Gezegenin Geleceği Programından Sınıflandıran Banu Koç
OCAK
Birleşmiş Milletler'in 2010'u Biyoçeşitlilik Yılı ilan ettiğinden daha önce bahsetmiştik. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 2010 yılının ilk haftasına hükümetlere biyoçeşitlilik için çağrıda bulundu. UNEP, hükümetlerin biyoçeşitliliğin yok olma sürecini tersine döndürmek için çabalarını ikiye katlamalarını talep etti. Genel Direktör Angela Cropper da bir röportajında, biyoçeşitliliğin yok olmasının ekonomi, gelişimi olumsuz yönde etkileyeceğini ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı zorlaştıracağını belirtti. Biyoçeşitliliğin bu kadar hızlı azalmasının sebeplerini de gösterdi. Tropik ormanların kereste, ham madde, endüstriyel tarım, soya ve artan biyoyakıt talebi için kesilmesi. UNEP, PUMA ile tüm dünyada biyoçeşitliliği desteklemek ve Afrika'da bu konuda özel projeler geliştirmek için anlaşma yaptı. 2002'de yapılan ve dünya liderlerinin bir araya geldiği Rio +10 Dünya Zirvesi'nde türlerin soylarının yok olma hızının 2010'a dek 'kayda değer düzeyde' azaltılası yönünde karara varılmıştı. Ancak o zamandan bu yana hiçbir adım atılmamış olması, bilim adamlarına göre 'artık geri döndürülemez' bir süreci başlatıyor. Dileriz, UNEP'in 2010 yılını Biyoçeşitlilik Yılı ilan etmesi, sembolik anlamını aşarak gerçekten küresel adımlar atılmasını sağlayabilir.
ŞUBAT
AB'nin 2020 yılı için belirlediği enerji hedeflerinin adı 20-20-20 paketi. Buna göre, 2020'de enerji ihtiyacının %20'si yenilenebilir enerjilerden karşılanacak. Sera gazı salımı 1990 yılı seviyesinin %20 oranında altına düşürülecek. Ulaşımda kullanılan yakıtın %10'u biyoyakıt olacak. Ayrıca enerji tasarrufu %20'ye ulaşacak. Bu hedeflerin hepsi başlı başına çaba istiyor. Bu yüzden, yeni enerji kaynaklarının kullanımına ve yeni çözümlere dair pek çok ülkede araştırma yapılıyor. Peki bizim durumumuz nedir, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine hazırlanırken ve çevre fasli açılmışken, yenilenebilir enerji yatırımlarındakı somut hedefler nelerdir?
British Airways ve ABD biyoenerji şirketi Solena, Avrupa’nın ilk yeşil yakıt santralini Londra’ya inşa etmek üzere anlaştı. Proje, 2014 yılında tamamlanacak. Fabrika tamamlandığı zaman, yılda 500 bin ton atığı 16 milyon gallon karbon-nötr havacılık yakıtına dönüştürecek. Yani günlerdir bahsettiğimiz ve milyonlarca insanın aç kalmasına neden olan tarımsal alanlardan biyoyakıt elde etme süreci, burada uygulanmayacak. Dönüştürülecek atıklar, hem evlerden hem de sanayiden çıkan atıklar olacak. Bu yöntem, geleneksel yöntemden, yani uçak yakıtı olarak kullanılan kerosenden %95 daha az karbon salımına neden olacak. Bu karbon salım oranı da, 48 bin arabanın trafikten çekilmesiyle eşdeğer.
İngiltere, evsel atıklardan araç yakıtı konusunda öncü olacak gibi görünüyor. Yalnızca British Airways değil, Stagecoach adlı bir otobüs firması da bir çeşit kızartma yağına geri gönüşüm uygulayarak üretilen yakıtı kullanıyor. Şirket, tüm yakıtın çöpten üretilmesine özellikle dikkat ediyor. Yani yakıt için özellikle yetiştirilen tohumları kullanmıyor. Şirket, bünyesindeki 7000 otobüsü de yeşil yakıtla işletmek istiyor. Ancak bunun için yeşil yakıt üretilen tesislerin yaygınlaşması gerekiyor. Bu çabaları alkışlarken, yine de hatırlatmakta fayda var, hızla tüketim artarken tüketime yetişemezse bu çabalar sadece sonu biraz geciktiriyor, ve çözüm olmaktan uzak.
Peki petrol yerine kullanılan biyoyakıt gerçekten gezegene dost mu? ActionAid'in son raporuna göre, AB'li şirketler, Afrika, Asya ve orta Amerika'dan milyonlarca hektarlık tarım alanını biyoyakıt üretmek için kullanıyorlar. Rapora göre, bu durum besin fiyatlarını ve tarım yapacak alan bulmanın zorlaşmasına sebep oluyor ve bu da 100 milyon kişiyi aç bırakıyor. AB ülkeleri, 2020'ye kadar araç yakıtlarının %10'unu biyoyakıtlardan karşılayacaklar. Rapor, bu beklentinin karşılanması için gelişmiş ülkelerdeki bu alanların 17.5 milyon hektarı bulabileceğini belirtiyor. Yani İtalya'nın yüzölçümünün yarısı... Bu da ne yazık ki tarım alanları çok ucuza satın alınan ülkelerde yaşayanlar için daha çok açlık anlamına geliyor. IMF de, 2008'deki küresel besin fiyatı artışlarının %20-30 oranında biyoyakıt üretimine bağlı olduğunu belirtmişti. O yıl, üretilen tohumların 125 milyon tonu, biyoyakıtlar için harcandı. Petrole alternatif arıyoruz fakat biyoyakıtlar da çevre için doğru bir tercih değil. Çözüm, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjilerde.
Dünya Politikaları Enstitüsü yani Earth Policy Institute'ün son araştırmasına göre, dünyada tarım pek çok baskılarla karşı karşıya. Üretime bakacak olursak, ekilebilir alanların çoğu günümüze kadar kullanıldı. Hatta bazı tarım alanları o kadar hoyratça ekilip biçildi ki, artık verimli ürün almak mümkün değil. Bu arada nüfus artmaya devam ediyor. Bir de şimdi arabaları beslemek için biyoyakıt üretimi başladı. Bunun içinse milyonları doyuracak tohum, arabalarda benzin olarak kullanılıyor. Besin talebi ise tüm dünyada hızla artmaya devam ediyor. Afrika'nın nüfus yoğunluğu en fazla olan ülkesini, Nijerya'yı ele alalım. 1961'den beri nüfus tam 3 katına çıktı. Öte yandan ülke, her yıl ekilebilir tarım arazilerini çölleşme nedeniyle kaybediyor. Talep artmaya devam ederken, besin üretimi yavaşlamış görünüyor. 1970-1990 arası dünyada tohum üretimi %64 büyüdü. 1990'dan 2009'a kadar ise yalnızca %24'lük bir artış oldu. 1990'ların ortasında 825 milyon olan açlık sınırının altında yaşayan sayısı, günümüzde 1 milyarı aştı. En önemli çözüm, sürdürülebilir tarım ve et üretiminden vazgeçmek.
Enerji haberlerine gelince... Obama, 'yeşil enerji' planlarını yavaş yavaş açıklamaya başladı. Ancak ne yazık ki, beklediğimiz kadar yeşil bir plan sunmadı. Obama, ABD'yi petrol ve doğalgaza olan bağımlılığından kurtarmaya çalışacak. Ancak bunu, nükleer santraller ve biyoyakıtlarla yapacağını açıkladı. Obama, gerçekten bu hataya düşecek mi? Bunu yakın zamanda göreceğiz.
Ancak bu arada gezegenin geleceğini ne kadar düşündüğü koca bir soru işareti. Evet, Obama güneş enerjisine öncelik tanıyacağını açıkladı. Ama diğer yandan, Obama’nın iklim çözümleri arasında “yeni jenerasyon nükleer santraller” de var. Obama, daha çok üretim, daha çok verim ve daha çok kar için nükleer santrallere yöneleceğini açıkladı. Ayrıca “temiz” olduğunu iddia ettiği yeni termik santrallere ve biyoyakıt tüketimine de ağırlık verileceğini söyledi. Obama, tıpkı Birleşik Krallık gibi, can çekişen kirli enerji sektörlerinin baskılarına hayır diyemiyor ve bu nedenle doğru yoldan uzaklaşıyor. Siz Türkiye’nin de bu yanlışa düşmesini istemiyorsanız http://nukleer.greenpeace.org adresine girerek nükleere karşı olan 1 milyon kişinin arasına katılın.
NASA Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü GISS’in son araştırmasına göre, karayolu taşımacılığı, evde kullanılan biyoyakıtlar ve endüstriyel hayvancılık iklim değişikliğinin en büyük suçluları arasında. Yemek pişirmek için kullanılan biyoyakıtlar gelişmekte olan ülkelerde çok yaygın. Ancak karayolu taşımacılığı derken GISS özellikle bireysel motorlu taşıtlardan bahsediyor. Bu meseleyi çözmek için yeşil arabalar üretilmesi ise içinizi rahatlatmasın. Benzinle çalışmayan araçlar, elektrikle çalışıyor. Ve o elektriği yenilenebilir kaynaklardan elde etmedikleri sürece örneğin kömürlü termik santralden geliyorsa, çevreye hala zarar vermeye devam ediyorlar demektir. Bu nedenle gerçek çözüm, bireysel araba kullanımını devam ettirmek yerine, günlük hayatta gereksiz hale getirmek. Yani günlük hayatımızda, araba kullanmadan da her yere ulaşabilmemizi sağlamak. Bu da ancak toplu taşımaya ağırlık verilmesi, bisiklet gibi doğayla dost ulaşım araçlarının teşvik edilmesi gibi yollarla mümkün olabilir. Kentleşme politikaları anahtar!
MART
Avrupa Birliği’nin son raporu, Avrupa’da araçlarda kullanılan biyodizel ve diğer “yeşil” yakıtların, “istemeden” tropikal ormanlara ve sulakalanlara zarar verdiğini gösteriyor. AB, 2020’ye kadar 500 milyon vatandaşının araba yakıtlarının %10’unu biyoyakıttan elde etmesini istiyordu. Biyoyakıt üretmek için, özellikle Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ormanların kesilerek tarım alanı haline getirilmesinden endişe ediliyor. AB’nin biyoyakıt açlığını karşılamak için 2020’ye kadar 5.2 milyon hektar alanın ekilmesi gerekiyor. Bu, Hollanda’nın yüzölçümünden daha büyük bir alan. Peki bu alan nasıl var edilecek? Zaten dünyada ekilebilir alanların hemen hemen tamamı kullanılıyor. Biyoyakıtı sadece artıklarla ve atıklarla sınırlayıp, belki sadece yerelde üretim ve kullanımına izin verip, ticaretine izin vermemek gerek.
NİSAN
Bir de güzel haberimiz var. Avrupa Komisyonu 28 Nisan 2010'da kabul ettiği yeni strateji ile AB çapında daha temiz ve enerjiyi etkin kullanan elektrikli araçların teşvik edilmesine karar verdi. Euroactive'in haberine göre 28 Nisan’da kabul edilen metinde Komisyon ısrarla tek ve belirli bir teknolojiyi teşvik etmediğinin altını çiziyor ancak biyoyakıt kullanımında kısıtlamalara gidileceği belirtiliyor. Öte yandan elektrikli motorların potansiyeline dikkat çekiliyor ve elektrikli araç satışlarının 2030’a kadar % 20 oranında artmasının beklendiği belirtiliyor. Avrupa Birliği bir süredir elektrikli otomobil pazarına özel bir önem veriyor.
Avrupa Birliği (AB) liderleri Aralık 2008’de yeni bir Yenilenebilir Enerji Yönergesini kabul ettiler. Buna göre 2020 yılına kadar her üye devletin ulaşım yakıtlarının yüzde 10’unu aralarında biyoyakıtlar, hidrojen ve çevre dostu elektrik üretimi sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaları gerekiyor. Euroactive'in bu konuda yaptığı haber ise şöyle: Yönergede ayrıca biyoyakıtlar için sürdürülebilirlik kıstasları da belirleniyor. Birliğin, biyoyakıtların fosil yakıtlarıyla karşılaştırıldığında karbon çıkışını en az yüzde 35’ini azaltacak kullanılması öngörülüyor. Rakamın 2017’de yüzde 50’ye 2018’de yüzde 60’a çıkarılması hedefleniyor. Ancak biyoyakıt üretiminin artırılmasının ormanlık alanların yok edilmesini tetikleyeceği ve gıda güvenliği üzerinde ciddi sonuçları olacağı, yakıta dönüşecek tarım mahsullerinin diğer ekim alanlarında yaygınlaştırılacağı gibi ciddi endişeler var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder