Bundan tam 12 yıl önce doktorama devam ederken aldığım sürdürülebilir tarım dersleri serisinin ilk günündeyimÖnümde numaralandırılmış 6 karton süt var. Elime bir bardak tutuşturdular ve hepsini tadarak en lezzetliden başlayarak liste yapmamı istediler. Hepsini tadıp listemi yaptım. Sonra numaralara göre markalar çıktı ortaya. Listemde ilk üç sıra organik süt çıktı, diğerleri ise konvansiyonel. Üstelik ilk iki sırada yer alanlar, organik meralarda beslenen ineklerden geliyordu. Yani inekler içeride yani ahırda değil, geniş rotasyonlu doğal merada besleniyormuş. O derste çok sayıda al yanaklı çocukları olan, organik üretim yapan çiftçileri de ziyaret ettik. Hepsi yaptıkları işten çok gurur duyuyordu. Yüzlerinde neşe, gönüllerinde ferahlık vardı.Yıllar sonra TEMA Vakfı’nın da organik ürünlerini sergilediği Buğday Derneği’nin Feriköy’deki yüzde 100 Ekolojik Halk Pazarı’na gittim. Orada ürünlerini satan çiftçilerin de yüzlerinde gurur vardı. Topluma sağlıklı ve doğaya dost ürünler yetiştirmenin hazzını yaşıyorlardı. Zeytinyağı satan Feridun kulağıma eğildi ve dedi ki: “Buraya gelme gitme parasından zarar ediyoruz ama bir gün herkes doğrusunun organik ürün olduğunu öğrenecek.” Artık gide gele dost olduğum, lezzetli ve sağlıklı zeytinyağıyla beslendiğim Feridun artık sanıyorum ekmek parasını çıkarmayı başarıyor. Bir gün bütün çiftçiler doğa ile dost ve sağlıklı organik ürünler yetiştirmeye başlayacak, ancak bunun için bizim de bu ürünleri tercih etmemiz gerekiyor.Organik ürün ve iklim ilişkisiŞu anda, dünya karasal yüzeyinin yüzde 40’ında tarım yapıldığı söyleniyor. Ne büyük bir rakam; insanın inanası gelmiyor ama bir uçağa binip de yeryüzüne şöyle bir bakınca da haklı olabileceklerini düşünüyorum. Doğaya yer bırakmamışız. Bunca alanda, konvansiyonel tarımla basıyoruz suni gübreyi, ilacı, yarıyoruz toprağı koca koca pulluklarla. Aşırı kullanılan suni gübreler ve ilaçlar yeraltı ve yerüstü suyumuzu kirletiyor, azot oksitler atmosfere karışıyor ve küresel iklim değişikliğine neden oluyor. Ölen toprağın içinde humus birikemiyor ve yardıkça toprağı pulluklarla, yanıp, karbondioksit olarak yine havaya yayılıyor ve iklim değişikliğine neden oluyor; kuraklık artıyor. İlaç kalıntıları ile soframıza gelen gıdalar ise sağlık riski oluşturuyor. Çok şükür ülkemizde henüz üretilmediği söylense de başka ülkelerden ithal ettiğimiz genetiği değiştirilmiş mısır gibi ürünler hayvanları besliyor ve üstelik gıda endüstrisinde de kullanılıyor olabilir. Bunun doğaya ve sağlığımıza risklerini de henüz bilmiyoruz. Hâlâ genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) dair yasa da çıkmadı üstelik.Halbuki biz organik tarım yapıp doğal hayvan gübresi kullansak, kompost yapıp atsak tarlalara, topraktaki karbon, yani organik madde artacak. İklim değişikliği de azalacak. Suni ilaçlar yerine doğal ve geleneksel yöntemler kullansak, tarlalarda hayat bulmaya çalışan diğer bitkileri ve hayvanları, toprağı, suyu ve sağlığımızı korumuş olacağız. Genetiği değiştirilmiş tohumlar yerine bizim koşullarımıza en iyi uyum sağlamış atalık tohumları kullansak o zaman doğa ile dost olur, gereksiz sağlık risklerine de girmemiş oluruz. Üstelik zaman geçtikçe ve toprak yeniden hayat buldukça organik tarımda -yıllar itibariyle- verim konvansiyonel tarımı da geçebiliyor.Organik ürünlere talep git gide artıyor, çünkü insanlar organik üretimin doğa ile dost ve sağlıklı olduğunu öğreniyor. Ne kadar çok organik tarım ve ürün, o kadar çok canlı toprak, temiz su, güzel hava ve sağlık. Öte yandan unutmamak gerek ekonominin kökü tarımdır. Bu nedenle organik tarım yok olmakta olan dünyada ekonomiyi ayakta tutabilecek tek kilit taşı.
27.01.2008 - Dr. Uygar Özesmi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder