26 Aralık 2011 Pazartesi

2010 Gezegenin Geleceği Almanağı - Doğa Koruma ve Ekosistem Haberleri - Banu Koç

 Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç

OCAK

Davos’ta Kamuoyu Ödülleri (Public Eye Awards), İsviçreli ilaç şirketi Roche ile Kanada Kraliyet Bankası’na verildi. Kamuoyu Ödülleri, her yıl ekolojik ve sosyal açıdan yılın en kötü şirketlerine veriliyor. Roche, İsviçre Özel Ödülü’ne layık görüldü. Greenpeace ve Berne STK Topluluğu’na göre, Roche, Çin’de gerçekleştirdiği ilaç deneylerinde kullandığı 300 iç organın %90’ını idam mahkumlarından elde etti. Kanada Kraliyet Bankası ise, Küresel Ödül’e hak kazandı. Çünkü Kanada Kraliyet Bankası, Kanada’daki katranlı kumdan petrol üretme faaliyetlerinin ana sponsoru. Böyle bir ödül kimsenin başına...

İstanbul, Avrupa 2010 Kültür Başkenti seçilmişken, Stockholm, AB Komisyonu tarafından 2010'un ekolojik başkenti seçildi! Komisyon, Stockholm'ün bir şehrin çevre dostu sayılması için gereken tüm kriterleri karşıladığını açıkladı. Sera gazı salımının azaltılması ise, en önemli kriter. Stockholm, çok soğuk bir kent olmasına rağmen 1990'dan beri fosil yakıtları terk ederek adım adım yenilenebilir enerjilere yöneldi. Örneğin, ABD veya Avustralya'da kişi başı yıllık sera gazı salımı 20 ton iken, Stockholm'de 4 ton. 2011'in ekolojik başkenti ise Hamburg olacak.

ŞUBAT
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye'nin en büyük dördüncü gölü olan Eğirdir Gölü için önemli projeleri olduğunu söyledi. Bakan Eroğlu, göl çevresindeki yerleşim alanlarını ekolojik köy haline getirmeyi düşündüklerini belirtti. Konuyla ilgili olarak TÜBİTAK’la da bir protokol imzaladıklarını söyledi. Eğer proje hayata geçirilebilirse, bu yıl içinde tamamlanması bekleniyor. “Yavaş şehir” ünvanını alan Seferihisar’ın ardından bir de ekolojik köyler ağına sahip olabiliriz, ancak bunun devlet eliyle ve TÜBİTAK’la yapılması ilginç, umuyorum Buğday Ekolojik Yaşam Derneği gibi sivil toplum kuruluşları bu çalışmaların ortağıdır.

İstanbul bir ekolojik pazara daha kavuşuyor! Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar, Beylikdüzü kapalı pazar yerinde yani Beylik Pazarı’nda, Salı günleri düzenlenecek. Pazar, bugün konserler, şenlikler ve ekolojik atölyelerin yapıldığı bir açılışla ilk gününü tamamladı. Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar, Buğday Derneği işbirliğiyle açılan diğer pazarlarda olduğu gibi, sadece ekolojik sertifikalı ürünlerin satıldığı bir halk pazarı değil, şehir içinde ekolojik yaşam merkezi olmayı planlıyor. Burada ekolojik sertifikalı meyve sebzelerin yanısıra bakliyat, ekmek, temizlik malzemesi, kozmetik, giysi de bulmak mümkün. Buğday Derneği, ekolojik pazarların yaygınlaşması için hem İstanbul hem de Türkiye’nin diğer şehirlerindeki belediyelerle görüşmelerimiz devam ediyor. İstanbul’un ilk %100 Ekolojik Pazarı yaklaşık 4 yıl önce Şişli’de açılmıştı. Dileriz ekolojik pazar kültürü, bir an önce Türkiye geneline yayılır. Hem yediğimiz besinin nereden geldiğini bilmemiz, hem gıda güvenliği, hem de üretici-tüketicinin doğrudan ilişki kurması açısından ekolojik pazarlar son derece önemli.

Her yıl binlerce ton çöp denizlere dökülüyor. Spiegel dergisinin ulaştığı gizli bir hükümet raporu, BM ve AB'nin okyanusları korumakta başarısız olduklarını gösteriyor. Her yıl, 20 bin ton atık Kuzey Buz Denizi'ne atılıyor. Bu atıkların sorumlusu çoğunlukla gemiler ve balıkçılık endüstrisi. Bu kirlilik hem ekolojik ve ekonomik problemlere yok açıyor, hem de deniz yaşamı için geri çevrilemez zararlara yol açıyor. Denize atılan atıkların en tehlikelileri ise plastikler. Deniz canlıları, plastik parçacıklarını yuttuklarında zehirlenerek ölüyorlar. Geçen yıl Berlin Charite Üniversite Hastanesi'nin yaptığı araştırmaya göre, plastik partiküller, vücudun hormonal dengesini altüst ediyor. Başka bir araştırmaya göreyse, Kuzey Buz Denizi'nin çevresinde yaşayan ve balıkla beslenen kuşların %80'inin ağzında plastik parçaları bulundu. Aldığımız her iki nefesten biri okyanuslardan geliyor.

WWF, Türkiye'de son 40 yıldaki sulak alanların yarıdan fazlasının, sürdürülebilir olmayan politika ve su altyapı projeleri sonucunda kaybedildiğini açıkladı. Halen ülkenin neredeyse bütün akarsularında planlanan ve inşaat halinde olan yüzlerce HES bulunduğuna da dikkat çekildi. Hidroelektrik enerji, bütüncül ve havza bazında planlama yapılmadan ele alındığında geri dönüşü olmayan ekolojik ve sosyoekonomik kayıplara neden oluyor. WWF, Dünya Barajlar Komisyonu'nun, su altyapı projelerinin karar alma süreçlerinde uygulanmak üzere 7 stratejik ilke geliştirdiğini hatırlattı. Bunlar toplumsal kabul görme, alternatiflerin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi, mevcut barajların göz önüne alınması, nehirlerin ve sağladıkları geçim kaynaklarının sürdürülebilmesi, tanınmış hakların kabul edilmesi ve faydaların paylaşımı, kurallara uygunluğun sağlanması. Işte bu ilkeler, tüm HES projelerinde göz önünde bulundurulmalı. Şu anda, örneğin Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı Projesi'nde, bu kriterlerin hiçbirinin uygulanmadığını görmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor.

Yediklerimizin içinde neler olduğunu biliyor muyuz? Ya da gerçekte neler olduğunu bilsek yine de o yiyecekleri tüketir miydik? Fikir Sahibi Damaklar topluluğu üyeleri "Al eline büyüteci, etiket hafiyeliği yap! Gerçek gıdayı ara ve paranı sadece gerçek olana yatır" diyorlar. Topluluk üyeleri, 2 gün boyunca, !f İstanbul Festivali’nin yeraldığı Beyoğlu AFM FİTAŞ Sineması’nda büyüteç dağıtarak paketli gıda ürünlerinin "içindekiler"ini beraber sorgulayacaklar ve tüketiciyi "Etiket Hafiyesi" olmaya davet edecekler. Fikir Sahibi Damaklar, yüz bini aşkın üyesiyle 130 ülkede çalışan Slow Food hareketinin Türkiye’deki geniş üye katılımlı ve aktif topluluklarından biri. Gerçek gıda, doğasına saygılı tarım ve sürdürülebilir tüketim konularında kampanyalar düzenliyorlar. Bu şekilde şehirli tüketiciye alışkanlıklarını sorgulatmayı hedefliyorlar. Fikir Sahibi Damaklar, gerçek gıdanın peşinde olduklarını söylüyorlar. Gerçek gıda, üreticisini ve üretim sürecini bildiğimiz, çürüyebilen, bozulabilen, eskiyebilen, yerel ve adil gıda. Ekolojik pazarlar da bu tür gıdalara şehirde en rahat ulaşabildiğimiz alanlar.

MART
Geçtiğimiz haftasonu Rusya’da Baykal Gölü yakınında bulunan kağıt fabrikasının tekrar açılıyor olması protesto edildi. Bu protestonun amacı dünyanın en büyük temiz su gölü olarak bilinen Baykal Gölü’nün kirlenmesine karşı gelmekti. Yaklaşık 700 kişi hükümeti Baykal Kağıt Fabrikası’nın tekrar faaliyete geçirilmesi kararından döndürmek için toplandı. Çevreciler fabrikanın üreteceği atığın zehirli maddeler içereceğini ve bunların da gölün yaklaşık 1500 tür hayvan ve bitkiyi barındıran zengin ekosistemine zarar vereceğini söylüyorlar. Doğa’nın sınırına dayandığımız bu günlerde bu protestolar ve doğa’nın direnişi sürecek.

Dünyanın en kaliteli çam fıstıklarının üretildiği, bilim insanları tarafından “ekolojik hassas bölge” olarak tanımlanan Kozak Yaylası, kan ağlıyor. Koza Altın Şirketi tarafından bölgede yapılmak istenen altın madenciliği için binlerce ağacın kesimine başlandı. Hem de 21 Mart Ağaç Bayramı ve Dünya Ormancılık Günü ve Haftası’nda. Resmi rakamlara göre 7 bin 743 ağaç kesildi ve ağaç kesimine devam ediliyor. Bir ton kayaçtaki 4 gram altına karşı binlerce ağaç. Yaşamın bedeli konusunda gelişmişlik düzeyimizi bir defa daha değerlendirmek gerekiyor.

Evinizdeki akvaryum aynen doğa gibi mi olsun istiyorsunuz? Eskiden olduğu gibi bugün de Florida kayalıklarında akvaryumlar için tüplü dalanlara ve balık yakalayanlara sık rastlanır. Şimdi buna bir üçüncü grup eklendi. Yengeç, karides ve diğer omurgasız hayvanları ne yemek için ne de eğlence için yakalayanlar. Tek amaçları akvaryumlar için ticaret. Amerika’da toplamda 700,000 tuzlu su akvaryumu olduğu tahmin ediliyor. Akvaryum sahiplerini tropikal balıklar, bir kaç taş ve plastik dalgıç figürler tatmin etmez oldu, onlar birer minyatür okyanus istiyor. Artık akvaryumlar, canlı mercan, anemon, karides, deniz kestanesi, yengeç ve salyangozlar ile birer canlı eko-sistem. Bunun sonucu olarak gittikçe büyüyen bir pazar oluştu. Ama bilim adamları bu hobinin sonucunun, tam da taklit edilmeye çalışılan ekosistemin kendisini bozduğunu belirtti. Bu akvaryumların temizliği için de revaçta olan ve özde görevleri denizi temizlemek olan omurgasızların azalması, balıkçılığın sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta. Akvaryumlar için doğal yaşamı tehdit etmemek gerek.

Bu arada Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı. Kanuna göre, GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması, onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, GDO'lu bitki ve hayvanların üretimi yasaklanacak. GDO ve ürünlerinin; insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi, üreticinin, tüketicinin tercih hakkının ortadan kaldırılması, çevrenin ekolojik dengesinin ve ekosistemin bozulmasına neden olması, GDO ve ürünlerinin çevreye yayılma riski olması durumlarında başvurular reddedilecek. Maalesef yasa sivil toplumun yeterince katkısı alınmadan yasalaştı ve GDO’lu ürünlerin önünü başvurulara açıyor.

İçinde bulunduğumuz Ormancılık Haftası’nda bir konuya dikkatleri çekmek istiyorum. Ormanlarımız ve tüm doğal varlıklarımız hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı. İnsanoğlu kişisel çıkarları uğruna ev yapmak, fabrika inşa etmek, yol yapmak, tarla açmak, maden çıkarmak, kimi zaman sadece yok etmek için acımasızca ormanları kesiyor, yakıyor, işgal ediyor. Ormanlar, bizim olduğu kadar hayvanların ve bitkilerin yuvası, aynı zamanda toprağı koruyup, su varlığımızı zenginleştiren ekosistem servislerini veriyor. Odun ham malzemesini sürdürülebilir ormancılık faaliyetlerinden geliyorsa tabii ki kullanalım amd doğal yaşlı ormanların yok edilmesine göz yummayalım.

Bugün sizlere Fairfield Iowa’dan sesleniyorum. Kuzey Amerika kıtasının ortasından. Fairfield 10.000 kişilik nüfusu ile küçücük bir kasaba. Mother Earth News yani Tabiat Ana Haberleri’ne göre kasaba “hiç duymadığınız en iyi 12 yerden biri” olarak geçiyor http://cityoffairfieldiowa.com/Public/Home/index.cfm. Fairfield belediye başkanı Ed Malloy ABD’nin on yeşil başkanından biri seçilmiş. Belediye Başkanı Malloy onurun kendisine değil, çeşitli mahalle sakinlerine ve yerel gruplara ait olduğunu söylüyor. Başkan Malloy, yerel hükümet, işletmeler, okullar, sakinlerin katkıları ile 10 yıllık Fairfield Go Green planını başlatmış. Fairfield kamu binaları ve şehir konutlarda enerji kullanımının azaltılması, yenilenebilir enerjiye rüzgar ve güneş enerjisine geçiş, ve artan geri dönüşüm ve yerel gıda üretimi teşvik konusunda büyük adımlar atmış durumda.
Her ne kadar Iowa’nın "dünya’yı beslemek için mısır ve soya fasulyesi" başkenti olduğu iddia edilsede maalesef bu üretim üretiği kadar enerji tüketen etanol yapımına veya hayvanları beslemeye gidiyor. Iowalılar yedikleri yiyeceklerin %90’ını eyalet dışından ithal ediyorlar. Ancak Fairfield’da durum farklı, yerel yiyeceklerin tanıtımı ve alınması için tam zamanlı bir aktif yerel kampanya ve teşvikler var. Yerel çiftçi pazarı Mayıs’tan Ekim'e kadar çok popüler. Birçok çiftçi, organik dahil olmak üzere ve sadece yerel ürünler satıyor. Buna bir örnek yerel bir fırının ürettiği yerel buğdaydan organik ekmek. Kasaba sakinleri, yerel mağazalar, ve restoranlar ise üreticiden doğrudan satış prensibini benimsemiş http://www.mvccsa.com/.
Fairfield’da sebze bahçeleri çok revaçta, şehirde dolaşırken sık sık büyüme sezonunu uzatmak için küçük seralar ve örtüler görmek mümkün. Yerel bir arıcılık çok yaygın ve arıcılık derslerinin ücretsiz sunulduğu bir arıcılık kulübü var. Böylece yerel tozlaşma sağlanırken bir yandan da organik arıcılığa yakın bir arıcılıkla endüstriyel arıcılığın önüne geçiliyor.
Fairfield Maharishi İşletme Üniversitesi (MUM) burada lisans eğitimi veren bir kurum ve tabii 10.000 kişilik bu kasaba için çok önemli bir katma değer. Ünversite Sürdürülebilir Yaşam lisans ve lisans üstü programına ev sahipliği yapıyor. Tam 90 öğrencinin kayıtlı olduğu programda Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım, Yenilenebilir Enerji, Yeşil Bina yapımı ve Sürdürülebilirlik Politikaları üzerine dersler veriliyor. Programın binası da aynı prensiplerle inşa edilmiş ve LEED Platin sertifikasına aday. Öğrenciler 2000 yılından beri bir eko-fuar organize ediyor. Fuara yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım gibi konularda uzmanlar ve ünlü düşünürler çağrılıyor. Üniversite kafeteryasında ise kendi bahçelerinden gelen organik vejetaryen yemekler servis ediliyor. Üniversitenin hedefi gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmak. Kampus de ise çim yerine doğal çayırlar restore edilmiş ve yerli ve yenilebilir meyve ağaçları dikilmiş. Bu arada bir iklim eylem planı da hazırlamış üniversite. MUM iklim eylem planına göre hedef 2011 yılında şebekeden elektrik kullanımını % 70 azaltmak ve 2014 yılına emisyonlarını ise % 50 azaltmak. Plan a göre 2020 yılına kadar sera gazı salımları sıfırlanacak. http://www.mum.edu/sustainability.html
Benim kaldığım yer Abundance Ecovillage, Bereket Eko Köyü. Fairfield’ın hemen kuzeyinde yer alıyor. Bereket Eko köyü, rüzgar ve güneşle güçlendirilmiş bir topluluk. Evlerin enerji ihtiyacı gün ışığı kullanımı, yüksek verimli kompakt floresan aydınlatma, dizüstü bilgisayarlar, yatay eksen çamaşır makineleri, topraktan jeotermal soğutma ile düşürülmüş durumda. Evlerin hepsi iyi izolasyonlu ve pasif güneş enerjisi kullanımı için tasarlanmış. Toprak borular evleri yazın serin ve taze hava almasını sağlıyor. Bütün evler sıcak suyunu kışın bile güneş enerjisi ile sağlıyor, nadiren gaz kullanmak gerekiyor. Yağmur suyu evlerin çatılarında toplanıyor ve saklanıyor. Her evin sarnıçı var. Atıksular ise devlet tarafından onaylanmış yerel bir arıtma sisteminden geçiyor. Bereket Ekoköyü ayrıca MUM’dan gelen öğrencilerin pratik yapabileceği bir merkezi de içeriyor. http://www.abundance-ecovillage.com/Main/HomePage
http://www.sustainablelivingcoalition.org
http://www.cypressvillages.com
http://www.pbase.com/hapm/ourhouse
Açık Radyo dinleyicilerinin en ilgisini çekecek haberlerden birisi herhalde KRUU-LP 100,1 FM http://www.kruufm.com
radyo istasyonu. Radyo tamamen güneş enerjisi ile yayın yapıyor ve kirli hiçbir enerji kullanmıyor. Radyo, kar amacı gütmüyor ve tamamen dinleyici destekli. Topluma hizmet veren düşük güçlü bir radyo istasyonu. Ancak 24 saat ve 7 gün yayın yapan KRUU da programların % 99,7 si 100 gönüllü tarafından üretilen 80 programdan oluşuyor. KRUU’nun misyonu sürdürülebilir bir toplum için Fairfield’e ses vermek, ve yaratıcılığı teşvik etmek, diyalog ve toplum katılımı ile toplumun sürdürülebilirlik için güçlendirilmesi.

Buğday Derneği’nin kendi öz kaynakları ile ayakta duran kırsal bir model oluşturmak ve yöresel, ekolojik ve diğer doğa dostu üretimler konusunda eğitim çalışmaları türütmek amacıyla Küçükkuyu Çamtepe’de kurduğu Çamtepe Ekolojik yaşam Merkezi 21 Mart’ta açılıyor. Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi, Buğday Derneği'nin 17 yıllık kırsal deneyimlerini yerel uygulamalara dönüştürmeyi amaçlıyor. Aynı zamanda ekolojik yaşamın her alanında eğitim çalışmalarına ve alternatif yaşam modelleri oluşturulmasına hizmet edecek. Doğa dostu ve yerel malzemelerle, imece usuluyle inşa edilmiş olan merkez binasında ekolojiyle ilgili etkinlikler, kurslar, söyleşi ve atölyeler gerçekleştirilecek. Böyle bir Yaşam Merkezi’nin kurulması, umarız başka yaşam merkezleri için de ilham kaynağı olur.

NİSAN
Türkiye hazineye para sağlayabilmek için bilmeden çevreci oldu. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın pazar günü Washington’da sona eren bahar toplantılarında konular arasında fosil yakıtlarının sübvansiyonu da ele alındı. Ekonomilerin ekolojiye uygunluğu için ülkelerin akaryakıt fiyatlarını sübvanse etmesine nasıl son verilebileceği tartışıldı. Türkiye, başta Dünya Bankası’nın Türkiye Direktörü Ulrich Zachau, uluslararası ekonomistler tarafından enerji politikasında, dünyaya model olarak sunuldu. Türkiye gezegenin kaynakları açısından sürdürülebilir olmayan büyüme politikalarının sonuçlarını önceden kestirip çevreci politikalar geliştirdiği için örnek olmalıydı ama arkada yatan neden başkaydı. Esasında Türkiye bu işi aslında çevreyi değil hazineyi kurtarmak için yaptı, ama bu sayede istemeden çevreci ülke haline geldi. Bugün Türkiye dünyanın en pahalı benzinini satarak, fosil yakıt tüketimini güya azaltıyor, ancak yerine daha tasarruflu alternatifler koymuyor. Büyük hacimli motorlara yüksek vergiler koyarak karbon emisyonu yüksek araçların cazibesini azaltıyor, ancak öte yandan sokaklarda bu vergilere rağmen Avrupa’dan daha fazla büyük hacimli spor ve güya arazi arabaları görüyor, hibrid arabalara ise hiç rastlamıyoruz. Gerçi otoprodüktörlük uygulaması – yani kojenerasyona imkan vermesi ya da güya rüzgar enerjisi yatırımlarına kredi kolaylığı gibi yöntemlerle çevreye uyumlu projelerin önünü açıyor, ancak rüzgar santrali kurmak isteyenler bir sürü bürokratik engelle karşı karşıya kalıyor. Vergi ve enerji politikasıyla Zachau’nun dediği gibi dünyaya örnek olup olmadığımıza siz karar verin... neden hala yenilenebilir enerji kanununa yapılacak değişikliklerin de çıkmadığını kendinize sorabilirsiniz. Kömürü destekleyen Dünya Bankası’ndan önce bu konuyu önce Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarına sormak daha doğru olur.

