26 Aralık 2011 Pazartesi

2010 Gezegenin Geleceği Alamanağı - Organik Tarım ve GDO Haberleri - Banu Koç

 Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç

OCAK
Financial Times, Avrupalı markalar H&M, C&A ve Tchibo’nun, organik pamuktan yapıldığını söylediği ürünlerinde gerçekte genetiği değiştirilmiş pamuk kullanıldığını yazdı. Bağımsız bir labarotuvar, ürünlerin %30’unda genetiği değiştirilmiş pamuk bulduklarını açıkladı. Bu ürünlerin üretildiği yer Hindistan. Dünyanın organik pamuk ihtiyacının neredeyse yarısı Hindistan'dan karşılanıyor. Bağımsız denetimin önemi burada birkez daha açığa çıkıyor. Organik sertifikalarda mutlaka güvenilir şirketler aranmalı..

1432’de kurulan ve Dünya’nın en eski üniversitelerinden biri olan Caen Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, GDO'lu ürünler karaciğer ve böbreklerde hasara yol açıyor. Araştırmada, hayvanlar, Monsanto biyoteknoloji şirketinin ürettiği üç farklı GDO'lu mısır tohumuyla beslendi. Monsanto, küresel GDO sektörünün en az %90'ını ele geçirmiş dev bir Amerikan şirketi. Amerika'da ise, Monsanto'ya ait olmayan GDO'lu tohum yok gibi. Araştırmayı yürüten Gilles-Eric Seralini, hayvanların böbrek ve karaciğerlerinde yalnızca 3 ayda hasar meydana geldiğini söyledi. Bu, GDO'lu besinlerin ani zehirlenmelere yol açmasa bile kronik zehirlenmeye yol açtığını gösteriyor. Şimdi, GDO'nun daha uzun süreli etkilerini bulmak üzere daha kapsamlı araştırmalara başlanacak. Ülkemize her türlü GDO’nun girişi de bir an önce yasaklanmalı ve biyogüvenlik yasası sivil toplum kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda ülkemizi GDO’lardan korumalı.

Türkiye’nin GDO Yönetmeliği çocuk oyuncağına döndü! Yönetmelik, yeniden değiştirildi. Son değişiklikle, yönetmeliğin çoğu hükmü, 1 Mart 2010’a kadar uygulanmayacak. Yani, 1 Mart’a kadar, AB kriterlerine uygun GDO’lu ürünler, denetimsiz olarak Türkiye’ye girebilecek. Bu nedenle, bebek mamaları ve çocuk ek besinlerini kullanırken dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü o zamana kadar insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO’lar, bebeklerin ve çocukların yiyecekleri mamalarda da kullanılabilecek.
GDO’lar, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde karşı karşıya olduğumuz tehlikelerden biri olmayı sürdürüyor. Hindistan’da durum o kadar endişe verici ki, sivil toplum ülke çapında örgütleniyor. 30 Ocak’ta, GDOsuz Hindistan Koalisyonu ve Toplu Hareketler Ulusal Birliği, bir günlük oruç tutacak ve mumlar yakacaklar. Amaç, GDO’suz bir Hindistan için hem daha çok insana ulaşmak, hem de hükümet üstünde baskı kurabilmek. 30 Ocak, Hindistan’da aynı zamanda Şehitler Günü olduğu için, özellikle seçilmiş. Eylemin sloganı ise “Bugün oruç tutmak, yarın GDO yemekten daha iyidir” olacak. Eylemi düzenleyenler www.brinjal.org adresinden halkı bilgilendirmeye ve harekete geçmeye çağırmaya başladılar bile.

Via Campesina hareketinin genel koordinatörü Henry Saragih, gıdanın endüstriyel üretimi ile sera gazı salımı arasındaki ilişkiye dair önemli uyarılarda bulundu. Endüstriyel tarım ve küresel gıda sistemi, bütün sera gazı salımının %44 ila %57'sini oluşturuyor. Bu oranın %11-15'ini tarım faaliyetleri, %15-18'ini tarla açmak için ormansızlaştırma, %15-20'sini gıda işleme, paketleme ve nakliyesi, %3-4'ünü ise organik atıkların dekompozisyonu oluşturuyor. Tarım sektörü, kendi başına sera gazı salımının yarısından sorumlu, o zaman gıda güvenliği konusunu nasıl çözeceğiz? Dünya’da açlığın en büyük nedenlerinden biri tarımın dev şirketlerin elinde olması. Via Campesina, endüstriyel tarım yerine küçük ölçekli tarım yapıldığında, küresel sera gazı salımının yarıdan fazlasının azaltabileceğini savunuyor. Açıklamaya göre, organik maddeyi toprak içinde yeniden tutabilmek, yerel pazarları gıda sisteminin ortasına oturtmak, ormansızlaştırmayı durdurmak ve et üretimi yoğunluğunu azaltmak, sera gazı salımını büyük oranda azaltabilir. Via Campesina, buna “gıda egemenliği” (food sovereignty) adını vermiş.

Dünyanın en önemli hayvan çiftliği sağlığı kurumu da, Via Campesina'nın açıklamalarını destekleyecek bir araştırma başlatıyor. Dünya Hayvan Sağlığı Organizasyonu, et üretimiyle iklim değişikliğinin ilişkisini inceleyecek. Araştırma, bağımsız bilim adamları tarafından yapılacak ve rapor, yaza hazır olacak. İklim değişikliğiyle et yemenin ilişkisi gitgide daha çok dikkat çekiyor. Çiftlik hayvancılığının sera gazı salımından sorumlu olduğunu biliyoruz. Bunun nedenlerinden biri geviş getiren hayvanların sindirimle metan gazı salımına sebep olmaları. Diğeri ise otlak yaratmak için ormansızlaştırma yapılması. Bilim adamları, 2020'de artan nüfusun protein ihtiyacını karşılamak için et üretiminde %50 artış olacağını öngörüyorlar, halbuki bu ihtiyaç kolaylıkla btkilerden sağlanabilir. Japonya'da 2007'de yapılan bir araştırmaya göre, 1 kiloluk bir bonfile, evde tüm ışıkları açık bırakıp üç saat araba kullanmaktan daha fazla sera gazı salımına ve kirliliğe neden oluyor.

Çin, yeni bir gıda skandalına sahne oldu. 2008'de sekiz çocuğun süte katılan kimyasal madde melaminden ölmesinin üstünden yalnızca bir yıl geçti. Bundan tam bir yıl sonra, Şangay'daki başka bir şirketin ürettiği sütlerde 'aşırı yüksek seviyede melamin bulunması nedeniyle', fabrikanın kapatıldığı açıklandı. Melamin koyma sebepleri, protein oranını daha fazla gibi göstermek. Çin'de bu çok yaygın. Geçtiğimiz yıl yüzbinlerce insan, melaminli süt ürünlerinden zehirlendi. Sebep ise, gıda endüstrisine yönelik güçlü yaptırımların olmaması ve kontrollerin zamanında yapılmaması. Gıda güvenliği, ne yazık ki yalnızca GDO'lu ürünlerle ilgili değil, doğal olduğunu düşündüğümüz ürünlerle de ilgili bir sorun. Çözüm ise, gıda güvenliğine dair yasaların ve denetimlerin sıkılaştırılmasından geçiyor. Belki en güvenlisi organik sertifikalı ekolojik ürünler satın almak.
ŞUBAT
İstanbul bir ekolojik pazara daha kavuşuyor! Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar, Beylikdüzü kapalı pazar yerinde yani Beylik Pazarı’nda, Salı günleri düzenlenecek. Pazar, bugün konserler, şenlikler ve ekolojik atölyelerin yapıldığı bir açılışla ilk gününü tamamladı. Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar, Buğday Derneği işbirliğiyle açılan diğer pazarlarda olduğu gibi, sadece ekolojik sertifikalı ürünlerin satıldığı bir halk pazarı değil, şehir içinde ekolojik yaşam merkezi olmayı planlıyor. Burada ekolojik sertifikalı meyve sebzelerin yanısıra bakliyat, ekmek, temizlik malzemesi, kozmetik, giysi de bulmak mümkün. Buğday Derneği, ekolojik pazarların yaygınlaşması için hem İstanbul hem de Türkiye’nin diğer şehirlerindeki belediyelerle görüşmelerimiz devam ediyor. İstanbul’un ilk %100 Ekolojik Pazarı yaklaşık 4 yıl önce Şişli’de açılmıştı. Dileriz ekolojik pazar kültürü, bir an önce Türkiye geneline yayılır. Hem yediğimiz besinin nereden geldiğini bilmemiz, hem gıda güvenliği, hem de üretici-tüketicinin doğrudan ilişki kurması açısından ekolojik pazarlar son derece önemli.

Her gün, çok büyük miktarlarda artık gıda boşa gidiyor. Açık Radyo Programcısı Oya Ayman’ın editörlüğünü yaptığı Gençlik ve Değişim adlı Buğday Derneği yayınına göre, Küresel Gıda Bankası Ağı GFN de bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Üstelik boşa giden gıdanın nedeni yetersiz gıda değil, gıdanın adil olmayan bir şekilde paylaşılması. Ayrıca daha fazla gıdayı güvence altına alarak dünyadaki açlığı azaltmak için çeşitli kuruluşlarla işbirliği içinde çalışıyor. GFN, dünyada açlıkla savaşan en büyük özel ağ. Yılda yaklaşık 1.2 milyar kilo gıdayı 32 milyonun üzerinde insana ulaştırıyor. Günümüzde dünyadaki 1000 kadar gıda bankası, yılda 1.5 milyar kilonun üzerinde gıda dağıtıyor. Bir gıda bankası ortalama 40 bin insana yardım ediyor ve bu insanlardan her birine yılda yaklaşık 34 kilo gıda sağlıyor. Ama sonuçta 852 milyon aç insan arasından ulaşabildikleri insan sayısı 50 milyondan az. Daha fazla gıda bankasına ve var olanların da ulaşım alanlarını genişletmesine ihtiyaç var. Türkiye’de de bir gıda bankası var. Lösemili Çocuklar Hastanesi'nde ücretsiz tedavi gören çocuklar için LÖSEV Gıda Bankası gıda bağışı bekliyor.


Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh kamuoyu karşı çıktığı için Hindistan'da GDO'lu patlıcan üretimine izin verilmeyeceğini açıklamıştı. Kongre de Ramesh'i bu konuda desteklediğini açıkladı. Kongre, GDO'lu sebzelerin insan sağlığına zarar vermediği netleşene kadar ticari tarıma izin verilmemesi gerektiğini söyledi. Hatta, ülkede bilimsel düzeyde, GDO'nun insan sağlığına zarar vermediğine ilişkin 'konsensüs' sağlanana dek üretim yapılmaması gerektiği belirtildi. Kongrenin de bu kararın arkasında durması, Hindistan'da gıda güvenliğinin geleceği için son derece önemli.

Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh, Genetiği Değiştirilmis Brinjalin yani Hindistan’a özgü bir patlıcan’ın güvenli olduğunu kesinleştirmek açısından daha ileri çalışma yapmak gerektiğini açıkladı. Hindistan'da GDO’lu patlıcan deneme ekimleri, 2008 yılından bu yana sürüyordu. 2009 yılında da hükümete bağlı bilim insanları, Genetiği Değiştirilmiş yani GDO’lu patlıcana onay vermişti. Ancak tüm ülke halkı, bu tehlikeye karşı harekete geçti. Eylemler yapıldı. Medyada en çok tartışılan konu GDO’lu ürünler oldu. Halkın bu kadar karşı olduğu bir şeye hükümetin “Evet” demesi tabii ki mümkün değildi. Bu nedenle, Çevre Bakanı Ramesh, Hindistan’da GDO’lu sebze yetiştirilmesini süresiz olarak askıya aldı. Ramesh, toplumun isteğine karşı gelinmemesi gerektiğini söyledi.
Hindistan, dünyanın en büyük patlıcan üreticisi. Ülkede 4000 çeşit patlıcan üretiliyor. GDO’lu brinjali ise Amerikan çok uluslu Monsanto şirketinin ortağı Hint tohum şirketi Mahyco geliştirmiş. Mahyco genetik yapısı değiştirilmiş bu ürünün, bitki zararlılarına karşı daha dayanıklı olduğunu savunuyor. Ancak doğal beslenmek isteyen halk, sadece şirketler için karlı diye saglik riskleri taşıyan GDO’lu besin yemeyi reddediyor. Monsanto hisselerinin değeri düştü! Türkiye’de de Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişine acilen “Dur” demesi gerekiyor. Biz yeteri kadar sesimizi duyurabilirsek, bizim çağrımıza, hiçbir hükümetin karşı durması mümkün değil.

Yediklerimizin içinde neler olduğunu biliyor muyuz? Ya da gerçekte neler olduğunu bilsek yine de o yiyecekleri tüketir miydik? Fikir Sahibi Damaklar topluluğu üyeleri "Al eline büyüteci, etiket hafiyeliği yap! Gerçek gıdayı ara ve paranı sadece gerçek olana yatır" diyorlar. Topluluk üyeleri, 2 gün boyunca, !f İstanbul Festivali’nin yeraldığı Beyoğlu AFM FİTAŞ Sineması’nda büyüteç dağıtarak paketli gıda ürünlerinin "içindekiler"ini beraber sorgulayacaklar ve tüketiciyi "Etiket Hafiyesi" olmaya davet edecekler. Fikir Sahibi Damaklar, yüz bini aşkın üyesiyle 130 ülkede çalışan Slow Food hareketinin Türkiye’deki geniş üye katılımlı ve aktif topluluklarından biri. Gerçek gıda, doğasına saygılı tarım ve sürdürülebilir tüketim konularında kampanyalar düzenliyorlar. Bu şekilde şehirli tüketiciye alışkanlıklarını sorgulatmayı hedefliyorlar. Fikir Sahibi Damaklar, gerçek gıdanın peşinde olduklarını söylüyorlar. Gerçek gıda, üreticisini ve üretim sürecini bildiğimiz, çürüyebilen, bozulabilen, eskiyebilen, yerel ve adil gıda. Ekolojik pazarlar da bu tür gıdalara şehirde en rahat ulaşabildiğimiz alanlar.

Hindistan da, gerçek gıdayla beslenmek istiyor. Geçen hafta Hindistan'da üst düzey bir 'GDO-Getirileri ve Götürüleri' toplantısı gerçekleştirildi. Toplantının sonunda imzalanan bildirgede, GDO'lu tohumların ekimine izin verilmemesi ve ülkeye GDO sokulmaması gerektiği belirtildi. Toplantı, Devlet Tarım Departmanı ve Biyoçeşitlilik Kurulu tarafından düzenlendi. Katılımcılar ise, ülkenin çeşitli yerlerinden üst düzey memurlar, Belediye Başkanları, Bakanlar, sivil toplum sözcüleri ve biliminsanlarıydı. Toplantıda, Hindistan'ın dünyanın en geniş biyoçeşitliliğe sahip 3. ülkesi olduğu belirtildi. Bu nedenle ülkenin zengin biyoçeşitliliğine sahip çıkmasının bir ahlaki sorumluluk olduğunun altı çizildi.

Bulgaristan'da Standart gazetesinin yaptığı araştırmaya göre, Bulgaristan'ın %91'i GDO'ya hayır diyor. Yani ülkenin %91'i, genetiği değiştirilmiş besinlerin masalarına gelmesini istemediğini açıkladı. Ankete katılanların sadece %8'i GDO'ya hayır demedi. Bunların bir kısmı GDO'nun zararlı olup olmadığından emin olmadıklarını söyledi. Geri kalanlar ise, zaten doğaya verilebilecek tüm zararı verdiğimizi ve artık dönülmez bir noktada olduğumuzu belirtti. On kişiden biri umudu kestiyse de dokuz kişi daha mücadeleye hazır!

Dün, Hindistan Çevre Bakanı Ramesh’in, ülkeye özgü bir patlıcan türü olan brinjalin GDO’lu olanının, Hindistan’da tarımını süresiz olarak durdurduğundan bahsetmiştik. Bugün bu haberin biraz da iç yüzüne değinelim. Çünkü bu sonuç, aslında sivil toplumun başarısının ürünü. GDO’lu brinjal ekimini, devlete bağlı çalışan bilim insanları onaylamıştı. Ancak Ramesh, ülkenin yedi büyük şehrinde kamuoyu yoklaması yaptı. Bu sırada, Greenpeace başta olmak üzere birçok uluslararası ve yerli sivil toplum kuruluşu da GDO hakkında halkı bilgilendirdi. GDO’ya hayır diyen halkın sesinin duyulmasını sağladı. Olay, uluslararası basında da çok önemli bir yer tuttu. Bunun üstüne Çevre Bakanı Ramesh, brinjal ekimini durdurdu. Yani halkın sesini dinledi. Şimdi önemli olan, gelecekte neler olacağı. Ülkede 41 başka GDO’lu tohum türü, deneme aşamasında. Bu moratoryumun yani durdurma kararının, diğer GDO’lu türlere, oldu bittiye getirilerek izin çıkmasına neden olmasını engellemek gerekiyor.

GDO’yla ilgili ani kararlar, bitmek bilmeyen değişiklikler, bizim Türkiye’den son derece iyi tanıdığımız bir tablo. GDO’nun güvenilirliğini ortaya koymaya çalışan belgeler yetersiz, her yeni bulguyla hukuki düzenlemeler değişiyor. Üstelik, Türkiye’de, GDO’ya dair hukuki süreç tam bir yapboz tahtasına dönüşmüş durumda. 1 Mart’a kadar serbest bırakılan GDO’lu bebek mamalarının çocuklarımız üstündeki etkilerini bilmiyoruz. 1 Mart’tan sonra GDO tüketip tüketmediğimizi de bilemeyeceğiz. Devlet, sivil toplumun sesini dinlemek ve endişeleri gidermek zorunda. Bu da ancak GDO’yu ülkeye baştan sokmadan gerçekleşebilir. Sınırlarımızı genetiği değiştirilmiş organizamalara kapatalım.


MART
Bu arada Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı. Kanuna göre, GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması, onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, GDO'lu bitki ve hayvanların üretimi yasaklanacak. GDO ve ürünlerinin; insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi, üreticinin, tüketicinin tercih hakkının ortadan kaldırılması, çevrenin ekolojik dengesinin ve ekosistemin bozulmasına neden olması, GDO ve ürünlerinin çevreye yayılma riski olması durumlarında başvurular reddedilecek. Maalesef yasa sivil toplumun yeterince katkısı alınmadan yasalaştı ve GDO’lu ürünlerin önünü başvurulara açıyor.

Avrupa Komisyonu’nun geçen hafta GDO’lu patates ekimine izin vermesinin ardından, iki AB üye devletinden tepki geldi. Komisyon, ekime izin vermişti. Ancak her ülkenin kendi toprakları içinde ekime izin verme veya vermeme serbestisi var. Avusturya, bu patateslerin ekimini derhal yasaklayacaklarını açıkladı. Avusturya Sağlık Bakanı, bu tohumun ekimini yasaklayacak belgenin hazırlığına başladı bile. İtalya Tarım Bakanı ise, Komisyon’un kararından hiç hoşlanmadıklarını ve geleneksel tarım ile vatandaşlarının sağlığını gözetmeye devam edeceklerini bildirdi. Ünlü Alman kimyasal şirketi BASF’a ait GDO’lu patatesten önce, Avrupa’da ekimine izin verilen tek tohum, GDO devi Monsanto’ya ait MON 810’du. Bu arada Komisyon, GDO’lu başka üç tohumun Avrupa’da ekimine izin vermedi, fakat Avrupa pazarında satılmasına izin verdi.

Bugün sizlere Fairfield Iowa’dan sesleniyorum. Kuzey Amerika kıtasının ortasından. Fairfield 10.000 kişilik nüfusu ile küçücük bir kasaba. Mother Earth News yani Tabiat Ana Haberleri’ne göre kasaba “hiç duymadığınız en iyi 12 yerden biri” olarak geçiyor http://cityoffairfieldiowa.com/Public/Home/index.cfm. Fairfield belediye başkanı Ed Malloy ABD’nin on yeşil başkanından biri seçilmiş. Belediye Başkanı Malloy onurun kendisine değil, çeşitli mahalle sakinlerine ve yerel gruplara ait olduğunu söylüyor. Başkan Malloy, yerel hükümet, işletmeler, okullar, sakinlerin katkıları ile 10 yıllık Fairfield Go Green planını başlatmış. Fairfield kamu binaları ve şehir konutlarda enerji kullanımının azaltılması, yenilenebilir enerjiye rüzgar ve güneş enerjisine geçiş, ve artan geri dönüşüm ve yerel gıda üretimi teşvik konusunda büyük adımlar atmış durumda.
Her ne kadar Iowa’nın "dünya’yı beslemek için mısır ve soya fasulyesi" başkenti olduğu iddia edilsede maalesef bu üretim üretiği kadar enerji tüketen etanol yapımına veya hayvanları beslemeye gidiyor. Iowalılar yedikleri yiyeceklerin %90’ını eyalet dışından ithal ediyorlar. Ancak Fairfield’da durum farklı, yerel yiyeceklerin tanıtımı ve alınması için tam zamanlı bir aktif yerel kampanya ve teşvikler var. Yerel çiftçi pazarı Mayıs’tan Ekim'e kadar çok popüler. Birçok çiftçi, organik dahil olmak üzere ve sadece yerel ürünler satıyor. Buna bir örnek yerel bir fırının ürettiği yerel buğdaydan organik ekmek. Kasaba sakinleri, yerel mağazalar, ve restoranlar ise üreticiden doğrudan satış prensibini benimsemiş http://www.mvccsa.com/.
Fairfield’da sebze bahçeleri çok revaçta, şehirde dolaşırken sık sık büyüme sezonunu uzatmak için küçük seralar ve örtüler görmek mümkün. Yerel bir arıcılık çok yaygın ve arıcılık derslerinin ücretsiz sunulduğu bir arıcılık kulübü var. Böylece yerel tozlaşma sağlanırken bir yandan da organik arıcılığa yakın bir arıcılıkla endüstriyel arıcılığın önüne geçiliyor.
Fairfield Maharishi İşletme Üniversitesi (MUM) burada lisans eğitimi veren bir kurum ve tabii 10.000 kişilik bu kasaba için çok önemli bir katma değer. Ünversite Sürdürülebilir Yaşam lisans ve lisans üstü programına ev sahipliği yapıyor. Tam 90 öğrencinin kayıtlı olduğu programda Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım, Yenilenebilir Enerji, Yeşil Bina yapımı ve Sürdürülebilirlik Politikaları üzerine dersler veriliyor. Programın binası da aynı prensiplerle inşa edilmiş ve LEED Platin sertifikasına aday. Öğrenciler 2000 yılından beri bir eko-fuar organize ediyor. Fuara yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım gibi konularda uzmanlar ve ünlü düşünürler çağrılıyor. Üniversite kafeteryasında ise kendi bahçelerinden gelen organik vejetaryen yemekler servis ediliyor. Üniversitenin hedefi gıda üretiminde kendi kendine yeterli olmak. Kampus de ise çim yerine doğal çayırlar restore edilmiş ve yerli ve yenilebilir meyve ağaçları dikilmiş. Bu arada bir iklim eylem planı da hazırlamış üniversite. MUM iklim eylem planına göre hedef 2011 yılında şebekeden elektrik kullanımını % 70 azaltmak ve 2014 yılına emisyonlarını ise % 50 azaltmak. Plan a göre 2020 yılına kadar sera gazı salımları sıfırlanacak. http://www.mum.edu/sustainability.html
Benim kaldığım yer Abundance Ecovillage, Bereket Eko Köyü. Fairfield’ın hemen kuzeyinde yer alıyor. Bereket Eko köyü, rüzgar ve güneşle güçlendirilmiş bir topluluk. Evlerin enerji ihtiyacı gün ışığı kullanımı, yüksek verimli kompakt floresan aydınlatma, dizüstü bilgisayarlar, yatay eksen çamaşır makineleri, topraktan jeotermal soğutma ile düşürülmüş durumda. Evlerin hepsi iyi izolasyonlu ve pasif güneş enerjisi kullanımı için tasarlanmış. Toprak borular evleri yazın serin ve taze hava almasını sağlıyor. Bütün evler sıcak suyunu kışın bile güneş enerjisi ile sağlıyor, nadiren gaz kullanmak gerekiyor. Yağmur suyu evlerin çatılarında toplanıyor ve saklanıyor. Her evin sarnıçı var. Atıksular ise devlet tarafından onaylanmış yerel bir arıtma sisteminden geçiyor. Bereket Ekoköyü ayrıca MUM’dan gelen öğrencilerin pratik yapabileceği bir merkezi de içeriyor. http://www.abundance-ecovillage.com/Main/HomePage
http://www.sustainablelivingcoalition.org
http://www.cypressvillages.com
http://www.pbase.com/hapm/ourhouse
Açık Radyo dinleyicilerinin en ilgisini çekecek haberlerden birisi herhalde KRUU-LP 100,1 FM http://www.kruufm.com
radyo istasyonu. Radyo tamamen güneş enerjisi ile yayın yapıyor ve kirli hiçbir enerji kullanmıyor. Radyo, kar amacı gütmüyor ve tamamen dinleyici destekli. Topluma hizmet veren düşük güçlü bir radyo istasyonu. Ancak 24 saat ve 7 gün yayın yapan KRUU da programların % 99,7 si 100 gönüllü tarafından üretilen 80 programdan oluşuyor. KRUU’nun misyonu sürdürülebilir bir toplum için Fairfield’e ses vermek, ve yaratıcılığı teşvik etmek, diyalog ve toplum katılımı ile toplumun sürdürülebilirlik için güçlendirilmesi.


Maalesef Avrupa Birliği, üye ülkelerde ilk kez bir GDO’lu tohumun yetiştirilmesine izin verdi. Bu tohum, Alman kimyasal devi BASF’nin ürettiği ve çok tartışmalı olan Amflora patatesi tohumu. 10 yıldır onay için bekleyen tohumların, yalnızca endüstride ve hayvan besini olarak kullanılacağı söylendi. Bu şekilde insan sağlığını koruyorlar gibi görünse de, bu tohumlarla beslenen hayvanların eti ve sütüyle, GDO’lu patates bizim de vücudumuza girmiş olacak. Galiba en iyisi vejeteryan olmak. Ayrıca bu karar, onay için bekleyen diğer 50’den fazla GDO’lu tohum için de kapı açıldığı söylniyor. Özellikle ABD mısır tarımını ele geçirmiş olan Monsanto’nun Roundup Ready mısırları da böylece Avrupa’ya giriş yapabilir. Her Avrupa Birliği üyesi ülke, kendibaşına karar verecek.

Amerika’da organik tarım yapanlar, bu yıl, bahar rüzgarlarının GDO’lu şeker kamışlarından polenleri taşıyacağından endişe ediyor. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse, ektikleri ürünler organik özelliklerini yitirecek. Çiftçiler, federal mahkemeye başvurarak ülke çapında GDO’lu şeker kamışı ekiminin yasaklanmasını talep edecekler. Eğer bu talep kabul edilirse, ABD Tarım ve Hayvancılık Sağlığı Araştırma Kurumu’nun konuya dair bir çevre etki raporu hazırlaması gerekecek. Bu rapor hazırlanana dek GDO’lu tohumların ekimi askıya alınacak. Bu da 2-3 yıllık bir süreç anlamına geliyor. Bu arada Gıda Güvenliği Merkezi de, “Roundup Ready” adı verilen ve GDO devi Monsanto’ya ait bu tohumların tarım ilacına dayanıklı bitkilere dönüştüklerini ve bunun da gıda güvenliğini tehdit ettiğini açıkladı. Roundup Ready tohumları, mısır, soya, pamuk ve şeker kamışında kullanılıyor. İki hasat mevsimi boyunca ABD’de toplanan şeker kamışının %95’i Roundup Ready tohumundan elde edilmiş oluyor. Monsanto, bu şekilde ABD’de ve dünyada GDO sektöründe tekel olma yolunda ilerliyor.
Türkiye’de ise GDO Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Çünkü yönetmeliğin yürürlüğüne ilişkin erteleme süresi, 1 Mart’ta sona erdi. Bakanlık, yeni bir yönetmelik de hazırlamadığı için GDO denetimleri yeniden başlıyor. Gümrük kapılarında ürünlerden alınacak numuneler, bakanlığın yediye çıkarılan laboratuarlarında incelenecek. Yeni uygulama, iki önemli değişikle gerçekleşecek. İlk yönetmelikte "etiketleme" için öngörülen "üründeki GDO'nun binde dokuz" oranını aşması şartı, kaldırıldı. Hangi oranda olursa olsun GDO içeren ürünlerin etiketlerinde "genetik olarak değiştirilmiştir" ibaresi yer alacak. İkinci değişiklik ise "yasaklı" GDO'larla ilgili. "Yasaklanan" GDO'lar, hangi oranda olursa olsun Türkiye'ye girmeyecek. Fakat son değişiklikle, denetlenecek ürün sayısı azaltıldı. GDO analizleri, mısır, soya, pirinç, kanola yağı ve pamuk ürünleri ağırlıklı olarak yapılacak. Yani GDO kabusu, 1 Mart’tan itibaren hayatımıza resmen girmiş bulunuyor.

NİSAN
Avrupa Birliği (AB) liderleri Aralık 2008’de yeni bir Yenilenebilir Enerji Yönergesini kabul ettiler. Buna göre 2020 yılına kadar her üye devletin ulaşım yakıtlarının yüzde 10’unu aralarında biyoyakıtlar, hidrojen ve çevre dostu elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları gerekiyor. Euroactive'in bu konuda yaptığı haber ise şöyle: Yönergede ayrıca biyoyakıtlar için sürdürülebilirlik kıstasları da belirleniyor. Birliğin, biyoyakıtların fosil yakıtlarıyla karşılaştırıldığında karbon çıkışını en az yüzde 35’ini azaltacak kullanılması öngörülüyor. Rakamın 2017’de yüzde 50’ye 2018’de yüzde 60’a çıkarılması hedefleniyor. Ancak biyoyakıt üretiminin artırılmasının ormanlık alanların yok edilmesini tetikleyeceği ve gıda güvenliği üzerinde ciddi sonuçları olacağı, yakıta dönüşecek tarım mahsullerinin diğer ekim alanlarında yaygınlaştırılacağı gibi ciddi endişeler var.

İklim değişikliği hali hazırda bizi midemizden vuruyor olabilir. Yeni araştırmalar son altmış yılda Montana’daki ortalama sıcaklığın arttığını ortaya çıkardı. Sıcaklığın artması daha az buğday demek. Montana Eyalet Üniversitesi’nden Luther Talbert ve çalışma arkadaşları 1950’den 2007 yılına kadar olan sıcaklıkları inceledi. Zaman içinde en çok ısınan her yıl yaklaşık 0.1 derece ile Mart ayı oldu. Isınmanın sonucunda çiftçiler artık ekime 10 gün önce başlıyorlar. Aynı zamanda Haziran ayındaki ısınma nedeniyle daha az buğday hasadına neden oluyor. Buğday tanelerinin daha hafif olması da cabası. İklim gözümüzün önünde değişiyor, ve yakında gıda güvenliğini çok daha ciddi tehdit edecek.

MAYIS
Geçtiğimiz hafta Brüksel kentinin her yerinde Avrupa Sağlık Komisyonu’ndan John Dalli ve komisyonun başkanı José Manuel Barroso’nun aşçı kıyafetinde resimlerinin olduğu ve “Felaket için GDO’lu Tarifler” yazan pankartlar asılıydı. Bu eylem Greenpeace’in komisyonun Avrupa’da GDO’lu patatesin tarımına onay verdiği için bir tepkisiydi. Başkan Barroso, GDO konusunu o kadar destekliyor ki, bunu önünde bir engel olan “Çevre Komisyoncusu” nu GDO’ya dair kararları alma sürecinden çıkarmaya kadar ilerletti. İnsanların hayatlarını ve doğayı hiçe sayıyorlar. Ne pahasına, bilmiyoruz…

HAZİRAN
Avrupa Çevre Bakanları Lüksemburg’da toplanıyor. Greenpeace bu toplantıda tartışılacak olan konulardan özellikle ikisini çok yakından takip edeceğini açıkladı: Birincisi Avrupa Komisyonu tarafından yapılan son değerlendirmede AB’nin sera gazı salımlarını azaltma hedeflerinin arttırılması ile ilgili sonuçlarının kabulü. İkincisi de AB üye ülkelerinin komisyondan uzun süredir talep ettikleri genetiği değiştirilmiş ürünler (GM) için doğru uyarlama şartları için yapılacak tartışmalar. Avrupa Komisyonu değerlendirmede, AB'nin mevcut iklim ve enerji hedeflerini uygulama maliyetini 2008 yılında tahmin edilenden önemli ölçüde daha düşük buldu. Komisyon ayrıca AB'nin sera gazı salım azaltma hedefinin %20’den % 30’a artırılmasının gaz ve petrol ithalatından yılda 40 milyar Avro’luk tasarruf edileceğini ve yüz binlerce yeni insan için istihdam oluşturacağını belirtti.

Son olarak yapılan çalışmalar genetiği değiştirilmiş gıdalar ve kısırlık arasında bir bağlantı olabileceğini ortaya çıkardı. Araştırmayı Rusya'daki Ulusal Gen Güvenliği Birliği yaptı. Araştırma sonuçları henüz yayınlanmadı. Araştırmalar sırasında hamster cinsi deney hayvanları kullanıldı. Her ne kadar hayvanlar üstünde deneyleri onaylamasam da sonuçlar çok ilginç. Çalışmalar iki yıl sürdü ve hamsterlar üç jenerasyon boyunca takip altına alındılar. Bir grup hamster içinde soya ürünü olmayan normal bir dietle beslendi. İkinci grup ise genetiği değiştirilmemiş olan soya ürünlerini içeren bir dieti takip etti. Üçüncü grubun dietinin içinde ise genetiği değiştirilmiş soya ürünleri vardı. Dördüncü bir grup ise üçüncü gruptan daha fazla genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslendi. Çalışma sonuçlarında şunlar ortaya çıktı: Araştırmacılar her bir gruptan beş çift hamster aldı. Her gruptan alınan bu çiftler ortalama 7-8 tane yavruya kavuştu. Yani ilk jenerasyonun yedikleri doğum oranlarını etkilemedi. Ancak sorunlar araştırmacıların doğan yavruların büyüyüp yavrulama dönemi geldiğinde ortaya çıktı. İkinci jenerasyon hamsterların üreme hızları düştü ve cinsel olgunluğa normalden daha geç ulaştılar. Sonuçlar şöyleydi... Soya ürünü yemeyen grubun 78 yavrusu oldu. Genetiği değiştirilmiş soya yiyenlerin ise 40. Ancak bu 40 yavrunun yüzde yirmibeşi öldü. Daha da kötüsü ise genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen hamsterların torunları kısır doğdu.

TEMMUZ
Yiyeceklerin ruh sağlığına etkileriyle ilgili olarak ABD’de Appleton bölgesinde Lu Ann Coenen adlı okul müdürünün bir uygulaması, ilgi çekici sonuçlar verdi. Uygulamada, okuldaki yemek menüsünden hamburgerler kaldırılıp yerine meyve ve sebzeler konuldu. Müdür Coenen, okul menüsünü değiştirdikten sonra okulda öğrenciler arasındaki kavga oranının düştüğünü, konsantrasyon bozukluğunun azaldığını söylüyor. Okulda önce bina içindeki otomatik yiyecek makinelerindeki ve paketlenmiş hamburgerler yerine meyveler yerleştirildi. Daha sonra okulda çıkan yemek menülerindeki sebze ve meyve oranı arttırılarak, abur cuburlar kaldırıldı. Yetkililere göre, okuldaki bu değişimin öğrenciler arasındaki uyumu arttırmasının sebebi; beynin enerji ihtiyacının doğru ve sağlıklı bir biçimde karşılanması…Türkiye’de de okul kantinlerine de gerekli düzenleme yapılarak öğrencilere sadece sağlıklı gıdaların sunulması sağlanmalı. Şu anda okul kantinleri öğrencilere sağlıksız, şekerli ve işlenmiş abur cubur satıyor.

AĞUSTOS
Vejetaryen beslenmenin anlam ve gerekliliği son haftalarda özellikle de Almanya'da yoğun tartışmalara konu oluyor. Hayvancılığın yer yer dehşet verici karanlık yanlarını konu alan bir kitap, tartışmayı daha da kızıştırdı. Bugüne kadar romanları ile büyük başarı kazanan ABD’li yazar Jonathan Safran Foer, “Hayvanları Yemek” adlı son kitabıyla endüstrileşmiş hayvancılığın ve kesimin dehşeti gözler önüne seriyor. Yapılan araştırmalara göre, insanların neden olduğu ve sera etkisi yapan gazların emisyonunun en az yüzde 18’i bazılarının iddialarına göre yüzde 51'i, büyük çapta hayvancılıktan kaynaklanıyor. Bu daha önce de dile getirilmiş bir gerçekti, ancak günümüzde mesaj daha geniş kitlelere daha kolay ulaşıyor ve günümüzdeki et tüketiminin, çevreye aşırı zarar verdiği giderek daha geniş bir kitle tarafından kabul görüyor. Haftalık “Die Zeit” gazetesinden Iris Radisch, yazdığı makalesinde “Et yemek, araba kullanmaktan da kötü” ifadesine yer veriyor ve okurlarına “Acaba binyıllardır normal kabul edilen bir şey, aslında inanılmaz bir haksızlık mı?” sorusunu yöneltiyor. Et yemek gezegene zarar veriyor, hayvanlara acı çektiriyor.
Sağlıklı beslenme bilinci, sorumluluk duygusu ve ahlaki bir yaklaşımın yanı sıra, bazıları için vejetaryenlik lezzetli bir seçim. Alman Vejetaryenler Birliği Başkanı Sebastian Zösch, “lezzetin” vejetaryenler için de giderek ağır basan bir etken haline geldiğini ve bu nedenle de vejetaryen bir fuar düzenlemeye başladıklarını söyledi. Zösch, fuarın adının Veggie World, yani bir anlamda vejetaryen dünyası, alt başlığın ise “Sürdürülebilir Lezzet Fuarı” olduğunu belirtip, burada hem doğal kaynakları itinalı bir şekilde kullanma felsefesini, hem de damak zevkini aynı çatı altında bir araya getirmeye çalıştıklarını ifade etti.

Testbiotech tarafından evcil hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırmada süt, iç organlar ve kas gibi dokularda Genetiği Değiştirilmiş Bitkilerin yani GDO’ların DNA parçaları tespit edildi. En son, Nisan 2010’da İtalya’daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulduklarını rapor etmişlerdi. Keçilerde görüldüğü gibi bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da ne yazık ki GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı. Bu vakalar ilk kez görülmüyor; bundan birkaç yıl önce, GDO’lu mısır DNA’sı bu mısırlarla beslenen domuzlarda görülmüştü. Ayrıca, balıklarda da GDO’lu bitki DNA’larına rastlanmaya başlandı. Testbiotech’den Christoph Then “DNA inceleme yöntemleri geliştikçe GDO’lu ürünlerin DNA’larını vücüdumuzda daha fazla bulmaya başlıyacağız” dedi. Geçmişte, Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı (EFSA) GDO’lu bitkilerin DNA’larının izlerinin hayvanlarda görülemeyeceğini iddia ediyordu; fakat bundan yıllar sonra günümüzde bitki DNA’ları bağırsakta tamamıyla parçalanmadığı ve bu yüzden iç organların yapısında, damarda ve hatta farenin sperm hücrelerinde bile bulunduğu görüldü. Testbiotech’e göre milyonlarca ton genetiğiyle oynanmış soya, Avrupa’da domuzlara, kümes hayvanları ve büyük baş hayvanlarına besin olarak veriliyor. Birçok uzman bunun ilerde büyük sağlık sorunlarına yol açacağını belirtiyor. Artık mevcut ekonominin sadece şirketlere kâr sağlayan risk sistemi ile değil toplumu düşünen temkinlilik ilkesi ile hareket etmek gerekiyor, doğanın kanunlarına uygun gelişmemiz gerekiyor.

İngiltere'de bir adam, 2008 yılının kasım ayından bu yana parasız yaşıyor. İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, Bristol yakınında organik tarım yapılan bir tarlada, Freecycle hareketinin kendisine verdiği, park halindeki bir karavanda yaşayan 31 yaşındaki Mark Boyle, kendi yiyeceklerini yetiştiriyor, odun sobası yakıyor ve elektriğini, güneş paneliyle üretiyor. Tarlada haftanın üç günü gönüllü olarak çalışan Boyle’un cep telefonu sadece gelen çağrılara açık, bir de güneş enerjisiyle çalışan bir dizüstü bilgisayarı var. Altı yıldır vejeteryan olan Mark Boyle, 2007 yılında, insanları, yeteneklerini ve sahip olduklarını paylaşmaya teşvik eden, şu anda 17 bin üyesi olan, justfortheloveofit.org adresli bir serbest ekonomi internet ağı kurmuş. Boyle, düşük ücretle işçi çalıştırmanın, çevre katliamının, endüstriyel tarımın, hayvanların denek olarak kullanılmasının, doğal kaynaklar yüzünden çıkan savaşların ve dünyadaki neredeyse bütün sorunların parayla ilişkili olduğunu fark etmiş ve o anda paradan vazgeçmeye karar vermiş. Evinden ve işinden vazgeçmiş. Parayla aldığı herşeyin bir listesini yapmış ve bunların yerine ne kullanabileceğini bulmaya çalışmış. Hayatından çok memnun olduğunu ve bu hayata devam edeceğini söyleyen Boyle’un ailesi de bu yaşam tarzını deneyebileceklerini söylüyorlar.

Akdeniz iklim özelliklerinin bulunduğu doğal ortamlarda kendiliğinden yetişebilen ve bir çeşit kaktüs bitkisi olan frenk yemişi dünyada büyük ilgi görüyor. Az tanınması dolayısıyla, frenk inciri, dikenli incir, mısır inciri gibi isimlerle de anılan frenk yemişinin Türkiye’de ekonomik bir pazarının bulunmamasına karşın, bu incirden İtalya başta olmak üzere İspanya, Yunanistan, Tunus gibi Akdeniz ülkelerinde doğrudan pazara yönelik kültür bitkisi olarak yararlanılıyor. Asıl vatanı olan Amerika kıtasında yer alan bu bitkinin meyvesi dışında, yaprak olarak bilinen yassılaşmış gövdesinden yemeği, salamurası ve reçeli yapılabiliyor, boya çıkarılabiliyor, hayvan yemi olarak kullanılabiliyor ve yamaç arazilerde erozyonu önleyen bir bitki olarak yararlanılabiliyor. Akdeniz sahil şeridindeki çiftçilerin bu bitkiden yararlanamamasını, "önemli bir kayıp" olarak değerlendiren uzmanlar, Organik tarıma en uygun bitkinin frenk yemişi olduğunu söylüyorlar. Ancak herşeyde olduğu gibi frenk yemişinde de şirazeyi kaçırmamak gerekiyor.

Dün de sizlere Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, GDO ve Ürünlerine Dair Yönetmeliğin, 26 Eylül itibariyle yürürlüğe gireceğini aktarmıştım. Konuyla ilgili GDO’ya Hayır Platformu tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, GDO’lu ürünlerin ülkeye girişi için sadece “Avrupa Birliği’nde tüketime uygun olduğuna dair onaylanmış gen olması” şartının aranmasının bilimselliğe aykırı olduğunu belirtilerek halk sağlığının bu şekilde lobilere teslim edildiği duyruldu. Biyogüvenlik Yasası’na göre, GDO’lu ürünlerin ülkeye giriş standartlarını belirleyen yönetmeliklerin 3 ay içinde çıkarılması gerekirken 5 ayda çıkarıldığı ve bu yasal boşluğun 32 GDO’lu ürünün ülkeye girişine izin verilmesiyle sonuçlandığına yer verildi. 32 GDO’lu ürün için Tarım Bakanlığı’na bağlı Bilimsel Komite tarafından yeterli inceleme yapılmadığını belirten platform, bilimsel komite kararlarının iptal edilmesi için gerekli yasal girişimleri başlatacak.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik, 26 Eylül itibariyle yürürlüğe girmek üzere Resmi Gazete'de yayımlandı. Buna göre, GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaklandı. Ayrıca gıdaların ilgili bakanlık tarafından belirlenen eşik değerin üzerinde; onaylanmış GDO içermesi halinde; etiketinde bileşen listesi bulunması zorunlu olmayan gıdalar için "genetik yapısı değiştirilmiştir" veya "genetik yapısı değiştirilmiş GDO'dan üretilmiştir" ibaresi etiketin açıkça görülecek şekilde bulunması gerekecek.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), gıdaların üretim, işleme, paketleme ve nakliyesinin sera gazlarının üçte birinden fazlasına sebep olduğu belirledi. Buğday Derneği'nin bu konuda yaptığı açıklamada şu sözlere yer verildi: FAO’nun verdiği rakamlara göre ABD’nin toplam fosil yakıtı tüketiminin %20’si gıda tedarik zincirine gidiyor. Ancak asıl sorun üretim aşamasında. Verilen rakam ise çarpıcı: gıdanın üretimi aşamasında salınan zararlı gazlar, gıdanın yaşam döngüsünün yarattığı sera gazları toplamının %80’ini oluşturuyor. Sadece kırmızı et üretimi küresel sera gazı salınımının %18’inden sorumlu. Avrupa’da bir çok şehir bu soruya gıda tedarik sitemlerinde yaptıkları değişikliklerle cevap vermeye başladı. Örneğin Viyana, iklim koruma programı “BioAl Viyana” kapsamında, kamu kurumlarına yerel ve organik ürün sağlayarak 2004-2007 yılları arasında 103.000 ton CO² salımını engelledi ve 44,4 milyon avroluk tasarruf sağladı. Belçika’nın Gent şehrinde başlayan “Etsiz Perşembe” programı, şehir halkını her hafta Perşembe günleri vejetaryen beslenmeye davet ediyor. Doğa dostu, ekolojik, kısa mesafelerden tedarik edilen, az paketlenmiş mevsim sebze ve meyvelerini tüketerek iklim üzerindeki baskıyı azaltabiliriz. Ne yediğimiz, doğa ile kurduğumuz ilişkiyi belirler.

Doğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü bünyesinde faaliyet gösteren Serin İklim Tahılları Bölümü’nde, bölge iklim şartlarına dayanıklı, kurağa ve hastalıklara karşı dirençli buğday çeşitlerinin üretilmesine devam ediliyor. Bölge çiftçisinin üretim ve gelir seviyesini artırmaya yönelik olarak üzerinde çalışılan buğday çeşitlerinde, hem birim alandan daha fazla verim elde edilebilmesi, hem de üreticinin tescilli tohumluk kullanması amaçlanıyor. Konu ile ilgili olarak açıklamalarda bulunan Doğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Şerafettin Çakal, 1969 yılından bu yana yürütülen çalışmalar sonucunda, bölgenin iklim şartlarına dayanıklı birçok buğday çeşidi elde ettiklerini bildirdi. Çakal, “Amacımız, toprak faktörlerine en hızlı uyum sağlayabilen tohumlukları elde edebilmek ve bölge çiftçisinin hizmetine sunabilmektir.” dedi. Öte yandan küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin özellikle tarımsal üretimde kendini şiddetli bir şekilde gösterdiğini anlatan Çakal, bu yüzden üretim alanlarında ciddi verim kayıplarının söz konusu olduğunu belirterek; “Bu durumun aksine Erzurum ili ülke ve uzun yıllar ortalamalarının üzerinde bir yağış almış ve bu durum neticesinde de özellikle buğday verimlerinde önemli artışlar elde edilmiştir.” dedi.

İngiltere’de, klonlanmış ineklerden elde edilen sütün gizlice ve yasadışı bir biçimde ülkedeki süpermarketlerin raflarında yer aldığı iddiası ortaya atıldı. Tüketicilerin bu konudaki duyarlılığına rağmen süt ürünleri paketlerinde hiçbir açıklama bulunmayan İngiltere’de, klonlanmış süt üreten çiftçilerin işlerinin aksamaması için kimliklerini gizli tutmaya çalıştıklarını öne sürülüyor. İngiltere Gıda Standartları Kurumu (FSA), Daily Mail’e konunun soruşturulacağını ancak klonlanmış ineklerden elde edilen sütün gıda standartlarına uymadığını belirtti. AB parlamentosu ise klonlanmış hayvanların süt ve etlerinin tüketimine yasak getirmeye karar verdi. Ancak uygulama henüz yürürlülüğe girmedi. Bir çiftlik sahibi ise klonlanmış ineklerden süt elde ettiğini kabul etti. Aynı kişi bu hayvandan elde ettiği embiryoları Kanada’ya sattığını da söyledi. İsmini vermeyen çiftçi, iyi giden işlerinin bozulmaması için bu konuda açıklama yapmak istemediğini belirtti.

İngiliz araştırmacılar buğdayın gen haritasını çıkardı. Olumlu sonuç: Ekmek ucuzlar, açlık biter. Olumsuz sonuç: Herkes daha çok yiyip harcar, çevre biter... The Independent gazetesinin manşetten verdiği habere göre, bu gelişme ‘tarımda yeni bir şafak’ ve buğday üretiminde son 10 bin yıldır yapılan en büyük atılım. Buluşla birlikte önümüzdeki beş yıl içinde hastalıklara daha dayanıklı ve daha çok ürün veren buğday türleri üretilebilecek. Bu gelişmeyle ekmek fiyatları ucuzlayacağı gibi, nüfusu giderek artan dünyada gıda güvenliği daha da gelişebilecek. Ancak gazetenin ekonomi editörü Sean O’Gready, buluşu o kadar da heyecanla karşılamıyor ve bunun çevre için kötü haber anlamına geldiğini söylüyor. O’Grady, açlık çeken insanlar için iyi bir haber olarak tanımladığı bu gelişmenin, çevreye etkilerinin olumsuz olacağı görüşünde. “Buluşun tarım üretimini artıracağına, gıdayı ucuzlatacağına şüphe yok. İşin olumsuz yanı şu ki, daha büyük bir dünyayı doyurabiliriz belki ama dünyamız büyümüyor. Daha çok insan, daha çok küresel ısınma demek. Daha ucuz tahıl, daha ucuz hayvan yemi anlamına geliyor. Çin, Hindistan, Endonezya ve Brezilya gibi, büyük nüfuslu, hızlı kalkınan ülkeler daha müreffeh oldukça, halkları da daha çok et yemek isteyecek. Kalkınmakta olan dünyanın zenginleşen halkları da bugün Amerikalıların yaşadığı gibi yaşamak isterse birkaç dünyaya daha ihtiyacımız olur” diyen Sean O’Grady’ye göre, ekonomik büyümenin önündeki engeller teknolojik değil çevresel.

Yüksek oranda lif ve mineral içermesine karşın şeker oranı düşük olan siyah pirincin kalp hastalıklarına ve kansere karşı etkili olabileceği belirtildi. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, ABD’nin güneyinde yetiştirilen siyah pirinçten alınan lif örneklerini analiz eden bir grup bilim insanı, ürüne rengini veren ve hücre yenileme, yani antioksidan özelliği kazandıran antosiyaninler açısından çok zengin olduğunu gözlemledi.
Louisiana Devlet Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmanın
ekibindeki Doktor Zhimin Xu, sadece bir kaşık siyah pirinç kepeğinde dahi bir kaşık yabanmersinindekinden daha az şeker ama daha çok antosiyanin bulunduğunu söyledi. Doktor Zhimin Xu, siyah pirincin içerdiği lifler ve E vitamini açısından zengin olduğunu, içerdiği zararlı molekülleri temizleyen antioksidanlar sayesinde damarların korunmasına yardımcı olabileceğini ve kansere yol açan DNA bozulmasını önleyebileceğini belirtti. Herşeyin doğalını daha doğrusu ekolojik olanını, yerelini, ve çeşidini yedikten sonra esasında bütün bu araştırmalara ne gerek var diye düşünüyorum bazen...


EYLÜL
GDO yani "genetiği değiştirilmiş organizma" içeren ürünlerle ilgili son yönetmelik, dün yürürlüğe girdi. Yönetmelik, "bebek maması" ve "küçük çocuk" besinlerinde GDO kullanımını yasaklıyor ve GDO'lu ürünlere "etiketleme" zorunluluğu getiriyor. Daha önce büyük tartışma yaratan ve üç kez değiştirilen yönetmelik, GDO'lu ürünlerin sınırını çiziyor. Buna göre, genetiği değiştirilmiş "bitki" ve "hayvan" üretimi yasak. GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve çocuk gıdalarında kullanımı da yasaklanıyor. Türkiye'ye girişine izin verilecek GDO'ları bir kurul belirleyecek. GDO, "insan, hayvan ve bitki sağlığı" ile "çevre ve biyolojik çeşitliliği" tehdit eder nitelikteyse izin verilmeyecek. Düzenlemeye göre, GDO'lu ürünler, artık yasal zorunluluk olarak etiketlenecek. "Binde dokuz" olarak belirlenen GDO oranını aşan ürünlerin etiketinde, "genetik yapısı değiştirilmiştir" ya da "genetik yapısı değiştirilmiş üründen üretilmiştir" ifadeleri açıkça yazılacak.

Tarım Bakanlığı, Burger King’in TT Gıda'dan satın aldığı 'Salmonella ve listeria' virüslü 164 bin adet hamburger eti için Gebze Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Burger King ve depo vazifesi üstlenen Fasdat Gıda, et alımı yaptığı T.T. Gıda´nın sözleşmesini nisanda ´ürünlerde virüs olduğu´ gerekçesiyle iptal etti. ´Ürünler temiz´ diyen firma, 160 bin hamburger etinin iadesini istedi. Burger King ´etleri imha ettik´ dedi. Ancak Tarım Bakanlığı´nın araştırmasında imha yeri olarak gösterilen Zeybek Katı Atık Merkezi’nde, etler tüm araştırmalara rağmen bulunamadı. Evrakta sahtecilik de tesbit edilince bakanlık katı atık merkezi hakkında suç duyurusunda bulundu.

Küresel ısınma gıdayı etkili bir koz haline getirdi. Tarımsal üretimi güçlü olan ülkelerin küçük bir hareketi bütün ülkeleri etkiliyor. Bazı ülkelerde gıda isyanları başladı bile. Rusya ‘elinde bulunmayan’ buğday ile tüm dünya emtia piyasasını son üç aydır yönetirken, en büyük tüketici Çin alım yapmama tehditleri savuruyor, Mozambik’te binlerce insan zamlara karşı ayaklanıyor. Günden güne artan gıda sıkıntıları zincirinin son halkası yine Moskova’dan gelen haber ile tetiklendi. Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Rusya’nın tahıl ürünleri ihracatına yönelik getirdiği yasağı, gelecek yıl hasadın yapılacağı döneme kadar uzattı. Bunun üzerine de Dünya Gıda Örgütü (FAO) de harekete geçti ve buğday, pirinç gibi temel gıdaları üreten ülkelere acil toplantı çağrısı yaptı... küresel ısınma ile mücadele birinci öncelikli konumuz olması gerekirken, günlük kısa vadeli siyasal gelişmelerin içinde bizi boğuyorlar... dikkat!

Her ne kadar et yenmesini, hele de fast food'u onaylamasam da Burger King'den olumlu bir haber. Fast food zinciri yağmur ormanlarını yok ettiği suçlamasıyla Endonezyalı Sinar Mas şirkettinden palm yağı alımını durdurdu. Sinar Mar şirketlerini, orangutanlar ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan diğer türlerin yaşam yeri yağmur ormanlarını yok etmekle suçlayan Greenpeace, Burger King’in kararını doğru buldu. Greenpeace kampanyacısı Bustar Maitar, Cargill, Pizza Hut ve Dunkin’ Donuts gibi diğer büyük şirketlere Burger King’in yolundan gitmesi çağrısında bulundu. Unilever, Nestle ve Kraft Foods daha önce Sinar Mas ile ilişkisini kesmişti.

?Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, Almanya'nın Bonn kentinde kurulan yeşil yüksek eğitim kurumu, geleceğe çevre bilinci yüksek işletmeciler ve araştırmacılar yetiştiriyor. 1969 yılında kurulan Alanus Toplum ve Sanat Yüksekokulu'nun yeni yapılan ikinci kampüsü modern renk ve tasarımların etkisini taşıyor. Bonn yakınlarında Alfter kasabası kenarında kurulu kampüsteki tahtadan yapılmış zarif tasarımlı binalar, aynı zamanda çevreci mimariye de örnek teşkil ediyor. Rektör Marcelo da Veiga şöyle diyor: "Kampüste tamamen çevreci bir yalıtım ve ısıtma söz konusu. Yani yazın klima kullanmadan yeraltı sularıyla soğutma sağlayabiliyoruz. Duvarlarda, pompalanan suyun dolaştığı bir boru tesisatı bulunuyor. Bu da duvarları soğutuyor ve jenaratörlerin çalışmasına gerek kalmıyor. Aynı şekilde kışın yeraltı suları çevreye göre daha sıcak olduğundan boru tesisatı, bu kez de odaların ısınmasını sağlıyor. Bütün dileğimiz kampüsün inşaatında mümkün olduğunca çevreci teknolojilerin kullanılmasıydı.'' Almanya'nın çevreci yüksekokulun kampüsünde ekolojik elektrik ve yenilenebillir ısıtma sistemleri kullanılıyor, yemekhanede ise organik yemekler çıkıyor. Okulun bu çevreci yaklaşımı başvuru sayılarını da ciddi olarak etkilemiş. Bir önceki yıla göre başvuranların sayısı yüzde 50 oranında artış göstermiş. Türkiye’de ise kampüsler ülke gerçeğini yansıtıyor...

Doğa’ya zarar vermeyen organik gıdayla beslenen çocukların dışkılarında daha az seviyede böcek ilacına (pestisit) rastlandı. İki çocuk annesi Alexandra Ramdin, çocuklarına, böcek ilacı kullanılmadan, sentetik gübre ve hormon katılmadan üretilen organik gıdalardan vermeye karar verdi. Konuyla ilgili bir araştırmaya katılan Ramdin bu kararını şöyle anlatıyor: "O zaman henüz organik gıdaların daha besleyici olduğu kanıtlanmamıştı. Ama organik gıdaları bir denemek istedim." diyor. Araştırma şöyle yapıldı: Üç gün boyunca bir grup çocuk konvansiyonel yöntemlerle (böcek ilacı, sentetik gübre ve hormon kullanılarak) üretilen gıdalarla beslendi. Bir grup çocuk ise üç gün boyunca sadece organik gıdalar yedi. Üç günün sonunda çocukların idrarı test edildi. Washington Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada, organik gıdalarla beslenen çocukların dışkısındaki toksik maddelerin oranı diğer çocuklara göre çok daha düşüktü. Araştırmacılardan Richard Fenske, yiyeceklerdeki böcek ilacı kalıntıları yüksek seviyede olduğunda, çocuklarda beyin kanseri ve lösemi riski yaratabildiğini söyledi.

Uluslararası Hububat Konseyi'nin (IGC) raporuna göre, temmuz ve ağustos aylarında etkili olan aşırı sıcaklar nedeniyle dünya buğday üretim tahmini 2 ay öncesinin 20 milyon ton altına indi. Biz gündemimizi sadece referandum gibi konularla doldururken, iklim değişikliği ile gıda güvenliğimiz tehlikeye giriyor. Gündemde niye enerji politikalarımızı nasıl fosil yakıtlardan bağımsız yapabileceğimiz ve bütün Dünya’da enerjinin temizlenmesi ile ilgili hukuki sürec bir numaralı gündem maddesi değil. Bütün dinleyicileri bu konuda düşünmeye çağırıyorum.

İtalyan mahkemesi, bir çiftçiye yasadışı olarak Genetiği Değiştirilmiş bir mısır türünü yetiştirmesi nedeniyle 25.000 Avro ceza keserek ürünlerini imha etmesini emretti. Fakat çiftçi kararı temyize götüreceğini bildirdi. Italya’da, GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesi yasaklanmış durumda. Ülkede halk GDO’lu ürünlere, sağlıklı olmadığı gerekçesiyle güçlü bir şekilde karşı çıkıyor. Bir savcı, ülkenin kuzey doğusunda Pordenone kasabasında Monsanto’nun MON 810 kodlu mısırının yetiştirildiğini ve yakın toprakların da Avrupa Birliği yasal sınırlarında olmasına rağmen GDO’lu ürün ile kirlendiğini bilimsel inceleme sonrasında belirlemişti. Buna rağmen Avrupa Birliği’nin birçok büyük devleti, Avrupa Birliği üyesi devletlerin her birinin kendi topraklarında GDO’lu üretim yapıp yapamayacaklarına kendilerinin karar vermesi konusundaki muhalefetlerini yineledi. Greenpeace aktivistleri Pordedone bölgesinde ekilen Genetiği Değiştirilmiş mısırların yasaları ihlal ettiğini ve bunu cezasının da 3 yıla kadar hapis veya 51,700 Avro’ya kadar para cezası olduğunu söyleyerek ‘Sonunda Friuli’ye adalet geldi’ dediler ve memnuniyetlerini belirttiler. Türkiye’de ise girişine izin verilecek GDO’lu ürünlere, yapılan yeni düzenleme ile Çevre Bakanlığı’na bağlı bir kurul karar verecek. Çevre Bakanlığı’nın çevre açısından yaptıkları ve söylemleri düşünülünce bu kurulun tamamen bağımsız olması ve özellikle de temknlilik prensibi açısından sadece muhalifleri içermesi gerektiğini düşünüyorum, dahası Italya örneğinde olduğu gibi tamamen yasaklamanın dahi kaçakları önlemediğini düşünürsek, ülkeye hiçbir GDO’lu ürün veya tohum girmemeli. Ülkeye giren onca ton GDO’lu mısırdan ekilen ve sofralarımıza gelen oldu mu acaba?

Torbalı Tohum ve Tarım Şenliği herkesi Yerel Tohumları değişmeye çağırıyor. 29 Eylül 2010 Çarşamba günü Torbalı pazar yerinde kaybolmakta olan yerel tohumlarımıza sahip çıkmak için saat 9.30-11.00 arasında takas var. İsteyen çiftçiler tohumlarını verecekler, ayrıca kendi ihtiyacı için bahçelerinde ürün yetiştiren vatandaşlar tohumlardan karşılıksız olarak edinebilecekler. Böylelikle lezzetli, besin değeri yüksek, kimyasal ilaçlar ve kimyasal gübreler olmadan yetiştirilebilen bu ürünler yaşamaya devam edecek. Takas sonrası yerel tohumlar ve yerel çiftlik hayvanları hakkında uzmanların ve Karaot Köyü kadınlarının konuşmacı olacağı bir panel olacak. Panel sonrasındaysa yerel gıdalarla pişirilmiş yerel lezzetler herkese açık olarak sunulacak.

Genetiği değiştirilmiş Somonlar yüzünden Atlantik Somonu tehlike altında. ABD’de, Federal Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), ilk defa gıda zincirine genetik olarak değiştirilmiş bir hayvanın girmesine izin vermeyi düşünüyor. Genetik olarak değiştirilmiş ve “frankeştayn balık” olarak bilinen bu somon, doğal benzerlerine göre iki kat hızlı büyüyor. Eğer yaban hayata bir şekilde kaçarsa, ekosistemi tahrip eder ve doğal olarak varolan Atlantik somonun soyunun tükenmesine sebep olabilir. Frankeştayn balık aynı zamanda insan sağlığı konusunda potansiyel riskler barındırıyor ve bu riskler sadece onu yiyenlere yönelik değil. Önemli kaygılardan biri, bu balığın üretimi sırasında çok fazla oranda antibiyotik kullanılması. Bu kadar fazla miktarda antibiyotik kullanılmasının ilaca dayanıklı bakteri ve virüslerin hızla artmasına yol açabilecek olması biliminsanlarını korkutuyor. Bu ayın sonunda bir FDA Komitesi frankenştayn balığı ve halkın görüşlerini tartışmak için toplanacak.

Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo, Türkiye’nin yakın bir gelecekte yükselen gıda fiyatlarından büyük ölçüde etkileneceği uyarısında bulundu. Naidoo, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan acilen harekete geçmesini ve iklim krizine karşı nasıl bir önlem alacağını açıklamasını istedi. Başbakan Erdoğan’a mektup yazarak uyarılarda bulunan Greenpeace Genel Direktörü Naidoo; su ve besin kaynaklarının azalması, yükselen gıda fiyatları, dengesiz hava koşulları, giderek artacak küresel istikrarsızlık, seller, kuraklık ve benzeri nedenlerle yaşanacak uluslararası göçlerin tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkileyeceğini vurguladı. Naidoo, dünyanın tahıl ihracatının dörtte birinin şu anda aşırı kuraklıkla boğuşan ve buğday üretimini ciddi oranda azaltan ülkelerden sağlandığını anımsatarak toptan fiyatının hazirandan beri neredeyse ikiye katlandığının altını çizdi. Rusya’nın buğday ihracatını yasaklama kararının fiyatların daha da artacağını gösterdiğini belirten Naidoo: “Ukrayna ve Rusya’daki kuraklık, gelecekteki tahıl stoklarını da tehlikeye atacağa benziyor. Dünya’nın başka bir bölgesinde, Pakistan’da yaklaşık 1 milyon hektarlık ürün su altında. Önce bölge insanları, ileride tüm dünya bu olaydan etkilenecek.” Naidoo, Türkiye yurttaşlarının, şu an dünyanın diğer köşelerinde yaşanan felaketlerden ve yaşadıkları yan etkilerden korumak için bir an önce harekete geçmenin gerekliliği konusunda bilgilendirilmeleri gerektiğini belirtti. Başbakan’a hitaben “Eğer siz -onların seçilmiş lideri- sorumluluktan kaçınıp acilen harekete geçmezseniz, çok yakın bir gelecekte kendilerini bekleyen yıkım konusunda da uyarılmaları gerekir” dedi.
EKİM
Bir başka önemli toplantı da İsviçre’de gerçekleşti. BM’nin Kalıcı Organik Kirleticileri Gözden Geçirme Komitesi’nden 31 bilim adamı, İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan panelde, endosülfanlı tarım ilaçlarını ele aldı. Panele ev sahipliği yapan BM Çevre Programı’nın sözcüsü Michael Stanley-Jones da zehirli kimyasallarla ilgili Stockholm Sözleşmesine imza atan ülkelerin, 2011 yılının Nisan ayında yapılacak toplantıda sözleşmenin tavsiyelerine uyup uymayacaklarına karar vereceklerini ifade etti. Stanley-Jones, şimdiye kadar 60 kadar ülkenin endosülfanı yasakladığını, bu ülkeler arasında Stockholm Sözleşmesi’nin tarafı olmamasına rağmen ABD’nin de bulunduğunu vurguladı. Zirai üretimde kullanılması son derece zararlı olmasına rağmen bağcılıkta, salamura yapraklarda bu ilacın bileşenlerine yoğun olarak rastlanılıyor. Tarımda endosülfan kullanımı, böbrek ve mesane kanserine yakalanma riski artırıyor. Kaybolmayan ve toprakta biriken endosülfanın doğadan arınması uzun yıllar alıyor. Endosülfan sulama suyuna karıştırıldığı için bitkilerin köklerine, damarlarına, yapraklarına işliyor ve yıkamakla temizlenmiyor.

Türkiye ile ABD arasındaki model ortaklığın “Stratejik Ekonomik ve Ticari İşbirliği Çerçevesi” kapsamında ilk eşbaşkanlar toplantısı Washington’da yapıldı. Görüşmelerde ABD heyetinin, Türkiye’nin yenilenen GDO yönetmeliği ve Türkiye’ye ilaç satan şirketlerin Sağlık Bakanlığı yetkililerince yerinde denetlenmesi konularında bazı kolaylıklar istediği ifade edildi. Türkiye ise özellikle Bursa siyah inciri ve nar gibi bazı tarım ürünlerinin ABD pazarına girişi önündeki engellerin kaldırılması konusunu masaya getirdi. Türk tarafı, iş konseyinin ilk toplantısının kasım-aralık ayında Türkiye’de yapılmasını önerdi.

TEMA, dünya gıda gününde açlığa dikkat çekti. TEMA Vakfı, ''toprağın korunması, topraktan yeterli besin üretilmesi, üretilen yeterli ve sağlıklı besinle gıda güvenliğinin kazanılması'' amacıyla ''Gelecek İçin Arazi Kullanım Planlaması'' yapılmasını önerdi. TEMA 16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde ''Açlığa Karşı Birleşelim'' çağrısı yaptı. Silah üretimi için her gün 2 milyar dolar harcanırken, kişi başına bir dolar harcama yapılmadığı için günde yaklaşık 60 bin çocuğun, her yıl da 0-10 yaş grubundaki 20 milyon çocuğun yaşamını yitirdiğine işaret edildi.

AB'de Genetiği Değiştirilmiş yani GDO’lu ürünlerin üretimini dondurmak için başlatılan yasal girişimde bir milyondan fazla imza toplandı. Brüksel'den bir görevli Çarşamba günü şikayetin "siyasi" danışmanlara iletileceğini söyledi. Greenpeace ve Avaaz, ruhsatları askıya almak için hedeflerine ulaştıklarını ve Avrupa Birliği Lizbon Anlaşması altında oluşturulan yeni bir sistem olan bu dilekçe verme mekanizmasını işlettiklerini söylediler. Lizbon Anlaşmasına göre eğer bir milyon AB vatandaşı bir yasanın değişmesi için adlarını verirse Avrupa Komisyonu itirazı birliğin günlük icraatleri arasına almak zorunda. Greenpeace'den Jorgo Riss "Komisyon artık bunu göz ardı edemez" dedi.

GDO'suz Pikniğe Çağrı var. 2010 dünyada sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı, sel, kuraklık gibi doğal afetlerin hayatımızı tehdit ettiği bir yıl. Hepimizin artık harekete geçme zamanı geldi. İklim krizine yeter demek ve sesimizi duyurmak için baslatılan, 350.org öncülüğünde 10/10/10'da 184 ülkede 6000'i aşkın etkinlik düzenleniyor. Kimi çatısına güneş paneli koyuyor, kimi yürüyüş düzenliyor, kimi ağaç dikiyor, kimisi de rüzgar enerjisi projesi başlatıyor. Bu tür etkinliklerden biri de “Fikir Sahibi Damaklar” grubu tarafından organize ediliyor. Fikir Sahibi Damaklar, 10/10/10'da iklim değişikliğinden en çok etkilenen alanlardan biri olan tarıma işaret ederek, endüstriyel tarım yerine organik ve sürdürülebilir tarımı savunmak, dev şirketler yerine küçük çiftçiyi desteklemek, tek bitki tarımı yerine tarımsal biyoçeşitliliği desteklemek ve ne yiyeceğimize kendimiz karar vermek için GDO'suz bir buluşma, bir piknik düzenliyor.
10.10.2010 Pazar günü İstanbul- Maçka Parkı’nda 10:00-12:00 saatleri arası düzenlenecek pikniğe herkes davetli. Sonrasında ise, Naom Chomsky, Ömer Madra ve 350’ye destek verenlerle birlikte, saat 15:00’da Galatasaray’dan Taksim’e Küresel Eylem Grubu tarafından organize edilen yürüyüşe katılabilirsiniz.

Alanya Altın Kepçe Turizm ve Aşçılar Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili üyelerini panelle bilgilendirecek. Alanya Kültür Merkrezi'nde 13 Ekim Çarşamba günü saat 15.00'te Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Barçın Karakaş, aşçılara GDO ile ilgili bilgiler verecek. Panelde aşçılara, GDO'lu ürünleri nasıl anlayabilecekleri, insan sağlığı ve Türk mutfağına verdiği zararların neler olduğu, nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında bilgiler verilecek. Bu eğitimi GDO faciasının önüne geçemezsek artık sadece aşçılar değil, hepimizin alması gerekecek.

KASIM
İstanbul İl Genel Meclisi, merdiven altı gıda üretimini yakın takibe aldı. Sağlığa uygun olmayan 12 ton bozuk etin piyasaya sürüldüğü iddialarını araştıran komisyonca hazırlanan rapor açıklandı. Verilere göre İstanbul Tarım Müdürlüğü, 2010’da denetlediği 603 et ve et ürünü üreten işletmeden 121’ine para cezası verdi ve 7 işletme hakkında suç duyurusunda bulundu. Piyasaya et süren 70 işletme ise üretimden men edildi. Böylece İstanbul’da denetlenen işletmelerin yüzde 15’ine para cezası verildiği gözlenirken, yüzde 10’u da işletmeden men edildi. Bu durumda en sağlıklısının vejeteryan olmak ve et yememek olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hem sağlık hem gezegenimiz için en iyisi vejeteryan olmak.

Fast food lokantalarında satılan sağlıksız çocuk menülerinin yanında artık bedava oyuncak verilemeyecek. Çocukları sağlıksız beslenmeye teşvik ettiği iddia edilen çocuk menüsü uygulamasına San Francisco’da bazı sınırlamalar getirildi. San Francisco Yönetici Heyeti tarafından kabul edilen tasarı 1 Aralık’ta yürürlüğe girecek. Benzeri bir tasarı bu yıl içinde Amerika’da Santa Clara’da da onaylanmış ve belli besin değerine sahip olmayan menülerin yanında oyuncak verilmesi engellenmişti. Amerikan Ulusal Lokantalar Birliği ve McDonald’s alınan bu karara büyük tepki gösterdi. McDonald’s adına konuşan Danya Proud, menülerle verilen oyuncakların eğlencenin bir parçası olduğunu söylerken, tasarıyı onaylayan San Franciscolu yetkili Eric Mar ise, “Çocuklarımız hasta. San Francisco ülkede çocuk obezite oranlarının en yüksek olduğu bölgelerden biri” dedi. McDonald’s tarafından 1979’da başlanan Çocuk Menüsü uygulaması son yıllarda büyük tepki çekmeye başlamıştı. Umarız aynı aklı başında kararlar çocuklarımızı koruma için ülkemizde de alınır.Örneğin okul kantinlerinde aşırı şekerli yiyecekler ve gazlı içecekler yasaklanır.
ARALIK
Pamukkale Üniversitesi’nde Türkiye'de ilk Bitki Genetiği ve Tarımsal Biyoteknoloji araştırma merkezi sera, gölge evi ve laboratuar alanı olmak üzere toplam 4 bin metrekarelik bir alan üzerine inşa edildi. Merkezde ekonomik ve kültürel öneme sahip bitki türleri gelecek nesiller için koruma altına alınacak, merkez, tohum ihtiyacında yurt dışına bağımlılığın azaltılmasına katkı sağlayacak, tohumlardaki hastalıkların ayıklanarak saf halde saklanmasını sağlayacak, yerli tohumların modern teknolojilerle toplanmasına, karakterize edilmesine, korunmasına, çoğaltılmasına ve ıslah edilmesine olanak sağlayacak. Merkezin laboratuarlarında yasak olan GDO'lu ürünler testle belirlenebilecek. Umuyoruz merkez şirketlerin baskısı ile GDO’ya yönelmez ve yerli tohumlarımızı korumaya devam eder.

Türkiye’ye dönecek olursak, bir mutlu haberimiz daha var. Pazar günü Pazar şenliği var, üstelik bu Pazar. Kartal 100% Ekolojik Pazarı’nın 1.yıldönümü, bu Pazar günü düzenlenecek etkinliklerle kutlanacak. Bir yıldan bu yana her hafta Kartal Meydanı’nda açılan ‘Ekolojik Pazar’, Buğday Derneği ve Kartal Belediyesi’nin işbirliği ile kuruldu. 19 Aralık Pazar günü ise Kartal’da bir ekolojik şenlik yaşanacak. Pazar’da sağlıklı ürünlerin yanı sıra Şehnaz Sam konseri ve Sambistanbul ritm gösterisi ve oyun atölyeleri var. Yıldönümünde pasta saat 11.30’da kesilecek. Şehnaz Sam konseri ise 12.00’de başlayacak. Kartal %100 Ekolojik Pazarı, 180 tezgâhla ve Şişli’deki ürün çeşitliliği ile hizmet veriyor. Beklenenden daha büyük ilgiyle karşılanan pazar ilk haftalarda 5 tonu aşan bir hacme ulaştı. Pazar’da bu hafta sonu buluşmak üzere diyelim.
Bugün güzel haberlerle devam ediyoruz gidiyoruz. İzmir Ticaret Borsası ve Ulusal Pamuk Konseyi tarafından hazırlanan "GMO FREE" yani GDO’suz, etiketi pamuk balyalarına yapıştırılmaya başlandı. Etiketin genetiği değiştirilmiş organizma içermeyen Türk pamuğunun markalaşmasına önemli katkı sağlaması bekleniyor. Borsa,100 bin adet bastırılan etiketin dağıtıldığını, gelen yoğun talep üzerine ikinci kez etiket basımını gerçekleştireceklerini belirtti. “Proje sonucunda nihai amacımız Türk pamuğu ile işlenmiş bir Türk gömleğinin dünya pazarlarında GMO FREE etiketiyle raflarda yer almasıdır. Tekstil ve hazır giyim sektörümüzün de bu projeye destek olmasını bekliyoruz” dedi. Herkesi GDO’suz ve organik pamuklu giysiler giymeye davet ediyoruz.
GDO demişken, GDO'ya Hayır Platformu bileşen örgütleri ve aktivistleri 25 Aralık 2010 Cumartesi günü, yani bir hafta sonra saat 10.00 ile 17.00 arasında buluşuyor. Istanbul Tepebaşında BABİL Toplum Kültür Sanat Çalışmaları ve Belgesel Sinema Derneği’nde gerçekleşecek olan buluşmaya, Eskişehir’den Sinop’a, Kars’tan İzmir’e kadar Türkiye’nin pek çok yerinden örgütler katılacak. Paltforma üye 82 sivil toplum örgütünün içinde Greenpeace de var.

Sınıflandıran: Banu Koç

Hiç yorum yok: