Yıl 1993, Los Angeles’a doğru Kaliforniya eyaletinde otoyolda hızla ilerlerken büyülenip arabayı kenara çekiyorum. Dağlar, tepeler sürekli devinim halinde. Ufuk göz alabildiğine rüzgar gülleriyle donatılmış. Rüzgar sürekli esiyor, ülkeyi enerjiyle besliyor. Kyoto Protokolü’nü bugün imzalamayan Amerika Birleşik Devletleri, ta o zamandan rüzgar enerjisini yatırım yapmış. Bugün 3 milyon evin elektrik enerjisi rüzgar santrallerinden karşılanıyor. Hedef elektrik enerjisinin %20’sini rüzgardan sağlamak.
Yıl 1998, İzmir’de bir yenilenebilir enerji sempozyumuna katılıyorum. Büyük bir hevesle Çeşme Germiyan’daki 3, Alaçatı’daki 12 rüzgar gülünü ziyaret ediyoruz. Kaliforniya dağları aklıma düşüyor, yeter mi diye soruyorum? 2000’de de Bozcaada 17 rüzgar gülü daha kuruluyor. Böylece Türkiye’nin kurulu rüzgâr gücü 19 MW’a çıkıyor. Oysa sadece 1999 yılında Almanya’da 1542 MW, İspanya’da 708 MW, ABD’de 800 MW rüzgâr santralı kuruldu. Sadece bu yıl Amerika’da 3000 MW üstünde yeni santral kuruluyor.
Yıl 2006, uçağım Berlin Tegel Havaalanına doğru alçalıyor. Pencereden dışarı bakınca gözlerime inanamıyorum. Verimli tarım arazilerinin kıyılarında göz alabildiğince rüzgar gülleri serpilmiş, kolları dönüp duruyor. İnince konferansta Alman meslektaşlarıma sorup öğreniyorum. Almanya’nın kurulu rüzgar enerjisi kapasitesi 2006 yılı sonu itibariyle 20.621 MW’a çıkmış. Almanya gibi bir sanayi devi hızla enerji bağımlılığını azaltmak ve küresel iklim değişikliğinde Almanya’nın sorumluluğunu azaltmak için etkili ve hızlı politikalar uyguluyor. Toplam kapasitesini her yıl daha da arttırıyor. Hedefi 2030 yılında enerjisinin yüzde 70’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak, 2050’de ise bu rakamı yüzde 87’ye çıkartmak. Almanya gibi dünya piyasalarında rekabet gücümüzü korumak ve sağlıklı bir çevrede yaşamak istiyorsak acilen benzer politikaları hayata geçirmemiz gerekli.
Küresel iklim değişikliği tehdidi altında yaşadığımız bugünlerde enerji yatırımlarımızın tamamını sera gazı üretmeyen yenilenebilir kaynaklara yöneltmekten başka çaremiz yok. Bunların içinde şu anda en ekonomik ve en kolay uygulanabilir projeler rüzgar santralleri. Elektrik İşleri Etüt İdaresi‘nin tamamladığı Rüzgar Atlası çalışmalarına göre Türkiye‘nin rüzgar potansiyeli 48.000 MW. Bakanlık maalesef 2020 yılında toplamda sadece 3.000 bin MW kurulu güç öngörüyor. Bu Amerika Birleşik Devletleri’nin 1 yılda kurduğundan daha az. Almanya’nın ise şu anda kurulu gücünün yüzde 15’i. Üstelik bizim en az 48.000 MW potansiyelimiz var. Rüzgar enerjisinin küresel iklim değişikliğine katkısı yok ve çevresel etkisi neredeyse sıfır. Bedava esen rüzgarı, yani kendi öz kaynağımızı kullanacağımıza neden dışa bağımlı yatırımlara yöneliyoruz. TEMA Vakfı gönüllüleri başta olmak üzere büyük kamuoyu tepkisi çeken ve en iyimser tahminle 10 yılda tamamlanacak 3 nükleer santralden beklenen 4.500 MW güç için bu kadar uğraşılırken, neden herkesin hayranlıkla seyrettiği ve desteklediği rüzgar santralleri ülkemizi donatmıyor? Ülkemizde yenilik ve atılım rüzgarları nereden esiyor, esen karayel mi, lodos mu yoksa meltem mi? Bırakalım rüzgar gülleri açsın serpilsin, ülkemiz temiz enerjiyle dolsun.
Dr. Uygar Özesmi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder