24 Ağustos 2008 Pazar

Kuş Gözlemek

Çekmecelik, Halkalamalık, Yazmalık: Palas Tuzla Gölü Kuşlarının Hikayesi

Dr. Uygar Özesmi
Çevre Bilimci ve Kuş Gözlemcisi

Ülkemizin doğası ve kuşları batı biliminin bizden çok önceleri merak konusu olmuş. Anadolu’ya 1548’de gelen Belon ve 1643’de Tavernier batıdan gelen ilk doğa seyyahları arasındadır. 1800’lerde kuşları örnekleyen seyyahların sayılar artmıştır. Bunların arasında 1835’de Chesney ve Ainsworth, 1848’den itibaren Tchihatcheff, 1853’de Kotschy ve özellikle 1870’lerde Danford, 1874’de Fellowes, 1881’de Tristram, 1882’de Schraders, 1907’de Ramsey, Hilgert ve Niedieck, 1928’de ise Stresemann, Hartert ve Ürmös sayılabilir. 20. yüzyılın başında sayılar bu yazıda sayılamayacak kadar artmış. Bu seyyahlar yöre halkının adını koymadığı cılıbıtları; akça, halkalı, küçük halkalı, büyük diye ayırmışlar, kendine göre özellikleriyle tanımlamışlar ve belgelemişler. Çiftenin ucunda örneklemişler, Avrupa’daki müze çekmecelerine hapsetmişler. Anadolu insanı ise onları ayrıntılarıyla tanımlamasa da çok daha şerefli bir yer ayırmış, kilimlere halılara, nakışlara, yazmalara işlemiş.

Palas Tuzla Gölü ile ben de yine batılı kuş gözlemcilerin sayesinde tanıştım. 1987 yılında Çukurova’da Doğal Hayatı Koruma Derneği işbirliğinde yürütülen WIWO (Uluslar arası Su Kuşları Araştırma Vakfı) projesinde beraber çalıştığımız Vincent van den Berg ve arkadaşları Kayseri’yi ziyaret edip 1987 sonbaharında Tuzla’da kamp yapmaya karar verdiklerinde, ben de onlara katıldım. Kayseri’nin sadece 45 km kuzeyinde yer alan bu önemli kuş alanına Sultan Sazlığı üzerine odaklandığım için daha önce hiç gitmemiştim. Göl civarda yaşayan birkaç bin insan dışında Kayseri halkı Palas Tuzla Gölü’nden haberdar bile değildi. Bizler gölün güneybatı ucunda kavakların arasına kamp kurmuş, bağları çevreleyen çalıların arasına kuş ağları atmıştık. Boyunçeviren’le ilk onu ağdan kurtarıp bacağına halka taktığımda tanıştım. Sonraları bu güzel kuşu Lübnan’da ölü bulmuşlar diye duydum. Oraya kadar dura kalka 4 gün de varmış. Artık kuşları saçmalarla örneklemiyorduk, onun yerine ağlarla yakalıyor bacaklarına halkalayarak ve fotoğraflarını çekerek belgeliyorduk. O halkalama kampıyla başlayan Palas Tuzla macerası bir tutkuya dönüştü. O kış her hafta sonu Ömerhacılı köyünde Hacı Ömer amcanın evine konuk oldum, ocağın başında ısındım. Kar tipi demeden sabahın erken saatlerinde göl kıyısına indim ve gördüğüm kuşları saydım ve düzgünce defterime kaydettim. Kızılbacak:10, Angıt:200. Yeşilbaş:54, Kılkuyruk: 34, Suna 4 diye her hafta sonu onları saydım. Kış kuş sayımlarını yazdım bitirdim.

Palas Tuzla Gölü’nün kuşlar açısından önemi git gide ortaya çıkınca 1988 ilkbaharında WIWO tarafından gölün bahar kuş göçleri açısından önemini ortaya koymak için bir proje başlatıldı. Sevgili dostum Gürdoğar Sarıgül’ün de katıldığı bu projede düzenli olarak gölde 200 Flamingo’nun kaldığı, yüksek sayılarda alaca balıkçıl, ak balıkçıl, gri balıkçıl, erguvani balıkçıl, leylek, karaleylek ve çeltikçi’nin göç sırasında görüldüğünü ortaya koyduk. Bunun yanısıra fiyu, kirik, yeşilbaş, kılkuyruk, çıkrıkçın, ve kaşıkgaga ördeklerinden binlercesinin alanı göç sırasında kullandığı ortaya çıktı. Alanın başta döğüşken kuş, küçük kumkuşu ve akça cılıbıt başta olmak üzere bütün yağmurcunların Anadolu’daki en önemli göç durak noktalarından biri olduğunu gördük. Görüşmelerimizin sonunda göç çalışmasının yeterli olmayacağı bu çalışmanın bir üreyen kuşlar çalışması ile takip edilmesi gerekliliğine karar verdik.

Aynı yıl haziranda Yertaşın Saz mevkiinde bir ay boyunca kamp kurdum. Her hafta sonu takviyesi yapılan yiyeceklerimi sıcaktan korumak için yerin altında oluşturduğum bir buzdolabında saklıyordum. Sağ olsunlar, çobanlar da yoğurt ve peynirle besliyorlardı. Öğle sıcağında gölgede karademlikten çaylarımızı yudumluyor, pınarlara, göle şükredip duruyorduk. Her sabah güneşin doğmasıyla beraber gölde üreyen kuşları tespit için göl etrafındaki biyolojik topluluklarda gözlemler yapıyordum. Islak çayırlarda ayağımı ıslattığımda etrafımda yuvalarını yapmış uzunbacak, mahmuzlu kızkuşu, kızkuşu ve kızılbacak havalandı, bana kibarca çek git dediler. Kovalıkların içindeki yuvalarından kır incirkuşu ve karabaşlı sarıkuyruksallayan kafasını çıkardı. Yuvalarını göremesem de sık sık gördüğüm çayır delicesi ve turnanın civarda bir yerlerde ürediğinden emindim.

Islak çayırlardan çamur düzlüklerine geçince tuzlu ortamları seven kılıçgaga, akça cılıbıt, büyük cılıbıtların kimi kur davranışları gösteriyor ve kimi kırık kanat numarası yaparak beni yuvalarının yanından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Daha kumlu ve çakıllı bölgelerde küçük halkalı cılıbıt ürüyordu. Gölde varolan tek ince uzun çamur adasında ise bir sürü karabaş martı koloni kurmuştu.

Başta Yertaşın Saz olmak üzere göl kenarındaki sazlıklara varınca küçük batağan, balaban, cüce balaban, su kılavuzu, saz tavuğu, sakarmeke sesleri duydum. Sazların arasında saz bülbülü, büyük kamışçın ve bıyıklı baştankara oynaşıyor ve ses tellerinin en üst seviyesinde kendi şarkılarını söylüyorlardı “Burası benim, yaşam alanım çok güzel, kendime bir eş arıyorum, dişiyseniz gelin, yoksa aman ha yaklaşmayın”. Göğsüme kadar sazların içine daldığımda bir yeşilbaş çıkrıkçın ve Macar ördeği yuvası buldum. Ürediklerinin kanıtını gördükten sonra hemen uzaklaştım. Ancak saz delicesinin ürediğini tahmin ettiğim bölgeye yaklaşamadım, yine de ürediğine eminim diyebilirim.

Palas Tuzla Gölü sulakalanlarının dışında etraftaki biyolojik topluluklar da çok sayıda kuş barındırıyor. Gölün doğusundaki tuzlu bozkırlarda üreyen tek tük bağırtlakların yanında nerdeyse her yerde çorak toygarları yuvalanmış. Tuz oranı azaldıkça ve bozkır bitkileri hakim olunca adı üstünde bozkır toygarı, boz kuyrukkakan ve ketenkuşu görmek mümkün oluyor.
Etraftaki kayalık bozkırlarda ve yamaçlarda kovuklarda angıt ürüyor ve yavrularını yokuş aşağı göle indiriyor. Daha sarp yerlerde küçük akbaba ve kızıl şahin ve kaya güvercini yuvasını yapmış. Üremek için bu alanı seçen kuşlar arasında küçük boğmaklı toygar, çalı bülbülü, taş bülbülü, kuyrukkakan, karakulaklı kuyrukkakan, aksırtlı kuyrukkakan, kaya sıvacıkuşu, kaya serçesi, alamecek, kaya kirazkuşu ve kirazkuşu da sayılabilir.

Civarda Kızılırmak vadisinin kumlu yamaçlarında üreyen arıkuşu ve kum kırlangıcını da görmek mümkün. Irmak kenarındaki söğütlüklerde ve çalılarda, bülbül ve kamış bülbülü şakıyor. Çulha kuşu ise torba şeklindeki yuvasını özene bezene pamukçuklardan yapıp dallardan sallandırmış. Tarımsal arazilerde de kuşları görmek hala mümkün. Elektrik direkleri üzerine delice doğan, kerkenez ve saksağanlar yuvalanmış. Tarlakuşu, tepeli toygar, boğmaklı toygar, tarla kirazkuşu, ve kara başlı kirazkuşu tarlaların içine veya kenarlarındaki çalılara ve dikenli bitkilere yuvalarını yapmış. Kavaklık ve bahçelerde guguklar yumurtalarını bırakacakları başka kuşların yuvalarını arıyor. Bir çift üveyik çalıların arasından bir patlama ile kalkarken, uzakta bir alaca ağaçkakanın tak tak’ları yankılanıyor. Dalların arasında ak gerdanlı ötleğen, küçük ak gerdanlı ötleğen, büyük baştankara ve mavi baştankara oynaşıyor. Çalıların arasına, uzak dallara, karatavuk, ökse ardıcı, kara alınlı örümcekkuşu, kızıl sırtlı örümcekkuşu, alakarga, ağaç serçesi, ispinoz, saka ve florya yuvalarını yapıyor. Eski alaca ağaçkakan yuvalarına sığırcıklar el koymuş. Kavakların tepesine tek tek sarıasmalar, koloni halinde ekin kargaları yuvalanmış.

Köylerde ise çatılarda ve direklerde leylekler kocaman yuvalarını yapmış gagalarını takırdatıyorlar. Leylek yuvalarının içinden de serçeler kat mülkiyeti almış. Minarelere küçük kargalar, çatı aralarına ve altlarına kukumav, ebabil ve kırlangıçlar yuvalanmış. Bir haziran temmuz ayı da böyle geçti…

Bunca kuşun şöleniyle artık Palas Tuzla Gölü bir tutku halini almıştı. Sevgili Cüneyt Karul’la beraber sonbahar gelince kendimizi alamadık, Yertaşın Sazın çayırlıklarına yine çadır attık. Amaç sonbahar göçünü izlemekti. Bu sefer hesaplayamadığımız İç Anadolu’nun karasal iklimiydi. Gece yıldızlarla dolu sonsuzluğa bakarken, sıcağın yükselerek gökyüzüne kaçmasıyla beraber çöken soğuk hava bizi tir tir titretiyordu. Yazlık uyku tulumlarımızda ancak bolca kanyak içtikten sonra sızıp kalabiliyorduk. Sabah donarak uyandığımızda sıcaklık 8-10 derece oluyordu. Göl etrafında sayıma başladığımızda her saat başı bir katman giysi çıkarıyor, öğle vakti 26 derecede bir şort, bir atlet kalıyorduk. Her an her köşede göçmen yağmurcunlar, yırtıcı kuşlar, tüy değiştirmek için toplanmış 3000 civarında angıt ve hatta dünyaca nesli tehlike altında kuşlardan 3 toy bize kendilerini gösterdiler. Toylar hala bu civarlara tek tük uğruyorlar, ancak yöre halkı bir zamanlar bütün ovada yaygın olarak ürediklerini söylüyor. İç Anadolu’da toyların akıbetine bütün kuşlar eşlik ediyor. Mahşerin dört atlısı; suyu kesen barajlar, kurutan kanallar, yayılan yoğun tarım, çayırları ve bozkırı sömüren aşırı hayvancılık.

Sonra unutuldu Palas Tuzla Gölü. Aradan geçen 12 yıl içinde yeraltının suyunu çalıp, pancara hortumladılar. Kaynaklar kurudu. Sürüye bir sürü daha kattılar. Sonra da şu gölü kurutup, toprağı yıkayıp “bütün Kayseri’yi beslesek mi, cepleri doldursak mı” dediler. Kuş gözlemcileri alana 2000 yılında tam zamanında geldiler. Küresel Çevre Fonu Küçük Destek Programına (UNDP GEF/SGP) başvurarak yerel halkla beraber çalıştılar. Sonunda da Palas Tuzla Gölü’nü ve kuşlarını büyük ekrana taşıdılar. Artık halkla beraber göle sahip çıkıyorlar. Kayseri gündemine ve bilincine de yerleşti alan. Kuşlar çekmecelerden, halkalardan, yazmalardan havalanıp, sorumlu dimağların zihinlerine kondular.

2003 yılının bir Nisan sabahı hava aydınlanmadan çok önce ErKuş (Erciyes Üniversitesi Kuş Gözlem Kulübü) Palas Tuzla Gölü Atlası sorumlusu Nursen Aksan yatağından fırladı. Mutfağa koşup çayın suyunu koydu, börekleri paketledi, termosu doldurdu ve aşağı indi. Kapıda minibüs hazır bekliyordu. Şimdilerde şoför, emekli Muharrem Turan 3 yıldan beri ErKuş’u Atlas çalışmaları için araziye götürüyordu. Daha ilk yılında bir kuş kitabı ve bir dürbün almış, o da bir kuş gözlemcisi olmuştu. Bu yılın ilk arazisiydi ve 25 Atlas karesinden birkaçını da kendisinin dolduracağını ümit ediyordu. Yoldan Hülya, Serkan, Behiye ve Esra’yı da aldılar. Türkiye Üreyen Kuşlar Atlası projesini yürüten Doğa Derneği’nin onlara gönderdiği haritayı açtılar ve haritaya göre kuş gözlemcilerini karelere dağıttılar. Aradan birkaç saat geçince topladılar, gözlemlerini formlara işlediler. İki aylık çalışma sonunda Palas Tuzla Gölü’nü çevreleyen 250 km2’lik alanda 99 değişik türde kuşun dağılım haritasını tamamladılar. Bu kuşlardan 9’u Avrupa’da yoğunlaşmış olup tehdit altında, 23’ü yoğunlaşmamış olup tehdit altında olan türlerdi. Bu çalışmaları ile Palas Tuzla Gölü ve civarı hakkındaki bilgilerimiz arttı ve Türkiye Üreyen Kuşlar Atlası’nın tamamlanmasına doğru bir adım daha atılmış oldu. Ne şanslıyız ki Palas Tuzla Gölü’nde hala büyük cılıbıtlar kırmızı göğüslerini gere gere kur yapıyor, Ziya Özarslan dedenin dediği gibi angıtlar hala “ang ang diye dönüp durup horon tepiyor”.

Artık Anadolu sadece batılı seyyahlara kalmadı. Kuşlar da çekmeceleri boylamıyor, sadece ağlara takılıp kalmıyorlar. Doğa Derneği desteğinde ülke sathına yayılmış kuş gözlemcileri yerel halkla beraber etraflarındaki doğal alanlara sahip çıkmaya çalışıyor. Angıtlar, halılara, kilimlere, yazmalara, tabaklara, kupalara işlenmeye devam ediyor. Yerel sivil toplum kuruluşları ve üniversiye kuş gözlem toplulukları bilimsel raporlarla doğal alanlardaki kuşların durumunu ve tehditleri yetkililere bildiriyor ve onları göreve çağırıyor. Anadolu’da angıtların horonuna herkes davetli…

Hiç yorum yok: