Çiftçinin refahını artırmayı hedefleyen ve sürdürülebilir, doğayla dost yöntemleri önerenler ve bunu desteklemek için organik ürün alanlar çılgın olabilir mi?
Siz hiç sendikalaşmanın işçiler arasında bir moda olduğunu düşündünüz mü? Ya da suyu, elektriği tasarruflu kullanmanın bir çılgınlık haline geldiğini söyleyebilir misiniz? Peki biri size aslında tatile hiç ihtiyacınız olmadığını, bunun turizmcilerin para kazanmak için uydurduğu bir aldatmaca olduğunu söylese gülüp geçmez misiniz? Gazete “Sabun kullanma çılgınlığı. Herkes bugünlerde ellerini yıkıyor. Sabunlar çok pahalı, sosyetenin sabunlara ilgisi büyük” diye başlık atsa ne düşünürdünüz?
Bugünlerde bir kesimin dilinde olan, ama benim için yukarıdaki örneklerden pek de farkı olmayan bir moda ya da çılgınlıktan söz edeceğim size. Bu durum “organik çılgınlık” ya da “organik modası” olarak adlandırılıyor. Organik ürünün pahalı ve az bulunur olduğu, sadece moda peşinde koşan “sosyete” tarafından rağbet gördüğü söyleniyor, yazılıyor. Hatta duyduğuma göre bazıları bu “organik çılgınlığı”nı bayağı abartmış!
Bunu söyleyenler, yazanlar ya cahiller, ya da popüler haber peşinde koşuyorlar. Sayfa doldurmak ve sadece gündem yaratmak amacıyla bunu yapıyor olmalılar. Oysa organik ne seçkin ne de çılgın. Üretiminin hiçbir aşamasında canlı ve çevre sağlığına zararlı kimyasalların ve katkı maddesinin kullanılmadığı bir ürünü almak nasıl çılgınlık olabilir ki? Bu ürünlere “organik ürün” denilmesinin nedeni; Tarım Bakanlığı denetimindeki kuruluşların o ürünün doğal yöntemlerle yetiştirildiğini kontrol etmesi ve bu ürünlere biz tüketiciler aldatılmayalım diye organik sertifikası vermesi. Ürünlerin üzerinde bu sertifika ve Tarım Bakanlığı’nın etiketi yer almasa, bazı fırsatçılar ürünlerini doğal, hormonsuz, ari, saf diye sunarak tüketiciyi kandırabilir. Bu nedenle organik ürünün sertifikası bir güvencedir.
“Organik ürün çılgınlığı” çığırtkanlığı yapanlar, asıl çılgınlığın toprağı, suyu kirleten ve sağlığımızı tehdit eden zehirli kimyasallarla yetiştirilen ürünleri yemek olduğunu bilmiyor olmalılar. Birilerinin onları, acil olarak Anadolu’daki tarım alanlarına götürmesi gerekiyor. 1970’li yıllarda kelaynakların birdenbire toplu halde yok olmaya başlamasının nedeninin tarım ilaçları olduğunu öğrenmeleri gerekiyor. Başmakçılı çiftçi Sultan Ersöz’den, geçmişte kullandığı bazı tarım ilaçları yüzünden nasıl zehirlendiğini ve bu yüzden organik tarım yapmaya başladığını dinlemeleri gerekiyor. Ve Dünya Sağlık Örgütü’nün, tarımda kullanılan pestisitlerin astımı nasıl artırdığına ilişkin araştırmalarını bilmeleri gerekiyor. İngiltere’deki New Hempshire Üniversitesi’nin araştımasında belirttiği gibi, organik ürünlerin diğer ürünlerden daha fazla antioksidan içerdiğini ve antioksidanların bağışıklık sistemimiz için nasıl gerekli olduğunu öğrenmeleri gerekiyor.
Sonra da bir kez daha düşünmek gerekiyor: Abartanlar, böceği, yabani otu gördükçe verimi artırmak uğruna ilacı basanlar mı, yoksa sağlığını düşünen bir avuç insan mı?
Organik ürünün pahalı olması ise görece bir yargı. Sertifikasyon işleminin ürün fiyatına yansıması nedeniyle bazı organik ürünlerin diğerlerine oranla biraz daha pahalı olduğu doğru ama bu ürünün satıldığı yere ve ürüne göre değişiyor. Bu artı fiyat birçok şeyin bedeli aynı zamanda. Birincisi sağlığımız her şeyden daha değerlidir. İkincisi toprak ve su kaynakları kirlenir, tükenirse bu ürünleri -bırakın daha pahalıya- hiç bulamayabiliriz. Üçüncüsü bazı organik ürünler diğerleriyle aynı fiyata hatta daha ucuza bulunabilir; dördüncüsü fiyat ile talep ters orantılıdır, talep arttıkça fiyatlar da düşecektir.
Yıllardır organik ürünlerle ilgileniyorum. Bunda benim ve ailemin sağlığı dışında herhangi bir çıkarım yok! Orta halliyim. Gıda alışverişimi cumartesi günleri Şişli’de, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin organizasyonu ve denetiminde kurulan yüzde 100 Ekolojik Pazar’dan yapabiliyorum. Çünkü para harcamadaki önceliğimi başka tüketim maddeleri ve hizmetler yerine sertifikalı organik ürünlerle beslenmeye veriyorum. Üç kişilik bir aileyiz ve aylık mutfak masrafımız 500 YTL’yi geçmiyor. Ve her hafta Ekolojik Pazar’da alışveriş yaparken sosyete diye tanımlandırılan (bu da tartışılır ama sırası değil) kesimden çok, fotoğrafçı, avukat, öğretmen, işçi, memur, öğrenci, gazeteci, ev hanımı, doktor, esnafa rastlıyoruz.
Normali organiktir
Normal olan, organik olandır. Ve ninelerimizin dedelerimizin kimyasal gübre, ilaç, hormon vermeden yetiştirdiği ürünlerle aynı tat ve lezzette olan bu ürünler, bir lüks tüketim maddesi değil, bizim ihtiyacımız veen doğal hakkımız. Organik ürün alışverişi yapanları “çılgın” ve “abartılı” bulanların, Hindistan’ın Pencap eyaletindeki tarım uygulamaları hakkında bugünlerde sorulan sorulardan haberi olsa, yazmazlardı elbet. Pencap’ta birkaç yıl öncesine kadar, yeni tohum çeşitleri, haşere öldürücüler ve kimyasal gübreler verimi artırdığı için, makineleşmiş, modern tarıma “Yeşil Devrim” demişlerdi. Ama bugün ineklerin yediği yiyeceklerle ürettikleri sütte yüksek düzeyde haşere öldürücü kalıntıları var. Çiftçilerde ise kanser vakaları artıyor. Kansere yakalanmış yaşlı bir çiftçi, BBC’den David Loyn’a, “Buğdayına haşere musallat olmasını önlemek için neredeyse gece gündüz tarlalarına haşere öldürücü sıktığını” anlatıyor. Oysa haşere öldürücü spreylerin kutuları üzerindeki talimatlarda, çiftçilerin ilacı uygularken üzerlerine koruyucu elbise giymeleri ve maske takmaları gerektiği yazıyor. Ama Loyn, buralı çiftçilerin koruyucu elbise giymedikleri gibi, önerilen miktardan çok fazla haşere öldürücü kullandığını yazıyor.
Peki ya Türkiye’de?
Pencap Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ise kullanılan haşere öldürücü spreylerin kansere yol açtığı sonucuna varılmış. Loyn’un yazdığına gore, Pencaplı çiftçiler, “1970’li yıllarda mahsulün artmasına yol açan tohumları hazırlayan bilim insanlarının şimdi kendilerine yeniden yardım etmesini istiyor ve daha fazla sprey kullanmalarına rağmen mahsulün azalmasından” yakınıyorlarmış.
Tarlaları verimsizleştiren ve insanları hasta eden tarım ilaçlarını, fiyatı petrol fiyatlarıyla rekabet eden suni gübreleri kullanmak, kırsalı desteklemeyen ve kenti cazip kılan, böylece üretenden çok tüketen olmasına neden olan, çiftçiyi ithal tohumlara bağımlı kılan ve yüzyıllardır toprağının alışık olduğu dayanıklı yerel türlerini yetiştirmekten alıkoyan politikalar çılgınlık değil de, çiftçinin refahını artırmayı hedefleyen ve sürdürülebilir, doğayla dost yöntemleri önerenler ve bunu desteklemek için organik ürün alanlar mı çılgın? Karar sizin! Ama lütfen bir an önce karar verin! Yoksa yarın hepimiz için çok geç olabilir.