Yazan: Dr. Uygar Özesmi
81 ilde 81 Çevre Sivil Toplum Kuruluşu ile yapılan bir anketle Türkiye’nin en öncelikli çevre problemlerini sıralamaları istendi. Şırnak ilinden yanıt gelemediği için 80 il arasında yapılan anket sonuçlarına göre birinci öncelikli sorun olarak Çerve Bakanlığı gösterildi. Ankette yer alan diğer problemler arasında ikinci sıraya Enerji Bakanlığı otururken, Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı üçüncü oldu. Turizm Bakanlığı ise şaşırtıcı bir biçimde 4.lüğe otururken, Başbakanlık ise sıralamaya dahi giremedi…
Bu anket sonuçlarının nasıl yorumlanması gerektiği ise anlaşılamadı. Sorunu gidermek için sırasıyla Başbakanlık dışında bütün bakanlıklar ortadan mı kaldırılmalıydı?
Bu yazının absürd ve bu günlerde moda olan gerçek üstü girişini bir yana koyarsak… elime geçen Çevre Bakanlığı yayını ile beynimden vurulmuşa döndüm. En yüksekten gramajlı parlak kağıda basılmış kitapta neden kullanıldığı belli olmayan renklerde ilkokul harita ve grafikleriyle bezenmiş ve büyük ihtimalle toksik boyalarla basılmış bir kitapla karşı karşıyaydım… Bu arada neden ülkemizde halen geri dönüşümlü kağıt üretilmediği de açıklık kazanmış oldu!
Raporda, kimi zaman Şırnak hariç olmak üzere, illerden alınan bilgilere göre ülkemizin en önemli çevre sorunları arasında hava kirliliği ve su kirliliği başı çekmekte ve hemen atıklar bunları takip etmekteydi. İlginç olanlardan biri ise koku probleminin, mera tahribi, biyolojik çeşitlilik ve habitat kaybı ile sulak alan kaybından (sanki sulakalan habitat değilmiş gibi) daha öncelikli görülmesiydi.
Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğünün eseri olan bu raporda “sorun” olarak sıralananların ise esasında sonuç olduğundan bi haber olmalıydı zira bu “sorun”ların giderilmesine veya beylik ve bildik “sorun”ların yorumlanmasına ve planlamaya dair tek bir kelime dahi yoktu… Bakan’a ayrılan ve bakanın bize baktığı koca bir sayfanın karşısında kendisine ayrılan diğer sayfada ise küresel iklim değişikliğine güzel bir atıf vardı. İlginçtir “yayın”da ise küresel iklim değişikliği tek bir kelime ile dahi geçmiyordu… Anlaşılan bakan yayına bakmamış, bakanın yazanları ise bakanlığın yazanlarından daha güncel yazıyormuş.
Bu yayın çevreyi tüketmeyip, bizim vergilerimizle atık üretmiyor olmasaydı inanın bu yazıyı da yazmak zahmetine katlanmazdım… Ankete mankete gerek yok “sonuç” bize bön bön bakıyor… Bu ülkenin en büyük çevre “sorunu” Çevre Bakanlığı.
bkz. Anonim (2008). "Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Envanteri Değerlendirme Raporu (2005-2006)" Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğü, Çevre Envanteri Dairesi Başkanlığı, Ankara, 148s
21 Ekim 2008 Salı
18 Ekim 2008 Cumartesi
Sessizliğin sesi!
Yazan: Dr. Uygar Özesmi
Doğa kanunlarının en önde gelenlerinden birisi şüphesiz “Azı karar, çoğu zarar.” Örnek verecek olursak; atmosferdeki karbondioksit sayesinde bitkiler büyürken, fazlası yüzünden ortaya çıkan küresel iklim değişikliği ile nesilleri tehlike altına giriyor. Demir, bünyemiz için gerekli bir elementken fazlası bizi zehirliyor. Doğanın ve içindeki canlıların çıkardığı sesler bize yol gösterip, bizi uyarırken fazlası duyma kaybına, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıklarına, strese, uyku ve davranış bozukluklarına neden oluyor. Kirlilik dediğimiz şey, ister naylon torba, ister karpuz kabuğu, ister baca gazı, ister karbondioksit olsun, unutmadan içinde ses de olsun; birşeyin fazlasıdır sonuçta.
Ses dediğimiz şey, bir varlığın titreşmesi ve bizim bunu algılayarak farketmemiz. Dolayısıyla anladığımız anlamda sesin varolabilmesi için bir ses kaynağının yanında kulak ve beyin gerekiyor. Suya atılan bir taşın yarattığı dalgalar gibi bir varlığın titreşimi havaya geçiyor ve normal koşullarda 340 metre/sn civarında bir hızla ilerleyerek kulak zarımızı titreştiriyor ve titreşim beyne iletiliyor. Beyne iletilen sesin özellikleri; şiddeti, yüksekliği ve tonu. Sesin şiddeti titreşimlerin büyüklüğüne, ses kaynağından olan uzaklığa, yüksekliği ise saniyedeki titreşim sayısına bağlı; titreşim ne kadar çok olursa, ses o kadar ince oluyor. Sesin tonu ise aynı yükseklik ve aynı şiddetteki sesleri birbirinden ayırt etmemize yarayan özelliği. Ton, titreşen varlığa göre değişiyor. Gürültü dediğimizde şiddetli, yüksek ve aynı tonda ses anlıyoruz.
Öyleyse sanıldığı gibi gürültünün karşıtı sessizlik midir? Sessizlik özlemi içindeki insanlar şehrin gürültüsünden kaçmak için kendilerini ormana atarlar... Ancak ormana vardıklarında her ağacın altına konuşlanmış piknikçilerle karşılaşırlar. Çocuk kahkahası ve top sesi olsa neyse, ama arabaların kapıları ve müzik çalarları sonuna kadar açılmıştır, her birinden ayrı bir şarkı yükselir. Birbirine karışan sesler bir uğultu veya beyaz gürültü halinde beynimizde zonklar. Arada yukarıdan kükreyerek geçen uçağın sesi de cabası.
Peki diyelim, insan gürültüsünden, yoldan ve uçak güzergâhlarından uzak, ıssız bir ada buldunuz, yerleştiniz. Sabah saz kulübenizde uyandığınızda fark edeceksiniz ki, adanız sessizliğin yanından bile geçemez... Dalgaların kumsala çarpışı, martıların çığırtısı, rüzgârda sallanan gövdelerin çıtırtısı, yaprakların hışırtısı... sessiz olmadığı kesin...
Hayatımda mutlak sessizliğe en yakın olduğum nokta Kuzey Amerika’da mağaracılık yaparken yer kabuğunun derinliklerindeydi. Yeryüzünden yüzlerce metre aşağıda mağaranın sonlandığı odacıkta ışığı söndürdüm. Kulağıma gelen tek ses kalp atışlarım ve karnımın gurultusu oldu. Sinirlerim ve kaslarım titreşse onları da duyardım şüphesiz. Ancak daha derinden, gerçekten dinleyince bir başka ses duydum... O sesin, mağaraya gerçek gelme nedenim olduğunu keşfettim. O ses benim iç sesimdi... Günlük yaşantının gürültüsü içinde kirlenip giden iç sesimi duymaz olmuştum...
Benim iç sesim mağarada ne mi dedi? “Bu yaşamda seni mutlu edecek olan, ailenin ve dostlarının sevgisi ve saygısıdır. Vicdanınla hareket ettiğinde, içindeki huzurdur. Ölüme giden bu hayat yolunda kargaşadan sıyrıl, gürültüden uzak dur, yaşama ve doğaya saygılı ol, onu sev, gözet ve koru” dedi.
Kulak verin bakalım sessizliğin sesine... Sizin iç sesiniz ne diyecek!
Bugday Dergisi 47. Sayı 2008'de yayınlanmıştır.
Doğa kanunlarının en önde gelenlerinden birisi şüphesiz “Azı karar, çoğu zarar.” Örnek verecek olursak; atmosferdeki karbondioksit sayesinde bitkiler büyürken, fazlası yüzünden ortaya çıkan küresel iklim değişikliği ile nesilleri tehlike altına giriyor. Demir, bünyemiz için gerekli bir elementken fazlası bizi zehirliyor. Doğanın ve içindeki canlıların çıkardığı sesler bize yol gösterip, bizi uyarırken fazlası duyma kaybına, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıklarına, strese, uyku ve davranış bozukluklarına neden oluyor. Kirlilik dediğimiz şey, ister naylon torba, ister karpuz kabuğu, ister baca gazı, ister karbondioksit olsun, unutmadan içinde ses de olsun; birşeyin fazlasıdır sonuçta.
Ses dediğimiz şey, bir varlığın titreşmesi ve bizim bunu algılayarak farketmemiz. Dolayısıyla anladığımız anlamda sesin varolabilmesi için bir ses kaynağının yanında kulak ve beyin gerekiyor. Suya atılan bir taşın yarattığı dalgalar gibi bir varlığın titreşimi havaya geçiyor ve normal koşullarda 340 metre/sn civarında bir hızla ilerleyerek kulak zarımızı titreştiriyor ve titreşim beyne iletiliyor. Beyne iletilen sesin özellikleri; şiddeti, yüksekliği ve tonu. Sesin şiddeti titreşimlerin büyüklüğüne, ses kaynağından olan uzaklığa, yüksekliği ise saniyedeki titreşim sayısına bağlı; titreşim ne kadar çok olursa, ses o kadar ince oluyor. Sesin tonu ise aynı yükseklik ve aynı şiddetteki sesleri birbirinden ayırt etmemize yarayan özelliği. Ton, titreşen varlığa göre değişiyor. Gürültü dediğimizde şiddetli, yüksek ve aynı tonda ses anlıyoruz.
Öyleyse sanıldığı gibi gürültünün karşıtı sessizlik midir? Sessizlik özlemi içindeki insanlar şehrin gürültüsünden kaçmak için kendilerini ormana atarlar... Ancak ormana vardıklarında her ağacın altına konuşlanmış piknikçilerle karşılaşırlar. Çocuk kahkahası ve top sesi olsa neyse, ama arabaların kapıları ve müzik çalarları sonuna kadar açılmıştır, her birinden ayrı bir şarkı yükselir. Birbirine karışan sesler bir uğultu veya beyaz gürültü halinde beynimizde zonklar. Arada yukarıdan kükreyerek geçen uçağın sesi de cabası.
Peki diyelim, insan gürültüsünden, yoldan ve uçak güzergâhlarından uzak, ıssız bir ada buldunuz, yerleştiniz. Sabah saz kulübenizde uyandığınızda fark edeceksiniz ki, adanız sessizliğin yanından bile geçemez... Dalgaların kumsala çarpışı, martıların çığırtısı, rüzgârda sallanan gövdelerin çıtırtısı, yaprakların hışırtısı... sessiz olmadığı kesin...
Hayatımda mutlak sessizliğe en yakın olduğum nokta Kuzey Amerika’da mağaracılık yaparken yer kabuğunun derinliklerindeydi. Yeryüzünden yüzlerce metre aşağıda mağaranın sonlandığı odacıkta ışığı söndürdüm. Kulağıma gelen tek ses kalp atışlarım ve karnımın gurultusu oldu. Sinirlerim ve kaslarım titreşse onları da duyardım şüphesiz. Ancak daha derinden, gerçekten dinleyince bir başka ses duydum... O sesin, mağaraya gerçek gelme nedenim olduğunu keşfettim. O ses benim iç sesimdi... Günlük yaşantının gürültüsü içinde kirlenip giden iç sesimi duymaz olmuştum...
Benim iç sesim mağarada ne mi dedi? “Bu yaşamda seni mutlu edecek olan, ailenin ve dostlarının sevgisi ve saygısıdır. Vicdanınla hareket ettiğinde, içindeki huzurdur. Ölüme giden bu hayat yolunda kargaşadan sıyrıl, gürültüden uzak dur, yaşama ve doğaya saygılı ol, onu sev, gözet ve koru” dedi.
Kulak verin bakalım sessizliğin sesine... Sizin iç sesiniz ne diyecek!
Bugday Dergisi 47. Sayı 2008'de yayınlanmıştır.
17 Ekim 2008 Cuma
Sanal Gerçek
Yazan: Dr. Uygar Özesmi
Siber alemde gezinirken şu an, elektronlar dizilirken her an silinmeye hazır – altında yatan acı bir gerçek var. Enerji ve her birim enerji ile atmosfere salınan sera gazları o gerçek. Dizerken sadece türümün anladığı elektronları ekrana, ekrandan bana yansıyan gerçek üstü görüntüyle beraber içindeki toksinler de geliyor bu yana.
Yana yana sana zarar vermesin diye önündeki alete konan, bromine alev önleyiciler. Nedeni onlar, kanserli vücudunun… acıyla kıvrıla devine yanarken o, gözleri yaşlı ananın yanakları alev alev.
Ne bu baktığın ekran sanal, ne klavyesine dokunduğun bilgisayar, ne de okudukların şu an! Sanal ortamda itibarlar yönetilirken ekranlarda, birileri kurumsal itibarlarını internette izlerken, korurken ve güçlendirirken… unutmasınlar, ucu dokunduğu anda gerçek hayatlara, yoktur sanal ile gerçek arasında fark. Elektrikler kesildi mi gider bilgisayar, kesildi mi elektrikler, hayatlar kayar gider. Tuşları dökülen, ekranı çatlamış bilgisayar, soğuktan çatlamış parmaklar arasında sökülürken, tarar o çocukların geleceğini.
Geleceğini düşünen her yöneticinin okuması gerek, Gamze Er’in ‘Sanal Ortamda İtibar Yönetimi’ adlı kitabını - özellikle 35 yaşını aştıysa. Okuduğunda görecek ki sanal sandığı dünya, göründüğünden daha gerçek. Kitabın başta benim bu kadar ilgimi çekmesinin nedeni Greenpeace’in Apple bilgisayar şirketine yönelik ‘elmamı yeşil yap – green my apple’ kampanyası hakkında bilgi vermesi. Sanal ortamda büyük bir başarıyla yürütülen bu kampanya ile daha 14 Ekim 2008’de, Apple eskisine göre çok daha çevreye duyarlı bilgisayar modelleri çıkarttı. Şayet Greenpeace kampanyası ile 46.000’in üzerinde Mac kullanıcısı ‘Elmamızı seviyoruz, ama yeşil olmasını istiyoruz’ demeseydi acaba bu değişiklikler olacak mıydı? Daha önce internet sayfasına yüklenen ürün tanıtım videolarında çevrenin ç’si geçmezken, şimdi niye bu videoların yarısı çevre için alınan önlemleri anlatıyor? Bu soruların ve “sanal” ortamda itibara dair önemli diğer soruların yanıtını arıyorsanız ‘Sanal Ortamda İtibar Yönetimi’ kitabını öneririm.
Okuyun, görün, anlayın! Doğrusunu yapmaz ve çevreye dost ürünlerle itibarınızı korumazsanız sanal ortamdan çıkan dev itibar kemirgenlerinin korkusuyla kabustan uyanırsınız bir gün. Ve açtığınızda gözlerinizi…
“SANAL ORTAMDA İTİBAR YÖNETİMİ”
Kurumsal İtibar Yönetimi ve İnternet’te İtibarı İzlemenin, Korumanın ve Güçlendirmenin Yolları
Yazar: Gamze Er
Cinius Yayınları, Eylül 2008, Istanbul
ISBN: 978-605-4034-42-0
16 YTL, 176 sayfa
www.netkitap.com (%20 indirimli)
Siber alemde gezinirken şu an, elektronlar dizilirken her an silinmeye hazır – altında yatan acı bir gerçek var. Enerji ve her birim enerji ile atmosfere salınan sera gazları o gerçek. Dizerken sadece türümün anladığı elektronları ekrana, ekrandan bana yansıyan gerçek üstü görüntüyle beraber içindeki toksinler de geliyor bu yana.
Yana yana sana zarar vermesin diye önündeki alete konan, bromine alev önleyiciler. Nedeni onlar, kanserli vücudunun… acıyla kıvrıla devine yanarken o, gözleri yaşlı ananın yanakları alev alev.
Ne bu baktığın ekran sanal, ne klavyesine dokunduğun bilgisayar, ne de okudukların şu an! Sanal ortamda itibarlar yönetilirken ekranlarda, birileri kurumsal itibarlarını internette izlerken, korurken ve güçlendirirken… unutmasınlar, ucu dokunduğu anda gerçek hayatlara, yoktur sanal ile gerçek arasında fark. Elektrikler kesildi mi gider bilgisayar, kesildi mi elektrikler, hayatlar kayar gider. Tuşları dökülen, ekranı çatlamış bilgisayar, soğuktan çatlamış parmaklar arasında sökülürken, tarar o çocukların geleceğini.
Geleceğini düşünen her yöneticinin okuması gerek, Gamze Er’in ‘Sanal Ortamda İtibar Yönetimi’ adlı kitabını - özellikle 35 yaşını aştıysa. Okuduğunda görecek ki sanal sandığı dünya, göründüğünden daha gerçek. Kitabın başta benim bu kadar ilgimi çekmesinin nedeni Greenpeace’in Apple bilgisayar şirketine yönelik ‘elmamı yeşil yap – green my apple’ kampanyası hakkında bilgi vermesi. Sanal ortamda büyük bir başarıyla yürütülen bu kampanya ile daha 14 Ekim 2008’de, Apple eskisine göre çok daha çevreye duyarlı bilgisayar modelleri çıkarttı. Şayet Greenpeace kampanyası ile 46.000’in üzerinde Mac kullanıcısı ‘Elmamızı seviyoruz, ama yeşil olmasını istiyoruz’ demeseydi acaba bu değişiklikler olacak mıydı? Daha önce internet sayfasına yüklenen ürün tanıtım videolarında çevrenin ç’si geçmezken, şimdi niye bu videoların yarısı çevre için alınan önlemleri anlatıyor? Bu soruların ve “sanal” ortamda itibara dair önemli diğer soruların yanıtını arıyorsanız ‘Sanal Ortamda İtibar Yönetimi’ kitabını öneririm.
Okuyun, görün, anlayın! Doğrusunu yapmaz ve çevreye dost ürünlerle itibarınızı korumazsanız sanal ortamdan çıkan dev itibar kemirgenlerinin korkusuyla kabustan uyanırsınız bir gün. Ve açtığınızda gözlerinizi…
“SANAL ORTAMDA İTİBAR YÖNETİMİ”
Kurumsal İtibar Yönetimi ve İnternet’te İtibarı İzlemenin, Korumanın ve Güçlendirmenin Yolları
Yazar: Gamze Er
Cinius Yayınları, Eylül 2008, Istanbul
ISBN: 978-605-4034-42-0
16 YTL, 176 sayfa
www.netkitap.com (%20 indirimli)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)