Küresel Çevre
Yönetişiminde Vatandaş Gücü
Dr. Uygar Özesmi
Krizin derinliği
Günümüzde çok
derin ve küresel bir yönetişim krizi yaşıyoruz. Artık gezegenin insan hakları
bağlamında adaletli ve merhametli yönetilip yönetilmediği sorusu önemini
yitirdi, çünkü yönetilemediği bariz bir şekilde ortada. İnsanlar, gezegenimiz
tarihinde, hatta jeolojik zamanda dahi görülmemiş bir hızda atmosfer kimyasını
değiştiriyor; gezegeni insanlar için yaşanmaz hale getirirken bir yandan da diğer
canlılar için biyolojik bir soykırımın sorumlusu.
Dünyanın en saygın
bilim adamları, bugün içinde yaşadığımız vahşeti bize bütün çıplaklığıyla
anlatıyor. 2007’de Bali’de Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda gençler
kürsüye çıktı ve “kral çıplak” dedi. Bilim adamları, çocuklar, gençler, toplumu
sorgulayanlar, aydınlar çağın farkındaydı. Dünya genelinde ekonomik, sosyal ve
ekolojik felaketleri tetikleyecek tehlikeli iklim değişikliğine hızla
yaklaştığımızı görüyor ve bunu haykırıyorlardı. Çocuklarımız, hatta biz bile, tehlikeli
iklim değişikliği yani küresel ortalama sıcaklığın 2 santigrat derecenin üstüne
çıkması durumunda büyük acılar çekebiliriz. Buna rağmen, Bali’de başlayan Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi için bağlayıcı, yüksek hedefli
ve adil bir uluslararası antlaşma süreci, 2009 Kopenhag fiyaskosundan sonra
Cancún, Durban, Doha derken 2013’te hala bir sonuca bağlanmış değil. Felaketler
vurmadan bağlanacak gibi de görünmüyor. Dolayısıyla ciddi bir küresel yönetişim
krizinin içindeyiz. Bir yönetişim krizi olmasa hala varil varil petrol
ekonomiyi ateşlemezdi; arabalarda yakılan milyonlarca varil petrol atmosferi kirletip
iklimleri değiştirmezdi; üretim zincirinde fabrikalardan çıkan milyonlarca
varil zehirli atık dünyamızı ve bizi zehirlemezdi.
Bir yönetişim
krizi var çünkü Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre
hayvancılık sektöründen kaynaklanan sera gazı salımları yüzde 18. Yani küresel
iklim değişikliğinin yüzde 18’inin sebebi et, süt ve yumurta ürünleri. Hâlâ sığırların
beslenmesi için ormanlar yakılıp yerine mısır ve soya fasulyesi tarlaları
açılıyor. Yakılan ormanlar ayrıca sera gazı salımına neden oluyor ve bu
bölgelerdeki biyoçeşitlilik azalıyor. Mevcut tarım arazilerinin yüzde 30’u ise hayvan
yemi yetiştirilmek üzere ekiliyor. Peki FAO bunu neden önleyemiyor?
Ne demokratik ve
totaliter hükümetler, ne uluslararası örgütlerler ne de uluslararası
antlaşmalar gezegendeki tehlikeli gidişatı önlemiyor, aksine her geçen gün
hızlandırıyor. Sera gazı salımları hala hızla artıyor, yılda 140 bin canlı
türünün yeryüzünden silindiği tahmin ediliyor, dünya nüfusu geçen yüzyıla
oranla 3 kat artmasına rağmen, suyun kullanımı 6 kat arttı. Bu gidişle 2050’de
temiz ve yeterli suya erişim tamamen ortadan kalkacak; hatta sadece tatlı su
problemleri ile karşılaşmayacağız, denizlerdeki bütün balık stoklarının da çökeceği
tahmin ediliyor.
Yeni yönetişim yapıları
Hükümetlerin ve
uluslararası kuruluşların bu problemleri ortadan kaldıramayacağı ortaya çıkmış
durumda. Bu yapılar, her ne kadar, iklim değişikliği, ekonomik adalet ve
finansal kurumların topluma hesap vermesi konusunda etkili olamasalar da
çalışmalarını sürdürmelerinin bir zararı yok. Hatta, bazı sivil toplum
kuruluşları, bir sonuç çıkar umuduyla, bu süreçlere katılıp, baskı yapmayı
sürdürüyor. Ancak, pek çok sivil toplum kuruluşu, genel eğilime göre “yeter ki
gölge etmesinler başka ihsan istemez” diye düşünüyor. İnsan ve doğa hakları alanında
çalışan ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri ve halk hareketleri
tarafından çözümün artık ancak mevcut sivil toplum örgütlerinin çabaları, yeni
doğacak yapılar ve tabandan bir hareketle çözülebileceği yoğun kabul görüyor.
Girişimci bireyler
ve sivil toplum kuruluşları artık çevrim içi teknolojileri kullanarak yeni
örgütlenmeleri ve çözümleri yeni yapılarla üretiyorlar. Toplumsal hareketler ve
özellikle çevrim içi (online) seferberlikler yeni vatandaş hareketlerinin
yükselişte olduğunu gösteriyor. Tarihte son 3 yıldır güçlenen çevrim içi
teknolojiler ve araçlar sayesinde insanları toplumsal değişim için seferber
etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Küresel ve yerel çevre sorunlarının bütün
toplumun yaşam kalitesini düşürdüğü ve artık küresel iklim değişikliğinin bütün
insanlığı ve medeniyeti tehlikeye soktuğu günümüzde, teknolojiyi sorgulamak
kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim internet teknolojisinin çıkışı sorunun
derinlerinden, hatta çekirdeklerinden birinden geliyor. İnternet, ilk olarak, balistik
nükleer füze tesisleri arasında iletişimi sağlayacak bilgisayarlar için ileri
askeri araştırma enstitülerinde geliştirildi. Teknolojiyi kullanma biçimimiz ve
teknolojinin olanaklı kıldığı kontrolsüzce tüketmeye dayalı endüstriyel devrim,
bugün yaşadığımız büyük sorunların en önemli nedenleri arasında. Ancak, bu araç
bugün hala kötülükler için kullanılmaya devam ederken aynı anda önemli bir özgürleşme
ve kurtuluş aracı olarak da ortaya çıkıyor.
Ortaya çıkan bu
yeni modellerden, hatta belki yapılardan birisi Change.org. Change.org çok
basit görünen ancak temelden dönüştürücü bir misyonla ortaya çıkıyor, amacı
insanlara çevrelerinde görmek istedikleri değişimi yaratabilmelerine olanak
sağlamak için güç verecek bir araç sunmak. Bunun sonucunda oluşması tahayyül
edilen dünya, değişimin insanların günlük yaşamının bir parçası olduğu ve hiç kimsenin
kendisini çaresiz hissetmediği bir dünya. Vatandaşların her konuda harekete
geçerek, yetkilileri zorlayarak, yetkililerin vatandaşlara karşı doğrudan
sorumluluklarını yerine getirdikleri bir gelecek. Dünyanın içinde bulunduğu
yönetişim krizinden çıkmanın yollarından biri, belki mevcut demokrasi
anlayışını seçimlerden seçimlere yaşanılan veya büyük şirketlerin güdümünden ve
lobi çalışmalarından etkilenen bir sözde demokrasiden kurtararak gerçek
demokrasiye doğru yol almak.
Change.org’da şu
anda 30 milyondan fazla insan bulunduğu ve bu insanların toplumsal değişim için
her gün 1000’in üzerinde açılan kampanyada imzalarıyla etkin olduğu
düşünülürse, buradaki taleplerin toplumu tamamen tabandan, halkın istediği
şekilde şekillendirebileceği düşünülebilir. İnsanlar bir araya geldiğinde
dünyanın hem en basit hem de en güç problemlerini beraberce çözebilirler.
Unutmamak gerekir ki, yerelde başlayan küçük değişimler de bir araya
geldiklerinde büyük değişimleri oluşturabilirler. Bir zamanlar “arka bahçemde
istemem” kampanyalarının sosyologlar ve hatta çevre hareketi tarafından küçümsendiğini
hatırlamak gerek. Ancak biraz daha derin düşünecek olursak, herkes bir araya
gelerek arka bahçesinde kömürlü termik santral değil, bunun yerine
yenilenebilir enerji isterse; bunun sayesinde dünyada kömürlü termik santraller
yapılmaz ve yerine yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği politikaları
gelir. Bu sayede, büyük ölçüde iklim değişikliği sorunu çözülmüş olur. Buna ek
olarak bütün kentlerde vatandaşlar ulaşım politikalarına dair bisiklet dostu ve
toplu taşıma odaklı politikalar isterse, zincirleme kampanyalarla kentleşme politikalarında
ciddi bir değişim yaratabilirler. Bunun için öncelikle yerel yönetimlerin
vatandaşlarını dinlemeleri gerekiyor. İşte bunu yapabilecekleri en güzel
mecralardan birisi, Change.org. Türkiye’de Change.org’un 400.000 (Nisan 2013'de) üyesi var ve
bu üye sayısı her ay 40.000 kişi artıyor. Bu insanlar gelecekleri için,
hayatlarına dair doğrudan ses çıkartan ve çekinmeden imza atan yüzbinlerce,
belki yakında milyonlarca insan.
Türkiye’de bu
insanların yarattığı değişime dair güzel örnekler ortaya çıkmaya başladı
bile... Bisikletli ulaşım politikalarına örnek olarak, bisikletli ulaşım için
toplumsal hareketler, Change.org’da açtıkları kampanyayla Kadıköy’deki bisiklet
yolunun motorlu araç sahiplerinin baskısına rağmen sökülmesini engelledi.
İzmir’de bisikletliler daha önce yasak olan, bisikletlerin metroya binebilmesi
için gereken izni çıkarmayı başardı. Bisiklet kazalarının önlenmesi için, yine
İzmir’de, kanalizasyon mazgallarının yönü değiştirilerek paralel konumdan dik
konuma getirildi ve bundan sonra İzmir’de yol yapımları, çapraz mazgallarla
bisiklet dostu olarak tasarlanacak. Hali hazırda ülkenin 8 değişik kentinde
bisiklet yolları yapılması için belediyelere yönelik kampanyalar yürüyor. Yine,
vatandaş katılımına duyarlı olan Kadıköy Belediyesi’ni ele alacak olursak,
açılan kampanyalar sonucunda bütün çocuk parkları engelli çocukların
kullanımına uygun olarak yeniden şekillendirilecek. Moda parkı ise betonla
kaplanması planlanırken, parkın toprak zemin olarak kalmasına yönelik kampanya
sayesinde, inşaat aşamasına gelmiş olmasına rağmen proje değiştirildi. Bu
örnekleri çoğaltmak mümkün. Geleceğin politikacıları ve yerel yöneticileri,
artık sorumlu oldukları halkın öfkelenmemesi ve isyan etmemesi için, geleceği onların
istedikleri doğrultuda yaratmak için onların sesini dinlemeleri gerekiyor. Bu
bağlamda, yeni internet teknolojilerinin de yardımıyla temsili demokrasiden
hızlı bir biçimde katılımcı demokrasiye geçişi görmeye başlayacağız. Bu
yönetişim krizini aşmanın en önemli bir aracı aktif vatandaşlık. Yönetime ve
kararlara aktif katılım daha önce köy bazında varken, kentleşme ve ulusallaşma
süreci içinde bu gücü halk kaybetti. Bu yeni çağda, aktif katılımın yeniden
doğacağını öngörebiliriz. Buna güzel bir örnek, yakın zaman önce İzlanda’da
halkın tamamının katılımıyla gerçekleştirilen anayasa sürecidir. Hem yerel hem
de ulusal düzeyde, politikalara kitlelerin eğiliminden uzak karar
verilemeyeceği gerçeği her gün güçlenecek. Birleşmiş Milletler’e bağlı örgütler
de eninde sonunda ulusal düzeyde gerçekleşecek bu değişime uyum sağlamak
zorunda kalacak.
Yeni bir Sosyal Antlaşma
Bütün bu
gelişmeler ışığında yeni bir sosyal kontratın, bir sosyal antlaşmanın
gerekliliği bütün çıplaklığıyla ortada, çünkü eninde sonunda bu toplumsal
hareketlerin ve eylemlerin taleplerini mevcut yerel, ulusal ve küresel kurumların
yerine getirmesi gerekiyor.
Bu gereklilikten
yola çıkarak Eylül 2012’de CIVICUS Dünya Kurulunda “Yeni Bir Sosyal Antlaşma
için Montreal Sivil Toplum Taahhütleri” oluşturularak ilan edildi. Bu yeni
antlaşmaya göre katılımcı, yani herkesi dahil eden, demokratik ve adil bir yeni
antlaşma için sivil toplumun neler yapması gerektiği ortaya kondu. Buna göre,
sivil toplumun internet teknolojilerinden gelen yeni imkanları da kullanarak,
alışılagelmişin dışında ve akıllı, yatay ve uzlaşıya dayalı birlikler
oluşturarak bağlantı kurması, ağlar ve işbirlikleri yaratması gerekiyor. Bu
bağlar sadece kurumsal sivil toplum kuruluşları arasında değil, özellikle yeni
sosyal hareketler ve grupları kapsamalı, zira değişimin yeni sesi buralardan
geliyor. Sosyal hareketlerin başarıya ulaşması için, internet teknolojilerinden
faydalanırken bir yandan da bunu eski yöntemlerle bağdaştırmak son derece
önemli. Çevrim içi eylemler özellikle çevrim dışı eylemlerle birleştirilmeli ve
bağdaştırılmalı. Burada kullanılan bütün teknolojilere erişimi bulunmayanlar ve
özellikle ekonomik adaletsizlikler yüzünden erişimi kısıtlı olanlar ve
dışlanmış toplumu dahil edecek başarılı yöntemler geliştirilmeli. Dikkat
edilmesi gereken bir örnek olarak, Dijital Ayrım (Digital Divide) kavramı
verilebilir. Bahsettiğimiz küresel süreçlerde yerelin önem kazanmasına paralel
olarak, insanların sivil topluma gerçek katılımını sağlamanın ilk adımı yerel
ve gönüllü katılıma önem vermekten geçiyor.
Sivil toplumun
taahhütleri kapsamında, toplumla ve özellikle yerel ilgi sahipleriyle olan
etkileşimden doğan veriler ve görüşler sivil toplum kuruluşlarına ayna olmalı.
Etkileşimden doğan görüşler, sivil toplumun yönelimlerini yeniden oluşturmalı
ve canlandırmalı. Bu bağlamda, sosyal ve politik açıdan dışlanan grupların,
özellikle kadınların, gençlerin, çocukların ve azınlıkların sesini ve
sorunlarını göz önünde bulundurmak ve onları bu sürece dahil etmek öncelikli
olmalı. Dahil ederken herkesin korunaklı alanlara, süreçlere, gelişime ve
yükselmeye erişimlerinin olmasını sağlamak gerekiyor.
Toplumsal katılımı
sağlarken sivil toplumun kendisine ilişkin alanları da korumayı ihmal
etmemlidir. Bu alanları korurken uluslararası destekler ve işbirlikleri önem
kazanır, eylemlerin de kendini ulusalda ve yerelde güçlü bir biçimde göstermeye
devam etmesi gerekir.
Yerelde, dinamik bir
alanda ve çeşitli ilgi sahipleri ile çalışırken elleri kolları bağlayan bir
rölativizme de kapılmamak gerekiyor. Bu açıdan Montreal Taahhütleri kapsamında
önerilen insan hakları çerçevesinde çalışırken, insanların onuru, özgürlüğü,
adaleti ve eşitliği için haklar üstüne odaklanmak gerektiği aşikar. Sivil
toplum çalışmaları bilgiye dayanırken bir yandan da bu bilgi, düşünce ve uygulamalar
yereldeki toplulukların kendisinden gelmeli. Bilgi, kendi bağlamında ve ilgili
olduğu kişilerce üretilmeli.
Yine taleplerin
toplumsal ve doğal fayda üzerine kurulmasından yola çıkarsak sivil toplumun
sürüdürülebilirlik konusunu merkeze alması gerekiyor. Merkeze almak için de
kalkınma ve zenginlik kavramları yeniden tanımlamak şart. Sonuçta, gezegenin
yönetişim krizine çare olarak her alanda biyolojik çeşitliliğin ve doğanın
korunmasını önceliklendirmek gerekiyor.
Yeni Sosyal Antlaşmanın Yönetişim Ekseni
Sivil toplumun
mevcut yönetim kurumlarından beklentileri, kararların ve politikaların arz
yerine talep tarafından şekillendirilmesi olmalı. Tükenmekte olan her türlü
kaynakta talebi yönettiğimiz takdirde doğaya zarar vermenin önüne geçebiliriz.
Bu açıdan hem sivil toplumun hem de devlet kurumlarının kendilerine kaynak
sağlayan kurumlara, örneğin vakıflara, bankalara ve uluslararası finans
kuruluşlarına değil, vatandaşlarına karşı sorumlu olması gerekiyor.
Sivil toplum
kuruluşlarının da devlet ve vakıf fonlarına olan bağımlılığını azaltması, hatta
mümkünse kaldırması ve her halükarda fon kullanımında tamamen şeffaf ve
bağımsız hareket etmesi şart. Fon kaynakları açısından da sivil toplumun artık
topluma dönerek yaygın desteklere ve kitle fonlarına (crowdfunding) yönelmenin
yollarını araması gerekiyor.
Sivil toplum
mevcut kurumlarla veya sistemin kendisiyle olan mücadelesinde sonuç alabilmek
için yaratıcı, yenilikçi ve stratejik olmalı ve de gücünü kullanırken soruna doğru
noktalardan girmeli, kırılma noktalarına ve kaldıraçlara odaklanmalı.
Özel sektörle,
yani kâr amacı güden şirketlerle olan ilişkisinde dikkatli olmalı ve bunun
getirisi olduğu kadar götürüsü de olabileceğini görmeli. Bununla beraber, sivil
toplumun yeni gelişmekte olan ve gitgide güçlenen sosyal fayda şirketleri ve
sosyal girişimlerle daha sıkı işbirliklerine giderek, mevcut sorunun önemli
nedenlerinden olan kâr ve ekonomik büyüme odaklı özel şirket yapılarına
alternatif olarak doğan bu yeni ekonomik yapılarla güçlü ilişkiler kurması
gerekiyor. Bu ilişkilerin de aynı dikkatle, ancak ortak fayda yaratacak şekilde
örgütlenmesi, giderek büyüyerek ekonomik etkinlikler alanında çoğunluğa geçmesi
için de çaba sarf etmeli. Hatta sivil toplumun kendisi sosyal girişimler alanına
girerek yeni oluşumları destekleyecek kurumları kurması dahi söz konusu
olabilir. Buna örnek olarak, Türkiye’de dernek iktisadi işletmeleri vasıtasıyla,
normalde özel sektörün etkin olduğu alanların dernekler tarafından doldurulması
da söz konusu olabilir. Son bölümde bu fırsatlara daha geniş olarak değinmeye
çalışacağım.
Son olarak ise, gerek
devlet kurumlarıyla, gerek özel sektörle olan ilişkisinde sivil toplumun çok
alışık olmadığı diplomasi ve pazarlık güçlerini geliştirmeli ve her türlü
ilişkiye doğru güç analizleri yaparak girmeli.
Yeni Yapılar Yeni bir Yönetişimi Gerektiriyor
Ortaya çıkan büyük
küresel yönetişim krizinde ataletin bedeli çok büyük. Bu yazıda krizin küresel algısına
Bali’den başlamıştık - her ne kadar daha önceye dayansa da. Bali’de açılış
konuşmalarında herkesin ağız birliği ettiği “Ataletin bedeli, hareketin
bedelinden daha yüksek” söyleminden yola çıkarsak, artık Büyük Değişim’in
(Great Transition) başlaması gerektiği ortada.
Sadece 2 yıl
kaldı. 2 santigrat derecenin üstüne çıkıp küresel felaketler zincirini
durdurmak için 2015 yılında küresel salımların artışının da durması gerekiyor. Zira
iklim bilimciler, iklim değişikliğinin yaratacağı felaketlerin önlenmesi için
küresel sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutmak zorunda
olduğumuzu, başka bir deyişle, atmosferde şu anda 390 ppm olan sera gazı
miktarını 350 ppm’in altına indirmemiz gerektiğini söylüyor. 2015 sonrası, gelişmiş
ülkelerde salımlarda derin bir kesintiye gidilmeli. Bu ülkeler 2020 yılına
kadar en az yüzde 40 indirim sağlamalı. Ancak, şu anda bu en iyi ihtimalle
yüzde 20 civarında olacak gibi görünüyor – eğer bir şeyler değişmezse. İnsanlık
kurtulacaksa 2050 yılına kadar da ekonominin neredeyse tamamen karbonsuzlaşması
gerekiyor.
İklim krizi acil eylem
gerektiriyor. Kömür, en çok kirleten fosil yakıt ve tek başına iklimin en büyük
düşmanı. Dünyada şu anda planlanan santraller hayata geçirilmeye kalkılırsa
2030 yılında kömürden kaynaklanan karbondioksit salımları yüzde 60 artacak.
Nobel Barış Ödülü sahibi Al Gore’un dediklerine katılmamak mümkün mü? “Neden
kömür santralleri yapılırken, gençlerin, buldozerleri engellemek için çevresine
halkalar oluşturup engellemediklerini anlayamıyorum.”
Bugün
gerçekleşmekte olan bundan daha da fazlası. Sadece gençler değil, bütün yerel
topluluklar, genci yaşlısı Gerze’de, Bartın’da, İskenderun’da ve ülkenin her
yerinde buldozerlere karşı direniyor. Bu açıdan Greenpeace’in Gerze’deki
direnişe verdiği destek son derece önemli. Aynı şekilde, Change.org üzerinden Kürce’deki
HES’in baraj kapaklarını açmasını sağlayan hem yerel hem ulusal direnişin
başarıya ulaşması da bu sürece örnek verilebilir. Yaygınlaşan toplumsal
direnişe Change.org’da açılan, ancak henüz sonuçlanmamış kampanyalar arasında
Bartın Platformu’nun başlattığı Amasra’da HEMA Termik Santraline karşı
mücadele, yine duyarlı vatandaşlar tarafından açılan Afşin Elbistan C ve D
termik santrallerine, Çanakkale Lapseki termik santraline, Çaycuma Saltukova
termik santraline karşı yürütülen kampanyalar örnek verilebilir.
Öte yandan direniş
hareketlerinin yanı sıra tehlikeli iklim değişikliğini önlemenin yolu
yenilenebilir enerjide ve enerji verimliliğinde yatıyor. Bunun için Türkiye’de
ve nispeten bütün dünyada, içler acısı durumda olan yenilenebilir enerji yatırımlarını
en yüksek seviyeye çıkartmak gerekiyor. Bugünün teknolojisi ile uygun ve
verimli alanlarda kurulabilecek rüzgâr, dalga ve güneş santralleri şu anda dünyada
kullandığımız enerjinin 6 katını sağlayabiliyor – hem de sonsuza kadar! Bunun
için de Change.org’da Barış Eceçelik’in yenilenebilir enerji talebiyle Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na yönelik açtığı kampanya ve Prof. Dr. Tanay
Sıdkı Uyar’ın Türkiye için 100% yenilenebilir enerji isteyen kampanyası örnek
verilebilir. Daha önce bahsettiğimiz yeni yönetişim anlayışı çerçevesinde, bu
zincirleme kampanyaların ışığında devletin ve ilgili bakanlıkların vatandaşları
dinleyerek kömürlü termik santrallerden vazgeçerken, yenilenebilir enerji
kaynaklarına yatırım yapmaları beklenir. Bunun gerçekleşmiyor olması git gide derinleşen
bir yönetişim krizi yaratmakta ve ileride hali hazırda pek çok yerel
örneklerini gördüğümüz çok daha geniş toplumsal patlamalara neden olabilir. İnternet
üzerinden örgütlenen yeni katılımcı demokrasi platformlarının yönetime ve kararlara
katılımını artık devletin kendi işleyişi içine alınması gerekiyor, aynen ileri
demokrasilerde sistemin içine alınan sivil toplum kuruluşları gibi.
Krizin Yarattığı Fırsat: Büyük Değişimin Yeni Yapıları
Tarih her
yönetişim krizinin beraberinde büyük fırsatlar, kırılma noktaları ve hızlı bir
değişim getirdiğini söylüyor. Örneğin Yirminci Yüzyılın başındaki Büyük Buhran (Great
Depression), Batıda ve özellikle ABD’de modern sosyal devletin oluşumunu
sağladı, ve vahşi kapitalizm nispeten kontrol altına alındı. Tabii günümüzdeki
krizin yaratacağı çözüme inanmanın ötesinde, bu krizi avantaja çevirecek
mekanizmaların devreye girmesi de gerekiyor. Bu krizin sonucunda Büyük Değişim’in
(Great Transition) gerçekleşeceğini, ekonomik büyüme modeline, hatta
ideolojisine sırtını dayamış, doğal kaynakları sömüren bir kapitalizm yerine,
sosyal ve doğal fayda temelli, döngüsel ekonomiye ve katılımcı demokrasiye
dayanan bir yeni dünya düzeninin kuruluşu için adımlar bugünden atılıyor. Bu
atılımı sağlayacak olan da vatandaş gücü rüzgarı – belki fırtınası demek gerek.
Vatandaş gücünün küresel yönetişim mekanizmalarını tabandan değiştireceğini
öngörebiliriz. Bu vatandaş gücünün önemli kaldıraç noktalarına dair önerme
niteliğinde birkaç örnek soru soralım:
- · Kitle fonlaması (crowdfunding) ve yatırımlarıyla, bireyden bireye güven ve ortaklık kavramı çerçevesinde yeni teknolojileri kullanarak oluşturulacak sistemler, pahalı ve bürokratik bankacılık sektörünü işlevsiz kılabilir mi?
- · Vatandaşların ağ üzerinde kurgulayacakları yeni habercilik ve gazetecilik mekanizmaları, belirli güdümler ve sermaye kontrolündeki medya sektörünü işlevsiz kılabilir mi?
- · Yaygın veri toplamaya ve yaygın analizlere dayanan katılımcı sivil toplum ve vatandaş bilimcilerinin çalışmaları, ileri teknoloji gerektiren büyük laboratuvarlar haricindeki bilimsel çalışmaları, geleneksel araştırma kurumlarının işlevlerinin bir kısmını üzerine alacak mı?
- · Bilim politikaları ve fonlaması devletin savaş endüstrisi başta olmak üzere, ulusal stratejik rekabete dayalı, insan ve doğaya zarar veren teknolojilerin önüne geçecek vatandaş etik kurulları tarafından kontrole alınabilecek mi?
- · Üretim sektöründe topluma faydalı ve doğaya zarar vermeyen ürünler, bir yandan vatandaş kooperatifleri tarafından üretilip, küresel adil ve doğa dostu ticari satınalmalar, yenilikçi iletişim ağları ile katılımcı şekilde gerçekleşirken, diğer yandan doğru ve sorumlu ürünler doğrudan müşterisi ile buluşturulabilecek mi?
Büyük Değişim’in
gerçekleşmesi için yeni oluşan yapıların güçlendirilmesi, çeşitlendirilmesi ve
desteklenmesi gerekiyor. Bütün bu yeni gelişen yapıların gerçekleşmesi için,
sosyal ve doğal fayda girişimleri ve özgür internet altyapısının korunması ve
geliştirilmesi şart. Sivil toplumun Büyük Değişim’i gerçekleştirebilmesi için
savunması gereken en önemli alan, bu nedenle, sosyal ve doğal fayda
girişimlerinin hukuksal altyapısı ve internet özgürlüğü. Tarihte toplumsal
dönüşüm ve kurgulanan gelecek şimdiye kadar her zaman toplumsal hareketlerle
gerçekleşti. Bu sefer de aynı dönüşüm, tabandan yükselen kararlı hareketler
sayesinde gerçekleşecek. Ortaya çıkan yeni yönetişim ise, tabiatı itibariyle
katılımcı demokrasiye dayanacak ve yaygın ağ sistemleri üzerinden işleyecek. Burada
politikacılara, karar vericilere ve geçiş döneminde halen erki elinde tutanlara,
bu erki devretmek üzere basiretli bir şekilde yeni dünya düzeninin ve yönetişim
sistemlerinin oluşumunu kolaylaştırmak düşüyor.
1 yorum:
Merhaba,
İsmim Deniz.Erciyes Dağı ve barındırdığı bitkiler hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.Ekosistemi çok hassas ve bazı mikroklima alanlar var.Ve bunlar çeşitli şeylerden çabuk bozuluyor.Ev yapımı,yol yapımı,yol genişletme vb. şeyler.Barındırdığı bitki tür çeşitliliği de göz önüne alındığında ve bqazı insan kaynaklı şeyler de fark edildiğinde tahribatın ilerde ne kadar büyüyeceği açık.Çünkü;bazı alanlar insan faaliyetlerine kapalı olduğu için tabiat kendini korumuş.Fakat insan faaliyetleri artınca bozulmama başlamamış,hızlanmış.Ben,bazı endemik canlı türlerinin yabılan kocaman binalar altında ezildiğini,kaybolduğunu izledim.Tabi,o betonların altında nelerin kaldığını anlatmak,izah etmek çok güçtü.Çünkü;paranın yanında ufacık canlıların ne değeri kalabilirdi ki..Ve eğer bu bina yapımı dağa yaklaşmaya devam ederse,daha hangi canlıların ebediyen yok olacağını tahmin etmek çok güç.Akıllara zarar.Oysa,siz biliyorsunuz ki,dış ülkelerde bu tür alanlar koruma altına alınır ve bir taş duvar bile dizilmez.En iyisi önlem almak.Çünkü;sorun sadece bu da değil..Kısaca bu konuda ne tür yasal önlemler alınabilir?Bu önemli.Örneğin yasak bölge kavramı getirilebilir.Hatta,bazı yerler tamamen insanlara kapatılabilir.Benim aklım bunlara yetiyor.Aslında sorun çok büyük.O canlılar,şu an yaşayan insanlar kadar gelecekte yaşayacak insanlar için de yaşatılmalı.
Yorum Gönder