Tortum Şelalesi, mahkeme kararı ile sadece ilkbaharda değil her mevsim akacak ve hiç kurumayacak. Tortum Şelalesi'nin suyu, 1960’da kurulan hidroelektrik santralı nedeniyle sadece ilkbahar mevsiminde akıtılıyordu. Tortum Gölü'nden beslenen şelaleye, elektrik üretimi nedeniyle 9 ay su verilmiyor. Birinci derecede doğal SİT alanı olarak tescil edilen Tortum Şelalesi'nde, 22 metre genişliğindeki su 48 metreden düşüyor ve üzerinde sürekli gökkuşağı oluşuyor. Şelalenin tam karşısında bulunan Çağlayan Köyü Muhtarı Osman Baykal, 14 Aralık 2009’da mahkemeye başvurdu. Davada sunulan bilirkişi raporunda, su kısıtlamasının hem jeomorfolojik yapıya zarar verdiği, hem de ekolojik dengeyi bozduğu belirtildi. Tortum Selalesi'nin geleceğini ilgilendiren karar 21 Ocak 2010 günü çıktı. Yarım asırdan beri ziyaretçilerin kuru halini gördükleri çağlayan, artık her mevsim akacak ve doğa zarar görmeyecek.

Yeni bir araştırmaya göre okyanuslardaki zengin bakteri ve tek hücreli mikro-organizmaların karbondiyoksidi karbona çevirerek okyanusları temizlediği ve yaşam döngüsünün sürekliliğini sağladığı açıklandı. Mikroskobik deniz türlerinin uluslararası sayım projesine katılan Washington Üniversitesinde görevli biyolog John Baross, "Okyanuslarda, bakteri ve çekirdeksiz tek hücreli mikroorganizmalar da dahil, moleküler özelliklerine göre deniz mikrobu türlerinin sayısı muhtemelen bir milyara yakın" dedi. Araştırmada, dünyadaki mikrobik deniz hücrelerinin toplam kütlesinin 240 milyar Afrika filine eşdeğer olduğu belirtiliyor. Araştırmaya göre, okyanusların emdiği karbondiyoksidin geri dönüşümünü sağlayan fabrikalar gibi çalışan bu mikroplar, okyanusların dibine çöken karbondiyoksidi karbona çeviriyor. Azotu, kükürdü, demiri, manganı ve daha başka elementleri hazmeden bu deniz mikropları, atmosferin yapısını düzenliyor, iklimi etkiliyor, besinlerin geri dönüşümünü sağlıyor ve çevreyi kirleten maddeleri ayrıştırıyor. Bilim adamları, bu geniş mikrop yapısının gezegenin en büyük yaşam kütlesi olduğunu belirtiyor.

İngiltere'de çevrenin büyük ölçüde zarar görmesine neden olan olayların "soykırım" ile eşit muamele görmesi yönünde bir kampanya başlatıldı. Kampanyada Birleşmiş Milletler'in ekolojik yıkımları, barış karşısında işlenmiş ilk beş suç listesi içine alması isteniyor... Bu sayede ekolojik suçlar da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanabilecek. Kampanyayı hukuk konusunda bir dahi olarak kabul edilen İngiliz Polly Higgins yürütüyor. Bu fikir, maden, kimyevi madde sektörü, tarım ve fosil yakıtlar gibi büyük endüstriler üzerinde etkin olabilir. Kampanyanın yürütücüleri ekolojik suçlar arasında iklim değişikliğinin olmadığını iddia eden "iklim inkarcıları"nın da girmesini istiyorlar. Bu yaklaşım onları fazla cidiye almak bence ancak dünyamızda bir biyolojik soykırım olduğunun da ispatı sabit. Yakında çıkacak olan “Yasak Meyve: Cehennemden Çıkış” adlı kitabımda bu konuya bütün bir bölüm içinde değiniyorum.

Bir güzel haber de İstanbul’dan. Bakırköy Belediye Meclisi, ilçede plastik poşet kullanımını yasaklandı. Meclis toplantısında oy birliği ile alınan kararla, plastik poşet yerine file, bez torba ve kese kağıdı kullanımının zorunlu hale getirildiği bildirildi. Açıklamada, karara uymayanlar hakkında ceza uygulanacağı vurgulandı. Açıklamada görüşlerine yer verilen Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, dünyada yaklaşık 500 milyar adet plastik poşet kullanıldığını ve bunun sadece yüzde birinin geri dönüşebildiğini kaydetti. Plastik poşetlerin çevre kirliliği ile ekolojik dengenin bozulmasına sebep olduğunu ifade eden Erzen, doğada dönüşüm süreci yüzyılları bulan plastik poşet yerine Bakırköy sınırları içerisinde file, bez torba ve kese kağıdı kullanımının zorunlu hale getirildiğini belirtti. Poşetin zorunlu olduğu yerlerde de dönüşebilir oxo biyobozunur poşet kullanılması kararı alındı. Bu çevreci atılım için Bakırköy Belediyesi’ni kutluyoruz.

MAYIS
Denizdeki küçük hayvanların, toksik bileşikleri emdikleri biliniyor. Toksik maddelerin deniz besin ağından boyunca geçip, balıkçılık ve deniz ekosistemlerinde kalıcı hasara neden olduğu endişeleri gittikçe artıyor. Bilim insanları Meksika Körfezi'nde bulunan petrol sızıntısının deniz yaşamı üzerinde etkisini inceliyorlar. Ortak korkuları ise toksik bileşiklerin balıklar tarafından da emilmesi. Önümüzdeki birkaç ay araştırmacılar Over Gulf Coast’dan gelecek olan 3 çeşit yumuşakça; istiridye, tellinid istiridye ve periwinkles’ların kabuklarına ve vücut dokularına bakacak ve petrol sızıntısından doğan zararlı bileşiklerin hayvanlar tarafından ne kadar hızlı emildiğine bakacaklar. Yumuşakçalar günlük bazda yeni katmanlar ekleyerek büyüdüklerinden kabukları, çevre koşulları için çok değerli bilgiler saklar. Besin ağının tabanına doğru yerleşmiş olarak, plankton ve alg ile beslenirler. Bu nedenle sistemlerinde hidrokarbon ve ağır metal birikimi başlayacak olması muhtemel olan hayvanlar arasında ilk sırada. Bu zararlı bileşikler, sonra kabuklu deniz ürünleriyle beslenen diğer büyük deniz canlılarına geçebilir. Evet, kaplumbağalar, kuşlar ve benzeri hayvanlar sonuçta hem doğrudan hem de dolaylı olarak petrolün toksisitesi yani zehrinden ve tortusal kirlenmeden etkileniyorlar. Petrolün, ekosistemde çok sinsi ve uzun vadeli bir yıkıcı etkisi var ve bu çalışma gerekli verileri ortaya koyacak gibi görünüyor.

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Abant’ta yapılan yol çalışmalarının ‘Uzun Devreli Gelişme Planı’na uygun olarak yapılmadığına’ ilişkin Bolu Valiliği’ne 3’üncü uyarı yazı göndermesine rağmen, Valilik çalışmaları durdurmadı. Yazıda gölde su seviyesinin eski haline getirilmesi, Örencik Yaylası’nda oluşturulan Yavru Abant Göleti’nin tahliye edilmesi ve ağaçların kesilmesine neden olacak Abant-Mudurnu yol inşaatına kesinlikle başlanmaması istendi. İnşaat devam ederken gölün dere ile bağlantısının önüne menfez yapılması nedeniyle Şubat ayında karların erimesi ve yağmur nedeniyle göldeki su seviyesi yükseldi. Abant’ın etrafındaki yollar sular altında kalırken iskeleler de sulara gömüldü. Göl seviyesinin yükselmesiyle piknik alanları ve Göl Gazinosu’nun zemin katı da sular altında kaldı. Gölde su seviyesinin yükselmesini önlemek amacıyla Abant’ın batısında kalan Örencik Yaylası’nda Yavru Abant Göleti oluşturulurken, endemik bitkiler sular altında kaldı. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ‘Uzun Devreli Gelişme Planı’ hazırlandığında Abant’ın ekolojik dengesinin bozulmaması için Abant Gölü çevresine motorlu araçların giriş yapmasına izin verilmeyeceği maddesi yer alırken, araçlar için de Abant’ın girişine de bu nedenle 250 araçlık otopark yapıldı. Bütün bunlar boşuna mı?

Kaliforniya Üniversitesi'nden Barry Sinervo ve ekibinin yaptığı araştırma, iklim değişikliği nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin 2080'e kadar tükenebileceğini ve bunun ekosistem ile besin zincirini olumsuz etkileyeceğini ortaya koydu. Kertenkele nesli ve özellikle 1975'den bu yana sıcaklığın artmasının bu hayvanlar üzerindeki etkisinin incelendiği geniş çaplı bir araştırmanın verilerine dayanarak bilgisayar ortamında bir model oluşturan bilim adamları, 34 kertenkele ailesinin neslinin tükenebileceğini ve bunun iklim değişikliğiyle bağlantılı olduğunu belirttiler. İklim değişikliği nedeniyle Meksika'daki kertenkelelerin yüzde 12'sinin neslinin tükendiğine dikkati çeken bilim adamları, sıcak havayı seven bu hayvanların bile dayanma sınırının sonuna geldiğini, sıcaklığın artması nedeniyle gölgede kalmayı tercih etmeleri ve bu durumun da yiyecek bulma olasılığını azaltması nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin tükenebileceğini kaydettiler. Ünlü "Science" dergisinde yayımlanan araştırmada, kertenkelelerin neslinin yaklaşık yüzde 6'sının 2050'de tükenebileceği ve bunun önlenemeyeceği, ancak iklim değişikliğini azaltmaya yönelik büyük çabalarla 2080 senaryosunun değiştirilebileceği ifade edildi. Yaşam zincirinin halkaları birer birer kopmadan harekete geçme zamanı geldi de geçiyor.

Aksaray Üniversitesi ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin işbirliğiyle "Ekoloji 2010 Sempozyumu"na katılan Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Zooloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dürdane Kolankaya, iklim değişikliğinin yaban hayatını olumsuz etkileyeceğini ve türlerin yok olacağnı belirtti. Araştırmalara göre ortalama sıcaklığın yalnızca 1,5 derece artması, bugün bilinen türlerin üçte birinin yok olmasına yol açacak. Ekosistem içerisindeki bazı türlerin yok olması bekleniyor. Defenders of Wildlife verilerine göre, küresel ısınmadan en çok etkilenecek canlıların başında geyikler, arktik foklar, kutup ayıları, penguenler, gri kurtlar, deniz kaplumbağaları ve alabalıklar geliyor. İklim değişikliğinin deniz kaplumbağaları üzerindeki etkisi hali hazırda başladı. Akdeniz kıyısındaki kumsallara yumurtasını bırakan deniz kaplumbağaları artık 10 gün erken yumurtluyor. İklim değişikliğinin ülkemizde Akdeniz kıyısındaki kumsallara yumurtasını bırakan deniz kaplumbağalarının üreme dengesini bozacağı, sıcaklık artışıyla birlikte yumurtadan çıkan dişi yavru sayısı artarken erkek yavru sayısının da azalacağı bildirildi.

Bunları derken bakın ne oluyor. Dünyada, kişi başına düşen enerji kullanımı sürekli bir artış eğilimi içerisinde. 2020 yılında tüm dünyanın enerji talebinin, bugünkü enerji talebine göre yüzde 65 daha fazla olacağı açıklandı. 2050 yılındaki enerji talebinin ise yüzde 250 kat daha fazla olacağı tahmin edilmekte. Bu gidişle 2030 yılına kadar petrol, doğal gaz ve kömürün diğer yakıtlara göre hakim durumda olması bekleniyor ancak bu dünyanın sonu olur. Yeni rezervler bulunmadığı takdirde, petrolün 41 yıl, doğal gazın 62 yıl ve kömürün 204 yıl sonra biteceği öngörülüyor ancak bu yakıtların artık yerin ve okyanusların dibinde kalması gerekiyor ki iklim değişikliği alıp başını daha da kötü hale gelmesin. Fosil kaynakların yoğun olarak kullanılmasıyla tüm dünyada Karbon emisyonlarının artışı ve küresel ısınma nedeniyle ekolojik dengenin alarm vermeye başlaması enerjinin verimli kullanılmasını ihtiyaçtan çok bir zorunluluk haline getirdi. En temiz enerjinin hiç üretilmemiş enerji olduğu düşünüldüğünde, enerji verimliliği çalışmaları çevrenin korunmasına da büyük katkı sağlar. Çevreyi korumanın en az maliyetli yolu, enerjinin verimli kullanılmasından geçmekte. Enerji verimliliğinde en önemli faktör, enerji tasarrufu. Tasarruf konusunda hükümetlerin bir an önce çeşitli çalışmalar yürütmesi, yeni politika ve stratejiler üretmesi ihtiyacı artık kaçınılmaz oldu.

Ünlü Science dergisinde yayınlanan bir araştırma aslında çevrecilerin bir süredir bildiği bir gerçeği doğruladı. Kapsamlı çevre araştırmasına göre, 2010 sonuna dek doğadaki türlerin tükenmesinin önüne geçilmesi hedefine ulaşamayacak. Çalışmaya göre tüm türler ve ekosistemlerdeki azalmayla doğal yaşam üzerindeki baskı da devam ediyor. 2010 hedefi üzerinde, 2002 yılında uluslararası bir uzlaşma sağlanmıştı. Ancak çalışmayı gerçekleştiren bilimadamları, bu hedefi yaşama geçirme sürecinin 'sıkıntılı' olduğunu belirtiyor. Çalışmada, türler ve ekosistemlerle ilgili 30 farklı gösterge incelendi. Bu göstergeler, bitkilerle deniz ve kara hayvanlarından oluşuyor. Araştırmada bu göstergelerden çok azında biyolojik çeşitlilikteki azalmanın yavaşladığına işaret ettiği sonucuna varıldı. Buna karşın, yaşam alanı kaybı, iklim değişikliği ve dışarıdan gelen zararlı türlerin artışı gibi sorunların tümünde artış olduğu belirtildi. Çalışmada ayrıca, biyolojik çeşitliliğin azalmasını önlemeye yönelik politikaların işe yaramadığı kaydedildi. 1970'den bu yana hayvan nüfusunu yüzde 30 azalttık, mangrovlar ve deniz yosunlarını yüzde 20, mercan adalarındaki yaşamı da yüzde 40 oranında yok ettik ve bu kayıpların sürdürülemeyeceği de açık. Artık insanın dünyayı gitgide daha fazla işgalinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da ancak baskin sosyo-ekonomik paradigmadan vazgeçilerek yeni bir var oluş biçimine geçişle ancak mümkün.

Eskişehir’de Doğa ile Uyum Hareketi üyeleri, Çernobil faciasının yıldönümünde, nükleer enerji kullanımının yaratacağı tehlikelere sessiz bir eylem yaparak dikkat çekti. Tişörtlerindeki harflerle ´NÜKLEER?´ yazısı oluşturan 8 kişilik grup, insanların şaşkın ama oldukça ilgili bakışları eşliğinde şehrin en işlek caddelerinde yanyana durarak ve yürüyerek son derece yaratıcı ve etkili bir eyleme imza attı. Grup adına yapılan açıklamada, “Amacımız hiçbir şeyi protesto etmek değil. Bizler ekoloji ve çevre politikalarına toplumsal duyarlılığı artırmayı amaçlıyoruz. Çernobil faciasının yıldönümünde, nükleer enerji yerine, alternatif enerji kaynaklarının değerlendirilebileceğine dikkat çekmek istedik” denildi.

BM tarafından yayınlanan bir raporda, "devletlerin hemen harekete geçmemeleri halinde, biyolojik çeşitliliği sağlayan ekolojik sistemlerin çökme riskiyle karşı karşıya olduğu" bildirildi. Dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, özellikle kurbağa ve diğer amfibilerin (hem karada hem de suda yaşayanlar) yok olma riskindeki grubun başında geldiği, mercan kayalarının en hızlı yok olan tür olduğu ve tüm bitki türlerinin neredeyse dörtte birinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bildirildi. Raporda ayrıca Amazon yağmur ormanlarının ve tatlı su göllerinin hızla azaldığından da bahsedildi. Rapor, tüm bu olumsuz gelişmelerin nedenleri arasında "çevre kirliliğinin, iklim değişikliğinin, kuraklığın, ormanların yok oluşunun, ruhsatsız ve fazla avlanmanın ve yangınların" geldiğini vurguladı. Rapor eylül ayında, 192 üyeli BM Genel Kurulunun üst düzey toplantıları sırasında ele alınacak. Ancak bizi ve doğayı yok oluşa götüren gerçek nedenin vahşi büyüme temelli ekonomik sistemin olduğunun sanki hala farkında değiliz ve aynen sızmaya devam eden petrole karşı yaptığımız gibi çürüyen kolumuza, yara bantları yapıştırmaya devam ediyoruz.


HAZİRAN
Meksika Körfezi’ndeki petrol felaketi, nihayet gözleri yenilenebilir enerjilere çevirdi. Berlin Ekoloji Enstitüsü’nün Almanya ile ilgili hazırladığı ‘Blueprint Germany’ adlı araştırmanın proje Sorumlusu Felix Matthes, “Meksika’da yaşanan petrol felaketi bize şunu gösterdi; enerji kaynaklarına ulaşımın giderek zorlaşması ve bu sürecin giderek daha hassaslaşan ekolojik sisteme etkisi nedeniyle, günümüzdeki enerji kullanımının bedeli oldukça yüksek” diyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı tarafından yaptırılan “Blueprint Germany” adlı araştırma, Almanya’nın 2050 yılına kadar sera etkisine yol açan gazların salımını büyük oranda düşürüp, sıfır karbondioksit hedefine ulaşabileceğini ortaya koyuyor. Bunu yaparken yaşam standartları ve ekonomik büyümeden ödün verilmesi gerekmediğinin de altı çiziliyor. Matthes sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çalışmamızda, bu kadar çok olumlu yan etkiye rastlayacağımızı düşünmemiştik. Örneğin su kirliliğini engelleyecek, petrol fiyatlarının artışından kaynaklanan yoksullukla mücadele etmemiz kolaylaşacak“ diyor. Süphesiz enerji tasarrufu sadece iklim koruma için olumlu bir önlem değil, aynı zamanda yükselen enerji fiyatlarından daha az etkilenmemizi sağlıyor ve isthdam yaratıyor.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Günay Saka, küresel ısınma sonucu, daha önce unutulan bazı hastalıkların yeniden sorun olmaya başladığını söyledi. Saka, ``Küresel Isınmanın Sağlık Üzerindeki Etkileri`` konulu sunumunda, küresel ısınmanın iklim değişikliklerine neden olduğunu, ortalama sıcaklığın artmasının yanında birçok başka değişikliklere de tanık olunduğunu belirterek, şöyle konuştu:``Sıcak hava dalgaları, soğuk, aşırı yağışlar ve bunun yol açtığı seller, toprak kaymaları, kuraklık, fırtınalar, kasırgalar iklim değişikliklerinin etkisidir. Dolayısıyla ekosistemde, ekolojik dengede değişiklikler sonucu da vektör denilen aynı zamanda pek çok hastalık taşıyıcısı olan hayvan ve böceklerin yaşam alanlarında artış oluyor. Bunlar çok daha fazla üreyebiliyorlar. Ayrıca yağışlar, seller, bunların yol açtığı sağlık etkilerinden bahsedebiliriz. Küresel ısınma ile daha önce unuttuğumuz bazı hastalıklar yeniden sorun olmaya başlıyor, sıtma gibi. Saka, küresel ısınma sonucu çölleşme tehlikesinin de bulunduğunu, bunun sonucunda sağlığın da etkileneceğini, çölleşme sorunuyla birlikte besin üretiminin azalacağını belirterek, ``Çölleşme olduğu zaman besin üretimi az olacak, göçler yaşanacak. Bu da bulaşıcı hastalıkları çoğaltacak. Küresel ısınma sonucu astım, solunum sistemi ile ilgili hastalıklar, alerjiler, bazı kanser türleri, çocuklarda büyüme ve gelişim sorunları, sudan kaynaklanan enfeksiyon hastalıkları ortaya çıkabilecek`` dedi.

Bildiğiniz gibi Greenpeace’in bayrak gemisi Rainbow Warrior Akdeniz'in ortasında açık denizde. Ama şu ana dek mavi yüzgeçli orkinoslar henüz oralara uğramamış. Av tekneleri, römorkörler ve destek gemileri de orada. Bir Fransız donanma gemisi de balıkçılığı denetlemek/korumak için denizde. Ama orkinoslar değil. Belki de su henüz yeterince ısınmamıştır. Belki de balıkçılar yanlış yere bakıyorlar. Ya da orkinoslar gelmekte geciktiler. Ama herkes için hepsinden kötüsü orkinosların bitmiş olabileceği gerçeği. Yıllardır bilim insanlarının ve çevrecilerin uyarılarını dinleyen olmadı. Ama gerçek şu ki, bir canlıyı geri dönüşü olmayan bir sınıra gelene dek avlamaya devam edersek, bir noktada tamamen kaybederiz. Endüstriyel balıkçılık filoları ile, besin zincirini altüst ederek ve canlıların dengesini bozarak ekosistemi tümüyle değiştiriyoruz. Bu genellikle aşırı avlanılmış bir canlıyı tekrar kendine getirebilme çabalarının daha da zorlaşması ile sonuçlanır. Örneğin, denizden çok fazla sayıda balığın avlanması denizanalarının veya kabukluların artmasına neden olur. Bunlar ise balık yumurtalarını ve yavrularını yiyerek balık stoklarının yenilenmesini durdurur. Akdeniz'de mavi yüzgeçli orkinos için gırgır avcılığı sadece 15 Haziran'a dek sürecek, ondan sonra sezon kapanıyor. Sezonun böylesine kısaltılmasının nedeni ise bugüne dek aşırı avlanma kapasitesi ile son derece azalmış olan stokların avlanması. Son yıllarda işte bu yüzden orkinos gırgır avcılığı yılın 11 ayında yapılırken, bu yıl 1 aya indirilmek zorunda kalındı. Aynı şekilde av filolarındaki tekne sayısı da dramatik bir şekilde azaltıldı. Yalnızca bizler değil, hükümetlerin eyleme geçmesi ve bir an önce bu acımasız avı durdurup, yumurtlama alanlarını koruma altına alarak denizlerin çobanı orkinoslara bir nefes alma olanağı tanımaları. Artık bekleme zamanı değil, kurtarma zamanı...

TEMMUZ
BP'nin neden olduğu derin denizdeki petrol sızıntısı durur gibi olduğu sırada ABD’de Pere Ana C. adlı römork gemisinin Mud Gölü yakınlarındaki bir kuyunun başına çarpması sonucu yine petrol sızmaya başladı. Çarpışma havada patlamalara neden oldu. Yetkililer bir mil uzunluğunda petrol tabakası oluştuğunu söyledi. Kuyu, Körfez açıklarında olmayıp New Orleans'ın 65 mil güneyindeki Plaquemines ve Jefferson bölgesi yakınlarındaki karasuları dahilinde yer alan kanallarda bulunuyor. Römork gemisinin kaptanı sahil güvenliğe yaptığı açıklamada kuyunun iyi aydınlatılmadığını söyledi, ancak kaza gündüz 11:00'de gerçekleşti. Sahil Güvenlik’ten Teğmen Brian Sattler, sadece gemiyle ulaşılabilen alana inceleme yapmak üzere bir helikopter gönderildiğini söyledi. Mud Gölü, ekolojik hassasiyete sahip bir haliç ve Barataria Koyunun bataklık ve göller ağının parçası. Yetkililer petrolün dalgalarla Körfeze yayılmasını önlemeye çalışıyor.

Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Bülent Topkaya, deterjan üreticilerinin Avrupa'da yüzey sularında, canlıların yok olmasına neden olabilen fosfatı kullanmamalarına rağmen Türkiye'de aynı marka deterjanları fosforlu ürettiklerini öne sürdü. Fosfatın, sulak alan ekosistemlerini bozarak burada yaşayan kuş, balık ve diğer canlıların azalmasına ya da yok olmasına neden olabileceğini dile getirdi. Yapılan analizlere göre evsel arıtma atıksu tesislere giren suda bulunan fosfatın yaklaşık yüzde 50’sinin deterjanlardan kaynaklanıyor. İtalya’da da benzeri bir tespitin yapılmasının ardından fosfat kullanımı yasaklanmış. Topkaya, “Binlerce arıtma tesisine, maliyeti çok yüksek olan, fosfat uzatma tesisi yapacağımıza, Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi, fosfatsız deterjan üretelim ve kullanalım” dedi.

Bilim insanları, Tuz Gölü'nün ''mucize bitkilerinin'' geliştirdikleri çok özel adaptasyonlarla tuzcul topraklardan suyu sökerek alabildiğini belirterek, çoraklığa dayanabilecek buğdayın tek türünün de dünyada sadece Tuz Gölü çevresinde bulunduğunu bildirdi. Türkiye'nin biyolojik çeşitliliği yönünden dünyanın zengin ülkelerinden biri olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ekoloji ve Çevre Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, , ''Avrupa kıtasında 11 bin bitki türü var. Türkiye'de ise bitki türü sayısı ise yeni bulunanlarla 12 binin üzerine çıkmıştır. 12 bin bitki türünün yüzde 30'u, yaklaşık 3 bin 500 tür sadece Anadolu'ya hastır, Tuz Gölü biyolojik çeşitlilik bakımından çok özel ve önemli bir habitata sahip. Sadece Tuz Gölü çevresinde bilinen, Türkiye'nin başka bölgelerinde bilinmeyen 38 adet endemik bitki türü var. Tuz Gölü'nün endemik bitkileri diğer bölgelerden farklı olarak tuza ve kuraklığa dayanıklı ırklar içerir. Bu türler hızla kuraklaşan ve çoraklaşan dünyamızda paha biçilmez bir genetik kaynaktır'' dedi. Tuz Gölü ''Özel Çevre Koruma Bölgesi'' olarak özel mevzuatla korunuyor. Bir başka DSI projesi olan Mavi Akım projesi ile havzalar arası su transferi ile ekosistemi bozulana kadar... Mavi Akım’ın gerçek yüzü Tuz Gölü’nün karabasanı...

AĞUSTOS
Türkiye'nin saklı cenneti olarak gösterilen Artvin'in Arhavi ilçesindeki Kamilet Vadisi'nin el değmemiş doğal yaşlı ormanları, bitki çeşitliliği, su kalitesi, yaban hayatı, tarihi köprüleri ve doğa harikası şelaleleri tehlike altında. HES'ler yapılmaya devam ederse bu güzellik ve zenginliğin yok olacağı bildirildi. Türkiye'nin ekolojik özellikleri en iyi korunan alanlarından birinin Kamilet Vadisi olduğunu açıklayan Artvin Çoruh Üniversitesi (AÇÜ) Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu; “Kamilet Vadisi'nin sarp topoğrafyası nedeniyle önemli bir bölümünde yol ağı bulunmuyor. Tamamen el değmemiş bu coğrafyada Doğu Karadeniz kuzey kesimi florasının önemli bir bölümü bulunmakta. Alan aynı zamanda Kafkasya ekolojik bölgesinin en bozulmamış doğal yaşlı ormanlarına sahip ve 300 yaşına ulaşan ağaçlar mevcut. Ekolojik özellikleri en iyi korunan ve temsil edilen bu alan, koruma değeri yüksek ormanlar sınıfında değerlendiriliyor. Vadideki bu saklı doğa Doğu Karadeniz'de bulunan karaca, çengel boynuzlu yaban keçisi, ayı, domuz, kurt ve tilki gibi büyük memeli hayvanlara da bir anlamda korunak oluşturuyor.” dedi. Vadi içerisinde 4 adet hidroelektrik santrali (HES) yapılması planlanıyor.

Rusya'da yangınla mücadele ekipleri, 1986 yılında Çernobil faciasının meydana geldiği ülkenin batısındaki bölgeye yangınların sıçrayıp, tehlikeli radyoaktif maddeleri yeniden harekete geçirmesini önlemek için denetimlerini artırdı. Yetkililer, yüksek radyasyon oranlarının olduğu bölgelerde bazı yangınların olduğunu bildirdi. Rus ekoloji uzmanlarından Aleksandır İsayev de yaptığı açıklamada, ormanlık bölgenin zemininde kalan radyoaktif elementlerin büyük tehlike oluşturabileceğini belirterek, "Bu radyoaktif elementlerin karıştığı bir duman bulutu çok geniş bir coğrafyaya yayılabilir" dedi.

 Protestolara rağmen Endonezya’nın en büyük palmiye yağı üreticilerinden olan Sinar Mas, Greenpeace'in gözlemlerine göre yağmur ormanlarına zarar vermeye devam ediyor. Temmuz başından itibaren önemli ekolojik değere sahip olan yağmur ormanlarındaki faaliyetlerini sona erdireceğini belirten firmanın sözünde durmadığını Endonezya’nın Jakarta bölgesinde açıklayan Greenpeace, temmuz başında batı Borneo'da havadan çekilen fotoğraflarla yağmur ormanında çalışmakta olan iş makinelerini tespit etti.

Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı, Karadeniz petrollerini taşıyan tankerlerin geçen yıl Marmara Denizi’ne 1.5 milyon ton balast suyu (gemilerin boşken yada bazen yük aldıktan sonra, yükün ve geminin dengesini sağlamak için baş ve yan bölmelerine aldıkları deniz suyu) deşarj ettiğini, balast sularıyla taşınan kırmızı alg türlerinin ekosistemi tehdit ettiğini açıkladı. İstanbul Boğazı’ndan 2009’da 51 bin 422, Çanakkale’den 49 bin 453 gemi geçti. Bu trafiğin beşte birlik bölümünü tehlikeli kargo ve petrol taşıyan gemiler oluşturdu. Tankerlerin okyanuslardan getirdiği ve Boğazlar'a boşalttığı deşarj suları ve zehirli atıklar nedeniyle Boğazlar'da yabancı balık, zehirli deniz anası ve kırmızı alg türleri oluşuyor ve bu kırmızı alg türleri, Marmara denizinde toplu balık ve deniz canlısı ölümüne neden oluyor.

Karadeniz İsyandadır Platformu, 10-25 Temmuz günleri arasında yaptığı Karadeniz Yaşam Yolculuğu tanıklıklarını yaptığı basın toplantısıyla açıkladı. 15 günde 3 bin 360 km yol aşan platform üyeleri, 17 noktaya yaptıkları ziyaretler ile ilgili bilgi verdi. Açıklamada yaratılan ekolojik ve sosyolojik yıkımlara karşı Karadeniz halkının bir araya gelmesi gerektiğinin altını çizen platform üyeleri, güç birliğinin yıkımlara karşı acil bir ihtiyaç olduğunu da söyledi.

Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Severler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, yaptığı yazılı açıklamada, zengin bir biyoçeşitliliğe sahip olan Azap Gölü’nde, çevresindeki tarım arazilerinden ve Menderes Nehri’nden gelen kirlilikle meydana gelen balık ölümleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan taban kirliliği ve metan gazı oluşumuyla ekosistemin bozulduğunu belirtti. Sürücü "Ölen balıkları kuşlar yiyor. Bunun sonucunda göldeki doğal dengenin en üst basamağını oluşturan kuşlar da ölmeye başladı. Kuşların ölmeye başlaması çok vahim bir durumu göstermektedir. Gölde şu anda ekosistem çökmüştür. Çevresinde yaşam devam ediyor. Ancak gölden su içen hayvanları, göl suyundan sebzelerini, tarlalarını sulayanları neler beklediği konusunda kimsenin bir fikri yok. Azap Gölü’ne acil dikkat çekiyoruz, göle bu kadar ’azap’ çektirmeyin diyoruz." dedi. Bu haberi umuyorum Çevre Bakanlığı Sulakalanları Koruma Dairesi bir ihbar olarak alır ve gerekli çalışmalara başlar.

EYLÜL
?Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, Almanya'nın Bonn kentinde kurulan yeşil yüksek eğitim kurumu, geleceğe çevre bilinci yüksek işletmeciler ve araştırmacılar yetiştiriyor. 1969 yılında kurulan Alanus Toplum ve Sanat Yüksekokulu'nun yeni yapılan ikinci kampüsü modern renk ve tasarımların etkisini taşıyor. Bonn yakınlarında Alfter kasabası kenarında kurulu kampüsteki tahtadan yapılmış zarif tasarımlı binalar, aynı zamanda çevreci mimariye de örnek teşkil ediyor. Rektör Marcelo da Veiga şöyle diyor: "Kampüste tamamen çevreci bir yalıtım ve ısıtma söz konusu. Yani yazın klima kullanmadan yeraltı sularıyla soğutma sağlayabiliyoruz. Duvarlarda, pompalanan suyun dolaştığı bir boru tesisatı bulunuyor. Bu da duvarları soğutuyor ve jenaratörlerin çalışmasına gerek kalmıyor. Aynı şekilde kışın yeraltı suları çevreye göre daha sıcak olduğundan boru tesisatı, bu kez de odaların ısınmasını sağlıyor. Bütün dileğimiz kampüsün inşaatında mümkün olduğunca çevreci teknolojilerin kullanılmasıydı.'' Almanya'nın çevreci yüksekokulun kampüsünde ekolojik elektrik ve yenilenebillir ısıtma sistemleri kullanılıyor, yemekhanede ise organik yemekler çıkıyor. Okulun bu çevreci yaklaşımı başvuru sayılarını da ciddi olarak etkilemiş. Bir önceki yıla göre başvuranların sayısı yüzde 50 oranında artış göstermiş. Türkiye’de ise kampüsler ülke gerçeğini yansıtıyor...

Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, Orta Asya'nın en büyük çevre felaketine yol açan Aral Gölü'nün kurumasının önlenmesinde uluslararası kamuoyundan yardım istedi. Özbekistan Cumhurbaşkanlığı basın bürosundan yapılan açıklamaya göre, Kerimov, New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, Aral Gölü ve havzasında meydana gelen çevre felaketine dikkati çeken Kerimov, bu gölün, "bir insan ömrü kadar bir süre içinde, güzel bir denizden, kurumaya mahkum gölete" dönüştüğünü kaydetti. Kerimov, son 40 yılda Aral Gölü hacminin 7 kat, su miktarının ise 13 kat azaldığını kaydederek, bölgedeki bitki ve hayvan dünyasının tamamen yok olduğunu vurguladı ve Aral Gölü’nün Emuderya ve Sirderya gibi ırmaklardan sulandığını ve bu ırmakların su miktarındaki en ufak azalmanın, bölgedeki ekolojik dengeleri ve milyonlarca insanın hayatını etkileyeceğini belirtti. Emuderya ve Sirderya ırmaklarının yukarı kısmında yerleşen Kırgızistan ve Tacikistan, bu ırmaklarda yeni hidroelektrik santral kurmayı planlarken, bu ırmaklarla tarım arazinin büyük bir kısmını sulayan Özbekistan ve Kazakistan ise, bu santrallerin inşaatına başlamadan önce bağımsız uluslararası inceleme yapılmasını istiyor.

Sığacık, Orkinos Çiftliğine hayır diyecek. Sığacık Körfezi’nde kurulması planlanan orkinos yetiştirme tesisini protesto etmek için vatandaşlar, 25-26 Eylül tarihleri arasında Seferihisar Sığacık’ta olacak. Eylemin ardından Türkiye’nin Cittaslow (Sakin şehir) Birliği üyesi ilk kenti olan Seferihisar’da, yine ülkenin ilk ‘Cittaslow Festivali’ gerçekleştirilecek. Sığacık Körfezi’ne kurulacak orkinos çiftliğinin körfezdeki ekolojik yaşamın ve çeşitliliğin uzun vadede yok olmasına neden olacağını belirten Seferihisar Belediyesi Strateji Geliştirme Müdürlüğü’nden Biyolog Aslı Menekşe Odabaş, Cittaslow Festivali öncesinde yapılacak eylemle balık çiftliklerine hayır mesajını verileceğini söyledi. Eylemin 25 Eylül 2010 Cumartesi saat 11.00’de Sığacık Balıkçı Barınağından kalkacak teknelerle gerçekleştirileceğini aktaran Odabaş, bunun yanı sıra Sürdürülebilir Yaşam Kollektifi'nin de desteğiyle sürdürülebilir yaşam temalı film gösterimleri yapılacağını belirtti. Eylem sonrasındaki festival ise Sakin Şehir felsefesinin yaygınlaştırılmasına yönelik gelenekselleştirilmesi hedeflenen bir kültür sanat faaliyeti olarak niteleniyor. Seferihisar’da balık çiftliklerinin kurulması kararına karşı 21 Ağustos’ta Leman Dergisi Bisiklet Topluluğu Seferihisar’da sessiz eylem yapmış, Cihan Ünal, Çağan Irmak ve Ali Özgentürk de eyleme katılmıştı. Aynı tarihlerde gazeteci Can Dündar konuyu köşesinde işlemiş, Leman çizerlerinden Tuncay Akgün de, köşesi Bezgin Bekir’de ‘Seferihisarıma dokunma’ temalı karikatürü ile ‘sakin şehir’e destek vermişti.

 İzmir-Kültürpark'ta Yüksek Mimar Çelik Erengezgin tarafından İzmir Güneş Evi inşa edilecek. İzmir Büyükşehir Belediyesi, Ege Bölgesi Sanayi Odası ve 9 Eylül Üniversitesi Güneş Enstitüsü işbirliği ile gerçekleştirilecek proje, kendi enerjisini kendisi üreten ve atık vermeyen yapılara örnek oluşturuyor. Tüm enerjisini kendi üreten ve atık vermeyen “Güneş Evi”ni önce Diyarbakır için tasarlayan ve yapılmasını sağlayan Erengezgin, tasarladığı yapılarda enerji ve ekolojiye ilişkin genel bilgiler de sunuyor. İzmir Fuarı süresince de ziyaretçilere enerjinin doğru ve verimli kullanılması konusunda bilinci artırmak için “Enerji ve Ekoloji Adına Bir Sorgulama” başlığını taşıyan 64 maddelik kitapçık ve CD dağıtılacak.

Greenpeace, Merkel’in Almanya’da bulunan nükleer santrallerin çalışma sürelerini 8-14 yıl arasında uzatma açıklamasını kınıyor. Greenpeace “Bütün nükleer reaktörler tehlikelidir ve eskidikçe hali hazırda olduklarından daha tehlikeli hale gelirler. Almanya Başbakanı Merkel, Almanya’daki reaktörlerin operasyonlarını uzatarak büyük bir hata yapıyor. Bu, Alman halkının geleceğini tehlikeye atan ekonomik ve ekolojik bir çılgınlık” dedi. Almanya 2001’de aşamalı olarak nükleerden vazgeçme kararı verdiğinde, yenilenebilir enerjileri destekleyen bir dünya lideri konumuna gelmişti. Eskiyen mevcut santralleri kapatmama kararı, yeşil enerjide bugüne dek çeyrek milyon yeni iş alanı yaratan Almanya’yı liderlik konumundan düşürecek.

Dünya yüzölçümünün üçte biri et üretimi nedeniyle çölleşirken, dünya okyanuslarının yarısından fazlası aşırı avlanma nedeniyle ekolojik çöküş noktasına yaklaşıyor. Et tüketimi, küresel ısınma, çölleşme, yağmur ormanlarının kaybı ve asit yağmurları gibi dünyanın şu an karşı karşıya olduğu büyük çevresel felaketlerin hepsiyle yakından ilgili. Yağmur ormanları büyükbaş hayvanların otlatmasına ayrılmak üzere hızla yok edilmekte. Her bir büyükbaş hayvan günde en az 60 litre metan gazı üretiyor. Öte yandan azot, karbondioksitten 270 kat daha fazla küresel ısınmaya neden olan etkili bir gaz ve büyükbaş hayvan gübresiyle topraklara yayılıyor. Birçok ülkede artık su sıkıntısı çekiliyor. 1 kilogram tahıl üretmek için 200 litre su gerekliyken, 1 kilogram et üretmek için ise, 20.000 litre suya ihtiyaç var. Ete olan talep arttıkça, yeraltı suları büyük ölçüde daha da fazla et üretmek amacıyla tüketiliyor. Bir etobur, 20 vejetaryen insanın beslenmek için kullandığı alan kadar tarla ve mera kullanıyor.

Malatya'nın Darende ilçesindeki Tohma Çayı üzerine kurulması planlanan Hidro Elektrik Santrali'ne (HES) karşı 11 bin imza toplandı. Santralin doğal denge ve ekolojik yapıyı etkileyerek, Darende bölgesine yarardan çok zarar vereceğini savunan yetkililer, turizm kenti olma yolunda ilerleyen ilçenin doğal yaşam alanlarını enerji üretme uğruna bozulmasına izin vermeyeceklerini dile getirdi. Darende Zaviye Mahallesi Muhtarı Celalettin Ateş ''İkinci derece doğal sit alanı olan Tohma Kanyonu'na HES kurmak istiyorlar. Burası ülkemizde ender yetişen kırmızı benekli alabalıkların doğal yaşam alanıdır. Bu balıklar, temiz serin sularda yavrular ve çoğalarak bazı hastalıklara iyi geldiği tıbben ispatlanan şifalı canlılardır. Buraya bir HES kurulması, öncelikle bu canlı türünün yok olması demektir. Suyun kanala alınarak bir süre taşınmasıyla, su yatağında akan miktarın azalması doğal yaşamı etkilemektedir'' dedi. Darendeliler, kurulması planlanan HES'e karşı topladıkları 11 bin imzayı, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlıkları, Malatya Valiliği ve ilgili bağlı kuruluşlar ile Sivas Anıtlar Kurulu'na gönderecekler.

WWF ve Küresel Ayak İzi Ağı (Global Footprint Network) işbirliğiyle 1998 yılından bu yana yayınlanan ‘Yaşayan Gezegen Raporu’nda, doğanın sunduğu ve gezegenin her yıl yenilediği varlığı hesaplanıyor. Nüfus, tüketim oranı, küresel gayrisafi milli hasıla ve kaynak ihtiyacı gibi verilerin değerlendirildiği hesaplamalara göre, Ekolojik Ayak İzi ile Biyolojik Kapasite arasındaki fark her yıl daha fazla açılıyor. 2010 yılı için 21 Ağustos tarihi itibariyle, ekonomik faaliyetlerimizi ve yaşamımızı sürdürmek için doğanın sağladığı kaynakları bitirmiş bulunuyoruz. Bu yılın geri kalan kısmında yaşamımızı, gelecek yıldan ödünç alarak sürdüreceğiz, esasında bu bir yerlerde ekolojik yıkım demek, hastalığın ölüme doğru ilerlemesi demek. İnsanlık tarihinin büyük kısmında yaşam, doğanın kendini yenileyebileceği düzeyden daha az zarar vererek sürerken, son 30 yılda gezegenin kırılma noktalarına doğru hızla ilerliyoruz. 2010 yılında dünya nüfusunun, doğal kaynakların %150’sini kullanacağı öngörülüyor. Bu yüzden bugün başımızda küresel ısınma ve biyolojik soykırım var. Gezegen işgal altında, insanın işgali, yağma sürüyor ama gidecek başka gezegen yok.

EKİM
Japonya'nın başkenti Tokyo'da, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin, yani yaşamın varlığını sürdürmesini sağlamak amacıyla BM toplantısı düzenleniyor. 190'dan fazla ülkenin heyetlerinin katıldığı, iki hafta sürecek BM Biyolojik Çeşitlilik Toplantılarında, heyetlerden, gelecek on yılda türlerin yok olmasını ve doğal yaşamın zarar görmesini engellemek ya da yavaşlatmak için 20 hedef belirlenmesi istenecek. Bilim insanları, insanların türlerin korunması için daha fazla çaba göstermemesi halinde türlerin hızla yok olacağı ve arılar örneğini vererek, bir türün yok olmasının tüm sistemi çökerteceği uyarısında bulunuyor. Bilim adamaları, türlerin tarihi ortalamalara göre 100 ila 1000 kat daha hızla ve çok tükendiğine de dikkati çekiyor. Rio de Janeiro'da 1992'de yapılan Dünya Zirvesinde ortaya çıkan Biyoçeşitlilik Antlaşması, biyoçeşitliliği koruma konusunda 2002 yılında koyduğu 8 yıllık hedeflerine ulaşamadı.

World Wildlife Fund (WWF) tarafından yayınlanan ‘2010 Yaşayan Gezegen Raporu’nda, son 40 yılda dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yüzde 30 azaldığı belirtiliyor. Raporda, ekolojik limitlerin de aşıldığı belirtilerek, son 50 yılda karbon emisyonlarının 11 kat artmasının, küresel iklim değişikliğinin başlıca sebebi olduğuna vurgu yapılıyor. Yaşayan Gezegen Raporu, dünyanın biyolojik kapasitesi yani arzı ile Ekolojik Ayak İzi’ni yani insanların talebini ölçerek, gezegenin durumu hakkında önemli sonuçlara ulaşıyor. Rapora göre dünyamız kırmızı alarm veriyor, çünkü Yaşayan Gezegen Raporu, biyolojik çeşitlilikte en hızlı düşüşün gelir seviyesi düşük olan ülkelerde olduğunu gösteriyor. Bu düşüş, gelişmiş ülkelerin tüketim biçimlerinin bir sonucu. Kişi başına düşen ekolojik ayak izi sıralamasında Türkiye, 154 ülke arasında 63. sırada yer alıyor. Kişi başına düşen Ekolojik Ayak İzi sıralamasında ilk on ülke: Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Danimarka, Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Estonya, Kanada, Avustralya, Kuveyt ve İrlanda. Bir Amerikalı’nın Ayak İzi 43 Afrikalı’nınkine eşit. Zenginlik ve başarı tanımımızın ve kriterlerimizin değişmesi gerektiğini vurgulayan rapor, kriterlere İnsani Gelişme Endeksi, Gini katsayısı, Yaşayan Gezegen Endeksi, ekosistem hizmetleri endeksleri ve Ekolojik Ayak İzi gibi göstergelerin eklenmesini öneriyor.

Sportif etkinliklerini toplum yararına bir etkinliğe dönüştürme fikriyle yola çıkan, bir sivil inisiyatif olan “Adım Adım” adlı grup, 17 Ekim'de yapılacak olan Avrasya maratonuna katılıyor ve desteklerimizi bekliyor. Adım Adım Buğday Derneği’nin başlattığı TaTuTa çiftlik ağı için koşarak, yeni çiftliklerin TaTuTa ağına eklenmesi için çevrelerinden destek alacaklar. TaTuTa ağı, kurulduğu günden beri ekolojik çiftliklerde çalışmak veya ekolojik üretimi yerinde görmek isteyen kişilerle, ekolojik üreticileri buluşturuyor (www.tatuta.org). Türkiye'nin dört bir yanındaki 55 çiftlikten oluşan ağa katılmak isteyen pek çok yeni çiftlik var. Bu çiftliklerin ağa katılabilmesi için ziyaret edilmeleri, çiftlik sahibi ya da çalışanlarına eğitimler verilmesi gerekiyor. Adım Adım ile toplanacak gelir, bu çalışmaların yapılabilmesi, dolayısıyla yeni çiftliklerin TaTuTa Ağı'na katılmasına imkan sağlayacak. Adım Adım hakkında daha fazla bilgi için http://adimadim.org/ sitesini ziyaret edebilirsiniz.
KASIM
Karadeniz Teknik Üniversitesi Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Coşkun Erüz, Karadeniz'in kirlilik bakımından son sınıra dayandığı için yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Erüz, “Karadeniz adeta astımlı bir hasta gibi sürekli bakım gerektiren bir denizdir” dedi. Karadeniz'in insanların ve yöneticilerin elinde ‘öldüğünü’ söyleyen Erüz, “Karadeniz, ekolojik bir sorumluluk gereği korunmalıdır. Denizimizi kirletmeden korursak her geçen gün azaldığından şikayet ettiğimiz balıkçılığı canlandırırız. Ayrıca turizm gelirleri de elde ederiz'' diye konuştu. Karadeniz’in, dünyanın en yoğun petrol trafiğinin yükünü çektiğini kaydeden Erüz, “Petrolün kirlilik derecesi Karadeniz'de kabul edilebilir değerlerin üzerindedir ve toplam kirliliğin yüzde 48'ini teşkil etmektedir. Karadeniz'de petrol aramaları için kurulan petrol platformları da denizimizin temiz kalmasını olumsuz etkilemektedir. Karadeniz'in kirlenmesine neden olan başka bir etmen ise Karadeniz'den transit olarak geçen tanker ve diğer gemilerin kirli balast sularını ya da sintine sularını pervasızca denize dökmeleridir. Bu da Karadeniz'deki deniz ürünlerinin, canlıların yok olmasına sebep oluyor. Tüm bunların yanında nükleer santrallerin Karadeniz'in canlı türlerinde oluşturacağı tehlikeyi de unutmamak gerekir. Nükleer santrallerden denize yayılacak radyoaktif maddeler, atıklar canlıları bütünüyle yok edecek böylelikle büyük bir çevre felaketine yol açacaktır” dedi.

Müthiş bir ekosistemin ve milyonlarca insanın geçim kaynağının devamlılığı, bu konuda göstereceğimiz duyarlılığa bağlı. Bir balığın boyunun kaç santim olduğunun ne kadar önemli bir ayrıntı olabileceğini pek düşünenimiz olmamıştır. Ama bazen boyut önemli olabilir; hele konu müthiş bir ekosistemin ve milyonlarca insanın geçim kaynağının devamlılığını korumak ise... Yarın hala denizlerimizde ve sofralarımızda lüfer, hamsi, palamut, sardalya, tekir ve diğer balık türlerini görmek istiyorsak kaç santim bilmek zorundayız. Aşırı avlanma, yasadışı avlanma, tahrip edici avlanma yöntemleri (dip trolü, akıntı ağları, devasa gırgır tekneleri gibi), kirlilik, iklim değişikliği, kıyısal tahribat gibi diğer tehditler ile birleşince bu tablo neredeyse önüne geçilemez boyutlara geldi. Gitgide azalan stoklar ve özellikle de üreme çağındaki balıkların azalması, pazardaki yavru balık miktarının hızla artmasına neden oluyor. Greenpeace de 2007 yılında Atlas dergisinin de katkısı ile 'Küçük Balık Yoksa Büyük Balık da Yok' kampanyası başlatmıştı. Bir kez bile yumurtlama şansı olmadan avlanan yavru balıkların satışının denetlemeler ile durdurulması için tüketici bilgilendirilmeye çalışılan bu kampanyaya devam ediyor. Greenpeace, Türkiye'de acilen bazı kurumların yapısal olarak yenilenmesi, geliştirilmesi ve belki de yeni bir bakanlığa ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyor. Vatandaşlar olarak hepimizin yapması gereken en önemli şey, bu konuyla ilgili yapıcı adımların atılmasını sağlamak için baskı yapmak ve bilinçli satın alma yoluyla doğru bilinç yaratmak. Buna 'yavru balık' almayarak ve tüketmeyerek başlayabiliriz.

Dünyada sadece Tuz Gölü çevresinde yetiştiği belirtilen ''tuzcul ve kuraklığa dayanıklı endemik bitkiler'' bilim adamlarınca izlemeye alındı.
Ankara Üniversitesi Ekoloji ve Çevre Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu tarafından başlatılan ''Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi Habitat ve Tür İzleme Projesi” kapsamında Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesindeki tür ve habitatların sınıflandırılmasının, tür ve habitatlara karşı tehditlerin ve koruma önlemlerinin ortaya konulmasının amaçlandığını belirtti. Kurt, “ Yaptığımız çalışmalarda 38 adet endemik bitki türü tespit ettik. Tuza ve kuraklığa dayanıklı ırklar içeren bu türleri, hızla kuraklaşan ve çoraklaşan dünyamızda paha biçilmez bir genetik kaynak olarak düşünüyoruz'' dedi.

Buğday Derneği’nin Kaz Dağları'nda kurduğu Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi'nde önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan Yaşam Okulu, doğa korumacılığının felsefesine, doğa ve insan ilişkisini felsefi ve bütünsel yaklaşımıyla insanların ufkunu açacak. Daha fazla bilgi ve program için www.yasamokulu.org adresini ziyaret edebilirsiniz. Kaçırmayın!

Antalya Büyükşehir Belediyesi Temiz Enerji Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 'Güneş Mimarlığı Enerji ve Ekoloji' konulu sergi Cumhuriyet Meydanı'nda açıldı. Yüksek Mimar Çelik Erengezgin'in çalışmalarını içeren sergiyle güneş enerjisi uygulamaları konusunda halkı bilgilendirmek amaçlanıyor. Güneş enerjisi uygulamalarının üç boyutlu çizimlerinin yer aldığı sergide 57 proje Antalyalılara tanıtılacak. 2 Aralık'a kadar açık olan sergiyi Antalyalılar ücretsiz gezebilecek. Mimar Çelik Erengezgin, açılışta yaptığı konuşmada, temiz enerji ile ilgili projelerin bir an önce hayata geçmesi gerektiğini vurgulayarak, 'Projelerde yasal çözümü beklersek sonsuza kadar bekleriz. Burada asıl görev mahallidir. Belediye başkanları ve valiler projelere önayak olmalıdır' diye konuştu. Erengezgin, Antalya’nın güneş kent yolunda önemli bir şehir olduğunu sözlerine ekledi.

TOBB’un 6.Türkiye Ticaret ve Sanayi Şûrası’nda Türkiye genelindeki sanayici ile tüccarları temsilen 365 oda ve borsanın başkanı, hükümetten beklentilerini 111 sayfalık bir kitap halinde sundu. Her biri bir talep veya şikâyet anlamına gelen yüzlerce madde arasında bölgeler bazındaki taleplerde çevreye duyarlılık dikkat çekici boyuttaydı. Bölge bazında çevreci talepler arasında Marmara’da Ergene havzasına karışan zehirli atıklara arıtma tesisi şartı getirilmesi, sanayi tesisi atıkları ve tarımsal ilaçlar nedeniyle kirlenen İznik Gölü’nün acilen temizlenmesi ve arıtma tesisleri kurulması, Sapanca Gölü’nün ekolojik riske girmemesi için düzenlemelerin yapılması gibi talepler yer alıyor. Ege’de Çaldağı Nikel çıkarma tesisi, Eber Gölü’nün çevre kirliliği, Büyük Menderes Nehri’ne atık bırakan belediyeler ve sanayi tesislerinin tespit edilerek arıtma tesisi kurmalarının sağlanması talep edilirken, Karadenizlilerden ise kanalizasyonların dere ve denize boşaltılmasının durdurulması yönünde isteklerin geldiği belirtiliyor. Akdeniz bölgesinden termik enerji yerine alternatif enerji yatırımlarının tercih edilmesi talebi gelirken, İskenderun ile Yumurtalık arasında öngörülen 7 termik santralin yapılmasının bölge tarımı için büyük tehdit oluşturduğuna yer verildi. Afşin Elbistan A Termik Santralı yüzünden bölge asit ve radyoaktif deposu olduğuna atıfta bulunularak, acilen baca gazı kükürt arıtma tesisi ve kül tutucu elektro filtreler kurulması istendi. Konya Ovası’nda su tasarrufu eylem planının bu bölgede hayata geçirilmesi gerektiği belirtiliyor. Güneydoğu Anadolu’dan ise Dicle havzasının korunması için gerekli tedbirlerin alınması önerisi geldi. Sanayicilerin talepleri bile durumun vahametini ortaya koyarken, hükümet ne yapıyor?

Türkiye’de enerji yatırımlarında pek umursanmayan ekolojik etkenler ve halkın tercihinin, komşumuz Bulgaristan için önemli olduğunu gördük. Çünkü Bulgaristan, ekolojik tahribat ve halkın karşı durması nedeniyle Rusya’nın topraklarından geçirmek istediği Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattından vazgeçme noktasına geldi. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattı inşaatının Bulgaristan bölümünü ekolojik nedenlerden dolayı askıya aldıkları açıkladı. Rus haber ajansı RİA Novosti, Borisov'un bölgedeki yaban yaşam alanlarının flora ve faunalarına zarar verebileceği gerekçesiyle bu kararı aldığını açıkladığını duyurdu. Boru hattından yayılabilecek petrol, AB tarafından izlenen ve Natura 2000 olarak bilinen Avrupa ekolojik ağı çerçevesindeki bölgede, yaban yaşam alanlarının flora ve faunaları için risk taşıyordu. Aynı zamanda Burgaz kentinde 17 Şubat 2008 tarihinde yapılan referandumda halkın yüzde 96'sı da projeye ''hayır'' demişti. Bulgaristan, Rusya ve Yunanistan'ın ortak olduğu proje Bulgaristan'ın Karadeniz sahilindeki Burgaz limanından Yunanistan'ın Dedeağaç limanına 285 kilometrelik petrol boru hattı döşenmesini ve bu hatla yılda 100 milyon ton ham petrol taşınmasını öngörüyordu.
ARALIK
Boğaziçi Üniversitesi ve Ekolojik Ekonomi için Avrupa Topluluğu işbirliğinde iki yılda bir düzenlenen Uluslararası Ekolojik Ekonomi Konferansı’nın dokuzuncusu, 14–17 Haziran 2011 tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleştirilecek. Ekolojik ekonomi kimliğini yansıtacak 9. Ekolojik Ekonomi konferansında, ekonomi yöntem ve araçlarının, ekoloji politikaları ve gerçek dünya sorunları açısından politikaları ele alınacak. İleri düzeyde ekolojik ekonomi (Advancing Ecological Economics) başlığı altında yapılacak olan konferans hakkında ayrıntılı bilgiye http://www.esee2011.org adresinden ulaşabilirsiniz. Ekonominin ekolojik krizin temelini oluşturduğu düşünülürse bu konferans ve benzerleri gezegenimizin geleceği açısından çok önemli.

29-30 Ocak 2011’de Diyarbakır’da Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) tarafından Ekoloji Forumu düzenlenecek. Forumda tartışılacak konu başlıkları ise “Ortadoğu'da Doğal Kaynakların Yönetimi ve Tüketimi”, “Ekoloji ve Siyaset Düzleminde Toplumsal Sistem Arayışları”, Genetiği Değiştirilmiş Dünya'nın yan etkileri ve alternatifler, “Ekolojik çeşitlilik”, “Ekolojik Krizin Nedenleri ve Krizden çıkış için yaklaşımlar” , “Sürdürülebilir (eko) Kentler ve alternatif teknolojiler” olarak belirlenmiş. MSF tarafından yapılan katılım çağrısında, dünya ekosisteminin artık insan tahribatlarını hazmedemeyecek bir bozulma içine girdiği belirtilerek, “İnsanlık artık yol ayrımına gelmiştir. Bu yol ayrımında, algı kapılarımızı aralamak ve ortak bir mücadele hattı örmek için ekoloji aktivistlerini, kolektifleri, oluşumları, taban örgütlenmelerini, dil, din, ırk, renk, cinsiyet farkı olmaksızın Ekoloji Forumu'na davet ediyoruz” deniliyor.

2000 yılından bu yana İstanbul'da düzenlenen Ekoloji Günleri, bu yıl 2.kez Türkiye'deki organik ürün üreticisi, ithalatçısı ve alıcısını bir araya getiriyor. 2.Ekoloji Günleri, Fulya Fuar ve Kongre Merkezi'nde (FFM) başlıyor. Organizasyonda, çay, bal ve şaraptan; kozmetik ürünler, temizlik malzemeleri, tekstil ve turizm ürünlerine dek çok sayıda organik sertifikalı ürün satışa sunulacak. 19 Aralık’ta sona erecek olan fuara girişler de ücretsiz olacak. Organik ürünü sadece üretip ihraç eden değil aynı zamanda iç piyasada da insanlarla buluşturan bir toplum olma hedefiyle yola çıkan ‘Ekoloji Günleri’ne toplam 50 firma katılıyor. Etkinlik kapsamında düzenlenecek panel ve sunumlarla zenginleşecek olan Ekoloji Günleri İstanbul, şimdilerde Türkiye’de sayıları giderek artan organik ürün alıcılarını da sektördeki yeniliklerden de haberdar edecek.

Hopa Derelerini Koruma Platformu kuruldu. Doğu Karadeniz’in en güzel yerlerine yapılan ve yapılmak istenen toplam 2 bin 300’e yakın hidroelektrik santrallerinin ekolojik dengeyi bozacağını belirten Hopalılar, yaşadıkları bölgenin doğal dengesinin insan eliyle bu şekilde bozulmasına karşı çıkıyor. Platform sözcüleri, Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 2,3’ünü HES’ler oluşturacağını, ama devletin sadece yüzde16-22 olan kayıp ve kaçak elektriği engelleyerek, zaten sorunun en büyük bölümünü çözebileceğini söylüyor. Platform sözcüleri, “HES’lere gösterilen hassasiyetin Rüzgar santrallerine gösterilmemesi, hatta engellenmesine varan uygulamalar gösteriyor ki, bunun altında “karbon vergisi” ve gelecekte “sulara sahip olma” dürtüsü olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye’nin akciğeri olan Karadeniz dağlarına HES kanserini zorla bulaştırıyorlar. Hopa’da ise bu işin kolay olmayacağını bizden daha iyi biliyorlar. Tarihinde birçok badireler geçirmiş Hopa halkı HES kanserinde de birlik ve beraberliğini koruyacağını gerekli önlemleri hep beraber alacakları bir gerçektir” dediler. Direniş Hopa’ya da sıçradı! Hükümetin HES’lerden vazgeçme vakti geldi de geçiyor.

Artık tamamlanmakta olan birinci gündem maddemiz, Meksika’daki Cancun BM İklim Zirvesi. Iklim fonu üzerine görüşmeler ABD tarafından sekteye uğratılmışa benziyor. Çin’den istedikleri şeffaflık ve bağlayıcılık taahhütlerini alana kadar görüşmeleri geciktirirlerken, yeni bir fonun kurulmasıyla ilgili farklı yasal problemlerden söz ediyorlar. İklim fonu bazı müzakerecilerce hala Cancun’dan çıkabilecek bir şey gibi görülüyor olsa bile, bakanların tıpkı Kopenhag’da olduğu gibi, önümüzdeki yıl boyunca fonu oluşturacaklarını söylemenin dışında bir şey yapmayacakları güçlü bir olasılık. Ancak hükümetlerin tartışmasına sunulan yeni metinde bazı ilginç gelişmeler var. Bu metinde, yalnızca gelişmiş ülkeleri ilgilendirmesine rağmen, gezegeni kurtarmak için doldurulması gereken giga ton boşluğundan açık olarak söz ediliyor ve Kopenhag vaatleri hem Kyoto Protokolü dahilinde hem de Kyoto dışındaki sınırlarıyla bağlanıyor. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin şeffaf olmasının gerekliliği belirtilirken, gelişmiş ülkelerin tarihi sorumluluğuna da atıfta bulunuluyor. İklim Zirvesi'nde sonuç aşamasına yaklaşılırken gigaton boşluğuna yapılan atfın kalıp kalmayacağı, gelişmiş ülke güvencelerinin KP kararlarına dayandırılıp dayandırılmayacağı hususu gibi belirsiz. Bağlayıcı bir anlaşma konusunda beklentiler düşük. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, ülkelere "Elinizi çabuk tutun" çağrısı yaptı. Meksika’daki buluşmaya Kopenhag’da olduğu gibi çok sayıda hükümet ve devlet başkanı katılmadı. Yaklaşık 30 ülkenin devlet ve hükümet başkanı zirveye iştirak etti. Diğer ülkeler ise bakanlar düzeyinde temsil ediliyor. Ancak Cancun'daki iklim müzakereleri oldukça zorlu sürmeye devam ediyor. Uluslararası toplum, süresi 2012 yılında dolacak olan Kyoto Protokolü’nün yerini alacak bir anlaşma üzerinde uzlaşma sağlamaya çalışsa da şu ana dek önemli bir adım atılamadı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, kaybedilen her anın, ekonomik, ekolojik ve insanî açıdan ek masraflar doğurduğu uyarısında bulundu. Ban Ki Moon, “İklim değişikliği bir gecede yaratılmadı. Bir gecede de çözülmeyecektir. Ancak her ülke çözümün bir parçası olmalı, her ülke bir rol oynamalıdır" dedi.

Hiç yorum yok: