köpekbalıklarının kökenlerinin Avustralya olduğunu ortaya çıkardı. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü, İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu ve İskoçya Aberdeen Üniversitesi’nden araştırmacıların oluşturduğu ekip, Akdeniz’de balıkçı ağlarına takılan 4 büyük beyaz köpekbalığının DNA analizlerini yaptı. Buna göre 450 bin yıl kadar önce beyaz köpekbalıklarının Avustralya’ya geri dönmek yerine, o dönemde küresel iklim değişikliği dolayısıyla bugünkünden daha da güçlü olan Agulhas halkalarını izleyerek batıya doğru yollarına devam ettiği ve Cebelitarık’tan Akdeniz’e girdiği düşünülüyor. İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu’ndan Hakan Kabasakal, genetik kanıtların yüz binlerce yıl önce kurulan ve iklim değişimleri nedeniyle sürdürülememiş okyanus ötesi bir akrabalığa işaret ettiğini söyledi.

Her yıl kıyılarımızda bilindiği kadarıyla 90 deniz kaplumbağası balıkçı ağlarına takılarak hayatlarını kaybediyorlar. Halbuki ölen çok daha fazlası kayıtlara dahi geçmiyor. Türkiye’de ilk İztuzu kumsalında kurulan hastaneye 2 yıl içinde 15 deniz kaplumbağası yaralı olarak geldi onikisinin tedavisi tamamlanınca denize salıverildi. 3 deniz kaplumbağasının ise tedavileri sürüyor... IUCN tarafından hazırlanan Kırmızı Liste'ye göre, yaşam mücadelesi veren yedi kaplumbağa türünden deri sırtlı deniz kaplumbağası ve yeşil deniz kaplumbağasının nesilleri tükeniyor. Deniz ve karadaki kirlenme, üreme, beslenme ve kışlama alanlarının tahrip edilmesi, balık ağlarına takılarak ölmeleri, yumurtalarının bazı ülkelerde toplanıp satılması, bazı türlerin kabuğunun süs eşyası, yağından parfüm yapımında kullanılması, derisinden ayakkabı ve çanta yapılması deniz kaplumbağalarını dünyada ve Türkiye'de tehdit eden başlıca etkenler. Pasifik Okyanusu'nda deri sırtlı deniz kaplumbağası (Dermochelis coriacea), Akdeniz'de ise yeşil deniz kaplumbağasının (Chelonia mydas) nesli hızla tükeniyor. Akdeniz Sahilleri'nde yaşamlarını sürdüren yeşil deniz kaplumbağası nüfusunun yüzde elliden fazlası da Türkiye'de yaşıyor ve Akdeniz kıyılarında belirlenmiş ve resmi olarak kabul edilmiş 20 yuvalama kumsalımız var. Tabiatı Koru(tma)ma Kanunu meclise gitmişken onların yaşamları da tehlike altına giriyor.

Sizlere bir süre önce, yapılan bir araştırma sonucu son on yıl içinde yaklaşık bin 200 kaplanın öldürülmüş olduğunun tespit edildiği ve doğal hayatta yaklaşık 3 bin kaplanın kaldığının tahmin edildiği ile ilgili bir haber aktarmıştık. Bu konuyla ilgili bir haberimiz daha var; Rusya'nın St. Petersburg kentinde kaplanların geleceğiyle ilgili yapılan uluslararası zirveye katılan uzmanlar, yaşam alanlarını korumak için ülkelerin harekete geçmemesi ve kaçak ava karşı mücadele etmemeleri halinde, kaplanların neslinin 12 yıl içinde tükenebileceğini ifade etti. Dünya Doğayı Koruma Vakfı yetkilileri ve uzmanlar, bir asır önce kaplan sayısının 100 bin olduğunun tahmin edildiğini belirterek, şimdi ise vahşi ortamdaki kaplanların sayısının 3 bin 200'e indiğine dikkati çekti. Koruma önlemleri alınmadığı takdirde, Çin takviminde kaplan yılı olan 2022'de kaplanlar yeryüzünden silinebilir. Uzmanlar, ormanların kesilip inşaatlar yapılarak kaplanların yaşam alanlarının yok edildiğini, hayvanların, derileri ve Çin'deki geleneksel ilaçlar için avcıların hedefi olduğunu kaydetti. Zirvede, kaplan nüfusunun bulunduğu 13 ülkenin hükümetlerinin desteğiyle kaplanların nüfusunun 2022 yılında iki katına çıkarılmasını hedefleyen geniş kapsamlı bir program da kabul edildi.

Mersin’de Ulusal ve Uluslararası koruma statülerine sahip Silifke’deki Göksu Deltası Kuş Cenneti bir ayda ikinci defa yandı. Yakanların tarım arazileri açmaya çalıştığı belirlendi. Göçmen kuşların geldiği bu aylarda gece boyu süren yangında çıkan dumanların etkisiyle kuşlar deltayı terk etmeye başladı. Sürüngenler ise alevlerin içinde kaldı. Polis ve Jandarma, özel ekipler oluşturarak yakanların peşine düştü. Nadir ve nesli tükenme tehlikesi altında olan çeşitli kuş türlerinin yaşam, üreme, beslenme, ve konaklama yeri olan deltada bulunan Kuş Cenneti büyük tehlike altında, gerekli koruma önlemlerinin alınması acilen gerekiyor. Çevre Bakanlığı çevreyi tahrip eden HES’lerle uğraşacağına öncelikle doğal alanları korumayı becermesi gerekiyor.

Doğadaki biyolojik çeşitliliğin azalmasında, yaşam alanı kaybı ve iklim değişikliğinin yanı sıra yabancı türlerin etkileri de büyük rol oynuyor. Almanya’daki Senkenberg Araştırma Merkezi’nden Dr. Carsten Nowak, çoban değneği adlı bitkinin oldukça geniş ve saldırgan bir yapıya sahip olduğuna işaret ediyor. Esasında bitki tabii ki saldırgan değil, sadece ona alışık olmayan yeni yaşam alanında bitkinin yayılmasına engel olacak başka destek bitki ve hayvanları mevcut değil. Umuyorum Dr. Nowak gibi bilim adamları bu saldırganlık söylemi dışına zaman içinde çıkabilirler. Dr Nowak’a göre: " Japon çoban değneği Almanya’da görülen en zararlı ve istilacı bitkilerden biri. Avrupa’ya iki yüz yıl kadar önce bir süs bitkisi olarak getirildi. Şimdi ise nehir yataklarını kaplıyor ve yerli bitkileri yerlerinden ediyor. Kökleri 3 metre derine kadar uzanabiliyor. Bozuk kökler yeniden baş verdiğinden, bu bitkiden kurtulmak neredeyse imkânsız.” Burada suçu bitkide bulmak kolay ancak esas suçlu bitkiyi anavatanından koparıp getiren insan. Bu arada hayvanat bahçeleri için anavatanından koparılan ama kaçmayı başaran bir başka tür de Mısır kazı isimli kuş. Mısır kazının uzun vadeli etkilerini bilim adamları da tam olarak kestiremiyorlar. Bazen yabancı bitki ve hayvanlar, nüfus patlamasına yol açabiliyor. Yabancı türlerin neden olduğu zararlar Alman tarımına her yıl yaklaşık 25 milyon euroya, Avrupa’ya ise 12 milyar euroya mal oluyor. Daha başında bu zararın önüne geçmek, masrafları azaltıp, doğal hayatın korunmasına yardımcı olabilir. Bunun yolu da yabancı dediğimiz türleri anavatanından koparp getirmemek.

İngiltere'de bulunan Uluslararası Trafik adlı örgütün Dünya Doğayı Koruma Fonu (WWF) ile beraber yaptığı araştırmada yasadışı avlanmada Hindistan'ın birinci sırada geldiği ortaya çıktı. Yasa dışı yollardan ticareti yapılan kaplan parçalarının incelenmesi sonucu, 2000-2010 yılları arasında 1.069 ila 1.220 kaplanın avlandığının anlaşıldı.
Bunun yılda 104 ila 119 kaplan avına eş geldiği belirtilen raporda, sayının, söz konusu ticaretin sadece küçük bir bölümünü oluşturduğu, gerçek rakamın daha fazla olduğu kaydedildi. Asya’daki kaplan popülasyonu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Doğal hayatta 3.500 kaplanın kaldığının tahmin ediliyor. Kaplanların kürkleri, kemikleri, etleri, pençeleri, dişleri, cinsel organları ve vücutlarının diğer parçaları satılıyor.
Bazı kültürlerde kaplan parçalarının iyi şans getirdiğine inanılıyor.

İngiliz zoologlarla ekoloji uzmanları, balinaların, bilhassa Meksika Körfezi ve California Yarımadası açığında aşırı güneş radyasyonuna maruz kaldıklarını bildirdi. Bozulan iklim, kentler, sanayi kesimi ve bilhassa motorlu araçlar, atmosfer kirliliğinin giderek mahvettiği stratosferdeki ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi yüzünden balinalar, çıplak ve önlem almadan güneşlenen insan gibi güneşten zarar görüyor. 10 km yüksekliğe çıkan atmosferin ilk tabakası troposferden sonra ozon tabakasını içeren stratosfer tabakası başlıyor ve 50 bin metre (50 km) yükseğe gidiyor. Ozon, doğayı güneşin zararlı radyasyonundan koruyor. Londra Üniversitesi ve Deniz Memelileri Laboratuvarı’nın araştırmacıları Laura Martinez-Levasseur, balinalarda endişe verici güneş yanığı bulgularının Meksika Körfezi ve California Yarımadası açıkların da saptandığını bildirdi. Doğada sayıları çok az kalan ispermeçet balinaları ve büyük kılıç kuyruk çift yüzgeç balinalarının güneşin morötesi ışınımından çok kötü etkilendikleri de saptandı.

Japonya’nın Nagoya kentinde 193 ülkenin katılımıyla yapılan toplantıda, kara ve okyanuslarda ekosistem ve biyoçeşitliliğin korunması için yol haritası üzerinde anlaşma sağlandı. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği'nin (IUCN) verilerine göre, dünyada her sekiz kuş türünden biri, her beş bitkiden biri ve her dört memeli hayvan türünden biri yok olma tehdidiyle karşı karşıya. İşte böylesi ciddi tehditler karşısında, Nagoya’daki konferansın önceliği 2020 yılına kadar geçerli olacak bağlayıcı önlemler kararlaştırmaktı ve bu kez başarı sağlandı. Kopenhag'daki başarısız iklim konferansının ardından da iklim konusunda aylardır yeni bir sözleşme belirleyemeyen devletlerin, canlı türlerinin yok olmasıyla nasıl mücadele edebileceği tartışma konusu olmuştu. Ancak beklenenin aksi gerçekleşti ve 193 devletin temsilcileri, 20 hedef üzerinde uzlaşı sağladı. 2020 yılına kadar belirlenen hedeflere göre, dünya genelindeki toprakların yüzde 17'si ve okyanusların yüzde 10'u koruma altına alınacak. Balıkçılığa kota getirilecek ve türü tükenen balıkların avlanması yasaklanacak. Verimli tarım arazilerinin kaybedilmesi önlenecek. Bunlar doğru adımlar ancak okyanuslarda korunması gereken alanın %40 olması gerekiyor... yine karar almak yetmiyor, şimdi bunu uyguamaya koymak gerekiyor.

ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu, 2010 yılının Birleşmiş Milletler tarafından ''Biyoçeşitlilik Yılı'' olarak belirlenmesi etkinlikleri kapsamında ''Biyoçeşitlilik 2010:Tüm Çeşitliliğiyle Yaşam'' konulu konferans düzenlendi. Konferansta ''Türkiye'de Yaşayan Memeli Hayvanlar ve Biyoçeşitliliği'' başlıklı konuşma yapan Yrd. Doç. Dr. Tolga Kankılıç, 19. yüzyılda Türkiye'de en az dört memeli türü olan Kunduz, Asya Aslanı, Çita, ve Sığın'ın yok olduğunu, bu tarihten sonra da pek çok türün yok olma tehdidi ile karşı karşıya kaldığını belirtip, ''Büyük memeli türlerinin çoğunluğu son yüzyıl içerisinde, dikkati çekmeyen bir çok küçük memeli türü de son 50 yıl içerisinde yok olma tehdidi altına girmiştir'' dedi. ODTÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Kence de konuşmasında, Türkiye'nin Avrupa'nın 14'te biri oranında yüzölçüme sahip olmasına karşın kıtada bulunan memeli türlerinin 3'te 2'sini barındırdığını ifade etti.
Türkiye'de yaşayan türlerin sayısının 150 binle 208 bin arasında olduğunun tahmin edildiğini anlatan Kence, ancak son dönemde pek çok türün sanayileşme, tarımsal kirlenme, kontrolsüz avlanma gibi sebeplerle tehdit altında olduğunu bildirdi. Kence, ''Doğanın en büyük düşmanı insan varlığı. Yaşam tarihinde hiçbir dönemde insan dışında hiçbir canlı türü, diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını daraltarak biyoçeşitlilik üzerinde bu denli etkili olmamıştır.'' dedi
ARALIK
Kuş Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem, 2010 yılının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ''Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Yılı'' olarak ilan edildiğini söyledi. Erdem, Türkiye'nin Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında bulunması, üç tarafının denizlerle çevrili olmasına rağmen ortalama yüksekliği bin yüz metreyi geçen yeryüzündeki tek ülke olduğunu ifade etti. Batı palearktik bölgedeki 4 ana kuş göç yolundan 2'sinin Türkiye üzerinden geçtiğini vurgulayan Erdem, ''Bu nedenle Türkiye'deki sulak alanlar pek çok kuş türünün varlığını devam ettirebilmesi bakımından herhangi bir ülkedekinden daha fazla önem taşımaktadır. Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir ülke. '' diyen Erdem, ''Son yıllarda 'doğa korumanın yatırımların önünde bir engel olarak görülmesi anlayışı' doğal değerlerimizin ve biyolojik çeşitliliğin tahrip edilmesindeki en büyük etkendir. Hidroelektrik santrallerin kurulması ve aşırı su kullanımı nedeniyle sulak alanların kuruması da biyolojik çeşitliliği tehdit etmekte” Şeklinde sözlerini tamamladı.

Felaket haberleri bugün gündemimizde anlaşılan. Tropik iklimlerle bağdaştırılan ve ülkemizin sıcak kesimlerinde üreyen flamingoların ikisi, KuzeyDoğa Derneği bilim koordinatörü Emrah Çoban tarafından Kars Kuyucuk Gölü Yaban Hayatı Geliştirme Sahası Ramsar Alanı’nda fotoğraflandı. Burası her yıl Kasım ayında donmaya başlayan ve normalde Nisan ayına kadar buzla kaplı kalan 219 hektarlık bir göl. Hava sıcaklığının 16 derece olduğu Aralık ayının ilk gününde ise, Kuyucuk Gölü donmaktan çok uzaktı ve sazlıkların arasına saklanmaya çalışan pembe renkli flamingoların varlığı ise şaşkınlık yarattı. Flamingolarin kış mevsiminde Kars'ta değil Adana Çukurova’da olması gerekiyordu.

300 milyon yıl önce dinozorların ortaya çıkmasında yağmur ormanlarının seyrekleşmesinin etkili olduğu iddia edildi. Bu dönemde Kuzey Avrupa ve Avrupa kıtaları ekvator çizgisi yakınlarında yer alıyordu ve yağmur ormanlarıyla kaplıydı. Ancak aynı dönemde yaşanan küresel ısınma sonucunda bu ormanlar ciddi miktarda azaldı. Bu yaşam ortamında yaşayan sürüngenlerin bir kısmı evrimleşerek dinozor halini aldılar. İlgilenenler araştırmayı Geology adlı dergide okuyabilirler.

Bugün size İsrail’den sesleniyorum, isterseniz bu nedenle buradan bir haberle başlayalım. Yakın Doğu ve Hindistan arasında yaşayan 'oryantal eşek arıları,' günün en sıcak saatlerinde hareketli olurken, diğer arı türlerinin ise en hareketli oldukları zamanın sabah saatleri olduğu belirtiliyor. Bilim adamları uzun süredir yuvalarını yer altında yapan bu arı türünü inceliyordu. Keşfi yapan ise İsrail ve İngiltere'den araştırmacıları bir araya getiren bir grup oldu. Tel Aviv Üniversitesi'nden Doktor Marian Plotkin'in önderliğindeki grup, bu eşek arısı türünün midesindeki özel bir yapı sayesine güneş ışığını yakaladığı ve daha sonra pigmentler aracılığıyla enerjiyi kullandığı keşfetti. Bu keşif aynı zamanda böceklerin metabolizmasına dair mevcut varsayımları da değiştiriyor. Çünkü, bugüne kadar böceklerin metabolizmasının karın çevresinde depolanan yağlar ile çalıştığı düşünülüyordu. Biyomimikri (Biomimicry) yani doğayı taklid çalışmaları ile belki bu buluşu güneşten daha iyi yararlanmak için kullanma yolumuz açılabilir.

Gelelim bizimle gezegeni paylaşan canlılara. WWF’in de logosu olan pandaların üremesine dair yöntemlerin artık kusursuz işlediği ve koruma altında 300 panda hedefine ulaşıldığı bildiriliyor. Çin'deki Chengdu Panda Üreme Araştırmaları Merkezi'nin başarısı sonrasında, 15 yıl içerisinde ilk pandanın doğal yaşama bırakılacağı düşünülüyor. Soyu tükenen hayvanı korumak amacıyla, bilim adamları 1963 yılından beri tutsak pandaların üremesi üzerine çalışılıyor. Ancak pandaların esir tutuldukları için üreme ihtimallerinin düştüğünün anlaşılması üzerine, araştırmacılar doğal ortamı hatırlatan metotlarla üreme davranışlarını cesaretlendirmeye çalıştı. Sonunda, en çok işe yarayan yöntemin "ikiz değiştirme" olduğuna karar verildi. Pandaların yarısından çoğunun ikiz yavruları oluyor. Ancak yağ depolayamadıkları için bu yavrulardan yalnızca birine bakabilecek süt ve enerjiye sahip oldukları düşünülüyor. Chengdu araştırma merkezinde terk edilen yavrular küvözlere yerleştirildi ve küvözdeki yavruyu değiştirmek suretiyle anne pandaların ikizleri büyütmesi sağlandı. Bu yöntemle yavruların hayatta kalma oranı yüzde 98'e çıkarıldı. Önemli olan tabii esarete üretim değil, doğal habitatların korunarak türlerin nesillerinin tehlike altına sokulmaması.

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi ile Denizcilik Müsteşarlığı tarafından yapılan, “Balast Suyu ile Taşınan Zararlı Sucul Organizmaların Kontrolü ve Yönetimi Projesi” çalışmalarında, Türk deniz alanlarına diğer deniz alanlarından gelen 263 yabancı tür kayıt altına alındı.
Proje, 2011’de yürürlüğe girecek olan ve Türkiye’nin de taraf olması beklenen, “Gemi Balast Suları-Sedimanların Kontrolü ve Yönetimi Uluslararası Sözleşmesi” için bir hazırlık. Çalışmaya göre, Türkiye kıyılarına yerleşen istilacılardan zebra midyesi, çengel su piresi ile 1 tür deniz yıldızı ve 2 tür deniz anası ''çok tehlikeli istilacı'' tür olarak sınıflandırılıyor. Taşındıkları yerde kontrolsüzce çoğalan ‘istilacı’ türler, küresel ısınma, kara kirleticileri ve aşırı avlanma gibi ekosistemi tehdit eden tehlikeleri de fırsat biliyor.

Küresel ısınmaya bağlı kuraklık gibi iklim değişikliklerinin öncelikle tarımsal faaliyetleri sekteye uğratacağı gerçeğinden yola çıkan TÜBİTAK, beş üniversite ile birlikte kıt yem şartlarına dayanıklı Anadolu keçisinin populasyonunu koruyacak ‘embriyon saklama’ projesi yürütüyor. Yani bilim adamları bu politikacıların birşey yapacağı yok, biz kendimizi kurtarmaya bakalım diyor. Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesinden Prof. Dr. Şeref İnal, “Bu hayvanlara ihtiyacımız olabilir. Zaten bu yüzden koyun, keçi ve büyükbaş yerli ırkların embriyo dondurma işlemleri devam ediyor. Küresel ısınma, iklim değişikliği gibi şartlarda kullanılmak üzere; son derece kanaatkar hayvanlar olan yerli koyun, keçi ve büyükbaş hayvan ırklarımızın embriyoları saklanıyor. Bu embriyolar eksi 186 derecede sıvı azot içinde, yaklaşık 100 yıl boyunca korunmaya alınıyor. Bu süre sonunda ihtiyaç duyulursa yeni embriyolar yeniden saklanacak. Amaç, zorlu tabiat şartlarına dayanıklı bu yerli ırkları korumak, ihtiyaç duyulduğunda bu gen kaynaklarından yararlanmak” dedi. Doğrusu bunları embriyo olarak değilde yaşatarak niye saklamıyoruz anlamadım. Neyse olmamasından iyidir herhâlde.

Çevre ve Orman Bakanlığı, yapılan üretim çalışmaları sonucu 2003-2010 yılları arasında 102 bin 779 keklik ve 97 bin 976 sülün olmak üzere toplam 200 bin 755 kuşun tabiata salındığını, gelecek yıl ise 43 bin keklik ile 17 bin sülünün doğaya bırakılacağını bildirdi. Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesindeki Samsun Gelemen, Bursa Ovakorusu ve İstanbul Polonezköy sülün, Kahramanmaraş Kapıçam, Yozgat, Gaziantep ve Afyonkarahisar Şuhut keklik üretim merkezlerinde planlı üretime geçilmesi sonucunda, gelecek yıl 43 bin keklik ve 17 bin sülün olmak üzere toplam 60 bin adet kuşun tabiata bırakılması hedefleniyor. Bakanlık, keklik ve sülün dışında Tokat Tavuğu, turaç ve çil keklik üretimi için de deneme üretimi çalışmalarına başlandığı ve alınan sonuçlara göre söz konusu kuşların da üretimine geçileceğini açıkladı.

Gereksiz tüketimin doruk noktasına çıktığı yılbaşında, sevdiklerinize Buğday Derneği üyeliği, Greenpeace yılbaşı paketleri veya WWF tarafından sizin için korunacak deniz kaplumbağası, TEMA veya ÇEKÜL vakıflarından fidan hediye etmeye ne dersiniz? WWF-Türkiye, deniz kaplumbağalarının Akdeniz’in son sığınaklarında nesillerini koruyabilmeleri için onları evlat edinmenize olanak tanıyor. Greenpeace ise, yılbaşı için online alışveriş imkanı sağlayan 4 ayrı paketi, çevre gönüllüleri için sunuyor. Yılbaşı paketleri içinde farklı çevre kampanyalarının konu edildiği stickerlar, tişörtler, mug’lar yer alıyor. Bu sayede çevre koruma mesajlarını arkadaşlarınıza iletebilir onların da birer Greenpeace destekçisi olmalarını sağlayabilirsiniz. Buğday Derneği de, her yıl yapılan gereksiz tüketim yerine sürdürülebilir bir yeni yıl için, geleneksel hediyeler yerine farklı bir hediye alternatifi sunuyor. Özel çizilmiş bir yılbaşı kartı alarak veya sevdiklerinize gönderilmesini sağlayarak, Buğday Derneği'nin ekolojik projelerini desteklemenin yanı sıra, 3 ayda bir yayınlanan Buğday Ekolojik Yaşam Rehberine de sevdiklerinizi abone yapabliyorsunuz.

İngiliz petrol şirketi BP'nin Meksika Körfezi'ne sızıntı yapan petrol kuyusunu kapattığını ve sızıntıyı durdurduğunu açıklamasının üzerinden beş ay geçmesine rağmen, petrole bulanan hayvanları kurtarma çalışmaları devam ediyor. 20 Nisan tarihinden beri 2 bin 79 kuşun, 456 deniz kaplumbağası ve iki yunusun petrolden temizlendiği çevre felaketinde, 2 bin 263 kuş, 18 kaplumbağa ve dört yunus kurtarılamadı. Daha yüzbinlercesi denizde yitip gitti. New Orleans'taki Aubudon Su Merkezi, hâlâ hayvanları temizleyerek geri denize bırakıyor. Merkezin sözcüsü Meghan Calhoun, "Rehabilitasyon çalışmaları çerçevesinde yaptığımız harcamalar 500 bin dolara ulaştı" dedi. Petrol çıkarmanın maliyeti bunla da sınırlı değil şüphesiz. Savaşlar, ikim değişikliği ve buna bağlı olarak yitip giden bizim ve çocuklarımızın geleceği.

Avrupa'da etkili olan kış mevsimi nedeniyle, Muğla'nın Milas ilçesinde bulunan Tuzla Sulak Alanı, farklı türlerden kuşları erken ağırlamaya başladı. Avrupa ve Afrika kıtaları arasındaki 4 önemli kuş yolundan 2'sinin geçtiği Türkiye'de göçmen kuşlar için en önemli sulak alanlardan biri olan Tuzla Sulak Alanı'na, kuşlar, geçen yıla göre yaklaşık 17 gün erken geldi. Bölgeye gelen kuş gözlemcileri, Tuzla Sulak Alanı'nın göçmen kuşlar için önemli bir merkez olduğunu belirterek, her yıl 260 kuş türünün ziyaret bölgeyi ziyaret ettiğini belirtti. Sulak alanı ziyaret eden kuşlar arasında çoğunluğu, balıkçıl, flamingo ve ördekler oluşturuyor. Avrupa'da kış ayları zor geçince burada bulunan kuşlar sulakalana göç ediyor. Tuzla Sulakalanı'nda 200'ün üzerinde kuş türü bulunuyor ve bu türlerden 20'si bölgede kuluçkaya yatıyor. Ancak sulakalan, etrafındaki yapılaşmadan dolayı tehdit altında.

Gezegenin Geleceğinde zaman zaman hayvan hakları konusunda da haberler verdiğimi dinleyiciler biliyorlar, çünkü şayet bize en yakın canlılara saygı duymasını bilmezsek, onlara köle gibi davranırsak, o zaman bütün Doğa’ya da bizim hizmetkarımız gibi bakmamıza şaşmamak gerek. Uzun vadede gerçek doğa koruma ancak toplumda akılcı hayvan hakları kavramının içselleştirilmesi ile mümkün olabilir. Güzel bir haberle başlayalım Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 18 sincap maymununa zararlı düzeyde radyasyon verilerek yapılacak deneyi durdurduğunu açıkladı. NASA’dan yapılan açıklamada, New York’taki Brookhaven Ulusal Laboratuarı’nda yapılacak 1,75 milyon dolar tutarındaki deneyin gözden geçirilmek üzere durdurulduğu belirtildi. Sincap maymunları, yüksek düzeyde radyasyona tabi tutulduktan sonra Belmont’taki McLean Hastanesi’ne nakledilecek ve burada hayatlarının sonuna dek Harvard Tıp Fakültesi araştırmacılarınca gözlem altında tutulacaktı. Maymunlara verilecek radyasyon, üç yıl sürecek uzay seyahatine eşdeğer miktarda olacak ve böylece uzun uzay yolculuklarında astronotlar için güvenli radyasyon düzeyi belirlenecekti. Deneye karşı kampanya yürütenler arasında yer alan, hayvan hakları savunucusu PETA örgütü, NASA’nın kararından memnun olduklarını açıkladı.

Brezilya’da bu yıl ülke kıyılarında yüksek sayıda kambur balinanın karaya vurduğu bildirildi. Folha de Sao Paulo gazetesinin haberine göre, Brezilya'da ocaktan kasım sonuna dek en büyüğü yaklaşık 14 metre boyunda ve ortalama 25 ton ağırlığında olan 96 kambur balinanın kıyıya ölü veya canlı vurduğunu belirten bilimadamları, bu olayın nedenini bilmediklerini kaydetti. Bu rakamın en yüksek sayının yaşandığı 2007 yılına oranla yüzde 123 daha fazla olduğunu bildiren Brezilyalı araştırmacılar, ülke kıyılarında birçok balina türünün yaşadığını, ancak sadece kambur balinaların karaya vurduğunu söyledi.

Türkiye’ye, Samsun Bafra’ya dönelim. Mandacılığın yaşatılmasının, sulak alanların yaşam kültürünün sürdürülmesine katkı sağlayacağı düşüncesiyle, Doğa Derneği'nin iki yıl önce Samsun Valiliği, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun Damızlık Manda Yetiştiricileri Birliği’nin işbirliği ve Birleşmiş Milletler GEF Küçük Destek Programı’nın desteğiyle başlattığı ‘Kızılırmak Deltası’nda Mandacılığın Geliştirilmesi Projesi’, deltadaki manda sayısının son 20 yıldan bu yana ilk kez artış göstermesini sağladı. Proje kapsamında, yöre halkı manda yetiştiriciliği konusunda yeniden teşvik edilirken, son teknolojiler ve ürünlerin pazarlaması konusunda eğitimler veriliyor ve manda ürünlerine yönelik tanıtım yapılıyor. Bütün bu çalışmalar sonucunda deltadaki manda sayısı 3 bini geçmiş durumda ve daha da artacağı tahmin ediliyor. Bu durumun, 57 bin hektarlık bir alana yayılan, irili ufaklı 22 göl ve toplam 12 bin hektar sulak alana sahip olan, Türkiye’de yaşayan 465 kuş türünün 328’ini görüldüğü Kızılırmak Deltası'nın geleceği için önemli. Çünkü deltanın ev sahipliğini yaptığı mandalar, 20 yıl önce 10 binken, birkaç yıl öncesinde 2 binlere kadar gerileyince, sulak alanların üzerindeki insan baskısı artmış, manda sahipleri için değerini yitiren sulak alanlar, zamanla kurutularak tarlaya dönüştürülmeye başlanmıştı. Birçok canlının yaşam alanının yok olması anlamına gelen bu süreç, aynı zamanda tarım ilaçları nedeniyle, deltanın her geçen gün biraz daha kirlenmesi anlamına da geliyordu. Sağlıklı bir sulak alan ekosisteminin ayrılmaz parçalarından biri olan manda, birçok sulak alan bitkisinin dağılışında da rol oynuyor. Manda’ların populasyonunun bu proje ile arttırılması, deltanın geleceği için umut veriyor.

Bilim insanları, uzun süredir aradıkları dünyanın en nadir ve sıradışı görünümlü sineğinin yerini Kenya'da buldu. Uzmanlar, sineği 'korkunç tüylü sinek' Mormotomyia hirsuta olarak adlandırdı. Bilim insanları bu sarı tüyleri olan sinekle ilk olarak 1933 yılında, daha sonra ise 1948’de karşılaştı. Araştırmacılar, o tarihten sonra Thika ve Garissa şehirlerine defalarca sineği bulmak için gitti, ama bulamadı. Bir santimetre uzunluğunda olan sinek tüylü bacaklarıyla örümceğe benziyor. Ukazi vadisinde yarasaların bulunduğu yarıklarda yaşıyor, uçamıyor ve yarasa dışkısıyla besleniyor.

Hiç yorum yok: