25 Aralık 2011 Pazar

2010 Gezegenin Geleceği Almanağı - Ormanlar ve Bitki Örtüsü Haberleri - Banu Koç

 Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç

OCAK

Endonezya ise, başka bir ödüle hak kazanan ülke oldu. Greenpeace, Endonezya Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’yu “Dünya Orman Tahrip Etme Şampiyonu” ödülüne layık gördü. Human Rights Watch’ın geçen ayki raporuna göre, bu ödülde doğruluk payı yüksek. Çünkü 2009’da Endonezya’da ormancılık sektöründeki kara borsa, devlete tam 1 milyar dolara mal oldu. Endonezya, ormansızlaştırma nedeniyle dünyanın en büyük sera gazı salım sorumlulularından biri haline geldi. Buna rağmen, ormanlarına gereken değeri vermek yerine, şehirleri iyileştirmeye karar vermiş gibi görünüyor. Endonezya, yabancı ülkelerden gelecek “Yeşil Yatırım Fonu” ile “yeşil altyapı” projeleri geliştirmeyi düşünüyor. İngiltere, Avustralya, Fransa, Japonya ve ABD, Endonezya’yı, bu alanda destekleyecekler. Endonezya, 2020’ye kadar sera gazı salımını %26 oranında azaltma sözü vermişti. Bakalım sadece yeşil şehirlerle bunu gerçekleştirmesi mümkün olacak mı?

İtalyan La Stampa gazetesindeki habere göre, Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü FAO, küresel ısınmaya karşı mücadelede çayır ve meraların çok önemli olduğunu belirtti. FAO, raporunda, çayır ve meraların, iklim değişikliğine uyum sürecindeki rolleri sayesinde yaklaşık bir milyar kişinin hayatını kurtarabileceği de belirtildi. Çünkü bu alanlardaki otlar, havadaki karbondioksiti emebiliyor, tıpkı ormanlar gibi. Tüm dünyada çayır ve meralar, 3,4 milyar hektarlık bir alanı kaplıyor. Yani yeryüzünün buzullar hariç yaklaşık yüzde 30’unu meralar ve otlaklar oluşturuyor. Eğer et ve süt kullanımı konusunda tüm dünya daha dikkatli olabilirse, çayır ve meralardan karbon depolayan alanlar olarak yararlanmak mümkün olabilir. Peki siz yarın aşırı otlatma nedeniyle yok olan meralardan gelen peynirle mi sabah kahvaltınızı yapacaksınız?

Daha geçtiğimiz hafta, kaplanların tehlike altındaki türlerin başında geldiğinden bahsetmiştik. WWF’in araştırmasına göre, şu anda tüm dünyada yalnızca 3200 kaplan yaşıyor. Kaplanlara bir darbe de Endonezya hükümetinden geldi. Hükümet, kaplanları bir çifti 100000 dolara evcil hayvan olarak satacağını açıkladı. Üstelik, bunu, soyun devamlılığını sağlamak için yapacağını belirtti! Üç kişi, çoktan evinde Kaplan beslemek için başvuruda bulundu bile. Bu kişilerin prestijli olduklarını göstermek için Kaplan istedikleri belirtildi. Greenpeace Orman Kampanyacısı Bustar Maitar, bunun son derece yanlış bir hareket olduğunu söyledi. Maitar, Kaplan satmanın çözüm olmadığını açıkladı. Devlet, bu hayvanların yaşam alanlarını korumalı. Oysa ki, bu yaşam alanlarını yok ederek palm yağı için plantasyonlar oluşturuluyor. Maitar, yakında Çin yılına göre Kaplan Yılı’na girilecek olmasının da halk arasında talebi arttıracağından endişe ediyor.

Bu arada küresel ısınma nedeniyle yaşam alanı değişen türler de doğaya zarar vermeye devam ediyor. 57 ülkede yürütülen Küresel Yabancı Türler Programına göre, 542 çeşit hayvan ve bitki, aslında kendi yaşam alanlarının dışında yaşadıkları için, bulundukları yerdeki ekosistemleri tehdit ediyorlar. Yabancı türler listesinde 316 bitki, 101 deniz canlısı, 44 tatlı su balığı, 43 memeli, 23 kuş ve 15 sürüngen bulunuyor. Bilim insanları, yabancı türlerden kaynaklanan tehlikenin gün geçtikçe büyüdüğünü söylüyor. Çünkü bu türler, yerli türlerle besleniyorlar, onların alanında ürüyor, yaşam alanlarına zarar veriyor, hastalık yayıyor. Ayrıca aynı ekosistemde kendilerine yuva edinmeye çalıştıkları için de yerli türlerle çatışabiliyorlar. Yeni Zelanda’da tam 222 yabancı tür bulundu. Uzmanlar, bu nedenle ülkedeki yabani hayatın bitme noktasına gelebileceğini söylüyor.

Ülkelerin çoğu sessizliğini ve hareketsizliğini sürdürürken, gezegenin geleceğiyle ilgili üzücü haberler gelmeye devam ediyor. Kırgızistan'da, küresel ısınma sonucu Tanrı Dağlarındaki 8200 buzuldan 2000'nin eridiği bildirildi Kırgızistan Çevre Koruma ve Orman İşleri Kurumu yetkilisi Aytkula Burhanov, Kırgızistan'ın su sıkıntısıyla karşı karşıya kaldığını kaydetti. Kırgızistan, BM Kalkınma Programı uzmanlarıyla birlikte, küresel ısınmanın etkisini azaltmak için ülkede orman fonlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetlere başladı. Ancak biz bu hızla zarar vermeye devam edersek hiçbir çalışma gezegeni eski dengesine oturtamaz.
Örneğin Kenya’yı ele alalım. Yalnızca gelişmiş ülkeler değil, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler de gezegenin geleceğiyle ilgili sorumsuz davranabiliyorlar. Bunların arasında şüphesiz Türkiye var ancak Stockholm Çevre Enstitüsü’nün raporuna göre, Kenya’nın kalkınma planları, ülkenin karbon salımlarını ikiye katlayacak. Kenya’nın şu anda düşük sera gazı salım oranına sahip olmasının sebebi, elektriğini çoğunlukla yenilenebilir enerjilerden karşılaması. Ülkenin 2030 planı, 2030’da nüfusun ikiye katlanacağı ve yıllık ekonomik büyümenin %10 olacağı üzerine kurulu. Planda, araba kullanımını gerektiren şehirleşme ve termik santraller öncelik taşıyor. Eğer gerçekten plan bu şekilde ilerlerse, 2005’te 42 megaton karbon diyoksit salımına sahip ülkenin salımları, 2030’da 91 megatona ulaşacak. Bunun engellenebilmesi için, düşük karbon salımlı bir kalkınma planı oluşturulması gerekiyor. Yenilenebilir enerjide sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde, bu mümkün. Üstelik Kenya’nın Batı’nın kirli teknolojilerine ihtiyacı yok. Kolaylıkla teknoloji atlaması gerçekleştirebilecek konumda. Bu arada Kenya’da ormansızlaştırma da yok. Bu bir hükümet politikası. Hatta tam aksine, birçok alanda geniş ölçekli ormanlar oluşturuyorlar. Ormansızlaştırma karşıtı bir devlet politikasının, tüm hükümetler tarafından örnek alınması gerekiyor. Şimdi aynı ilerici yaklaşımı kalkınmayı karbonsuzlaştırarak gerçekleştirebilir.

Via Campesina hareketinin genel koordinatörü Henry Saragih, gıdanın endüstriyel üretimi ile sera gazı salımı arasındaki ilişkiye dair önemli uyarılarda bulundu. Endüstriyel tarım ve küresel gıda sistemi, bütün sera gazı salımının %44 ila %57'sini oluşturuyor. Bu oranın %11-15'ini tarım faaliyetleri, %15-18'ini tarla açmak için ormansızlaştırma, %15-20'sini gıda işleme, paketleme ve nakliyesi, %3-4'ünü ise organik atıkların dekompozisyonu oluşturuyor. Tarım sektörü, kendi başına sera gazı salımının yarısından sorumlu, o zaman gıda güvenliği konusunu nasıl çözeceğiz? Dünya’da açlığın en büyük nedenlerinden biri tarımın dev şirketlerin elinde olması. Via Campesina, endüstriyel tarım yerine küçük ölçekli tarım yapıldığında, küresel sera gazı salımının yarıdan fazlasının azaltabileceğini savunuyor. Açıklamaya göre, organik maddeyi toprak içinde yeniden tutabilmek, yerel pazarları gıda sisteminin ortasına oturtmak, ormansızlaştırmayı durdurmak ve et üretimi yoğunluğunu azaltmak, sera gazı salımını büyük oranda azaltabilir. Via Campesina, buna “gıda egemenliği” (food sovereignty) adını vermiş.
Dünyanın en önemli hayvan çiftliği sağlığı kurumu da, Via Campesina'nın açıklamalarını destekleyecek bir araştırma başlatıyor. Dünya Hayvan Sağlığı Organizasyonu, et üretimiyle iklim değişikliğinin ilişkisini inceleyecek. Araştırma, bağımsız bilim adamları tarafından yapılacak ve rapor, yaza hazır olacak. İklim değişikliğiyle et yemenin ilişkisi gitgide daha çok dikkat çekiyor. Çiftlik hayvancılığının sera gazı salımından sorumlu olduğunu biliyoruz. Bunun nedenlerinden biri geviş getiren hayvanların sindirimle metan gazı salımına sebep olmaları. Diğeri ise otlak yaratmak için ormansızlaştırma yapılması. Bilim adamları, 2020'de artan nüfusun protein ihtiyacını karşılamak için et üretiminde %50 artış olacağını öngörüyorlar, halbuki bu ihtiyaç kolaylıkla btkilerden sağlanabilir. Japonya'da 2007'de yapılan bir araştırmaya göre, 1 kiloluk bir bonfile, evde tüm ışıkları açık bırakıp üç saat araba kullanmaktan daha fazla sera gazı salımına ve kirliliğe neden oluyor.

Birleşmiş Milletler'in 2010'u Biyoçeşitlilik Yılı ilan ettiğinden daha önce bahsetmiştik. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 2010 yılının ilk haftasına hükümetlere biyoçeşitlilik için çağrıda bulundu. UNEP, hükümetlerin biyoçeşitliliğin yok olma sürecini tersine döndürmek için çabalarını ikiye katlamalarını talep etti. Genel Direktör Angela Cropper da bir röportajında, biyoçeşitliliğin yok olmasının ekonomi, gelişimi olumsuz yönde etkileyeceğini ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı zorlaştıracağını belirtti. Biyoçeşitliliğin bu kadar hızlı azalmasının sebeplerini de gösterdi. Tropik ormanların kereste, ham madde, endüstriyel tarım, soya ve artan biyoyakıt talebi için kesilmesi. UNEP, PUMA ile tüm dünyada biyoçeşitliliği desteklemek ve Afrika'da bu konuda özel projeler geliştirmek için anlaşma yaptı. 2002'de yapılan ve dünya liderlerinin bir araya geldiği Rio +10 Dünya Zirvesi'nde türlerin soylarının yok olma hızının 2010'a dek 'kayda değer düzeyde' azaltılası yönünde karara varılmıştı. Ancak o zamandan bu yana hiçbir adım atılmamış olması, bilim adamlarına göre 'artık geri döndürülemez' bir süreci başlatıyor. Dileriz, UNEP'in 2010 yılını Biyoçeşitlilik Yılı ilan etmesi, sembolik anlamını aşarak gerçekten küresel adımlar atılmasını sağlayabilir.

Avustralya Meteoroloji Ofisi, 2009’un yaşanan en sıcak ikinci yıl olduğunu açıkladı! Ülkede 1910’dan beri kayıtlar mevcut. 1910 yılından beri en sıcak yıl ise 2005’ti. 2009’un ortalama sıcaklığı, 1961-1990 yılları arasında toplam sıcaklık ortalamasının 0.9 derece üstünde çıktı. 2009’un özellikle ikinci yarısı çok sıcak geçti. Sıcaklıklar Melbourne’da 46.4, Victoria eyaletinde 48.8 dereceyi buldu. Toplam yağmur miktarı da düşen ülkede, sık sık orman yangınları ve fırtınalar yaşandı. İstanbul’da da haftalardır kış için beklenmedik derecede sıcak havalar beni çok endişelendiriyor. İklim değişikliği, her ülkede kendini hissettirmeye devam ediyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı - UNEP, iklim değişikliğiyle mücadele için ekosistemlerin iyileştirilmesi gerektiğini açıkladı. Bunun için de kendine üç öncelik belirledi. Bunlardan ilki mercan resifleri, sulak alanlar ve mangrovlar gibi karbon tutan alanlar. Hatta UNEP'in yakın tarihli bir araştırmasına göre, bu alanlar, küresel taşımacılık sektöründen kaynaklanan yıllık karbon salımının %50'sini emerek atmosfere yayılmasını engelliyorlar. UNEP, bu öncelik kapsamında Irak'a Mezopotamya, Mali'ye Faguibine Gölü'nün diriltilmesi için destek sağlıyor. İkinci öncelik ise ormansızlaştırma ve ormanlara zarar vermeden kaynaklanan sera gazı salımının azaltılması anlamına gelen REDD, yani “Ormansızlaştırmadan Kaynaklanan Salım Azaltımı” programı. UNEP, REDD'in küresel anlamda benimsenmesi için yeni denetleme sistemlerini Kenya, Çin, Nijer ve Nijerya'da denediğini açıkladı. Üçüncü öncelik ise temiz ve yenilenebilir enerji teknolojilerine hazır olunmasını sağlamak. Bu teknolojilerin kullanımının yaygınlaştırılması için yapılan çalışmalarla, bir yıl içinde 100 bin kişinin güneş enerjisine eriştiği açıklandı.

Bugün yeni yılın ilk günü ve Dünya aynen dün gibi yine tehdit altında… bu yılda da dünyayı kurtarmak için hep beraber mücadeleye devam edeceğiz. Bizi bu tehditlere karşı uyaran ve çözümler üreten Earth Policy Institute'un araştırmalarına göre, 3000 yıl önce Çin'de yetiştirilmeye başlanan soya fasulyesi, Amazon Ormanları'nı yok etmek üzere. ABD'de soya fasulyesi ekili alanlar, buğdaydan daha fazla. Brezilya'da ise öyle çabuk artıyor ki, Amazonlar'ı tehdit ediyor. Soya fasulyesi, esasında tofu, soya sosu, et katkısı gibi besin olarak doğrudan masalarımıza gelmiyor, bu oran çok az. Soya fasulyesi en büyük oranda hayvanlara yem olarak veriliyor. Zaten soya fasulyesi tarımının bu kadar hızlı büyümesi, 1950'de yıllık 44 milyon ton olan et tüketiminin 2009'da 280 milyon tona ulaşmasının gerçek nedeni. 1970'lerde ABD Japonya'nın suya fasulyesi talebini karşılayamaz hale gelince, Brezilya'da ekimine başlanan soya fasulyesi, şu anda Brezilya ve Arjantin'in tarımını ve dolayısıyla ekonomisini yöneten unsur haline geldi. 1950'de 17 milyon ton olan soya fasulyesi miktarı, 2009'da 250 milyon tona ulaştı. Bunun %70'i ise hayvan yeminde kullanılıyor. Yani aslında biz görmesek de soya fasulyesi ette, jambonda, tavukta, yumurtada ve peynirde de gizli olarak ve üstelik ham değerini yitirerek bulunuyor. Üstelik soya fasulyesi tarımında tohumdan daha da yüksek verim almak da şu anda mümkün değil. Bu nedenle talep arttıkça, tohumun kalitesini arttırmak yerine daha çok ekili alan sağlamaya çalışıyorlar. Amazonlar bu amaçla artık, soya üreticileri tarafından katlediliyor. Oysa ki bu ormanlar, dünyada bitki ve hayvan çeşitliliğinin en yüksek oldukları alanlar. Üstelik yağmuru kıyılardan kıta içlerine taşıyarak su ihtiyacını da onlar düzenliyor. Ayrıca karbonu içlerinde tutarak saklama potansiyelleri çok büyük. Zaten en önemlisi de bu. Eğer Amazonlar yok edilirse, inanılmaz ölçüde karbon salımı gerçekleşecek. Bu da yalnızca Brezilya'yı değil, tüm dünya iklimini etkileyecek, biyolojik zenginliğimiz yok olacak. Brezilya, ormansızlaştırmayı 2020'de %80 oranında azaltmayı hedefliyor. Ancak artan soya talebi, bunu imkansız kılabilir. Yani Amazonların geleceği, soya talebinin küresel anlamda düşüşüne bağlı. Bunun için de besin üretim ve tüketim biçimlerini ciddi olarak değiştirmek artık zorunlu hale geldi. Amazonları bekleyen tehlikeler ve çözüm önerilerine www.greenpeace.org sayfasından ulaşabilirsiniz.

ŞUBAT
Kaliforniya Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, Kaliforniya sahilinin en önemli şehirlerinden San Francisco'nun sisi yakında yok olabilir. Bölgedeki sis, Kaliforniya kıyılarındaki serin deniz ile sıcak karasal kesimler arasındaki sıcaklık farkı sonucunda oluşuyor. Kaliforniya Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre 1901 yılından beri sis oranı yüzde 56’dan yüzde 42'ye düştü. Bu da bir gündeki sis süresinin 3 saat azalmasına denk geliyor. Amerikan Ulusal Bilim Akademisi Dergisi'nde yayımlanan sonuçlar, kıyı bölgesindeki havaalanlarında yapılan ölçümler sonucunda bir araya getirilen bulgulara dayanıyor. Küresel ısınma nedeniyle aradaki sıcaklık farkının azalması ise sisin etkisini azaltarak soğutucu özelliğine sekte vuruyor. Bu ise bölgenin en güzel ve yüzbinlerce yıllık Redwood Ormanı'nı ciddi şekilde tehdit ediyor. Araştırmaya göre, bölgedeki sis, Redwood Ormanı'ndaki su varlığının korunması için son derece önemli. Düzenli ortaya çıkan sisin kaybolması durumunda ormanın yok olabileceğini öngörmek çok da zor değil.

2009'da çevreye en çok zarar veren sektörün altyapı hizmetleri olduğu belirlendi. Bu alandan kaynaklanan zararın 400 milyar dolar olduğu belirtildi. Bunun büyük kısmından karbondioksit ve diğer sera gazları sorumlu. Nükleer atıklar, asit yağmurları, fabrika bacalarından çıkan dumanlar ve sudaki metal kirliliği de, bu alanda çevreye zarar veren diğer ciddi başlıklar. Altyapı hizmetlerini 300 milyar dolarlık maliyetle madencilik, ormancılık ve kimyasal şirketler gibi hammadde üreten şirketler takip ediyor. Araba, yiyecek, içecek ve oyuncak şirketleri gibi tüketim maddeleri üreten şirketler de 290 milyar dolarla üçüncü sırada. Çevreye en az zarar veren sektörler ise iletişim, sağlık, teknoloji ve finans. Her birinin çevreye verdiği yıllık zarar 25 milyar doların altında. Bütün bu zararların toplamının neden olduğu kayıplar düşünüldüğünde ekonomik sistemimizin bize yarardan çok zarar getirdiği aşikâr, o zaman ekonomiyi yeniden yapılandırmak üzere neden büyük bir gayretin olmadığını anlamak mümkün değil.

The Guardian gazetesinde yayımlanan bir araştırmaya göre, primat türlerinin yarısı, tropik ormanların yok edilmesi, yasadışı avcılık ve ticaret nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Rapor, soyları tükenmek üzere olan en önemli 25 türü sıralamış. Madagaskar, Afrika, Asya, Orta ve Doğu Amerika'daki primatlar, ciddi risk altındalar. Bazı türlerin toplam nüfusu 60'a kadar düşmüş durumda. Dünyadaki 634 primat türünün %48'i, soyu tehlike altındaki türlerin sıralandığı IUCN'nin yani Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin kırmızı listesinde. Araştırmacılardan Russell Mittermeier, araştırmanın amacının en büyük risk altında olan türleri göstererek kamuoyunun dikkatini çekmek olduğunu açıkladı. Bu şekilde, devletlerin de konuyla ilgili harekete geçmeleri sağlanabilir.

Brezilya Çevre Bakanlığı, dünyanın en büyük üçüncü hidroelektrik santrali için lisans verdi. Ne yazık ki, santral, Amazon Yağmurormanları'nın ortasına kurulacak. 17 milyar dolarlık proje, hem Yağmurormanları'na, hem de yerlilerin hayatlarına çok büyük zararlar verecek. Çevre Bakanı Carlos Minc, bu santrale verilen iznin, Bakanlık dönemindeki en çelişkili karar olduğunu söyledi. Belo Monte adı verilen proje, 250 kilometre karelik alanı sular altında bırakacak. Şarkıcı ve çevre aktivisti Sting, Kasım ayında Brezilya'ya giderek, projeden vazgeçilmesi çağrısında bulunmuştu. Çünkü, bölge yerlisi Kayapo halkı, yüzyıllardır sular altında kalması beklenen bölgede yaşıyor. Hükümet, barajın vereceği zararın son derece farkında. Ihaleyi kazanan grup, tüm ülkede parklar oluşturmak, ormanların durumunun takip edilmesine yardımcı olmak ve barajın zarar vereceği gruplara finansal destek sağlamak için 800 milyon dolar harcayacağına söz verdi. Giden parayla geri gelmez. Hasankeyf'i sular altında bırakarak, Brezilya'nın yaptığı hatanın aynısını yapma yolunda ilerliyoruz! Başkaları “dam”dan atlıyor, bizde atlarız diyenleri bıraktım, atlarken bizi de sürüklüyorlar “dam”dan aşağı.

MART
Dünyanın en kaliteli çam fıstıklarının üretildiği, bilim insanları tarafından “ekolojik hassas bölge” olarak tanımlanan Kozak Yaylası, kan ağlıyor. Koza Altın Şirketi tarafından bölgede yapılmak istenen altın madenciliği için binlerce ağacın kesimine başlandı. Hem de 21 Mart Ağaç Bayramı ve Dünya Ormancılık Günü ve Haftası’nda. Resmi rakamlara göre 7 bin 743 ağaç kesildi ve ağaç kesimine devam ediliyor. Bir ton kayaçtaki 4 gram altına karşı binlerce ağaç. Yaşamın bedeli konusunda gelişmişlik düzeyimizi bir defa daha değerlendirmek gerekiyor.

Orangutanlara küçük bir mola... Greenpeace’in Çarşamba günkü raporunun ve eylemlerinin ardından Unilever’den sonra dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri olan Nestle de, Endonezya’daki yağmur ormanlarının yok edilmesiyle ilgili Sinar Mas şirketinden palmiye yağı almayı bıraktı. Daha önce İsviçre Nestle şirketi Sinar Mas’ı başka bir şirketle değiştirmişti. Nestle, yağmur ormanlarının yok edilmesini engellemek amacıyla bağlantılı oldukları tüm tedarik şirketlerini sorgulayacaklarını belirtti. Ancak bu Greenpeace taleplerini henüz karşılamıyor.

İçinde bulunduğumuz Ormancılık Haftası’nda bir konuya dikkatleri çekmek istiyorum. Ormanlarımız ve tüm doğal varlıklarımız hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı. İnsanoğlu kişisel çıkarları uğruna ev yapmak, fabrika inşa etmek, yol yapmak, tarla açmak, maden çıkarmak, kimi zaman sadece yok etmek için acımasızca ormanları kesiyor, yakıyor, işgal ediyor. Ormanlar, bizim olduğu kadar hayvanların ve bitkilerin yuvası, aynı zamanda toprağı koruyup, su varlığımızı zenginleştiren ekosistem servislerini veriyor. Odun ham malzemesini sürdürülebilir ormancılık faaliyetlerinden geliyorsa tabii ki kullanalım amd doğal yaşlı ormanların yok edilmesine göz yummayalım.

Nestle, Greenpeace’in dünyadaki lider gıda üreticilerini Endonezya’lı şirketle ilişiğin kesilmesiyle ilgili protestolarının ardından Sinar Mas Grup ile anlaşmasını bitirdi. Nestle, Sinar Mas’ı kimliği bilinmeyen İsviçre menşeeli bir şirket olan Vevey ile değiştirdi. Greenpeace dün erken saatlerde yayınladığı raporda Sinar Mas’ın yağmur ormanlarını palmiye yağı üretimi için yasadışı bir şekilde yağmaladığını belirtti. Nestle’nin adımının yeterli olmadığı ve henüz Greenpeace taleplerini karşılamadığı açıklandı.
Unilever, dünyada ikinci büyük gıda üreticisi, Jakarta merkezli olan bu firmadan yağ teslimatlarını üç ay önce kesti. Greenpeace websitesinde Nestle’ye, bu hareketin Sinar Mas’ın Endonezya kanunlarına karşı geldiğini ve aynı zamanda şirketin uluslararası çevre komitesini görmezden geldiğinin bir kanıtı olduğunu yazdı. Son olarak Nestle dün tekrar 2015 yılına kadar sadece “sürdürülebilir palmiye yağı” kullanmaya söz verdi. Nestle kampanyası hakkında daha fazla bilgiiçin: http://www.greenpeace.org/international/campaigns/climate-change/kitkat

Bu sabah tüm Avrupa’da yaklaşık 100 aktivist, bazıları orangutan kıyafetleri içinde, Nestle’nin Birleşik Krallık, Almanya ve Hollanda’daki merkez ve fabrikalarında protestolarda bulundular. Bu şekilde Nestle yönetimine ve çalışanlarına, şirketin palmiye yağı kullanmasını durdurmaları için çağrıda bulundular.
Nestle bir çok ürününde palmiye yağı kullanıyor. Buna Kit Kat çikolatası da dahil. Palmiye yağı talebi o kadar arttı ki yağı satan şirketler Endonezya’daki yağmur ormanlarını yıkmaya başladılar. Bizim bu yağmur ormanlarına ihtiyacımız var. İklim üzerinde ve karbondioksit emiliminde ölümcül bir rol oynuyorlar. Yağı satan şirketler dünyamızın ciğerlerini kesmekle kalmayıp, Endonezya’yı Amerika Birleşik Devletler ve Çin’den sonra üçüncü en çok karbon yayan ülke durumuna getirmeye de hizmet ediyorlar. Şaşırtıcı gelebilir ancak ormanlari yok etmek karbon yayılımında bütün arabalardan, kamyonlardan, uçak ve diğer araçların hepsinden daha fazla rol oynuyor. Toplam salımın beşte biri. Ama hepsi bu değil. Ormanları yok etmek aynı zamanda orangutanların doğal ortamlarını yok ediyor. Bu şekilde hali hazırda türü tükenme tehlikesinde olan bu hayvanların sonunu hazırlıyoruz. Bu nedenle bir daha Kit Kat veya başka palm yağı içeren ürünler yemeden önce bir kez daha düşünmeliyiz.

İngiltere Tabiatı adlı, hükümete bağımsız danışmanlık yapan kuruluşun "Kaybolan Yaşam" adlı raporu yayımlandı. Rapor, İngiltere'de yaklaşık 500 hayvan ve bitki türünün son iki yüzyılda neslinin tükendiğini gözler önüne seriyor. Soyu tükenenler arasında kelebek türleriyle amfibilerin, yani hem karada hem de suda yaşayan hayvanların başı çektiği belirtildi. Ayrıca hemen hemen 1000 yerli türün geleceğinin belirsiz olduğu ve bunlara korumada öncelikli statüsü verildiği kaydedildi. Raporda biyoçeşitliliğin azalmasında, yaşam alanlarının kaybı, çevre kirliliği, yerli olmayan türlerin baskısı gibi sebeplerin etkili olduğu belirtildi.

Avrupa Birliği’nin son raporu, Avrupa’da araçlarda kullanılan biyodizel ve diğer “yeşil” yakıtların, “istemeden” tropikal ormanlara ve sulakalanlara zarar verdiğini gösteriyor. AB, 2020’ye kadar 500 milyon vatandaşının araba yakıtlarının %10’unu biyoyakıttan elde etmesini istiyordu. Biyoyakıt üretmek için, özellikle Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ormanların kesilerek tarım alanı haline getirilmesinden endişe ediliyor. AB’nin biyoyakıt açlığını karşılamak için 2020’ye kadar 5.2 milyon hektar alanın ekilmesi gerekiyor. Bu, Hollanda’nın yüzölçümünden daha büyük bir alan. Peki bu alan nasıl var edilecek? Zaten dünyada ekilebilir alanların hemen hemen tamamı kullanılıyor. Biyoyakıtı sadece artıklarla ve atıklarla sınırlayıp, belki sadece yerelde üretim ve kullanımına izin verip, ticaretine izin vermemek gerek.

“Dinozorlar yok olduğundan bu yana, insanlık ilk kez hayvanları ve bitkileri evrimleşmelerine zaman tanımadan yok ediyor.” Bu açıklama, Uluslararası Doğa Koruma Birliği IUCN’nin Türlerin Hayatta Kalmasına ilişkin Komisyonu’un başkanı Simon Stuart’a ait. Türlerin Hayatta Kalmasına ilişkin Komisyon, dünyada soyları tehdit altında olan ve soyları tükenen türleri resmi olarak açıklama yetkisine sahip tek kuruluş. Uzmanlar, dünyanın şu anda “6. Yokoluş” evresinde olduğunu belirtti. Bu kez, önceki beş evreden farklı olan ise, bunun insane eliyle yapılması. Esas nedenler türlerin doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, avlanma, yabancı türlerin yayılması ve iklim değişikliği. IUCN’nin 2004 yılında dünya biyoçeşitliliğine dair yayımladığı rapor herkesi çok şaşırtmıştı. Çünkü raporda, soyların tükenme hızının, insanlardan önceki dönemlere ait fosillerden elde edilen bilgilere göre 100-1000 kat daha hızlı olduğu açıklanmıştı. O zamandan bu yana resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak Harvard Üniversitesi’nden ünlü biyolog Profesör E.O.Wilson, geçtiğimiz 20 yılda soyların tükenme hızının önceki döneme göre 10 bin kat arttığını söyledi.
Normalde arada bazı soyların tükenmesi evrimin doğal bir parçası ancak bu hızla değil. Dünya üstünde bir dönem yaşamış türlerin yalnızca %2’si bugün hayatta. Ancak fosiller, 3.5 milyar yıllık dönemde her yıl bir milyonda bir türün yok olduğunu gösteriyor. Şu anda ise bu oran yıllık milyonda 100-1000 arasında. En son bu kadar hızlı yok oluşun yaşandığı dönem dinozorların yok olduğu dönemdi, yani 65 milyon yıl önce… Şu anda resmi olarak 208 tür “yok olmak üzere”. Bu türlerin çoğuna yıllardır hiçbir yerde rastlanmadı. 17300 tür ise tehdit altında. Her beş memeliden biri, her sekiz kuştan biri, her üç sürüngenden biri ve her dört mercandan biri, eğer gerekli önlemler alınmazsa soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu yılın sonunda Biyoçeşitlilik Antlaşması taraflar toplantısında, ülkeler 2002’de biyoçeşitlilik kaybı hızını azaltmakla ilgili verdikleri sözü yerine getiremediklerini açıklayacaklar. Ilerisi için ise daha güçlü hedefler belirlemeleri bekleniyor.

Muğla’nın Marmaris ilçesinde, çevreye duyarlılığıyla tanınan İmdat Avcı tarafından oluşturulan, şarkıcı Kazım Koyuncu’nun adını taşıyan hatıra ormanı açıldı. Ormanı oluşturmak için, yardım eden vatandaşlarla birlikte 4 bin fidan dikildi. Çevre kirliliğine dikkati çekmek amacıyla yaptığı eylemlerle tanınan İmdat Avcı, 2 yıl önce Marmaris’ten Gökova’ya kadar yol kenarlarını tek başına temizlemişti. Geçen yaz ailesiyle Marmaris’in koylarını temizleyen Avcı, yaklaşık bin torba çöp toplamıştı. Şimdi ise, kanser nedeniyle hayatını kaybeden Kazım Koyuncu adına bir hatıra ormanı oluşturdu.

Bu arada Avustralya balina avcılığına karşı çıkmak gibi, gezegenin geleceği için yararlı başka adımlar da atmaya devam ediyor. Avustralya, Endonezya'nın Sumatra Adası'ndaki ormanların korunması için 30 milyon dolar harcayacak. Bu para, adanın yerlilerine teşvik olarak verilecek. Sera gazı salımının ciddi nedenlerinden biri de ormansızlaştırma. Ormanların korunması, bu nedenle çok önemli. Avustralya, bu arada Endonezya'da sağlayacağı sera gazı azaltım miktarı kadar, kendisi sera gazı salımına sebep olmayacak. Ancak uluslararası görüşmeler, ülkelerin bunu yapabilmelerini sağlamak yönünde ilerliyor. Bu mekanizmaların işlemesi çok sıkı kontrollere bağlı.
Avustralya Endonezya'nın ormanlarını korumaya çalışırken, Endonezya ne yazık ki ormanlarını yok etmeye devam ediyor. Hatta ülke başkanı Yudhoyono'nun son imzaladığı karar, ormansızlaştırma hızının artacağına işaret ediyor. Yudhoyono, madencilik, elektrik santralleri ve taşımacılık gibi konularda, eğer stratejik öneme sahiplerse, koruma altındaki ormanların kesilebileceğine karar verdi! Bu korkunç bir karar. Yudhoyono, bu kararın Güneydoğu Asya'nın en hızlı büyüyen ekonomisinde işsizliği azaltmak için şart olduğuna da vatandaşları inandırmaya çalışıyor. Endonezya, zaten dünyada en hızlı ormansızlaştırmanın yapıldığı ülkelerin başında geliyor. Ormanları yok etmek değil, korumak stratejik öneme sahip olmalı. Madencilik sektörü ise, ne yazık ki ülkeyi hammadde sağladığı gelişmiş ülkelere bağımlı kılan bir sektör. Bu nedenle gelişmiş ülkeler, ne pahasına olursa olsun madenciliği teşvik etmeye devam ediyorlar.

NİSAN
Güney Dakota ve Syracuse Üniversitelerinden bir grup bilim adamı, uydu görüntülerine dayanarak yaptıkları araştırmada, dünyadaki ormanların 2000 - 2005 yılları arasında 1 milyon kilometre kare yani yüzde 3 küçüldüğünü belirledi. Ünlü PNAS bilimler akademisi dergisinde yayımlanan araştırmada bilim adamları, orman yüzeyindeki değişiklikleri değerlendirmelerine olanak sağlayan bir matematik sistemi kullanarak, bu yıllar içinde farklı uydular tarafından çekilmiş görüntüleri inceledi. Araştırmaya göre, bu süre içinde dünyadaki ormanlık alanlar 1 milyon 11 bin kilometre kare azaldı. Brezilya 165 bin kilometre kareyle ormanlarını en çok kaybeden ülkeler listesinin başında yer alırken, onu 160 bin kilometre kare ile Kanada takip etti. Kıtalar bazında ise listenin başında olan Kuzey Amerika’yı, Asya ve Güney Amerika izledi. Bu araştırma yönteminin, ormanların ne kadarının doğal nedenlerle, ne kadarının ise insan hatası nedeniyle yok olduğunu göstermediğine işaret eden araştırmacılar, yine de bu kadar büyük bir kaybın endişe verici olduğunu kaydetti.

Avrupa Birliği (AB) liderleri Aralık 2008’de yeni bir Yenilenebilir Enerji Yönergesini kabul ettiler. Buna göre 2020 yılına kadar her üye devletin ulaşım yakıtlarının yüzde 10’unu aralarında biyoyakıtlar, hidrojen ve çevre dostu elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları gerekiyor. Euroactive'in bu konuda yaptığı haber ise şöyle: Yönergede ayrıca biyoyakıtlar için sürdürülebilirlik kıstasları da belirleniyor. Birliğin, biyoyakıtların fosil yakıtlarıyla karşılaştırıldığında karbon çıkışını en az yüzde 35’ini azaltacak kullanılması öngörülüyor. Rakamın 2017’de yüzde 50’ye 2018’de yüzde 60’a çıkarılması hedefleniyor. Ancak biyoyakıt üretiminin artırılmasının ormanlık alanların yok edilmesini tetikleyeceği ve gıda güvenliği üzerinde ciddi sonuçları olacağı, yakıta dönüşecek tarım mahsullerinin diğer ekim alanlarında yaygınlaştırılacağı gibi ciddi endişeler var.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Borneo adasının tropikal ormanlarında son üç yıl içinde aralarında akciğersiz kurbağa ve dünyanın en uzun böceğinin de bulunduğu 123 yeni tür keşfedildiğini açıkladı. WWF yayımladığı açıklamada, yeni türlerin "Borneo’nun Kalbi" adı verilen 220 bin kilometrekare yüzölçümündeki yoğun ormanlık alanda keşfedildiğini ve kayda geçirildiğini belirtti. Ayda ortalama 3, son üç yılda 123 ve 15 yıldan bu yana 600 yeni tür keşfettiklerini kaydeden WWF’nin "Borneo’nun Kalbi" programının sorumlusu Adam Tomasek, yeni türlerin Borneo’daki biyoçeşitliliğin zenginliğini gösterdiğini ve kanser, AİDS gibi hastalıkları iyileştirmeye katkı sağlayabilecekleri umudu yarattığını kaydetti. Borneo’nun Kalbi, dünyanın başka yerinde bulunmayan 10 ayrı tür primat, 350’den fazla kuş, 150 sürüngen ve amfibyen ile 10 bin civarında bitkiye ev sahipliği ediyor. Dünya palmiye yağı üretiminin yüzde 85’ini yapan Endonezya ve Malezya’ya Borneo’nun Kalbini ve buradaki eşsiz endemik türleri koruma çağrısı yapıyoruz.

Ancak bu arada Maden Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler, tartışma yarattı. Tasarıda yaban hayatı koruma sahalarında, su havzalarında ve zeytinliklerde maden arama, çıkarma ve maden tesisi kurmaya yönelik izinler verilmesi; madencilikte yerel denetimin önünün kesilmesi eleştiri konusu. Türkiye’deki koruma altındaki alanların toplam yüzölçümü 3 milyon 426 bin 210 hektar. (Milli parklar, tabiatı koruma alanları, özel çevre koruma alanları...) Yaban Hayatı koruma alanını toplamı da 1 milyon 200 bin 926 hektar. Flamingo, ceylan, Anadolu yaban koyunu, dağ keçisi, ayı, ve sırtlan gibi önemli ve tehlike altında türler yaban hayatı koruma alanları içinde yer alıyor. Son yaşam alanları bu sahalar. Buralarda maden aramaları yapılması, son yaban hayatının da neslinin tükenmesi anlamına geliyor. Kendi kendimize soralım: Türkiye'nin tutarlı bir çevre politikası var mı? Maden yasasındaki değişikliklerle Türkiye'deki bir avuç yaban hayatı alanı da madenciliğe mi açılacak?

Bolu İl Özel İdaresince ''Abant Master Planı'' kapsamında Abant Tabiat Parkı'nda ve gölün çevresinde yürütülen, ''yolun yükseltilmesi, genişletilmesi, gölün su seviyesinin yükseltilmesi ve 'Yavru Abant Gölü' oluşturulması'' çalışmaları, çevrecilerin tepkisine neden oluyor. Çevreciler, yapılan çalışmaların Abant'ın doğal yapısını bozduğunu söyleyerek, çalışmaların durdurulmasını istiyor. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Külköylüoğlu ''Abant'taki bu tahribat ve çevre bozukluğu açıkça görülebiliyor. Habitatın hassas olduğu bölgede o kadar farklı tahribat olmuş ki, göl suyuna zarar gelmiş, akarsuların giriş çıkışına zarar gelmiş, gölü besleyen derelere zarar gelmiş, göl içinde ve dışında hayvan ve bitki topluluklarına veya diğer canlı türlere epey bir zarar gelmiş ve gelmeye de devam ediyor'' diye konuştu. Abant'ta en büyük zararlardan bir tanesinin kıyı şeridinin kalmaması olduğu da ayrıca belirtildi. Verilen zararların telafisi mümkün olmadığı için projenin biran önce durdurulması gerekiyor.

Greenpeace’in Kampar Yarımadası’nda orman tahribatını önlemek amacıyla kurduğu kamp yakıldı. Kamp pazar sabahı birden alevler içinde kaldı. Kamp Ekim ayında kurulmuştu. Greenpeace, kasım ayında hindistan cevizi ağacı ve kuru yapraklardan yapılan kampı yönetmeleri için yöre halkına devretti. Polis kampın birileri tarafından yakıldığını doğruladı. Kamptaki eylemler orman tahribatını önlemek amacıyla en çok Sinar Mas’ın alt şirketi olan Asia Pulp and Paper’ın işlediği çevre suçlarına karşı yapılıyordu.

Nestle dün, Greenpeace’in orangutanların neslinin tükenmesi ile ilgili protestolarından sonra anlaşma çağrısında bulundu. Greenpeace daha önce palmiye yağı kullanımının Endonezya’daki yağmur ormanlarını nasıl yok ettiğini duyurmuştu. Nestle’nin Facebook sitesinde yüzyirmibinden fazla kişi haklı tepkilerini belirtti. Gıda devi yağmur ormanlarını yok eden Sinar Mas şirketinden yağ almayı durdurduğunu açıklamıştı. Ama bir yandan da başka şirketlerden yağ alarak ürünlerinde kullanmaya devam ettiğini de kabul etti. Dün akşam Greenpeace yetkilileri İsviçre’ye gitti ve Nestle’ Operasyon Şefi Jose Lopez ile toplantı yaptı. Bu toplantıların sonunda Enedonezya’daki yasa dışı ticaretin tamamiyle duracağını umuyoruz.

Dünyanın en çok palmiye yağı satın alan şirketi Unilever, eğer bağımsız denetçiler tarafından yağmur ormanlarını tahrip ettiği suçlamalarından aklanırsa Endonezya PT Smart’dan tekrar yağ satın almaya başlayabileceğini açıkladı. PT Smart Sinar Mas’a bağlı olan şirketlerden sadece biri. Unilever, Dove sabunu ve Ben&Jerry dondurmaları gibi ürünlerinde palmiye yağı kullanıyor. Unilever ve Nestle şirketleri yağmur ormanlarını tahrip ettiği iddialarından hemen sonra Sinar Mas ile olan anlaşmalarını iptal etmişlerdi. Bağımsız denetçilerin çalışmalara 20 Nisan’da başlayıp Haziran sonunda da sonuçları açıklaması bekleniyor. Öte yandan bağımsız denetçiler Greenpeace’in suçlamalarını haklı bulsalar bile bu iki gıda devi Sinar Mas’dan yağ satın almaya başlayabilirler. Sonuçta yasaların uygulanır hale gelmesi ve müşterilerin Nestle ve Unilever’e gereken tepkiyi koymasına bağlı.

MAYIS
İstanbul'daki kuş gözlemcileri üçüncü köprünün yapılmasına karşı çıktılar. İstanbul Kuş Göz Topluluğu, İstanbul Boğazı üzerine yapılacak 3. köprü ile ilgili şu açıklamayı yaptı: İstanbul Boğazı üzerinden yapılacak 3. köprünün güzergahı Garipçe-Poyrazköy olarak açıklandı. Köprünün yapılacağı yer İstanbul'un akciğer, İstanbullu'nun yeşil alanı ve boğazın incisidir. Burada aynı zamanda dünya üzerinde ancak birkaç yerde gözlenebilen olağanüstü bir doğa olayı gerçekleşir. Her yıl 300 bin leylek, 150 bin yırtıcı ve binlerce ötücü kuş İstanbul Boğazı'ndan göç ederler. Bu nedenle İstanbul Boğazı dünya üzerindeki en önemli göç noktalarındandır. Bölgedeki ormanlarda binlerce göç yorgunu kuş dinlenir, beslenir ve göçe devam etmek üzere enerji depolar. Köprü olursa şehir bu bölgeye ilerleyecektir. Bu durumda gökdelenler ve kulelerle dolu beton bir orman oluşacaktır. Kuşlar artık daha yüksekten uçmaya zorlanacak, bir kısmı da bu yolculuğu yapamayacaktır. Ormanların yokolmasıyla dinlenecekleri yerler de kalmayacaktır.

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Abant’ta yapılan yol çalışmalarının ‘Uzun Devreli Gelişme Planı’na uygun olarak yapılmadığına’ ilişkin Bolu Valiliği’ne 3’üncü uyarı yazı göndermesine rağmen, Valilik çalışmaları durdurmadı. Yazıda gölde su seviyesinin eski haline getirilmesi, Örencik Yaylası’nda oluşturulan Yavru Abant Göleti’nin tahliye edilmesi ve ağaçların kesilmesine neden olacak Abant-Mudurnu yol inşaatına kesinlikle başlanmaması istendi. İnşaat devam ederken gölün dere ile bağlantısının önüne menfez yapılması nedeniyle Şubat ayında karların erimesi ve yağmur nedeniyle göldeki su seviyesi yükseldi. Abant’ın etrafındaki yollar sular altında kalırken iskeleler de sulara gömüldü. Göl seviyesinin yükselmesiyle piknik alanları ve Göl Gazinosu’nun zemin katı da sular altında kaldı. Gölde su seviyesinin yükselmesini önlemek amacıyla Abant’ın batısında kalan Örencik Yaylası’nda Yavru Abant Göleti oluşturulurken, endemik bitkiler sular altında kaldı. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ‘Uzun Devreli Gelişme Planı’ hazırlandığında Abant’ın ekolojik dengesinin bozulmaması için Abant Gölü çevresine motorlu araçların giriş yapmasına izin verilmeyeceği maddesi yer alırken, araçlar için de Abant’ın girişine de bu nedenle 250 araçlık otopark yapıldı. Bütün bunlar boşuna mı?

Nestlé orangutanları sonunda rahat bırakıyor. Dünyanın en büyük gıda şirketlerinden Nestlé bugün yaptığı açıklamada yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen ürünleri artık kullanmayacağını belirtti. Nestlé’nin KitKat gibi ürünlerinde yağmur ormanlarını yok eden palmiye yağı kullandığını ortaya çıkaran Greenpeace kampanyası 2 aydır devam ediyordu. Greenpeace palmiye yağı ve kağıt hamuru ekim alanlarının genişlemesi Endonezya’daki yağmur ormanlarını ve turbalıkları ve nesli tehlikede olan orangutanları yok olmanın eşiğine geldiğini açıklamıştı. Kampanyanın başladığı andan itibaren binlerce insan yağmur ormanlarının yok edilmesi sonucunda ortaya çıkan ürünleri almayacağını ifade etmek için Nestlé’yle iletişime geçti. Greenpeace Uluslararası Ormanlar Kampanyası Sorumlusu Pat Venditti, “Nestlé'nin bu adımı, Sinar Mas ve diğer tüm palmiye yağı ve kağıt endüstrisinde yer alan şirketlere, yağmur ormanlarının yok edilmesinin küresel pazarda kabul edilebilir bir şey olmadığı konusunda açık bir mesaj veriyor. Bu şirketler üzerlerindeki lekeyi temizlemeli ve yağmur ormanlarının yok edilmesi ve turbalıkların tam koruma altına alınması konusunda kesin bir kararlılık göstermelidir. Greenpeace Nestlé’nin bu planını yakından takip ederek hızlı bir şekilde uygulamaya geçilmesini sağlayacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.

Sizlere Çarşamba günü Birleşmiş Milletler’in yayınladığı rapora göre dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu anlatmıştım. Bugün rapordaki diğer vahim tespitlerden bahsetmek istiyorum. Rapora göre, orman kıyımı, iklim değişikliği ve orman yangınlarının sonucunda, sıcak ve nemli Amazon ormanı tamamiyle yok olup yerini tropikal bölgelere özgü kuru ve çorak savana denilen bitki örtüsüne bırakabilir. Rapor böyle bir durumun, sık sık yangınlara neden olabileceği, iklim değişikliğine yol açan karbondiyoksit salımlarını artırabileceğini ve tarımı tehlikeye sokan aşırı kuraklığa yol açabileceğini belirtiyor. Rapor ayrıca, Afrika kıtasında, Atlantik Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e uzanan sahil kuşağının da tehlikede olduğuna dikkat çekerek, zaten kuraklıkla pençeleşen ve savanadan oluşan Sahil’in, iklim değişikliği ve doğal kaynakların aşırı kullanımı sonucu tamamen bir çöle dönüşme riski taşıdığını vurguluyor. Bunların yanısıra, gezegendeki adaların, denizlerin ve tatlı su kaynaklarının da tehlikede olduğu bildiriliyor. Herhangi bir adanın ekosisteminin kırılgan ve eşsiz olduğunu belirten rapor, nüfus hareketlerinin adaların dengesini bozduğu, adaların korumalı bölgelerine hastalık taşıdığını ve avcı hayvanların bu bölgelere akın etmesine yol açtığını ifade ediyor.

Öte yandan bir güzel haberi sizinle sıcağı sıcağına paylaşalım. Manisa İdare Mahkemesi Turgutlu Çaldağ’da nikel madeni çıkartılması için verilen izinlerin dayandırıldığı mevzuatın önceki mahkeme kararları ile geçerliliğini yitirmiş olduğunu belirleyerek buradaki orman katliamının önünü kesti. Kararin esas hakkindaki mütealalari diğer, benzeri pek çok mücadelede emsal oluşturabilecek nitelikte. 2002 yılında maden işletme hakkını alan İngiliz maden şirketi tarafından, nikel madeninin çıkarılması için sülfürik asit liç yöntemi kullanılacaktı. Yerelde mücadeleyi yürütenlere göre Çaldağı'nda maden işleme izni alan Sardes şirketinin bağlı olduğu, projenin sahibi İngiliz European Nickel PLC şirketinin daha deneme çalışmaları sırasında çevreye verdiği zararlar nedeniyle daha önce bulunduğu ülkelerin hükümet yetkilileri tarafından ellerindeki işletme izni ve ruhsatları da iptal edilmiş. Artık ekonomiyi döngülere dayandırıp, toprağı rahat bırakmanın vakti geldi de geçiyor.

Ünlü Science dergisinde yayınlanan bir araştırma aslında çevrecilerin bir süredir bildiği bir gerçeği doğruladı. Kapsamlı çevre araştırmasına göre, 2010 sonuna dek doğadaki türlerin tükenmesinin önüne geçilmesi hedefine ulaşamayacak. Çalışmaya göre tüm türler ve ekosistemlerdeki azalmayla doğal yaşam üzerindeki baskı da devam ediyor. 2010 hedefi üzerinde, 2002 yılında uluslararası bir uzlaşma sağlanmıştı. Ancak çalışmayı gerçekleştiren bilimadamları, bu hedefi yaşama geçirme sürecinin 'sıkıntılı' olduğunu belirtiyor. Çalışmada, türler ve ekosistemlerle ilgili 30 farklı gösterge incelendi. Bu göstergeler, bitkilerle deniz ve kara hayvanlarından oluşuyor. Araştırmada bu göstergelerden çok azında biyolojik çeşitlilikteki azalmanın yavaşladığına işaret ettiği sonucuna varıldı. Buna karşın, yaşam alanı kaybı, iklim değişikliği ve dışarıdan gelen zararlı türlerin artışı gibi sorunların tümünde artış olduğu belirtildi. Çalışmada ayrıca, biyolojik çeşitliliğin azalmasını önlemeye yönelik politikaların işe yaramadığı kaydedildi. 1970'den bu yana hayvan nüfusunu yüzde 30 azalttık, mangrovlar ve deniz yosunlarını yüzde 20, mercan adalarındaki yaşamı da yüzde 40 oranında yok ettik ve bu kayıpların sürdürülemeyeceği de açık. Artık insanın dünyayı gitgide daha fazla işgalinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da ancak baskin sosyo-ekonomik paradigmadan vazgeçilerek yeni bir var oluş biçimine geçişle ancak mümkün.

BM tarafından yayınlanan bir raporda, "devletlerin hemen harekete geçmemeleri halinde, biyolojik çeşitliliği sağlayan ekolojik sistemlerin çökme riskiyle karşı karşıya olduğu" bildirildi. Dünyada hayvan ve bitki çeşitlerinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, özellikle kurbağa ve diğer amfibilerin (hem karada hem de suda yaşayanlar) yok olma riskindeki grubun başında geldiği, mercan kayalarının en hızlı yok olan tür olduğu ve tüm bitki türlerinin neredeyse dörtte birinin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bildirildi. Raporda ayrıca Amazon yağmur ormanlarının ve tatlı su göllerinin hızla azaldığından da bahsedildi. Rapor, tüm bu olumsuz gelişmelerin nedenleri arasında "çevre kirliliğinin, iklim değişikliğinin, kuraklığın, ormanların yok oluşunun, ruhsatsız ve fazla avlanmanın ve yangınların" geldiğini vurguladı. Rapor eylül ayında, 192 üyeli BM Genel Kurulunun üst düzey toplantıları sırasında ele alınacak. Ancak bizi ve doğayı yok oluşa götüren gerçek nedenin vahşi büyüme temelli ekonomik sistemin olduğunun sanki hala farkında değiliz ve aynen sızmaya devam eden petrole karşı yaptığımız gibi çürüyen kolumuza, yara bantları yapıştırmaya devam ediyoruz.

Geçmişten çıkarılacak dersler ve sağlıklı bir öngörü, 3. köprünün İstanbul için geri dönüşsüz ve yıkıcı sonuçlar üreteceğini gösteriyor. İstanbul’a yapılması planlanan 3. boğaz köprüsünün güzergahı Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından 29 Nisan’da açıklandı. Buna göre 3. köprü, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açıldığı noktada, Anadolu yakasındaki Poyrazköy ile Rumeli yakasındaki Garipçe köyü arasında kurulacak. Köprüyü Anadolu otoyolundan Trakya otoyoluna bağlayacak olan yeni Kuzey Marmara otoyolu ise Kocaeli ve Çatalca yarımadalarının orman ve su havzaları üzerinde, Akyazı ile Kınalı arasında bir yay çizecek. 6 milyar dolara mal olacak projenin gerekçesi ise bir satır: İstanbul büyüdü, büyümeye devam edecek, kentin üzerindeki transit geçişler kuzeye kaydırılarak şehir içi trafiğe nefes aldırılacak. Halbuki araba trafiğine böyle ağırlık verdikçe boşalan alanları yeni arabalar dolduracak ve biz iyice nefessiz kalıp kuşatılacağız. Oysa orman ve su kaynaklarıyla birlikte yol Istanbul’u kuşatacak ve yutacak. Bu projenin taşımacılık sektöründe karbon salımlarının azaltılmasını öngören ve Türkiye’nin de artık bir parçası olduğu Kyoto süreciyle uyumsuzluğu aşikar. Köprü ile kamu-özel sektör işbirliği adı altında kamu malı (orman, su kaynakları, biyoçeşitlilik, arazi vb.) büyüklü küçüklü özel kesimlere peşkeş çekilecek.

Greenpeace, Nestle’nin ürünlerinde yağmur ormanlarını yok etme uğruna palmiye yağı kullanmasının durdurulmasına yönelik yaratıcı eylemleri devam ediyor. http://www.greenpeace.nl/campaigns/kitkatch sitesinde yayınlanan oyunda Kit Kat çikolatası orangutanları yutup yok ediyor.


HAZİRAN
Geçenlerde Avrupa'daki arazi kullanımı ve arazi değişimi üzerine önemli bir makale Progress in Physical Geography dergisinde yayınlandı. Bu araştırma özellikle AB Doğa Koruma direktiflerine göre korunması gereken Natura 2000 bölgelerindeki değişiklik takibi ve korunması için önemli. Araştırma, 1950 yılından bu yana Avrupa'nın çeşitli yerlerinde gerçekleşen farklı süreçleri göstermekte. En fazla arazi terki ve yoğunlaşması Akdeniz bölgelerinde rastlanırken, kentleşme ve arazi drenajı daha fazla Kıtasal ve Atlantik bölgelerinin özellikleri arasında bulundu. Boreal ve Alpin bölgelerdeki orman yönetimi, ise egemen arazi kullanımı oldu. Bu çalışmanın sonuçları Natura 2000 bölgelerindeki Avrupa düzeyinde arazi kullanımı ve arazi değişimleri ilişkin gelecekteki araştırmalar için önemli bir referans olacak. Türkiye’de önemli doğa koruma alanları ve etrafında arazi kullanımını araştırmalı ve arazi kullanım planlarına bu çalışmalar temel teşkil etmeli.

Çevre ve Orman Bakanlığı Orman-Köy İlişkileri Genel Müdürlüğünün (ORKÖY) orman köylülerine yönelik 'Güneş Enerjili Su Isıtma Sistemi Projesi' ile bugüne kadar 10 bin 610 hektar ormanlık alanın kesilmekten kurtarıldığı belirtildi. ORKÖY Genel Müdürü Prof. Dr. Mustafa Kemal Yalınkılıç ''50 hanelik bir köyde su ısıtmak amacıyla yılda 250 ster odun tüketilmekte. Bu da bugünkü piyasa satış fiyatları ile yılda yaklaşık 20 bin lirayı bulmaktadır. Türkiye genelindeki yaklaşık 21 bin orman köyünde yaşayan tüm haneler dikkate alındığında oldukça büyük oranlarda milli servet kaybı ortaya çıkmaktadır. Güneş enerjisi sistemi aynı zamanda köylerdeki sağlıklı ortamının artmasına, sağlık koşullarının iyileşmesine dolayısıyla sosyal yaşam kalitesinin yükselmesine faydalı olmakta. Türkiye gibi güneşli bir ülkede elde edilecek güneş enerjisinden faydalanma oranı metrekarede 1 kilowat/saattir. Bu bize ulaşan ücretsiz ve sürekli enerji kaynağıdır. Öte yandan proje sayesinde bu sistemlerin üretiminde bin 531, montajında da 2 bin 41 kişinin istihdamı sağlanmıştır.''dedi. Peki o zaman niye bunu bütün ülkeye yaygınlaştırmak için enerji bakanlığı harekete geçmiyor. İki bakanlık birbiriyle konuşmuyor mu?

Yeşiller Partisi, İstanbul’a yapılması planlanan 3. boğaz köprüsü projesini protesto etmek için “İstanbul’un 2 milyon ağacı için 2 milyon İstanbullu” kampanyasını başlattı. Basın toplantısında konuşan Yeşiller Parti Meclisi Üyesi ve kampanya koordinatörü Serkan Köybağı, ''Yeşiller Partisi'nin ele geçirdiği İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü'ne ait belgeye göre, 3. köprü projesi nedeniyle İstanbul'da kesilen ve kesilecek toplam ağaç sayısı, 2 milyon 507 bin 152. şu ana kadar 896 bin 780 ağaç, 3. köprü yoluna bağlantı yolu olduğu ortaya çıkan Hasdal-Tayakadın-Yassıören yolu nedeniyle kesildi. 110 metre eninde toplam 43 kilometrelik bir yoldan söz ediyoruz. Önüne çıkan her türden canlıyı öldürecek, yaşam alanını yok edecek, doğal hayatı sonlandıracak asfalt bir canavar. Bütün bilim insanlarının mimarların, mühendislerin, şehir plancılarının ve ulaştırma uzmanlarının ortak bir dille karşı çıktığı, İstanbul'un trafik sorununa çözüm olmayacağı gibi trafik sorununu daha da arttıracağı uyarısında bulunduğu bir gereksizlik abidesi.'' dedi. Projeyi durdurmak ve İstanbul’un 2 milyon ağacını kurtarmak için http://www.2milyonistanbullu.com sayfasında imzanızı atabilirsiniz.

ABD'de yapılan bir araştırma, Brezilya'daki yağmur ormanlarının tahribiyle etkilenen bölgelerde sıtma vakalarının yüzde 50'ye yakın artış gösterdiğini ortaya koydu. Wisconsin Üniversitesine bağlı Nelson Enstitüsünden, tehlikeli bulaşıcı hastalıklar üzerine araştırmalar yapan Sarah Olson, "Ormanların tahribinin sıtma hastalığını tetikleyen faktörlerden biri olduğu görülüyor" açıklamasında bulundu. Olson, 2006'da NASA uyduları tarafından yüksek çözünürlüklü olarak çekilen görüntülerden yola çıkılarak, Brezilya'daki 54 bölgede meydana gelen sıtma vakalarının sıklığı hakkında detaylı bilgiler elde edildiğini belirtti. Araştırma tropik ormanlardaki son büyük çaplı ağaç kesimlerinin ardından, sıtma hastalığının taşıyıcısı olan sıtma sivrisinekleride artış olduğunu gösteriyor.

Flora Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuna Ekim, Türkiye'nin bitki çeşitliliği açısından çok zengin olduğunu ama bunu ortaya çıkarmakta diğer ülkelere göre geç kaldığını belirtti. Ekim, “Dünyada 10 bin tohumlu bitki türü vardır. Sadece Türkiye sınırlarında yetişen yani 'endemik' bitki çeşidi 3 bin 500 kadardır. Bu sayıyı bir ülkeyle değil ancak Avrupa kıtasının tümüyle kıyaslayabiliriz” dedi. Profesör Ekim, Türkiye’deki bir eksiğe dikkat çekti: “Şu anda dünyada bitki türlerini korumak adına iki yol izleniyor. Bunlardan ilki, milli parklardır. Bir diğeri ise tabiatı koruma alanlarıdır. Ülkemizde 35 milli park bulunmaktadır. Tabiatı koruma alanlarımız ise 40’a yakındır. Bu sayı Türkiye gibi zengin bir ülke için çok azdır.” Biyolojik çeşitlilik neden önemli? Dünyada yaşayan canlı türlerinin sayısı 5-50 milyon arasında. Bizim belirleyip, tanımlayabildiğimiz ise 2 milyon civarında. Biz ancak bitki türlerinin yüzde 10’unun insanların ne gibi işlerine yarayabileceğini biliyoruz. Gelecekte canlı türleri, ülkelerin gelişiminde gitikçe artan bir önem kazanacaktır. Diyelim ki faydaları yok... yaşama hakları da mı yok?

Yapılması planlanan Üçüncü Köprü için 1.6 milyon ağacın kesileceği iddia edildi. Yeşiller Partisi’nin verdiği bilgilere göre, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü’nün Çevre ve Orman Bakanlığı’na sunmak üzere hazırladığı çalışmada hangi bölgelerde ne kadar ağacın kesildiği ve kesileceği tek tek açıklanıyor. Yeşiller Partisi’nin dayandığı belgeye göre üçüncü köprünün ormanlık arazideki ana parçası 19.6 kilometre, tali yolları ise 17.86 kilometre. Yol için 110 metre genişliğinde bir alan açılacak. Bir yıldır ‘Üçüncü köprü çözüm değil kampanyası’nı yürüten Serkan Köybaşı şunları söyledi: “Trafik için yapılıyorsa, trafiğe çözüm olmayacağını uzmanlar söylüyor. Başka birileri için yapılıyorsa neden İstanbullulara sorulmuyor? 1. ve 2. köprü trafiğinin yükü azaltılacaksa neden Marmaray beklenmiyor? Marmaray’ın fizibilite raporunda ‘Marmaray’dan sonra üçüncü köprüye gerek olmayacağı’ yazılı. Üçüncü köprüyle yanındaki köyler birden bire şehre dönüşecek. İkinci bir İstanbul yaratılacak. Karayolu bağımlılığı daha da artacak. Elimize geçen ilk resmi belgeyle yargıya gideceğiz.”

Ohio Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre yüksek yoğunlukta olan şehir ve merkezlerde yeşil alanların korunmasının göç eden kuşların yiyecek bulmaları için çok önemli olduğunun altını çizdi. Araştırmaya göre kentlerdeki küçücük bir yeşil alanın bile göçmen kuşlara yardım edeceği belirtiliyor. Ohio araştırması Kanada’nın kutupaltı ormanlarına doğru göç eden kuşların kentlerdeki küçük yeşillik alanlarda bir kaç gün durup dinlendiklerini belirtiyor. Göçmen kuşlar soğuk havanın hakim olduğu yerlerden üremek için sıcak yerlere göç etmek üzere uçarken büyük kent ve merkezlerde barınak ve yeterli yiyecek bulmakta zorlanıyorlar. Bu nedenle şehirlerdeki yeşil alanlar göçmen kuşlar için çok değerli.

Birleşmiş Milletler destekli araştırmada, tarımın revize edilmesi ve vejeteryanlığın yaygınlaşmasının, dünyayı kurtarma önceliklerinin başında geldiği açıklandı. Uluslararası Kaynakların Sürdürülebilir Yönetim Kurulu'nun 112 sayfalık raporunda, kirliliğe, sera gazlarına, hastalıklara ve ormanların yok olmasına gıda üretiminin ve fosil yakıtların neden olduğu belirtildi. "21. yüzyıldaki gelişmeyi, büyük ölçüde dünyanın ne şekilde beslendiği ve ne yakıt kullandığı belirleyecek" denilen raporda, küresel temiz su tüketiminin yüzde 70'inden, toplam toprak kullanımının yüzde 38'inden ve sera gazı emisyonlarının yüzde 14'ünden tarımsal üretimin sorumlu olduğu bildirildi. Kullanıcıların dünyanın korunmasına daha az et yiyerek ve gerek ısınmada gerekse seyahatte daha az fosil yakıt kullanarak katkıda bulunabilecekleri vurgulanan raporda, "Hayvan ürünleri önemli çünkü dünyadaki tarım ürünlerinin yarısından fazlası insanları değil, hayvanları beslemeye harcanıyor" denildi. Raporda, bu çerçevede dünya çapında beslenme alışkanlıklarında köklü değişiklikler olması gerektiğine vurgu yapıldı. Gelişmekte olan ülkelerde refah arttıkça, et tüketiminin de arttığı belirtiliyor. California Üniversitesi'nden Sangwon Suh, Çin'de kişi başına düşen et tüketiminin 1995-2003 yılları arasında yüzde 42 arttığını söyledi.

Burhaniye’de toplanan çok sayıda üretici, köylü, STK temsilcisi, Belediye Başkanları, İl ve Belediye Meclis üyeleri, TARİŞ ve Marmara Birlik, Ziraat Odaları Yöneticileri, Zeytin sektörü temsilcileri maden yasasında değişiklik yaparak başta zeytincilik olmak üzere yaban hayata, ormana karşı oluşturulan tehdidi, yasa teklifini engellemek üzere “Acil Eylem Planı” hazırlayarak birlik oldu. Toplantıya katılanlar görüşlerini şöyle açıkladılar; Bugün burada geleceğimizi daha mutlu kılacak hayallerimizi konuşacağımız yerde ne yazık ki yaşamımızı savunmak için toplandık. Madenciler rahatça çalışmak için maden yasası ile beraber ormancılık, yaban hayatı ve zeytincilik yasasınıda değiştirme teklifi verdiler. Şimdi yeniden birlik zamanı.

TEMMUZ
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye'nin küresel ısınma haritasını çıkardı. İstanbul, Kocaeli ve Güneydoğu'da sıcaklıkların şimdiden arttığı tespitini yapan kurum, küresel ısınmanın 2030 yılına kadar su kaynaklarını yüzde 40'nı tüketeceğini öngördü. "Küresel Isınmanın Türkiye'ye Etkileri" konulu sunumda, "Susuzluk stresli günler getirecek. Sıcaklık Akdeniz turizmini de vuracak" uyarısı yapıldı. Sunumda, küresel ısınmaya karşı başta temiz enerji ve toplu taşımacılığa geçiş olmak üzere Türkiye'nin yapması gerekenler de sıralandı. Türkiye biyolojik çeşitlilik bakımından en zengin ülkeler arasında. Ancak küresel iklim değişikliği sonucunda Kuzey Akdeniz'de bitkilerin yüzde 50 oranında kaybedileceği ve sulak alan ekosistemlerinin zarar göreceği de belirtiliyor.

Bilim insanları, Tuz Gölü'nün ''mucize bitkilerinin'' geliştirdikleri çok özel adaptasyonlarla tuzcul topraklardan suyu sökerek alabildiğini belirterek, çoraklığa dayanabilecek buğdayın tek türünün de dünyada sadece Tuz Gölü çevresinde bulunduğunu bildirdi. Türkiye'nin biyolojik çeşitliliği yönünden dünyanın zengin ülkelerinden biri olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ekoloji ve Çevre Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, , ''Avrupa kıtasında 11 bin bitki türü var. Türkiye'de ise bitki türü sayısı ise yeni bulunanlarla 12 binin üzerine çıkmıştır. 12 bin bitki türünün yüzde 30'u, yaklaşık 3 bin 500 tür sadece Anadolu'ya hastır, Tuz Gölü biyolojik çeşitlilik bakımından çok özel ve önemli bir habitata sahip. Sadece Tuz Gölü çevresinde bilinen, Türkiye'nin başka bölgelerinde bilinmeyen 38 adet endemik bitki türü var. Tuz Gölü'nün endemik bitkileri diğer bölgelerden farklı olarak tuza ve kuraklığa dayanıklı ırklar içerir. Bu türler hızla kuraklaşan ve çoraklaşan dünyamızda paha biçilmez bir genetik kaynaktır'' dedi. Tuz Gölü ''Özel Çevre Koruma Bölgesi'' olarak özel mevzuatla korunuyor. Bir başka DSI projesi olan Mavi Akım projesi ile havzalar arası su transferi ile ekosistemi bozulana kadar... Mavi Akım’ın gerçek yüzü Tuz Gölü’nün karabasanı...

AĞUSTOS
Türkiye'nin saklı cenneti olarak gösterilen Artvin'in Arhavi ilçesindeki Kamilet Vadisi'nin el değmemiş doğal yaşlı ormanları, bitki çeşitliliği, su kalitesi, yaban hayatı, tarihi köprüleri ve doğa harikası şelaleleri tehlike altında. HES'ler yapılmaya devam ederse bu güzellik ve zenginliğin yok olacağı bildirildi. Türkiye'nin ekolojik özellikleri en iyi korunan alanlarından birinin Kamilet Vadisi olduğunu açıklayan Artvin Çoruh Üniversitesi (AÇÜ) Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu; “Kamilet Vadisi'nin sarp topoğrafyası nedeniyle önemli bir bölümünde yol ağı bulunmuyor. Tamamen el değmemiş bu coğrafyada Doğu Karadeniz kuzey kesimi florasının önemli bir bölümü bulunmakta. Alan aynı zamanda Kafkasya ekolojik bölgesinin en bozulmamış doğal yaşlı ormanlarına sahip ve 300 yaşına ulaşan ağaçlar mevcut. Ekolojik özellikleri en iyi korunan ve temsil edilen bu alan, koruma değeri yüksek ormanlar sınıfında değerlendiriliyor. Vadideki bu saklı doğa Doğu Karadeniz'de bulunan karaca, çengel boynuzlu yaban keçisi, ayı, domuz, kurt ve tilki gibi büyük memeli hayvanlara da bir anlamda korunak oluşturuyor.” dedi. Vadi içerisinde 4 adet hidroelektrik santrali (HES) yapılması planlanıyor.

Akdeniz iklim özelliklerinin bulunduğu doğal ortamlarda kendiliğinden yetişebilen ve bir çeşit kaktüs bitkisi olan frenk yemişi dünyada büyük ilgi görüyor. Az tanınması dolayısıyla, frenk inciri, dikenli incir, mısır inciri gibi isimlerle de anılan frenk yemişinin Türkiye’de ekonomik bir pazarının bulunmamasına karşın, bu incirden İtalya başta olmak üzere İspanya, Yunanistan, Tunus gibi Akdeniz ülkelerinde doğrudan pazara yönelik kültür bitkisi olarak yararlanılıyor. Asıl vatanı olan Amerika kıtasında yer alan bu bitkinin meyvesi dışında, yaprak olarak bilinen yassılaşmış gövdesinden yemeği, salamurası ve reçeli yapılabiliyor, boya çıkarılabiliyor, hayvan yemi olarak kullanılabiliyor ve yamaç arazilerde erozyonu önleyen bir bitki olarak yararlanılabiliyor. Akdeniz sahil şeridindeki çiftçilerin bu bitkiden yararlanamamasını, "önemli bir kayıp" olarak değerlendiren uzmanlar, Organik tarıma en uygun bitkinin frenk yemişi olduğunu söylüyorlar. Ancak herşeyde olduğu gibi frenk yemişinde de şirazeyi kaçırmamak gerekiyor.

Rusya’da süren yangınların nükleer kirlilikten etkilenmiş bölgelere yaklaştığını haber veren Tarım Bakanlığı Federal Orman Koruma Ajansı’na bağlı internet sitesinin yayını kesildi. “Roslesozaşita” adlı devlet kurumunun sitesi, Çernobil faciasından etkilenen Bryansk bölgesinde ilerleyen 20 yangının ciddi bir risk doğurduğunu dünyaya duyurmuştu. Siteye dün girmeye çalışanlar, “Sistem hatası” veya “Site teknik nedenlerle erişime kapanmıştır” mesajıyla karşılaştı. Rusya Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu siteyi panik yaratmakla suçlamıştı. Ancak Greenpeace, sitede yayınlanan haberleri uydu görüntülerinden aldığı verilerle doğrulamıştı.

Günlerdir başta Greenpeace olmak üzere tüm ilgili sivil toplum örgütlerinin, "radyoaktif risk var" uyarılarını reddeden Rusya, kuşkuları bu kez doğrulamak zorunda kaldı. Moskova, ülkeyi saran yangınların Çernobil faciasının kirlettiği bölgelere sıçradığını sonunda itiraf etti. Associated Press haber ajansına konuşan Rusya Greenpeace temsilcisi Vladimir Chuprov, radyoaktif toz bulutlarının Rusya ve bölge ülkelerde yeni bir felakete neden olabileceği uyarısında bulunarak, "Tehlike hala devam ediyor" dedi. Rusya Çernobil'den sızan sezyum ve stronsiyum gibi tehlikeli radyoaktif maddelerle kirlenen ormanlarda başlayan yangınları hala söndürebilmiş değil. Rusya Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu, "Buradaki topraklar Çernobil santrali 4. reaktörünün 1986 yılında havaya attığı ve ayrışma sürecini tamamlamamış kirletici partiküllerle dolu" diyor. Moskova'da aşırı sıcak ve orman yangınları nedeniyle günde 700 ölüm vakası yaşandığını belirten yetkililer, morglarda ve hastanelerde ölüleri koyacak yer kalmadığını belirtiyor. Rusya’da bulunan Greenpeace gibi çevre örgütleri, komşu bölgelerden özellikle de Türkiye'den acil yardım istenmesi gerektiğini açıkladı.

Greenpeace eylemcileri, tehlike altındaki ormanların korunması talebiyle Polonya Çevre Bakanlığı'na pankart astı. Greenpeace Sözcüsü Katarzyna Guzek, eylemin, Polonya’nın doğusunda yer alan ve Avrupa’nın son geçmiş çağlardan kalma yaşlı ormanı olan Bialowieza’daki ağaç kesimini durdurmak için, hükümet üzerinde baskı oluşturmak amacıyla yapıldığını açıkladı. Guzek, Bialowieza ormanının sadece yüzde 17’sinin ulusal park olarak korunduğunu belirterek, hükümetin mobilya ve kağıt üretimi için ormanın geri kalan bölümünde ağaç kesimine izin verdiğini kaydetti.

Rusya'da yangınla mücadele ekipleri, 1986 yılında Çernobil faciasının meydana geldiği ülkenin batısındaki bölgeye yangınların sıçrayıp, tehlikeli radyoaktif maddeleri yeniden harekete geçirmesini önlemek için denetimlerini artırdı. Yetkililer, yüksek radyasyon oranlarının olduğu bölgelerde bazı yangınların olduğunu bildirdi. Rus ekoloji uzmanlarından Aleksandır İsayev de yaptığı açıklamada, ormanlık bölgenin zemininde kalan radyoaktif elementlerin büyük tehlike oluşturabileceğini belirterek, "Bu radyoaktif elementlerin karıştığı bir duman bulutu çok geniş bir coğrafyaya yayılabilir" dedi.

Son 130 yılın en sıcak yazını yaşayan Rusya’da 194 bin hektarlık alana yayılan ve 48 gündür süren orman yangınları kontrol altına alınamıyor. Dumanlar yeryüzünden 15 bin metre yükseldi. Bryanks bölgesinde 1986’daki Çernobil nükleer santrali faciasından kalan radyoaktif madde birikimi bulunuyor. Bilim insanları yeni bir nükleer facia yaşanmasından çekindiklerini belirterek, “Yangın radyoaktif madde birikiminin bulunduğu bölgelere ulaşırsa, Çernobil küllerinden doğabilir” diyerek tehlikeye dikkat çektiler. Ukrayna’nın Kiev kentindeki Çernobil Santrali’nin 4 numaralı reaktörü 26 Nisan 1986 günü patlamıştı. Faciada, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombaların 100 katı kadar radyasyon havaya karışmış, kazada resmi açıklamalara göre 31 kişi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO)ün verdiği bilgiye göreyse 4 bin kişi hayatını kaybetmişti. Radyoaktif bulutlar, rüzgarın da etkisiyle Güney Afrika’ya kadar ulaşmıştı. Türkiye’de de Trakya ve Karadeniz’de etkileri görüldü ve görülmeye devam ettiği söyleniyor, en azından daha yeni, unutulmuş bir radyoaktif çay mezarı, ortaya çıkarılmıştı.

Rusya'da çıkan orman yangınları kontrol altına alınamıyor. Resmî verilere göre, şu ana dek 48 kişi hayatını kaybetti. Uluslararası yardım örgütü Caritas, ölü sayısının daha fazla olabileceği görüşünde. Yangından en çok etkilenen bölgelerin başında Moskova'nın 400 kilometre kadar doğusundaki Nişni Novgorod geliyor. Ancak asıl tehlike, ormanlara yakın sahalara konumlanmış nükleer santraller çünkü orman yangınları nükleer noktaları tehdit etmeye başladı. Yangınlar ülkenin federal nükleer programının merkezlerinden biri olan Saratov’da kontrol altına alınamıyor. Rusya’da “kapalı kent” olarak bilinen bu alanda nükleer deneme poligonları var. Nükleer araştırma laboratuarları nükleer başlıkları tasfiye etme ve dönüştürme fabrikaları ve daha birçok tesis bulunuyor. Sadece tesisler değil atıklarda aynı bölgelerde. Buradaki rüzgârlar yangının kontrol altına alınmasını güçleştiriyor. Yangınlar giderek büyük nükleer santrallere yaklaşmaya başladı. Acil Durumlar Bakanı Sergey Şoygu, nükleer santralin çevresindeki ormanlık alanların temizlenmeye çalışıldığını söyleyerek alandaki yangını kontrol altına almak için ek birliklerin yollandığını, ancak rüzgârın söndürme çalışmalarını güçleştirdiğini bildirdi. İnsanın doğa güçleri karşısında ne kadar küçük olduğunu anladığımız gün belki teknolojik kibrimizden vazgeçer küresel ısınma ile ilgili hızlı adımlar atarız.

Protestolara rağmen Endonezya’nın en büyük palmiye yağı üreticilerinden olan Sinar Mas, Greenpeace'in gözlemlerine göre yağmur ormanlarına zarar vermeye devam ediyor. Temmuz başından itibaren önemli ekolojik değere sahip olan yağmur ormanlarındaki faaliyetlerini sona erdireceğini belirten firmanın sözünde durmadığını Endonezya’nın Jakarta bölgesinde açıklayan Greenpeace, temmuz başında batı Borneo'da havadan çekilen fotoğraflarla yağmur ormanında çalışmakta olan iş makinelerini tespit etti.

EYLÜL
Her ne kadar et yenmesini, hele de fast food'u onaylamasam da Burger King'den olumlu bir haber. Fast food zinciri yağmur ormanlarını yok ettiği suçlamasıyla Endonezyalı Sinar Mas şirkettinden palm yağı alımını durdurdu. Sinar Mar şirketlerini, orangutanlar ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan diğer türlerin yaşam yeri yağmur ormanlarını yok etmekle suçlayan Greenpeace, Burger King’in kararını doğru buldu. Greenpeace kampanyacısı Bustar Maitar, Cargill, Pizza Hut ve Dunkin’ Donuts gibi diğer büyük şirketlere Burger King’in yolundan gitmesi çağrısında bulundu. Unilever, Nestle ve Kraft Foods daha önce Sinar Mas ile ilişkisini kesmişti.

Tüm dünya sera gazı emisyonlarını azaltmak için çeşitli yollar üzerinde tartışadursun, Ekvator eşi olmayan bir girişimle basit bir mesaj iletiyor: “Henüz çıkarılmamış petrolü yeraltında bırakın”. Ekvador bu girişimle sadece çok sayıda bitki ve hayvan çeşitliliğini barındıran Yasuni Milli Parkı olarak bilinen vahşi orman rezervlerini korumakla kalmıyor aynı zamanda bu orman rezervinin barındırdığı ve ülkenin sahip olduğu ham petrolünün % 20'sini de korumaya kararlı. Ekvador hükümeti 200.000 hektarlık Yasuni milli parkında sondaj yapılmaması karşılığında zengin devletlerden, vakıflardan ve bireylerden 3.6 Milyar Dolar bağış yapmalarını istiyor. Başkan Rafael Correa, “Eğer Yasuni bölgesindeki petrol çıkartılırsa bu tutarın iki katı fazla kazanç elde edilir” diyerek bunun yeni bir tür koruma girişimi olduğunu belirtti. Yetkililer yeterli destek bulamayabileceklerinin farkındalar ancak eğer bu yöntem işe yararsa, Ekvador, 407 milyon ton karbondioksitin atmosfere karışmasını önleyecek.

Dünya yüzölçümünün üçte biri et üretimi nedeniyle çölleşirken, dünya okyanuslarının yarısından fazlası aşırı avlanma nedeniyle ekolojik çöküş noktasına yaklaşıyor. Et tüketimi, küresel ısınma, çölleşme, yağmur ormanlarının kaybı ve asit yağmurları gibi dünyanın şu an karşı karşıya olduğu büyük çevresel felaketlerin hepsiyle yakından ilgili. Yağmur ormanları büyükbaş hayvanların otlatmasına ayrılmak üzere hızla yok edilmekte. Her bir büyükbaş hayvan günde en az 60 litre metan gazı üretiyor. Öte yandan azot, karbondioksitten 270 kat daha fazla küresel ısınmaya neden olan etkili bir gaz ve büyükbaş hayvan gübresiyle topraklara yayılıyor. Birçok ülkede artık su sıkıntısı çekiliyor. 1 kilogram tahıl üretmek için 200 litre su gerekliyken, 1 kilogram et üretmek için ise, 20.000 litre suya ihtiyaç var. Ete olan talep arttıkça, yeraltı suları büyük ölçüde daha da fazla et üretmek amacıyla tüketiliyor. Bir etobur, 20 vejetaryen insanın beslenmek için kullandığı alan kadar tarla ve mera kullanıyor.

EKİM
Boğaziçi’ne 3. köprü için belirlenen güzergâhın Avrupa yakasındaki ayağı Sarıyer ilçesine bağlı Garipçe köyünde yapılması panlanıyor. Anadolu yakasındaki ayak ise Beykoz’a bağlı Poyrazköy’de. Güzergâhın açıklanmasından bu yana Sarıyer’de 3. köprüye karşı eylemler sürerken Beykoz’daki suskunluk dikkat çekiyor. Konunun Sarıyer ilçe belediye meclisinde tartışılmasına ve “köprüye karşı direniş kararı” çıkmasına karşın Beykoz Meclisi gündemine aylardır alınmamasına ve belediye yöneticilerinin karşı tutum sergilememelerine, ilçe halkının kayıtsız kaldığı belirtiliyor. Uzmanların saptamalarına göre, 3. köprü ve bağlantı yolları en fazla Beykoz ilçesinde tahribat yaratacak. Köprüden ötürü tehlike altındaki ormanların yüzde 70’i Beykoz’da; yollar için kesileceği belirlenen 2 milyon ağaçtan 1.4 milyonu da yine Beykoz ormanlarından yok edilecek.

Almanya'nın Stuttgart kentinde ana tren istasyonunun yeraltına kaydırılmasını öngören “Stuttgart 21” adlı projeye karşı düzenlenen protesto gösterisine polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etti. Kurtarma ekiplerinin verdiği bilgiye göre, yaklaşık 300 kişi gözlerine temas eden gaz sonucu hafif şekilde yaralandı. Buna tepki gösteren muhalefet partileri soruşturma istiyor. Projenin, kentin çehresini olumsuz yönde değiştireceği ve çevredeki ağaçlık alanların yok edilmesine neden olacağı gerekçesiyle haftalardır düzenlenen protesto gösterisine sivil toplum örgütleri de destek veriyor. Polisin ön uyarı yapmadan göstericilerin barikatını dağıtmak için şiddete başvurmasıyla gelişen olaylar Berlin'de büyük yankı buldu. Yeşiller partisinin meclis grup başkanı Volker Beck, yaptığı açıklamada, göstericiler arasında yaşlılar ve çocuklar da bulunduğuna dikkat çekerek “Bir devlet çocuk ve yaşlılarla birlikte çoğunluğa karşı tazyikli su ve biber gazı ile mücadele ediyorsa, çizgiyi aşmış demektir, bu şekilde demokratik hukuk devletine zarar veriliyor” dendi. Kaynaklar ve yeşil azaldıkça devletlerin otoriterleşeceği görülüyor... şiddet ve sansür dolu bir geleceğin resmi çizilirken biz ne yapmayı düşünüyoruz? Atacak adımınız yok mu?

GDO’lu ürünler, nükleer santraller, ormanların katline yol açan köprü ve yol projeleri derken gezegenimizin ömrünü kısaltıyoruz. Neyse ki dünyada tüm bunlara karşı duyarsız kalmayan, kalamayan milyonlarca insan var. Bu insanlardan bir kısmı 2 Ekim Cumartesi günü yani yarın akşam saat 20:00’da “3’üncü köprüye hayır” diyecek. Ellerindeki mumlarla İstanbul’daki sahiller başta olmak üzere tüm sahillerde bir saat boyunca eylem yapacak olan Istanbul Halkı, 3. köprünün yapımıyla yok olacak 680 ha doğal sit alanı, 931 ha tarım alanı ve 2,5 milyondan fazla ağaç barındıran 1453 ha’lık orman alanına dikkat çekmeyi amaçlıyor.
2 Ekimde 3. Köprü’ye Karşı 2 milyon İstanbullu Eyleminde Greenpeace de Galata Köprüsünde olacak.

KASIM
Bazı bitkilerin yeryüzünü ısınmayı engelleyerek serinlettiği tespit edildi. İngiltere’nin Bristol Üniversitesi araştırmacıları bazı bitkilerin yaz sıcaklıklarını ayrıca 1 derece santigrat düşürebileceğini tespit etti. Bitkiler parlak yüzeyleri ya da çok ince kılcıklarıyla güneş ışınlarını yansıtarak enerjinin bir kısmını bulundukları çevreden uzaklaştırabiliyor. Örneğin Aloe Vera bitkisinin yüzeyi güneş enerjisini büyük ölçüde yansıtma gücüne sahip bulunuyor. Araştırma grubundan Joy Singarayer, bazı tahıl türlerinin de aynı özelliğe sahip olduğunu söyledi. Araştırmacılar büyük alanlara dikilecek bu tür bitkilerin bazı bölgelerdeki aşırı sıcakları aşağıya çekebileceğini düşünüyor. Küresel ısınmaya çare olmasa da biraz serinlemek isteyenlere tavsiye...

Programın sonunda yine bir duyurumuz var; İstanbul'un 2 milyon ağacını kurtarmak için başlatılan 2 Milyon İstanbullu kampanyası kapsamında 6 Kasım’da bu kez Galata Köprüsü üzerinde bir buluşma var. 6 Kasım Cumartesi günü saat 20:00'de Galata Köprüsü’nde mumlarla yapılacak etkinliğin ardından bir basın açıklamasıyla 3.köprünün İstanbul için bir çözüm değil sorun olduğu bir kez daha vurgulanacak. 2 Milyon İstanbullu Hareketi, her köprü gibi 3. Köprünün de kendi sorunlarını oluşturacağını ifade ediyor. İstanbul'un üzerine yeni yerleşim ve ulaşım baskısı oluşturarak kentin kontrolsüzlüğünü arttıracak olan 3.köprü projesi, günü kurtarmaya yönelik bir proje olarak, uzun vadede çözümü mümkün olmayan sorunları da beraberinde getiriyor. “Trafiği azaltmak için köprü”, “Enerji ihtiyacı için HES, Nükleer ve Termik santral” gibi söylemler ve bu söylemlerin şekillendirdiği politikalar geçmiş yüzyılın politikalarıdır diyen 2milyonistanbullu.org, “Alternatifin toplu taşımada olduğunu olduğunu biliyoruz. Ama bu alternatiflerin neden değerlendirilmediğini anlamıyoruz. Sesimizi duyurmak için de herkesi 6 Kasım'da Saat 20:00'de Galata Köprüsü üzerinde yapacağımız basın açıklamasına davet ediyoruz.” diyor.

Dünyada sadece Tuz Gölü çevresinde yetiştiği belirtilen ''tuzcul ve kuraklığa dayanıklı endemik bitkiler'' bilim adamlarınca izlemeye alındı.
Ankara Üniversitesi Ekoloji ve Çevre Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latif Kurt, Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu tarafından başlatılan ''Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi Habitat ve Tür İzleme Projesi” kapsamında Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesindeki tür ve habitatların sınıflandırılmasının, tür ve habitatlara karşı tehditlerin ve koruma önlemlerinin ortaya konulmasının amaçlandığını belirtti. Kurt, “ Yaptığımız çalışmalarda 38 adet endemik bitki türü tespit ettik. Tuza ve kuraklığa dayanıklı ırklar içeren bu türleri, hızla kuraklaşan ve çoraklaşan dünyamızda paha biçilmez bir genetik kaynak olarak düşünüyoruz'' dedi.

Türkiye'de birçok alanda tercih edilen güneş enerjisini keşfeden Anadolu insanı, kendisine hem kolaylık hem de ekonomik tasarruf sağlayan güneş enerjisi ile çalışan sistemleri tercih ediyor, köylerde özellikle güneş enerjisiyle çalışan su ısıtma sistemleri daha da yaygınlaşıyor. Orta Anadolu'nun tarım ve hayvancılığın yanında ormancılık faaliyetlerinin de yapıldığı Yozgat'ta, orman köylerinin ormanlık alanlardaki baskısını azaltmak amacıyla 2006 yılında pilot köy ilan edilen 4 köydeki 16 haneye güneş enerjisi kuruldu. Güneş enerjisiyle çalışan su ısıtma sisteminden köylülerin memnun kalması ise bu konudaki talebi artırdı. Yozgat İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, Or-Köy kapsamında 2006-2009 yılları arasında il genelinde 31 köydeki 805 haneye güneş enerjili ısıtma sistemi kurdururken bu yıl 16 köyde 462 konuta daha güneş enerjili su ısıtma tesisinin kurulmasını planladı. Orman köylerindeki bu gelişme diğer köyleri de harekete geçirdi. İl genelindeki köylerin tamamına yakınında güneş enerjili ısıtma sistemi kullanılmaya başlandı. Yozgat kırsalında güneş enerjisi sadece su ısıtma sisteminde kullanılmıyor. Bozok Üniversitesi öğrencileri tarafından yapılan ve İzmir'de yarışmaya katılan güneş enerjisiyle çalışan otomobili geliştirme çalışmalarının yanı sıra, güneş enerjisinden yararlanılarak sulama, okulun elektrik enerjisini karşılama gibi sistemlere yönelik çalışmalarda yürütülüyor. Yozgat Güneş atılımında... İstanbul ve Ankara nerede?

Doğadaki biyolojik çeşitliliğin azalmasında, yaşam alanı kaybı ve iklim değişikliğinin yanı sıra yabancı türlerin etkileri de büyük rol oynuyor. Almanya’daki Senkenberg Araştırma Merkezi’nden Dr. Carsten Nowak, çoban değneği adlı bitkinin oldukça geniş ve saldırgan bir yapıya sahip olduğuna işaret ediyor. Esasında bitki tabii ki saldırgan değil, sadece ona alışık olmayan yeni yaşam alanında bitkinin yayılmasına engel olacak başka destek bitki ve hayvanları mevcut değil. Umuyorum Dr. Nowak gibi bilim adamları bu saldırganlık söylemi dışına zaman içinde çıkabilirler. Dr Nowak’a göre: " Japon çoban değneği Almanya’da görülen en zararlı ve istilacı bitkilerden biri. Avrupa’ya iki yüz yıl kadar önce bir süs bitkisi olarak getirildi. Şimdi ise nehir yataklarını kaplıyor ve yerli bitkileri yerlerinden ediyor. Kökleri 3 metre derine kadar uzanabiliyor. Bozuk kökler yeniden baş verdiğinden, bu bitkiden kurtulmak neredeyse imkânsız.” Burada suçu bitkide bulmak kolay ancak esas suçlu bitkiyi anavatanından koparıp getiren insan. Bu arada hayvanat bahçeleri için anavatanından koparılan ama kaçmayı başaran bir başka tür de Mısır kazı isimli kuş. Mısır kazının uzun vadeli etkilerini bilim adamları da tam olarak kestiremiyorlar. Bazen yabancı bitki ve hayvanlar, nüfus patlamasına yol açabiliyor. Yabancı türlerin neden olduğu zararlar Alman tarımına her yıl yaklaşık 25 milyon euroya, Avrupa’ya ise 12 milyar euroya mal oluyor. Daha başında bu zararın önüne geçmek, masrafları azaltıp, doğal hayatın korunmasına yardımcı olabilir. Bunun yolu da yabancı dediğimiz türleri anavatanından koparp getirmemek.

Yeşiller Partisi,Kresel Eylem Grubu, 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu ve Greenpeace üyeleri yapılmasına karşı çıktıkları 3’üncü köprünün 2 milyon ağacı yok edeceği gerekçesiyle bu hafta sonu Galata Köprüsü’nde mumlu eylem yaptı. “2 milyon ağaç için 2 milyon İstanbullu” kampanyası çerçevesinde dün akşam Galata Köprüsü’nde bir araya gelen vatandaşlar, “3. Köprü çözüm değil” yazılı pankart açtı. Eylemciler açıklamaların ardından yanlarında getirdikleri mumları köprünün korkuluklarına dikti. Grup, köprünün Eminönü ayağına kadar yürüdükten sonra sessizce dağıldı. Hükümet politikalarının bu dönemde çevreye büyü zararlar vermesi nedeniyle sivil toplum örgütlerinin güçlerini birleştirdiklerini görüyoruz. Umuyoruz bu hareket büyüyerek devam eder.

ARALIK
Türkiye'de 15 yeni orkide türü buldu. Fakat bu orkidelerin geleceği karanlık. Türkiye’de tam 170 orkide türü var. Ancak önlem alınmazsa 40’ı endemik, 60 tür bir-iki yıl içinde yok olacak. Nedeni, orkidelerin ya salep, Maraş dondurması ve afrodizyaklar için ya da bilgisizlikten kökünden sökülmesi. Türkiye’de yılda 120 milyon orkide sökülüyor. Dünyada orkide sadece Türkiye’de sökülüyor ve 50 milyon orkide iç piyasada kullanılıyor gerisi ihraç ediliyor.

Greenpeace Uluslararası Direktörü Kumi Naidoo, Dünyada sadece 2010’da yaşanan olayların bile politikacıların çocuklarımız ve torunlarımızın geleceği üzerinde poker oynandığının göstergesi olduğunu söyledi. Naidoo, iklim değişikliğinde en büyük sorumluluğu almayan yanaşmayan ABD’de, kamuoyunu etkilemek için milyonlarca dolar saçan fosil yakıt kullanan sanayilerle, bunlara destek veren medya arasındaki gizli ittifaka karşı bir mücadele verdiklerini söyledi. Çevreye en çok zarar veren ve iklim değişikliğine neden olan şirketlerin Amerika’dakiler olduğunu kaydeden Naido, “Örneğin, Kor petrol grubu. Bunlar iklim konusunun önündeki en büyük engellerden biri. Veya dev bir gıda şirketi olan Cargill, soya üretimi yüzünden Amazon ormanlarının yok olmasındaki en önemli aktörlerden biri. Fakat ürünlerini doğrudan halka sunmadıkları için bu şirketlere karşı savaşmak çok daha zor olabiliyor” dedi. Greenpeace’in Mahatma Ghandi veya Martin Luther King gibi isimlerin mirasından birçok ders çıkardığını, barışçıl mücadele ve sivil direniş gibi yöntemlerle insanların ellerindeki gücün farkına varmalarını sağladığını belirten Naidoo, “Bilim değişmez ama politika değişir. Örneğin iklim konusunda politikaları değiştiremiyorsak, o zaman politikacıları değiştirmeli. Bu mesaj belki de onların artık gerçek ve yapıcı kararlar almalarına neden olabilir” dedi.

Bu arada Israil’de var olan zaten avuç içi kadar ormanlar cayır cayır yanmaya başladı kuraklık nedeniyle... kıyamet alametleri bunlar diyenlere hak vermemek elde değil ama işte kıyametse de getiren biziz başımıza. Türkiye iki söndürme uçağı göndermiş diye duyduk ne güzel ancak gerçekten dünya ya yardım etmek istiyorsak yapacağımız kömürde ve petrolden vazgeçmek ve güneşe yönelmek olmalı. Yoksa o güneş işte cayır cayır yakacak...

300 milyon yıl önce dinozorların ortaya çıkmasında yağmur ormanlarının seyrekleşmesinin etkili olduğu iddia edildi. Bu dönemde Kuzey Avrupa ve Avrupa kıtaları ekvator çizgisi yakınlarında yer alıyordu ve yağmur ormanlarıyla kaplıydı. Ancak aynı dönemde yaşanan küresel ısınma sonucunda bu ormanlar ciddi miktarda azaldı. Bu yaşam ortamında yaşayan sürüngenlerin bir kısmı evrimleşerek dinozor halini aldılar. İlgilenenler araştırmayı Geology adlı dergide okuyabilirler.

 Sera gazı salımlarının azaltılması ve küresel iklim değişikliğinin önlenmesi amacıyla Cancun'da yapılan zirveye gelen 15 bin kadar delege ve çevrecinin Meksika'ya uçuşu, transferleri, otel ve yemeklerinin yol açtığı sera gazı salımının, ortalama bir Afrika ülkesinin iki haftalık sera gazı emisyonuna eşit olduğu belirtiliyor. Konferansı düzenleyenler, bu emisyonu telafi etmek için çiftçilere ormanları korumaları için fon sağlanacağını açıkladı. Bunun yanı sıra, 43 milyon dolara mal olan ve 10 Aralık'ta sona erecek konferansa katılanlardan arta kalan atıkların dönüştürüleceği belirtiliyor. Ancak bunların en yakın atık dönüştürme tesisine gönderilmesi için 1300 kilometre yol kat etmesi gerekiyor. Kopenhag'da geçen sene yapılan iklim konferansında atmosfere salınan karbondioksit miktarı, 5 bin ton olmuştu. Tabii bu miktarlar konu Amerika Birleşik Devletleri ve Çin salımları olunca bahis konusu bile değil.

İstabul Boğazı'na üçüncü köprü yapılmasına karşı olanlar Kadıköy'de bir araya geldi. Yetmişin üzerinde dernek, demokratik kitle örgütü ve siyasi partinin bir araya gelerek oluşturduğu Üçüncü Köprüye karşı Yaşam Platformu'nun Kadıköy’de düzenlediği miting renkli görüntülere sahne oldu. Aynı zamanda doğayı talan yasalarına, termik santrallere, HES’lere, kentsel dönüşüme ve suyun ticarileştirilmesine karşı da mesajların da verildiği miting, büyük bir buluşmaya dönüştü. TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu adına Prof. Dr. Beyza Üstün ve Tozkoparanlılar Derneği adına Ömer Kiriş de birer konuşma yaptı. Miting esnasında, Loç Vadisi'nden kovulan kepçelerin tekrar çalışmaya başladığı duyurulunca alandan protesto sesleri yükseldi. Konuşmaların ardından İlkay Akkaya ve Bandista’nın şarkıları ile destek verdiği mitingde, İstanbul’daki çok sayıda STK, dernek ve siyasi partinin yanı sıra Bursa, Yalova, Gerze, Hemşin, Loç Vadisi, Bergama ve Karadeniz’in çeşitli yerlerinden de katılanlar oldu.

Aralarında Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu ve Yeşiller Partisi’nin de olduğu çok sayıda siyasi parti, meslek odası ve çevre örgütü, 26 Aralık’ta yani bu Pazar günü Kadıköy mitinginde bir araya geliyor. Kadıköy mitingi, Üçüncü Köprüye, Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma’ma’ Yasası’na ve doğayı tahrip eden diğer yatırımlara karşı çıkmak amacıyla düzenleniyor. 26 Aralık Pazar günü 12:00'de Kadıköy’de, Tepe Natilius’un önünde toplanacak STK’lar arasında yok yok. Gezegenin Geleceği’ni dinleyen herkes de davetli. Peki ya onları dinleyecek hükümet nerede? Hükümet ne zaman STK’ları dineyecek?

Yeni yıl yaklaşırken, yılbaşı kutlamalarında kullanmak amacıyla ormandan çam kesenleri ağır cezalar beklediği bildirildi. Kırklareli İl Orman İşletme Müdürü Şahin Aybal, yılbaşı öncesi kaçak çam ağacı kesimlerini önlemek için ormanlarda denetimlerin arttırıldığını belirterek, Kırklareli'nde ormanları 5 gözetleme kulesi ile 24 saat gözetim altında tutmak amacıyla 8 ekibin görev yaptığını bildirdi. Ormanların korunması ve kaçak kesimleri önlemek amacıyla 33 orman muhafaza ekibinin görev başında olduğunu belirten Aybal, ekiplerin çam ağaçlarının bulunduğu bölgelerde yoğunlaştırıldığını ve kaçak kesimlere yönelik uyarılar yapıldığını ifade etti. Kanunsuz kesim yapanları gören ya da duyanlar Alo 177 ‘yi arayarak ihbar yapabilirler. Kanunsuz yılbaşı çamı kesenler yakalanırsa 3 ile 5 yıl arasında değişen hapis cezaları ile karşı karşıya gelecekler. Yılbaşını süslemek için çam kesenler yeni yıla hapiste girebilir. Şüphesiz yılbaşını kesilmiş bir çamla kutlamaktan başka yollar da var.

Asya’da yoğun olarak kullanılan ağaçtan yapılan yemek çubukları, anavatanı Çin’de protesto edildi. Greenpeace üyesi bir grup Çinli tarafından Başkent Pekin’de düzenlenen eylem için 84 bin kullanılmış yemek çubuğu toplandı ve bu yemek çubuklarıyla ağaçlar yapıldı. Protestocular, Çin’de her yemekte yeni ağaç çubukların kullanılmasıyla milyonlarca ağacın katledildiğini söyledi. Eylemde, tek sefer kullanılan bu yemek çubukları için çok sayıda ağacın kesildiğini belirtilerek, yıkanıp tekrar kullanılabilen yemek çubuklarının kullanılması gerektiğini dile getirildi. Sadece 2009 yılında Çin’de 57 milyar çift yemek çubuğu imal edildiği belirtildi. Bunun için de yaklaşık 4 milyon ağaç kesildiği tahmin ediliyor.

Loç Vadisinde yapılması planlanan HES’lere karşı bölge halkının yürüttüğü protesto eylemleri İstanbul’da sürüyor. HES’leri yapacak şirket genel merkezinin bulunduğu binanın önünde oturma eylemi gerçekleştiren LOÇ halkı şirket projeden vazgeçinceye kadar eylemlerini sürdürecek. Bilirkişi raporuna göre proje, Kastamonu Loç vadisi milli park alanına dahil olmayan bir alanda planlanmasına rağmen, milli park ile aynı havza içerisinde yer aldığından projenin gerçekleştirilmesi halinde havza ekosistemi bütünlüğüne uzun dönemde zarar verecek nitelikte. Projeye göre, bölge içerisinde yapımı planlanan HES projesi, 4 bin 800 metre boyunca Devrekani Çayı’ndaki suyun en az yüzde 85’ini tüneller içine alacak. Oysa 305 önemli doğa alanı ve 122 önemli bitki alanı olarak mutlak korunması gereken Loç Vadisi, 16’sı nesli tükenme tehlikesinde olan 29 endemik bitkiye ev sahipliği yapıyor. Salıpazarındaki şirket binası önünde yağmur demeden, kar demeden nöbet tutan eylemciler her gün mesai saatiyle eyleme başlayıp akşam mesai bitiminde şirketin önünü terk ediyorlar. Protestolarının barışçı niteliğine dikkat çeken eylemciler amaçlarının sadece yaşam alanlarını korumak olduğunu söylüyorlar. Gün boyunca ziyaretçilerin eksik olmadığı eyleme her kesimden, özellikle benzer HES projeleri kapsamında tehdit altında yaşayan bölgelerden büyük destek var.

Türkiye ile Libya arasında “Çevre ve Ormancılık Alanında İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Anlaşmayı iki ülkenin çevre bakanları imzaladı. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, Libya heyeti ile yapılan görüşmelerde taşkın, kuraklık, deniz kirliliği, iklim değişikliği, meteoroloji faaliyetleri, çevresel etki değerlendirilmesi, tabiat ve biyolojik çeşitliliğin korunması, ağaçlandırma ve erozyon kontrolü konularında işbirliği yapılmasının kararlaştırıldığını ifade etti. Çöllerden gelen tozlar, rüzgar erozyonu konularında Türkiye, Suriye, Katar, Irak ve İran ile kurulan çalışma grubuna Libya'nın da dahil edileceğini söyleyen Eroğlu, Libya’nın aynı zamanda Akdeniz Bölgelerindeki İklim Değişikliği ile Mücadele Grubu'na katılacağına dikkat çekti. Libya Sağlık ve Çevre Bakanı Mohammed Mahmud El-Hegazzi ise imzalanan işbirliği anlaşmasının ilişkileri güçlendireceğini kaydederek, heyetler arasında yapılan görüşmelerde iklim değişikliği, ormanların geliştirilmesi, su-hava kirliliği ve sanayi-tarımsal atıklar ile mücadele konularının ele alındığını kaydetti. Artık Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda güçlü adımlar atması gerek yoksa çölleşme probleminin önüne geçmesi mümkün olmayacak.

Meksika Cancun sonrası yansımalar devam ediyor. Neredeyse bütün tarafar iklim değişikliği tehlikeli sınıra gelmeden devletlerin anlaşmasının hâlâ zor olduğu ancak artık imkansız olmadığı görüşünde. Cancun’da hükümetler, bilimsel verilere uygun olarak 2020’ye dek yüzde 25-40 salım azaltımına gitmeleri gerektiği konusunda hemfikir. Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ve ormansızlaşma ile mücadele etmeleri için bir iklim fonu oluşturulması ve tropikal ormanları, yerli halkların haklarını ve biyoçeşitliliği koruyan bir mekanizmanın kabulü, olumlu gelişmelerdi. Cancun’da bir ivme yakalandığını ama, hedefe henüz ulaşılmadığı değerlendirmesini yapan Greenpeace Akdeniz sözcüsü Emel Türker, gelecek yıl Güney Afrika’da Durban’da yapılacak görüşmelerde, ülkelerin yeşil bir ekonomi oluşturmalarını ve dünyayı kirletenlerin sorumlu tutulmalarını sağlayacak küresel bir anlaşma imzalanması gerektiğini söyledi. Türk Delegasyonu Baş Müzakerecisi Rende ise istediklerini elde ettiklerini iddia ederken, Türker görüşmeler süresince Türkiye hükümetinin binde 4’lük sera gazı salımı ile tarihsel sorumluluk sahibi olmadığını belirtmesiyle, görüşmelerdeki olumlu havanın dışında kaldığının altını çizdi ve, “Şu anda sera gazı salımlarında 194 üyeli BM ülkeleri içinde 19. kirletici ülke olduğumuzdan, bundan sonraki ‘tarihsel sorumluluk’ sürecinde en sorumlu ülkelerden olacağımızdan söz edilmedi. Türkiye bir an önce sorumluluklarının farkına vararak iklim politikasını değiştirmelidir” dedi.

Manisa’nın Çaldağ beldesindeki nikel madeninin işletme haklarını alan ve beldedeki ormanlık alana vereceği zarar konusunda tepkiyle karşılaşıp, tahsis için izin almada sorun yaşaşan European Nickel Madencilik (ENK), yatırımlarını Filipinlere kaydıracağını duyurdu. Türkiye’de 300 milyon doların üzerinde yatırım planlayan ENK, Çaldağ’daki madenle bağlantılı olarak orman tahsisi için izinler konusunda gereken bekleme süresi içinde Filipinlerde Acoje nikel projesine ilişkin nihai fizibilite çalışmalarını hızlandırdığını açıkladı. Şirketin bu kararı almasında Turgutlu, Akhisar, Salihli halkı ve kurumların baskısı etkili olurken, Çaldağ da üretim süresince kullanılması söz konusu olan 800 bin tanker dolusu sülfürik asitin etkisinden kurtuldu. Bu sefer şirket sülfürik asiti Filipinler’de kullanacak. Sevinsek mi üzülsek mi bilemedim. Gediz Havzası’nda kurulacak nikel madeni çevre katliamına neden olacaktı şimdi katliam Flipinlerde gerçekleşecek. Bu arada tehlike de sürüyor çünkü yetkililer Çaldağ’dan vazgeçmediklerini ancak orman tahsis izni çıkana kadar zaman kaybetmemek adına bu karara vardıklarını bildirdi.

Edirne'de, okul ve öğrencilerden 246 ton 457 kilo kullanılmış kitap, defter ve atık kağıt toplanarak 4 bin 189 ağacın kurtarıldı. Bu arada, bir ton atık kağıt 17 ağacın hayatını kurtarıyor. İlgili bir haber de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'dan; Arınç, Manisa'nın Yuntdağı bölgesinde katıldığı bir fidan dikme töreninde " Ağaç dikmek büyük bir ibadettir. Ülkemiz için yapılacak en hayırlı hizmetlerden biridir'' demiş. Atık kağıtları tekrar değerlendirmek çok güzel ancak ağaç dikerek vicdan temizleme işi artık abartılmaya başlandı. Çevrecilik sadece ağaç dikmekle özdeşleştiriliyor. Diğer yandan 3. köprü için 2 milyon ağaç gözden çıkarılıyor... yerine yenisini dikeriz ne olacak zihniyeti hakim. 4 bin ağacı kurtarmak için çaba sarf eden yetkilileri, ağaç dikmek büyük ibadettir diyen yetkilileri, 2 milyon ağacı kurtarmak için de yetkilerini kullanmaya davet ediyoruz. Konuyla ilgili http://www.2milyonistanbullu.com/ adresini ziyaret edebilir ve bu konuda yürütülen kampanyanın geniş kitlelere yayılmasını sağlayabilirsiniz.

Yine yaratıcı bir eylemle Greenpeace, iklim değişikliğinin oluşturduğu tehlikeye dikkat çekmek için dünyanın çeşitli yerlerindeki önemli yapıların modellerini Meksika'da denize batırdı. Meksika'nın Cancun kentindeki Birleşmiş Milletler (BM) İklim Konferansı'nın son günlerinde Greenpeace üyeleri, aralarında, Özgürlük Anıtı, Tac Mahal ve Eyfel Kulesi'nin de bulunduğu dünyaca ünlü yapıların modellerini suya batırdı. Çevre örgütü, yarısı suya batmış yapılarla, eğer tedbir alınmazsa karşı karşıya kalacağımız tehlikeyi bir kez daha hatırlattı. Türkiye de suların yükselmesinden etkilenecek ülkeler arasında. Eğer yeterli düzenlemeler yapılmaz ve önlem alınmamaya devam ederse İstanbul'da da Beylerbeyi Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi, Kız Kulesi gibi tarihi yapıların sular altında kalacağı belirtiliyor. Eylemle ilgili konuşan Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naido, "Greenpeace, liderlere iklim değişikliğinin şu anda gerçekleşmekte ve yüzlerce insanın yaşamına mal olan etkilerini hatırlatıyor. Liderlerin bir iklim fonu oluşması, ormanlarımızın korunması ve hukuki bağlayıcılığı olacak adil bir anlaşmanın oluşturulabileceği bir sonraki zirve için acilen harekete geçme şansları var." dedi

Sınıflandıran: Banu Koç

Hiç yorum yok: